TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TUNCAY ALEMDAROĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/827)
|
|
Karar Tarihi: 15/10/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 17/12/2014-29208
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Özcan ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Tuncay ALEMDAROĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa HALICI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, üçüncü bir kişi tarafından uğramış olduğu silahlı
saldırı sonucu sağ ayak ve dizinde devamlı hareket kısıtlılığı oluştuğunu,
7/7/2004 tarihinde meydana gelen olay ile ilgili yürütülen adli sürecin makul
sürede sonlanmayarak, davanın zamanaşımına uğradığını, etkin bir yargılamanın
yapılmamasından dolayı saldırıyı yapanın cezasız kaldığını, bu nedenle yaşam
hakkı ile adil yargılanma hakkına bağlı olarak Anayasa’nın 17.,
36. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 29/11/2012 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 18/3/2013
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde
yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 29/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüşü, başvurucuya 1/8/2013
tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu karşı görüşünü 5/8/2013 tarihinde
sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1999–2004 tarihleri arasında Ankara ili Yenimahalle
ilçesinde Belediye Başkanı olarak görev yapmıştır. Bu görevi sırasında, Ö.F.Ç.
isimli şahsa ait oto pazarı, ruhsatsız olması ve kamu arazisinde bulunması gibi
yasal gerekçelerle Belediye Encümen kararıyla sürekli olarak kapatılmıştır.
9. Başvurucu, Belediye Başkanlığı görevi sona erdikten sonra 7/7/2004 tarihinde Ö.F.Ç.’nin
silahlı saldırısına uğramıştır. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 20/8/2004 tarihli raporuna göre başvurucu, hayati tehlike
geçirmeyecek ve 15 gün mutad iştigaline engel teşkil
edecek şekilde yaralanmıştır. Adli Tıp Kurumunun 23/6/2006
tarihli raporunda ise, başvurucunun sağ ayak ve dizinde oluşan fonksiyonel
kısıtlılığın devamlı uzuv zaafı niteliğinde bulunduğu belirlenmiştir.
10. Bu olay nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
2004/66774 sayılı hazırlık dosyası üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 20/8/2004 tarih ve 2004/17459 sayılı iddianame ile adı
geçenin “ruhsatsız silah taşımak”
ve “kasten yaralamak” suçlarından
cezalandırılması istemiyle Ankara 3. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
11. Anılan Mahkemece suçun hukuki niteliği dikkate alınmak suretiyle
24/1/2006 tarih ve E.2004/895, K.2006/10 sayılı karar
ile görevsizlik kararı verilerek, dosya Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
12. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/10//2006 tarih ve E.2006/29,
K.2006/349 sayılı kararıyla, Ö.F.Ç.’ye isnat olunan
suçlar sabit görülerek “ruhsatsız silah
taşımak suçundan 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi uyarınca 10 ay hapis ve 440
TL adli para cezası ile; kasten yaralama suçundan ise
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/1. maddesi gereğince 4 yıl 2 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına” karar verilmiştir.
13. Söz konusu kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay
3. Ceza Dairesinin 10/11/2010 tarih ve E.2008/16798,
K.2010/17182 sayılı ilamında, “5252 sayılı
Kanun’un 9/3. maddesi uyarınca lehe olan hükmün önceki ve sonraki kanunların
bütün hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle
karşılaştırılması suretiyle saptanması ve her iki kanunla ilgili uygulamanın
denetime imkan verecek ve ayrıntılı şekilde kararda gösterilerek hüküm
kurulması gerektiğinin gözetilmemesi, sanık hakkında 6136 sayılı Kanuna
muhalefet suçundan verilen kararlarla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri
bırakılıp bırakılmayacağının değerlendirilmesinin lüzumu, TCK’nın 53.
maddesinde belirtilen hak yoksunlukları süresinin karar yerinde belirtilmesi
gerektiğinin gözetilmemesi, uygulamaya göre de sanığa atılı yaralama eyleminin
mağdurun kamu görevinden dolayı ve silahla işlenmiş olması karşısında temel
cezanın asgari hadden tayini nedenlerinin hüküm yerinde belirtilmemesi”
şeklinde gerekçelerle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
14. Bozma kararına uyan Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2011
tarih ve E.2011/21, K.2011/158 sayılı kararıyla, Ö.F.Ç.’nin
“ruhsatsız silah taşımak suçundan 10 ay
hapis ve 366 TL adli para cezası ile; kasten yaralama
suçundan ise 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına” karar
verilmiştir.
