TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TAM PETROL ÜRÜNLERİ ALIM SATIM LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2131)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 18/9/2015-29479
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.
Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami
ER
|
Başvurucu
|
:
|
Tam
Petrol Ürünleri Alım Satım Ltd. Şti.
|
Temsilcileri
|
:
|
Ali
ÖNER ve İsmail ÖNER
|
Vekili
|
:
|
Av.
Salih OKTAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, kendisine ait
ruhsatlı akaryakıt istasyonunun bulunduğu bölgenin 1/5000’lik nazım imar
planında kısmen “ulaşım ve transfer alanı”,
kısmen de “parklar ve dinlenme alanı” olarak belirlenmesi işleminin
iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi sonucu mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
ihlalin tespitine ve sonuçlarının giderilmesine karar verilmesini talep
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 27/3/2013
tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 26/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının görüş
yazısı, 8/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
başvurucu Adalet Bakanlığının cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde
23/7/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, yapılan ihaleyle
1965 yılından bu yana akaryakıt istasyonu olarak kullanılan İstanbul Büyükşehir
Belediyesine (idare) ait Beyoğlu İlçesi, Kabataş Ömer Avni Mahallesi, Meclis-i Mebusan Caddesi 89 pafta 2153 ada 1 parsel nolu taşınmazı (akaryakıt satış ve servis istasyonunu) 12/7/1996 tarihinde satın alarak adına tescil ettirmiştir.
8. Başvurucu, 12/11/1996 tarihinde, idareden çalışma ruhsatı almış,
1/12/1998, 17/10/2000 ve 6/1/2005 tarihlerinde ruhsatını yenilemiştir. 1/11/2005 tarihinde ise bu tarihten geçerli olmak üzere
Petrol Ofisi A.Ş. lehine 15 yıl süreli intifa hakkı vererek bu durumu tapuya
tescil ettirmiştir.
9. İdarenin 21/5/2009
tarihli 1/5000’lik Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planında
başvurucuya ait taşınmaz, kısmen “ulaşım ve
transfer alanı”, kısmen de “parklar ve dinlenme” alanı olarak
belirlenmiştir.
10. Nazım imar planına itirazı,
cevap verilmeyerek zımnen reddedilen başvurucu, İstanbul 1. İdare Mahkemesinde
imar planının iptali için dava açmıştır.
11. Mahkeme, taşınmazın
bulunduğu yerde 11/2/2010 tarihinde bilirkişi
beraberinde keşif yapmıştır.
12. Mahkemeye sunulan 2/6/2010 tarihli bilirkişi raporunda, taşınmazın Beyoğlu
İmar Planlama Müdürlüğünün 13/6/1996 tarihli yazısında da yol ve yeşil alanda
kaldığının belirtildiği, 1/100.000’lik üst ölçekli planda bölgenin transfer
merkezi olarak göründüğü ve nazım imar planının buna uygun olduğu, planın usule
uygun hazırlandığı, kamu yararıyla ilgili olarak ise deniz ve raylı sistem
taşımacılığı için plan yapılırken kara yolu taşımacılığının sürdürülmesi
nedeniyle akaryakıt istasyonunu uzaklaştırmanın nedeninin çok net
anlaşılmadığı, sit alanı ilan edilen bölgenin tamamen yayalaştırılmasının daha
uygun olduğu, planlama sürecine çok önceden başlanması gerektiği, sürecin
başında uygun olmayan bir yola girildiği, kamulaştırma masraflarının yüksek
meblağlara baliğ olacağı, bazı örnekler göz önüne alındığında kıyı şeridinin
halka açılmasının zor göründüğü şeklinde görüş verilmiştir.
13. Mahkeme, 31/12/2010
tarihli ve E.2009/1913, K.2010/2209 sayılı kararıyla dava konusu taşınmazın
Beyoğlu İmar Planlama Müdürlüğünün 13/6/1996 tarihli yazısında da yol ve yeşil
alanda kaldığının belirtildiği, mevcut durumda 1/100.000’lik üst ölçekli planda
ise bölgenin transfer merkezi olarak göründüğü, 1/5000 ve 1/100.000’lik her iki
planda da deniz, yaya, raylı sistemler ulaşım ağında yer alan parsele dava
konusu planla getirilen fonksiyonda plan hiyerarşisine aykırılık bulunmadığı,
bilirkişi raporunda zikredilen görüşlerin yanında dava konusu parselin akaryakıt
istasyonu olarak kalması yolunda net bir görüş belirtilmediği ve işlemde hukuka
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
14. Kararın temyizi üzerine
Danıştay Altıncı Dairesi, 23/11/2011 tarihli ve
E.2011/4986, K.2011/4678 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararı ve
dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğundan bozulmasını gerektirecek
bir husus bulunmadığı gerekçesiyle ilk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
15. Başvurucunun karar düzeltme
talebi de aynı Dairenin 23/11/2012 tarihli ve
E.2012/3305, K.2012/6638 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar bu tarihte
kesinleşmiştir.
