TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
LEYLA DAİMAGÜLER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/1143)
Karar Tarihi: 17/7/2014
R.G. Tarih-Sayı: 16/10/2014-29147
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Nuri NECİPOĞLU
Zühtü ARSLAN
Raportör
Selami ER
Başvurucular
Leyla DAİMAGÜLER
Ercan TURAN
Engin TURAN
Mualla OCAKTAN
Lale TURAN
Arife TURAN
Vekili
Av. Sema AKINCI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, sahibi oldukları ve kıyı-kenar çizgisi içinde kaldığı için haklarında müdahalenin meni davası açılan taşınmazla ilgili karar 1992 yılında kesinleşmiş olsa da yıkımın 2010 yılında yapılması nedeniyle zararın bu tarihte doğmasına ve 2007 yılından itibaren bu tür tazminat taleplerinin mahkemelerce kabul edilmesine rağmen 2010 yılında açtıkları tazminat talepli davada Mahkemenin zamanaşımı yönünden davalarını reddetmesi sonucu mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 12/12/2012 tarihinde Dikili Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölümün 6/2/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 4/4/2014 tarihli görüş yazısı 14/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 17/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların murisi Ömer Lütfü TURAN bir kooperatif tarafından üzerinde iki katlı bina inşaatına başlanan İzmir ili Dikili ilçesi İsmetpaşa Mahallesi, 11 ada, 1 parsel sayılı arsa vasıflı tapulu taşınmazı kadastro öncesi satın alarak 24/4/1975 tarihinde tapu kaydını yaptırmış ve inşaatı tamamlayarak mesken olarak kullanmaya başlamıştır.
8. Dikili Mal Müdürlüğü 21/4/1977 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) anılan taşınmazın denizin ayrılmaz parçası olan kumluk saha üzerinde yapıldığı ve kıyıda kaldığından bahisle tapunun iptali ve men’i müdahale istemli dava açmıştır.
9. Yapılan kadastro uygulamasıyla 10/10/1978 tarihli kadastro tespit tutanağında taşınmazın üzerindeki binanın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin kime ait olduğu dava konusu edildiğinden malik hanesi boş bırakılmıştır.
10. Mahkeme ilk kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine davayı tekrar ele almış, gerekli incelemeleri yaparak ve uzman bilirkişilerden raporlar alarak 21/2/1991 tarih ve E.1989/136, K.1991/15 sayılı kararıyla; taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu, özel mülkiyete konu olamayacağı, inşaat ruhsatlarının 1969-1972 tarihleri arasında alındığı, 1973 senesinden önce taşınmazın arsa vasfında olduğunun anlaşıldığı, binanın inşaatının 1972 yılından sonra tamamlandığı ve bu nedenle 3086 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesinin uygulanamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüyle tapunun iptali ve müdahalenin menine, üzerindeki binanın yıkılmasına, yıkımının davalılar tarafından yapılmasına, yapılmaması halinde Hazinece yıkılmasına ve bedelinin davalılardan tahsiline karar vermiştir.
11. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 3/2/1992 tarih ve E.1992/1275, K.1992/798 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararını onamış, karar düzeltme talebi de aynı dairenin 2/11/1992 tarih ve E.1992/10520, K.1992/12611 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
12. Başvurucuların murisi Ömer Lütfü TURAN 1998 yılında hayatını kaybetmiş, başvurucular taşınmazı kullanmaya devam etmişlerdir.
13. Dava konusu tapunun hükmen terkini 15/5/2001 tarihinde Dikili Tapu Müdürlüğünce gerçekleştirilmiştir.
14. Başvurucular, bina yıkılmadan önce Mahkeme’nin 2007/34 D. İş sayılı dosyası ve 17/6/2007 tarihli bilirkişi raporuyla binanın arsa ile birlikte değerini 350.000 TL olarak tespit ettirmişlerdir.
15. Geçen süre zarfında başvurucular ile murisi binayı kendileri yıkmamış, idare de 18 yıl süresince binayı yıkmadığından başvurucuların murisi ve başvurucular bu süre boyunca taşınmazı kullanmaya devam etmişlerdir. 3/5/2010 tarihli tespit ve tahliye tutanağı ile başvurucular tahliye edilmiş ve akabinde idarece binanın yıkımı icra kanalıyla gerçekleştirilmiştir.
16. Başvurucular, 26/10/2010 tarihinde Dikili Asliye Hukuk Mahkemesinde yıkılan binadan doğan zararlarının tazmini için tazminat davası açmışlardır.