15. Bu kararın da Ö.F.Ç. tarafından temyiz edilmesi üzerine,
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 19/10/2011 tarih ve
E.2011/8185, K.2011/14511 sayılı kararıyla, ruhsatsız
silah taşımak suçundan kurulan hükmün onanmasına, kasten yaralama suçundan ise “sanık hakkında yüklenen suçtan dolayı, suç tarihinde
yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile suç tarihinden sonra
1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili bütün
hükümleri 5252 sayılı Kanunun 9/3. maddesine uygun olarak kararın gerekçe
bölümünde eyleme uygulanıp elde edilecek sonuçların birbiriyle
karşılaştırılması suretiyle lehe olan yasanın belirlenmesi gerekirken, denetime
olanak vermeyecek şekilde 5237 sayılı TCK’nın lehe olduğundan bahisle yazılı
şekilde hüküm kurulduğu” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
16. Bozma kararına uyularak devam olunan yargılama sonucunda, anılan
Mahkemenin 24/1/2012 tarihli duruşmasında, kamu
davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
17. Bu karara karşı başvurucunun 27/1/2012
tarihli dilekçesiyle yaptığı temyiz başvurusu, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin
8/10/2012 tarih ve E.2012/27297,K.2012/33268 sayılı kararıyla reddedilerek,
yerel Mahkemenin kararı onanmış ve aynı tarihte kesinleşen bu karar,
başvurucuya 26/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 29/11/2012 tarihli dilekçesi
ile süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten yaralama” kenar başlıklı 86.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (e) bendi şöyledir:
“(1) Kasten başkasının vücudunun acı veren veya sağlığının
ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
…
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikayet
aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
20. 5237 sayılı Kanun’un “Neticesi
sebebiyle ağırlaşmış yaralama” kenar başlıklı 87. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli
zayıflamasına,
…
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir
kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan,
üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz.”
21. 15/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer
Aletler Hakkında Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla
bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında
bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adli para cezasına
hükmolunur.”
22. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin
birinci fıkrasının (4) numaralı bendi şöyledir:
“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
….
(4) Beş seneden
ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis muvakkat sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır
cezayı nakdiyi müstelzim cürümlerde beş sene,
…
geçmesiyle ortadan kalkar.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 15/10/2014 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 29/11/2012 tarih ve 2012/827 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, üçüncü bir kişi tarafından uğramış olduğu silahlı
saldırı sonucu sağ ayak ve dizinde devamlı hareket kısıtlılığı oluştuğunu,
olayın meydana geldiği 7/7/2004 tarihinden itibaren gerçekleşen adli sürecin
makul sürede sonlandırılmadığı için davanın zamanaşımına uğradığını, böylece
saldırıyı yapanın cezasız kaldığını, bu nedenle yaşam hakkı ve adil yargılanma
hakkına bağlı olarak Anayasa’nın 17., 36. ve 141.
maddelerinin ihlal edildiğini iddia ederek, 50.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucu, kendisini yaralayan kişi hakkında yürütülen ceza
yargılamasının makul sürede bitirilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin
usuli gereği olarak sorumlular aleyhine yürütülen
soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal
edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye
dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı ifade edilmiştir.
27. Başvurucu, adil yargılama hakkının ceza davalarında sadece
sanıklara ait bir hak olarak görülmesi ve bu hakkın mağdurlardan esirgenmesinin
adalet ilkesiyle bağdaşmayacağını belirterek, Bakanlık görüşüne katılmamıştır.