16. Bu ilam başvurucuya 26/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu, 27/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
“Bu Kanun, yerleşme
yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına
uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir.”
19. 3194 sayılı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı 5. maddesinde Nazım
İmar Planı şu şekilde tanımlanmıştır:
“Nazım İmar Planı;
varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır
haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu
işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini,
başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını,
gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve
büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi
hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak
üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan
plandır.”
20. 3194 sayılı Kanun’un “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo -
ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar
Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan
kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin
nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır.
Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik cümle: 08/08/2011-648 s.K.H.K./21. md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye
başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet
sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. (Yeniden düzenlenen
cümle: 12/07/2013- 6495 S.K./73. md.)
Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan
yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı
olarak ilan edilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen
itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün
içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
…”
21. 3194 sayılı Kanun’un “İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali”
başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Belediyeler; imar
planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek
üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının
görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri
görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar,
belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde
bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına
bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu
hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu
program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu
kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar programlarında,
umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan
gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler
gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen
haklar devam eder.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
27/3/2013 tarihli ve 2013/2131 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, daha önce
İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait akaryakıt istasyonunu yapılan ihaleyle
1996 yılında satın aldığını, ruhsat ve tüm izinlerinin bulunduğunu, idareye
güvenerek 2005 yılında Petrol Ofisi A.Ş.’ne 15 yıl
süreli intifa hakkı veren sözleşme yaptığını, 2009 yılında bölgenin 1/5000’lik
nazım imar planında akaryakıt istasyonunun bulunduğu alanın kısmen “ulaşım ve transfer alanı”, kısmen de “parklar ve dinlenme alanı” olarak belirlenmesi işleminin
iptali istemiyle açtığı davanın reddedildiğini, idarenin kendisine yüksek
ücretle satmış olduğu istasyonun imar planı sonrasında değerini kaybettiğini,
idarenin imar planı yaparken usule uymadığını, idarenin kendi işlemiyle tesis
ettiği kazanılmış haklarının ve meşru beklentisinin imar planıyla göz ardı
edildiğini, kamu yararı kararında müphem ve muğlâk ifadeler bulunduğunu,
bilirkişi heyetinin kamu yararı konusunda aksi raporuna rağmen davasının
reddedildiğini, sunduğu argümanların ve delillerin
değerlendirilmediğini, bilirkişi raporunun kabul edilmeme nedeninin de açıklanmadığını,
kararın gerekçesiz olduğunu, Danıştay’ın onama kararının formül olduğunu
belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, ihlalin tespitine ve sonuçlarının giderilmesine karar verilmesini talep
etmiştir.
B. Değerlendirme
24. Başvurucunun, üzerinde
akaryakıt istasyonu bulunan taşınmazının 2009 yılında yapılan 1/5000’lik nazım
imar planında kısmen “ulaşım ve transfer
alanı”, kısmen de “parklar ve
dinlenme alanı” olarak
belirlenmesi işleminde usule uyulmadığı, kamu yararı kararında müphem ve muğlâk
ifadeler bulunduğu, kamu yararı olmadığı, idarenin kendisine yüksek ücretle
satmış olduğu istasyonun imar planı sonrasında değerini kaybettiği ve meşru
beklentisinin imar planıyla göz ardı edildiği iddiaları mülkiyet hakkı
yönünden, bilirkişi heyetinin kamu yararı konusunda aksi raporuna rağmen
mahkemenin davasını reddettiği, mahkemenin kendi sunduğu delilleri
değerlendirmediği, bilirkişi raporunu neden kabul etmediğini açıklamadığı ve
Danıştay’ın onama kararının formül olduğu iddiaları ise gerekçeli karar hakkı
kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği
İddiası
25. Başvurucu, bilirkişi
heyetinin kamu yararı konusunda aksi raporuna rağmen Mahkemenin davasını
reddettiğini, Mahkemenin kendi sunduğu delilleri değerlendirmediğini, bilirkişi
raporunu neden kabul etmediğini de açıklamadığını ve Danıştay’ın onama
kararının formül olduğunu belirterek kararın gerekçesiz olduğunu ileri
sürmüştür.
26. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır.”
27. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli,
B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
28. Mahkemelerin hükümleri için
gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bu, tarafların tüm iddialarına detaylı
yanıt verme zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerekçe yazma yükümlülüğünün,
ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her davanın şartları
çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda ileri
sürülen iddianın kabulü halinde davanın sonucuna etkili olması bekleniyor ise
mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir (Mustafa Ünlü, B. No: 2013/735, 17/9/2014, § 45).
29. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), derece mahkemelerinin kendisine sunulan tüm iddialara yanıt
vermek zorunda olmadığını, ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul
edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde, mahkemelerin bu hususa
belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabileceğini, böyle bir durumda dahi,
ileri sürülen iddiaların zımnen reddinin yeterli olabileceğini belirtmiştir
(bkz. Hiro Balani/İspanya,
B. No. 18064/91, 9/12/1994).
30. Öte yandan temyiz merciinin
yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması halinde bunu ya aynı
gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir.
Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş
ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını
ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi,
B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
31. Somut başvuruya konu dava
nazım imar planının iptali istemiyle açılmıştır. Mahkeme 31/12/2010
tarihli kararıyla, tarafların ileri sürdükleri delilleri toplayarak uyuşmazlık
konusu taşınmazda keşif yapmış, bilirkişi raporu almış ve gerekçesinde 1/5000
ve 1/100.000’lik her iki planda da deniz, yaya, raylı sistemler ulaşım ağında
yer aldığı, dava konusu planla getirilen fonksiyonda plan hiyerarşisine
aykırılık bulunmadığı, bilirkişi raporunda zikredilen görüşlerin yanında dava
konusu parselin akaryakıt istasyonu olarak kalması yolunda net bir görüş
belirtilmediği ve işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı
reddetmiştir. Temyiz incelemesi yapan Danıştay Altıncı Dairesi 23/11/2011 tarihli kararıyla, ilk derece mahkemesi kararının
ve dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğunu belirterek kararı
onamıştır.
32. Başvurucu, kararda
tartışılanların dışında lehine olan delillerin tartışılmadığını ileri sürse de
ileri sürdüğü hangi delilin tartışılmadığını açıklamamaktadır. İlk derece
Mahkemesinin kararı incelendiğinde davanın reddine yönelik olarak yeterince
gerekçe gösterildiği ve Danıştayın da bu karara
atıfla onama kararı verdiği anlaşıldığından, başvurucunun esasa etkili bir
iddiasının gerekçe gösterilmeksizin reddedilmediği açıktır.
33. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak açık ve görünür bir ihlal
olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
34. Başvurucunun mülkiyet hakkının
ihlal edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için
diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvuruya ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
35. Başvurucu, üzerinde
akaryakıt istasyonu bulunan taşınmazının 2009 yılında yapılan 1/5000’lik nazım
imar planında kısmen “ulaşım ve transfer
alanı”, kısmen de “parklar ve
dinlenme alanı” olarak
belirlenmesi işleminde usule uyulmadığını, kamu yararı kararında müphem ve
muğlâk ifadeler bulunduğunu, idarenin işleminde kamu yararı olmadığını,
idarenin kendisine yüksek ücretle satmış olduğu istasyonun imar planı
sonrasında değerini kaybettiğini ve meşru beklentisinin imar planıyla göz ardı edildiğini
belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, dava konusu taşınmazın nazım imar planında vasfının
değiştirilmesinin mülkiyet hakkının kullanım şeklini etkileyeceği, ancak söz
konusu işlemin kamu yararı amacıyla ve kanuna uygun olarak yapıldığının Mahkeme
kararıyla sabit olduğu, dava konusu nazım imar planından sonra uygulama imar
planı yapılacağı ve başvurucunun taşınmazının kamulaştırılacağı, bu işlem
yapılmadan adil dengenin kurulmadığına dair değerlendirme yapılamayacağı ifade
edilerek Anayasa’nın 35. maddesine ilişkin şikâyet incelenirken bu hususların
göz önünde bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.