17. Mahkemece istenen 13/7/2011 tarihli bilirkişi raporuyla mevcut verilerle binanın değeri 69.469,00 TL, arsanın değeri 172.620,00 TL olmak üzere taşınmazın toplam değeri 242.116,00 TL olarak tespit edilmiştir.
18. Mahkeme 05/12/2011 tarih ve E.2010/362, K.2011/385 sayılı kararıyla ve başvurucuların murisine ait taşınmazla ilgili davanın 1992 yılında kesinleştiği ve dava sonunda binayı yıkmaları yönünde karar verildiği, başvurucuların ise bunu yerine getirmeyerek binayı 18 yıl boyunca kullanmaya devam ettikleri, başvurucuların binayı kendilerinin yıkarak 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açmaları gerekirken bunu yapmayarak 18 yıl sonra dava açtıkları gerekçesiyle davayı zamanaşımı nedeniyle reddetmiştir.
19. Zamanaşımı bulunmadığı itirazıyla başvurucuların yaptığı temyiz talebini inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 09/04/2012 tarih ve E.2012/1639, K.2012/4154 sayılı kararıyla somut olayda davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
20. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı dairenin 16/10/2012 tarih ve E.2012/12119, K.2012/11305 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. Kesinleşen karar 20/11/2012 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
22. 22/04/1926 tarih ve 818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu’nun “müruru zaman” kenar başlıklı 60. maddesinin (11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. maddesiyle benzer) birinci fıkrası şöyledir:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.”
23. Mülga 818 sayılı Kanun’un “on senelik müruru zaman” kenar başlıklı 125. maddesi (6098 sayılı Kanun’un 146. maddesiyle benzer) şöyledir:
“Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.”
24. Mülga 818 sayılı Kanun’un “müruru zamanın cereyanına mani olan ve müruru zamanı tatil eden sebepler” kenar başlıklı 132. maddesinin (6098 sayılı Kanun’un 153. maddesiyle benzer) ilgili kısımları şöyledir:
“Aşağıdaki hallerde müruru zaman cereyan etmez ve cereyana başlamış ise inkıtaa uğrar:
…
6 - Alacağı, bir Türk mahkemesi huzurunda iddia etmek imkanı olmadığı müddetçe.
Müruru zaman, tatil eden sebeplerin zail olduğu günün hitamından itibaren başlar veya tevakkuftan evvel başlamış olan cereyanına devam eder.”
25. Anayasa Mahkemesinin 25/2/1986 tarih ve E.1985/1, K.1986/4 sayılı kararıyla iptal edilen 27/11/1984 tarih ve 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun Geçici 2. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki, mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 12/12/2012 tarih ve 2012/1143 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucular, sahibi oldukları ve kıyı-kenar çizgisi içinde kaldığı için hakkında müdahalenin meni davası açılan taşınmazla ilgili karar 1992 yılında kesinleşmiş olsa da yıkımın 2010 yılında yapılması nedeniyle zararın bu tarihte doğmasına rağmen Mahkemenin zamanaşımı yönünden davalarını reddettiğini, 1992 yılından sonra tazminat davası açmış olsalar da bu dönemde bu tür davaların mahkemelerce kabul edilmediği ve bu dönemde etkin bir iç hukuk yolu bulunmadığını, AİHM’in kıyıda kaldığı için tazminatsız olarak tapularının iptaline karar verilmiş bulunan bir kısım başvuruculara tazminat ödenmesi yönündeki kararlarıyla 2007 yılından itibaren bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiğini, 818 sayılı mülga Kanun’un 132. maddesinde yer alan alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme olanağı olmadığı sürece zamanaşımının duracağı şeklindeki hükme rağmen Mahkemenin usuli olmayan bir yorumla tazminat haklarını kısıtladığını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve oluşan zararın tespitiyle zararın yasal faiziyle birlikte kendilerine ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
28. Başvurucular, sahibi oldukları taşınmaz 1992 yılında Mahkeme kararıyla ellerinden çıksa da üzerindeki binanın yıkımının 2010 yılında yapılması nedeniyle zararın bu tarihte doğduğunu, Mahkemenin hatalı zamanaşımı yorumuyla taşınmaza bağlı tazminat haklarının kısıtlandığını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
29. Adalet Bakanlığı görüş yazısında; başvuruculara ait taşınmazın tapusunun iptali ile bu taşınmaz üzerindeki evin yıkılmasının hukuki dayanağını, 2/11/1992 tarihinde kesinleşen mahkeme kararının oluşturduğu, bu karara dayanarak evin yıkımının daha sonraki bir tarihte yapılmasının bu hukuki durumu değiştirmeyeceği, dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonra gerçekleştiği ifade edilmiştir.
30. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı beyanlarında; 6098 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre zamanaşımının durması gerektiğini, zararın 2010 yılındaki fiili yıkımla gerçekleştiğini ve tazminat haklarının ihlal edildiğini ifade etmişlerdir.
31. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
32. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle, bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınmaları gerekir (B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15).
33. Üzerinde maliki konusunda uyuşmazlık bulunan bir taşınmaza ait mülkiyet hakkının varlığını tespit mahkemelere bırakılmıştır. Buna göre, kıyılar dâhil taşınmaz mallarda mülkiyet hukukuna yönelik, hakkın özünü ilgilendiren uyuşmazlıkların çözümü adli yargının görev alanı içerisinde kalmaktadır (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu, E.1996/5, K.1997/3, K.T. 28/11/1997). Bir taşınmaz üzerinde hak iddia eden kişinin söz konusu hakkın varlığını mahkeme önünde ispat etmesi gerekmektedir.
34. Başvurucuların murisi adına kayıtlı, ancak kadastro tespitiyle mülkiyeti tartışmalı olan taşınmazın tapusunun iptali ile bu taşınmaz üzerindeki evin yıkılmasına dair Mahkeme kararı 2/11/1992 tarihinde Yargıtay’ın karar düzeltme talebini reddiyle kesinleşmiştir. Mahkeme kararı kesinleştikten sonra taşınmazın mülkiyeti artık başvurucuların hak alanından çıkmıştır. Bu karara dayanarak evin yıkımının daha sonraki bir tarihte yapılması, bu hukuki durumu değiştirmez ve başvurucuların hak alanında herhangi bir değişikliğe sebep olmaz. Başvurucuların 2010 yılında açtıkları ve başvuruya dayanak olan davanın konusu dava tarihinde başvurucuların murisi adına kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetine ilişkin olmayıp, başvurucuların bu davadaki talebi taşınmaza bağlı tazminat istemidir.
35. Bu durumda başvurucuların somut başvuruya konu taşınmaza bağlı olarak tazminat taleplerinin, başvurucuların taşınmaz üzerindeki mülkiyet haklarının 1992 yılında kesinleşen Mahkeme kararıyla son bulması ve 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına bağlı olarak reddedildiği ve mülkiyete ait uyuşmazlığın 1992 yılında kesinleştiği anlaşılmıştır.
36. Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvence olup ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanmayan (Bkz., B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36-37), 1978 yılında yapılan kadastro çalışması sonrasında kimin mülkiyetinde olduğu tartışmalı olan, 1992 yılında kesinleşen mahkeme kararıyla başvurucularla hukuki ilişkisi kesilmiş taşınmaza bağlı 2010 yılında açılan ve 2012 yılında kesinleşen mahkeme kararıyla reddedilen bir tazminat talebinin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların tazminat istemine dayanak yaptıkları taşınmazla hukuki ilişkilerinin bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 gününden önce 1992 yılında kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvuruya konu mülkiyet hakkına yönelik şikâyetin, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
38. Başvurucular, sahibi oldukları taşınmaz 1992 yılında Mahkeme kararıyla ellerinden çıkmış olsa da, üzerindeki binanın yıkımının 2010 yılında yapılması nedeniyle zararın bu tarihte doğduğunu, Mahkemenin 818 sayılı Kanun’da yer alan; alacağı, Türk mahkemesi huzurunda iddia etmek imkânı olmadığı müddetçe zamanaşımının duracağı hükmünü değerlendirmeye almadığını, bu nedenlerle zararın doğduğu tarihi ve zamanaşımını yanlış yorumladığını belirtmektedirler.
39. Adalet Bakanlığı görüş yazısında; başvurucuların Mahkemenin zamanaşımı yorumunun hatalı olduğu yönündeki şikâyetlerinin delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması ve derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümünün âdil olmamasına ilişkin olduğu, benzer içerikteki başka başvurularda daha önce görüşlerini sundukları, Anayasa Mahkemesi’nin de bu tür şikâyetlerin incelenmesinde göz önüne alınacak kriterleri belirlediğini ve somut başvuru açısından da bu kriterlerden ayrılarak farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek herhangi bir neden bulunmadığı yönünde değerlendirmede bulunulmuştur.
40. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı beyanlarında; 6093 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre zamanaşımının durması gerektiğini, zararın 2010 yılındaki fiili yıkımla gerçekleştiğini ve haklarının ihlal edildiğini ifade etmişlerdir.