28. Başvurucu, adil yargılanma hakkına dayanarak, üçüncü şahıs
aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ileri sürmüş ise de, etkili
soruşturma, makul hızlılık içinde yürütülmesi gerekliliği kriterini
de karşıladığından ve kişinin vücut bütünlüğünün ihlali halinde devletin etkili
soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu kriterin de ele alınması
gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca
bir değerlendirme yapılmamıştır.
b. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
29. Başvurunun incelenmesi neticesinde, vücut bütünlüğünün ihlaline
ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
30. Başvurucu, üçüncü kişi tarafından uğramış olduğu silahlı saldırı
sonucu yaralanması nedeniyle açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmayarak,
davanın zamanaşımına uğradığını, bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
31. Bakanlık görüşünde, başvuruya konu somut olayda, başvurucunun
maruz kaldığı silahlı saldırı sonucunda ölmeyip hayatta kalması ve hayati
tehlike geçirecek şekilde yaralanmamış olması göz önüne alındığında, yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin, Anayasa’nın 17. ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin (AİHS/Sözleşme) 3. maddesi kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği, başvurucunun, daha öncesinde herhangi bir saldırı tehdidi ile karşı
karşıya kalmadığı ve olay günü beklenmedik bir şekilde saldırıya uğradığı,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre, işkence ve kötü muamele
iddialarına ilişkin soruşturmaların, etkili başvuru hakkının amaçları
çerçevesinde, zamanaşımına uğramamasının büyük önem taşıdığı, başvurucunun kişi
dokunulmazlığı hakkının usuli yükümlülük bakımından
ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin değerlendirilmesi konusunda takdirin
Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
32. Başvurucu, iddialarının AİHS’nin 3. maddesi kapsamında
incelenmesi gerektiği yönündeki Bakanlık görüşüne katılmadığını, bu yönden bir
talebinin de olmadığını, incelemenin adil yargılanma hakkı çerçevesinde
yapılması gerektiğini belirtmiştir.
33. Başvurucu, olay günü ani olarak gelişen üçüncü kişinin silahlı
saldırısı sonucu yaralanmıştır. Başvurucunun maruz kaldığı silahlı saldırı
sonucunda can kaybının yaşanmamış ve hayati tehlike geçirecek şekilde
yaralanmamış olması göz önüne alındığında, yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve AİHS’nin 3.
maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca somut olayda devletin
maddi yükümlülüğünün ihlali ile ilgili bir şikâyetin söz konusu olmaması ve
böyle bir durumun da saptanmaması nedeniyle incelemenin, devletin pozitif
sorumluluğuna bağlı olarak usul yükümlülüğü bakımından yapılması gerekir.
a. Genel
İlkeler
34. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Kimseye işkence ve
eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya
muameleye tabi tutulamaz.”
35. Sözleşme’nin 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya muamelelere tabi tutulamaz.”
36. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin,
pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi
varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B.
No: 2013/293, 17/7/2014, § 105; B. No: 2012/752,
17/9/2013, § 51).
37. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin özel kişilerin
eylemlerini de içerdiğini belirtmiştir. Devlet, kamu görevlilerinde olduğu gibi
özel kişiler tarafından gerçekleşebilecek kötü muamelelere karşı da yeterli
korumayı ve yasal çerçeveyi sağlamakla yükümlüdür (bkz. Denis Vasilyev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009,
§ 98; Yehovanın Şahitleri Gldani
Cemaatinin 97 Üyesi ve diğer 4 kişi/Gürcistan, B. No: 71156/01, 3/5/2007, § 96; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No:
13134/87, 25/3/1993, § 26-28; A/Birleşik
Krallık, B. No: 100/1997/884/1096, 23/9/1998, § 22-24; X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80,
26/3/1985, § 27).
38. Devletin, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün
bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal
olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi
bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı,
söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını
güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda,
bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini
sağlamaktır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 106;
ayrıca benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002,
§ 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, §
72).
39. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi
tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde
bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel
yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın
yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını
sağlamaya elverişli olmalıdır. (B. No: 2012/1017, 18/9/2013,
§ 30). Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili
dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; ayrıca benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, §
68).
40. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün,
bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana
gelen ölüm ve yaralama olaylarına
ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da
yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına
imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bu tür olaylarda,
yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat
ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için
yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
55).
41. Yürütülen ceza
soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat
hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da
yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan,
burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin,
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70)
ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma
ödevi (bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye,
§ 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
56).
42. Yürütülecek ceza
soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde
etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz
edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı
aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri
toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği
soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir
ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve
soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve
temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı
ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136).
Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu
olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri
almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye
[BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000,
§ 89).
43. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına
soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da
kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun,
yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet
yapılmadığında bile kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler
olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal
başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli
yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; ayrıca benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).
44. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken
mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması
ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması
gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam
etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme
ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz
etmek mümkün olabilir. Vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda,
tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da
yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No:
59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).
45. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma
söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte
belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da
zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü
muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik
gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da
kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için
yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi ve
özellikle hayatı tehlikeye atan suçların cezasız bırakılmaması gerekir. (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve
diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02,
9/6/2009, § 150; Öneryıldız/Türkiye, [BD], B. No: 48939/99,
31/11/2004, § 96).
46. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki
bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf
etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin
bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla
verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin
korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere
karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (B.
No: 2013/293, 17/7/2014, § 116; ayrıca benzer AİHM
kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye,
B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür
Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).
47. AİHM, işkence veya kötü muameleyle suçlanılan
durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde,
cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel
af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir.
Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya
alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat
çekmiştir (bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye,
B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 34; ayrıca bkz. Birleşmiş Milletler İşkenceyi
Önleme Komitesi Nihai ve Tavsiye Kararları: Türkiye, 27/5/2003, CAT/C/CR/30/5).
b. Genel
ilkelerin Olaya Uygulanması
48. Başvurucu, fiziksel saldırıya maruz kalması üzerine yaralama
suçundan açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesinden dolayı soruşturmanın
etkili olmadığını belirtmiştir.
49. Başvurucu, 7/7/2004 tarihinde silahlı
saldırıya uğramıştır. Aynı gün Savcılıkça soruşturmaya başlanılmış ve 20/8/2004 tarihinde sanık hakkında kamu davası açılmıştır.
Mahkeme tarafından mahkumiyet yönündeki ilk hüküm 6/10/2006,
ikinci hüküm de 11/3/2011 tarihinde verilmiş olup, Yargıtayın
10/11/2010 ve 19/10/2011 tarihli bozma kararları sonucunda Mahkemenin 24/1/2012
tarihli kararı ile söz konusu davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar
verilmiştir. Bu karar, Yargıtay tarafından 8/10/2012
tarihinde onanarak kesinleşmiştir.
50. Buna göre muhakeme usulü, iki dereceli yargılama sürecinde,
şikayetin yapıldığı tarihten 8 yıl 3 ay 1 gün sonra yani 8/10/2012
tarihinde zamanaşımı nedeniyle son bulmuştur. Yukarıda belirtilen ilkeler
çerçevesinde (§ 45, 46, 47) mahkemelerin fiziksel bütünlüğe yönelik
saldırılardan dolayı suçlanan kişilere ilişkin yargılamaları ivedilikle
sonlandırması ve dolayısıyla davanın zamanaşımına uğramasını önlemesi
gerekirken, somut olayda davanın zamanaşımına uğradığı görülmektedir. Böylece
ilk derece Mahkemesince aleyhe maddi kanıtların oluştuğu kabul edilerek
cezalandırılan sanık ile ilgili davanın sonuçta zamanaşımına uğradığı
görülmüştür. Dolayısıyla, derece Mahkemesi önündeki süreçte kayda değer bir
gecikmenin olduğu, bu gecikmenin makul bir nedene dayanmadığı, sanığın cezasız
kalmasına engel olacak ivedilikte hareket edilmediği ve cezai başvurunun
etkisiz olmasına sebebiyet verildiği belirlenmiştir.
51. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
52. Başvurucu, şikâyetinde ileri sürdüğü temel
hak ihlalinin tespiti ile 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
53. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
54. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul
boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, uğradığı manevi
zararının karşılanmasını talep etmiştir.
55. Başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkına
yönelik olay hakkında etkili ve caydırıcı bir
ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedeniyle, yalnızca
ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında, somut
olayın özellikleri de dikkate alınarak, başvurucuya takdiren
net 21.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
56. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucu tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul yönünden İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetlerin ayrıca
incelenmesine gerek olmadığına,
D. Başvurucuya, uğradığı manevi zararın karşılığı olarak takdiren net 21.000 TL tazminat ödenmesine,
E. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye
gönderilmesine,
15/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.