37. Başvurucu Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı cevabında, bilirkişi raporunda dava konusu nazım imar planının
kamu yararına olmadığının belirtildiğini, Mahkemenin ek bilirkişi raporu
almadan karar vererek kendisini bilirkişi yerine koyduğunu, plan ile
işletmesinin değerinin düşürüldüğünü, meşru beklentisinden mahrum edildiğini
dile getirmiştir.
38. İdarenin 21/5/2009
tarihli 1/5000’lik Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planında
başvurucuya ait taşınmazın, kısmen “ulaşım
ve transfer alanı”, kısmen de “parklar
ve dinlenme alanı”
olarak belirlenmesiyle başvurucunun taşınmazı üzerinde mülkiyet hakkından
kaynaklanan yetkilerini kullanması önemli ölçüde sınırlandırılmış olup,
mülkiyet hakkına bir müdahale olduğu açıktır. Bu müdahalenin Anayasa’nın 13. ve
35. maddelerine uygunluğunun denetlenmesi gerekmektedir.
39. Anayasa’nın 35. maddesinde
bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye
başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak
koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma
ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Bkz. AYM, E.1988/34, K.1989/26, K.T.
21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012).
Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve
kanunla sınırlama getirilebilir. Ayrıca getirilen sınırlamanın hakkın özüne
dokunmaması ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı
arasında ölçülülük ilkesi gereği adil bir denge kurması gerekir.
40. Kamu yararı kavramı, genel
bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan
toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu
yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır (AYM, E.2010/30,
K.2012/7, K.T.19/1/2012).
41. Kamu yararı doğası gereği
geniş bir kavramdır. Özellikle kişileri bedelini ödeyerek mülkiyetlerinden
yoksun bırakmayı düzenleyen yasalar gibi sosyal ve ekonomik politikaların
uygulanmasını belirleyen düzenlemeler konusunda yasama organının geniş bir
takdir yetkisi olması doğaldır. Açıkça makul bir temelden yoksun olmadıkça
yasama organının neyin kamu yararına olduğuna dair verdiği karara saygı
duyulmalıdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak
neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine
sahiptirler. Kural olarak kamu makamları ekonomik veya toplumsal bir politikayı
hayata geçirmek amacıyla mülkiyet hakkına müdahale etmişlerse burada meşru bir
kamu yararı amacının bulunduğunu varsaymak gerekir. Kamu yararı konusunda bir
uyuşmazlığın çıkması halinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması
yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları
açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü
bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve
Diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
35).
42. Kamu yararı kavramı, devlet
organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup, objektif
bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca
değerlendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi de birçok kararında, kamu
yararının gerektirdiği durumların belirlenmesinin kanun koyucunun takdirinde
olduğunu vurgulamaktadır. Ancak belirtilen bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp, kanun
koyucunun kamu yararına olan düzenlemeleri belirleme ve yürürlüğe koyma yetkisi
Anayasa normları ile sınırlıdır. Bu nedenle yasa koyucu takdir alanına giren
konularda anayasal ilkelere uygun düzenlemeler yapmak zorundadır (AYM, E.
1992/22, K. 1992/40, K.T. 17/6/1992). Bununla birlikte
Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden yoksun
veya keyfi olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti
konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz (Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, § 36).
43. Genel olarak imar
planlamasının amacı, belediye ve mücavir alanların dışında, kamu ve toplum
yararını gerçekleştirecek hukuki çerçevenin oluşturulmasıdır. 3194 sayılı
Kanun’un 1. maddesinde de Kanunun amacı, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki
yapılaşmaların, plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü
sağlamak şeklinde açıklanmıştır. 3194 sayılı Kanun’un arazi ve arsa düzenlemesi
sırasında kamu hizmetleri ve tesisleri için yeterli yerlerin ayrılması
konusunda düzenlemeler öngördüğü, bu düzenlemeler arasında yer alan 10. madde
ile de düzgün yapılaşmanın yanı sıra o beldede yaşayan halkın çalışma,
dinlenme, ulaşım, sağlık, sosyal, kültürel ve güvenlik gibi her türlü ortak
ihtiyaçlarına çözüm bulmayı ve planın kapsadığı alan içerisinde yaşayanların
daha sağlıklı, temiz, düzenli ve altyapısı oturmuş, ihtiyaçları karşılamaya
yeterli ve gelişimi kurallara bağlanmış ortamlarda yaşamalarını temin etmeyi
amaçladığı anlaşılmaktadır (Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, § 36).