41. Başvurucular zamanaşımı konusunda zararın yıkımla gerçekleşmiş olmasına ve 2007 yılından önce bu tür tazminat davaları mahkemeler tarafından reddedilmesine rağmen somut başvuruya konu tazminat davasında verilen ret kararıyla mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürseler de, başvurucuların şikâyetinin özü Mahkemenin zamanaşımı konusunda hatalı yorum yaptığı ve yanlış karar verdiği iddiasına dayandığından ve mülkiyet hakkıyla ilgili olarak zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı verildiğinden bu şikâyet adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
42. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
43. Bir anayasal hakkın ihlali iddiası içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır (B. No: 2012/1056 § 34, 16/4/2013).
44. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
45. Hukukun genel ilkelerinden birisi hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini, devletin de hukuki düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B. No: 2012/51, § 18, 25/12/2012).
46. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa’da yer alan adil yargılanma hakkını ihlal etmiş sayılmazlar (Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 22083/93; 22095/93, 22/10/1996, § 51).
47. Başvurucuların murisi adına kayıtlı, ancak kadastro tespitiyle mülkiyeti tartışmalı olan taşınmazın başvurucuların murisine ait tapusunun iptali ile bu taşınmaz üzerindeki evin yıkılmasına dair Mahkeme kararı 2/11/1992 tarihinde Yargıtay’ın karar düzeltme talebini reddiyle kesinleşmiştir. Kesinleşen Mahkeme kararı evin yıkımının başvurucuların murisi tarafından yerine getirilmesini, bunun yapılmaması halinde idarenin yıkımı gerçekleştirerek bedelini başvurucuların murisinden alması hükümlerini içermektedir. Başvurucuların murisi ve başvurucuların bu yıkımı gerçekleştirmediği, idarenin kendiliğinden de binayı yıkmadığı taşınmazda, başvurucuların murisi ve başvurucuların yararlanmayı sürdürdükleri anlaşılmıştır. Başvurucular 2010 yılında gerçekleştirilen yıkım nedeniyle uğradıkları zararın tazmini için dava açmışlar, davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine zararın yıkımla gerçekleştiği ve davada zamanaşımının bulunmadığı itirazıyla temyiz başvurusu yapmışlardır. Yargıtay ilgili dairesi bu talebi mülga 818 sayılı Kanun’un 125. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinden sonra dava açıldığı gerekçesiyle reddederek İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
48. Somut davada İlk Derece Mahkemesince uyuşmazlığın çözümü için gerekli bilgi ve belgeler toplanarak inceleme yapılmış ve bilirkişi raporları alınmış, başvuruculara bahsettikleri itirazlarını sunmak üzere imkân verilmiş ve başvurucular itirazlarını Mahkemeye sunmuşlardır. İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay bu iddia ve itirazları değerlendirerek 10 yıllık zamanaşımı nedeniyle davanın reddi yönünde karar vermiştir.
49. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereği hukukun uygulanması ve yorumlanması hâkimin resen gözeteceği bir husustur. Bu kapsamda hak düşürücü sürenin dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması da hâkimin takdir yetkisi içinde olup (B. No: 2013/757, 13/6/2013 § 31), kanunun açık hükmü karşısında beklenmesi gereken bir sonuçtur. Derece mahkemelerinin kararlarında hak düşürücü sürenin uygulanması konusunda bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.
50. Bununla birlikte başvurucuların zararın gerçekleşmesi kavramını zararın kendileri tarafından hissedilmesi şeklinde anladıkları ve bu nedenle binanın yıkımı ile zararın gerçekleştiğini ileri sürdükleri anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucular 2007 yılından itibaren bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiğini ve 818 sayılı mülga Kanun’un 132. maddesine göre alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme olanağı olmadığı sürece zamanaşımının duracağı itirazında bulunsalar da, Kanun incelendiğinde tazminat talebinin zararın doğmasından veya öğrenilmesinden itibaren 1 yılda ve her halükarda olaydan sonraki 10 yıl içinde mahkeme önüne getirilmesi gerektiği; kendilerinin de ifade ettiği gibi 2007 yılından itibaren bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiği ve başvurucuların 2007 yılında bedel tespiti yaptırdıkları, buna rağmen 2007 yılından 2010 yılına kadar böyle bir başvuruda bulunmadıkları anlaşılmıştır.
51. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların adil yargılanma haklarına ilişkin iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkin kısmının “zaman bakımından yetkisizlik”,
2. Adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.