44. Başvurucu karayolu
taşımacılığı da bulunan imar planına konu bölgede akaryakıt istasyonuna ihtiyaç
olduğunu, bilirkişi raporunda planın kamu yararına olmadığı yönündeki görüşten
hareketle planın kamu yararına olmadığını ve Mahkemenin bu durumu görmezden
geldiğini iddia etmektedir.
45. Bilirkişi raporunda kamu
yararıyla ilgili olarak, deniz ve raylı sistem taşımacılığı için plan
yapılırken kara yolu taşımacılığının sürdürülmesi nedeniyle akaryakıt
istasyonunu uzaklaştırmanın nedeninin çok net anlaşılmadığı, sit alanı ilan
edilen bölgenin tamamen yayalaştırılmasının daha uygun olduğu, planlama
sürecine çok önceden başlanması gerektiği, sürecin başında uygun olmayan bir
yola girildiği, kamulaştırma masraflarının yüksek meblağlara baliğ olacağı,
bazı örnekler göz önüne alındığında kıyı şeridinin halka açılmasının zor
göründüğü şeklinde görüş verilmiştir.
46. Bilirkişi raporunda imar
planının geneliyle ilgili eleştiriler olmakla beraber, başvurucunun taşınmazı
özelinde akaryakıt istasyonunu uzaklaştırmanın nedeninin çok net anlaşılmadığı
ifade edilmiş, ancak bu işlemin kamu yararı taşımadığı net biçimde ifade
edilmemiştir. Nitekim Mahkeme, 31/12/2010 tarihli
kararıyla dava konusu taşınmazın daha önce de yol ve yeşil alanda kaldığının
anlaşıldığı, 1/5000 ve 1/100.000’lik her iki planda da deniz, yaya ve raylı
sistemler ulaşım ağında yer alan parsele dava konusu planla getirilen
fonksiyonda plan hiyerarşisine aykırılık bulunmadığı, bilirkişi raporunda
zikredilen görüşlerin yanında dava konusu parselin akaryakıt istasyonu olarak
kalması yolunda net bir görüş belirtilmediği ve işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş ve karar derecattan
geçerek kesinleşmiştir. Dolayısıyla imar planının kamu yararı taşımadığı
iddiası Mahkemece reddedilmiştir.
47. Bilirkişi raporunun
yargılamadaki fonksiyonuyla ilgili olarak bir Danıştay kararında; “2577 sayılı Yasanın 31. maddesinin atıf yaptığı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 275. maddesinde, bilirkişi incelemesine, dava ile
ilgili olup, çözümü hâkim tarafından bilinemeyen özel ve teknik bilginin
gerekli olduğu hallerde başvurulacağı belirtilmiştir. Öte yandan, hâkimin
delilleri serbestçe takdir edeceği yolundaki genel ilkeye paralel olarak anılan
yasanın 286. maddesinde de, bilirkişi raporunun hâkimi bağlamayacağı hükmü yer
almıştır. Bilirkişilik müessesesi, hâkime, önüne gelen bir uyuşmazlığı çözmek
için gerekli olan özel ve teknik bilgiyi sağlamak amacını taşımaktadır. Hâkimin
bilirkişi raporunu serbestçe takdir ederek, bu raporun aksine de karar
verebilmesi mümkündür. Raporun aksine karar verebilmesi hâkimin, kendisini
bilirkişi yerine koyması anlamına da gelmemektedir. Zira,
bilirkişi raporunun sonucu, davayı sona erdirecek nitelikte bir karar olmayıp;
uyuşmazlığı çözen kararı verme görev ve yetkisi sadece hâkime aittir.”
(Danıştay Onuncu Dairesinin 9/2/2005 tarihli ve
E.2002/3573, K.2005/367 sayılı kararı) denilerek bilirkişinin dava konusu
uyuşmazlığı çözmek için özel ve teknik bilgi sağladığı, hâkimin raporu
serbestçe takdir edeceği ve raporun aksine karar vermesinin kendisini bilirkişi
yerine koyduğu anlamına gelmeyeceği, uyuşmazlığı çözen kararı verme görev ve
yetkisinin hâkime ait olduğu ifade edilmiştir.
48. Bu durumda İdarenin kamu
yararı amacıyla kabul ettiği Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı olarak
1/5000’lik Nazım İmar Planının kamu yararı taşımadığı iddiasının Mahkeme önünde
ispat edilemediği ve İdarenin kamu yararı kararının açıkça temelden yoksun veya
keyfi olmadığı anlaşıldığından, kanunilik incelemesine geçilmiştir.
49. İdarenin 21/5/2009
tarihli 1/5000’lik Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planında
başvurucuya ait taşınmaz, kısmen “ulaşım ve
transfer alanı”, kısmen de “parklar
ve dinlenme alanı”
olarak belirlenmiştir. Başvurucu akaryakıt istasyonu olarak kullandığı ve 1/11/2005 tarihinde üçüncü kişi lehine 15 yıl süreli intifa
hakkı vererek uzun süreli gelir elde etmeyi beklediği taşınmazının imar planı
ile değerinin azaldığını ve gelir elde etme imkânının elinden alındığını
belirterek mülkiyet hakkının ölçüsüz olarak sınırlandırıldığını iddia
etmektedir.
50. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla
yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyetten
yoksun bırakmanın kamu yararı sebebiyle, yasada öngörülen koşullarla ve
uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM,
yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak
istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş
ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak
manada kanunla yapılacağını öngörerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden daha
geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet
Akdoğan ve Diğerleri, § 31).
51. Hak ve özgürlüklerin ve
bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu
haklara ve özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini
sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla
beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin
uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve
genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına
mani değildir (Tahsin Erdoğan, B.
No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
52. Somut başvuruya konu nazım
imar planının 3194 sayılı Kanun’un 5., 8. ve 10.
maddelerinde yer alan açık hükümlere dayanılarak yapıldığı açıktır. 2/6/2010 tarihli bilirkişi raporunda nazım imar planının
usule uygun olarak hazırlandığı, ayrıca plan hiyerarşisine uygun olduğu tespit
edilmiş, Mahkeme de yaptığı incelemede planın hukuka uygun hazırlandığı yönünde
karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir. Bu kapsamda başvuruya konu müdahalenin
kanunilik unsurunu taşıdığı anlaşılmaktadır.
53. Ölçülülük ilkesi gereği
kanuna uygun olarak yapıldığı anlaşılan planla ulaşılmak istenen kamu yararı
ile başvurucunun sınırlandırılan mülkiyet hakkı arasında makul bir denge
kurulması gerekmektedir.
54. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık”
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, öngörülen müdahalenin, ulaşılmak
istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin
zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının
mümkün olmamasını, “orantılılık” ise
bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, § 38).
55. Nazım imar planı, şehrin ana
dokusunu gösteren ve genel ilkeleri belirleyen plandır. İmar planına konu
düzenleme alanındaki konut, ticaret ve sanayi bölgeleri, yeşil alanlar,
yerleşim dışı alanlar, ulaşım sistemleri bu plan kapsamında belirlenmektedir.
Ancak nazım imar planları kesin sınır ve biçim belirlemeyip, üzerinden ölçü alınamamakta
ve uygulama için kullanılamamaktadır. Nazım imar planı kentin çeşitli işlev
alanlarının ve toprak parçalarının kullanım biçimlerini saptarken, uygulama
imar planı sözü geçen planların uygulanmaları için gerekli tüm teknik
ayrıntıları içermektedir (Yunis Ağlar, § 43).
56. Somut başvuruya konu davada
taşınmazın nazım imar planında vasfının değiştirilmesinin, mülkiyet hakkının
kullanım şeklini önemli ölçüde etkileyeceği açıktır. Zira işyeri olarak
kullanılan taşınmazın imar planıyla vasfı değiştirildiğinden artık işyeri
olarak kullanılması mümkün olmayacaktır.
57. İmar planları onaylanarak
bağlayıcılık kazandıktan sonra, idare ve bireyler açısından birtakım hukuki
sonuçlar doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle imar planları, idare ve bireyler
açısından bazı yükümlülükler meydana getirmekte ve özellikle mülkiyet hakkına
ilişkin sınırlamalar öngörmektedir. Özel hukuk gerçek ve tüzel kişileri
açısından, imar planlarının onaylanmasından sonra, özellikle imar sınırları
içinde girecekleri her türlü imar ve yapı faaliyetlerinde imar plan ve
programlarına uygun davranmak, her türlü yapı için ilgili idareden izin almak
ve izin ilkelerine uygun olarak yapı inşa etmek yükümlülüğü doğmaktadır. 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, imar planlarının yürürlüğe
girmesinden itibaren en geç üç ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere beş
yıllık imar programlarının hazırlanacağı ve beş yıllık imar programları
sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan
yerlerin ilgili kamu kuruluşlarınca bu program süresi içinde kamulaştırılacağı
düzenlenmiştir (Yunis Ağlar, § 34).
58. Kamu makamlarının, özellikle
büyük şehirlerin gelişmeleri gibi karmaşık ve zor bir alanda kendi imar
politikalarını uygulamak için geniş bir takdir yetkisi kullanmaları doğal
olmakla birlikte, belirtilen takdir yetkisinin Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer
verilen güvence ölçütlerini gözetecek şekilde kullanılıp kullanılmadığının
denetlenmesi zorunludur. Bir sınırlamanın özellikle ölçülü olduğunun, hakkın özüne
dokunmadığının ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunun
kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına
ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması
gerekmektedir (Yunis Ağlar, § 47).
59. Başvurucunun taşınmazının 21/5/2009 tarihli 1/5000’lik nazım imar planı uyarınca
kısmen “ulaşım ve transfer alanı”,
kısmen de “parklar ve dinlenme alanı”na
alındığı ve başvurucu tarafından İstanbul 1. İdare Mahkemesinde açılan iptal
davasının, plan hiyerarşisine aykırılık bulunmadığı, bilirkişi raporunda
zikredilen görüşlerin yanında dava konusu parselin akaryakıt istasyonu olarak
kalması yolunda net bir görüş belirtilmediği ve işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle 31/12/2010 tarihinde Mahkemece reddedildiği, bu
kararın derecattan geçerek kesinleştiği ve bahse konu
nazım imar planının kamu yararı taşıdığı anlaşılmıştır.
60. Dava konusu plan nazım imar
planı olup, bu plan sonrasında uygulama imar planı yapılacaktır. Uygulama imar
planı sonrasında ise taşınmazın imar programına alınmasıyla kamulaştırılma
meselesi gündeme gelecektir. Somut başvuru açısından, 3194
sayılı Kanun’un 10. maddesinde yer alan, imar planlarının yürürlüğe girmesinden
itibaren en geç üç ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere beş yıllık imar
programlarının hazırlanacağı ve beş yıllık imar programları sınırları içinde
kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerin ilgili
kamu kuruluşlarınca bu program süresi içinde kamulaştırılacağı düzenlemesi yer
almaktadır.
61. Taşınmazın başvuruya konu
yargılama evrakı kapsamından tespit edilen nitelikleri itibariyle mücavir alan
sınırları içerisinde kalması ve etrafının meskûn olup yoğun yerleşim alanında
bulunması unsurlarının göz önünde bulundurulması durumunda dahi, imar
planlaması gibi karmaşık ve düzenleme yapılmasını gerektiren alanlarda kamu
makamlarının şehir planlamasına yönelik politikalarında sahip olmaları doğal
olan takdir payı, taşınmazın bulunduğu bölgenin sit alanı içinde kalması ile
henüz uygulama imar planının yapılmadığı, uygulama imar planı sonrasında beş
yıl içinde yapılacak kamulaştırma işlemi ile başvurucuya ödenecek kamulaştırma
bedelinin başvurucunun kayıplarını karşılama imkânı nazara alındığında, söz
konusu sınırlamanın ortaya çıkardığı durumun, başvurucunun mülkiyet hakkının
korunması ile kamusal menfaatin gerekleri arasında sağlanması gereken dengeyi
bozmadığı ve başvurucu açısından meşru sayılamayacak olan ferdi ve aşırı
nitelikte bir yük oluşturmadığı anlaşılmaktadır.
62. Açıklanan nedenlerle, ihlal
iddiasına konu müdahale ile başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Gerekçeli karar hakkının ihlali iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlali iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerine bırakılmasına,
10/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.