TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
YILDIZ EĞİTİM VE YAYINCILIK TİC. A.Ş. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2235)
Karar Tarihi: 18/6/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Raportör
Murat AZAKLI
Başvurucu
Yıldız Eğitim ve Yayıncılık Tic. A.Ş.
Vekili
Av. Sevinç TUTGUN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 5/8/2002 tarihinde Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen reddine karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 1/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 7/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 7/3/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 26/3/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 5/8/2002 tarihinde T.Ş., O.Ş. ve U.Ş. aleyhine Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalılara ait depoyu 1/1/1991 tarihinde kiralayarak eğitim-öğretim kurumu olarak kullandığını, bu amaçla taşınmaz üzerinde tadilat ve masraf yaptığını, bunların sökülmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek 130.000,00 TL maddi ve 1.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir.
8. Mahkemece, 22/11/2005 tarih ve E.2002/673, K.2005/457 sayılı karar ile; bilirkişilerin raporları dikkate alınarak, başvurucunun kiralanana yaptığı masrafları sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre isteyebileceği, vücut bütünlüğüne ve kişilik haklarına saldırının söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, dava tarihi itibarıyla hesaplanan 17.930,00 TL maddi tazminatın davalılardan tahsiline, diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.
9. Temyiz üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 29/11/2007 tarih ve E.2007/8328, K.2007/14409 sayılı kararıyla; tarafların diğer temyiz itirazları reddedilerek, Borçlar Kanunu’nun 410. ve devamı maddelerine göre Mahkemece, kiralanana yapılan zaruri ve faydalı giderlerin yapım tarihlerindeki değeri belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme sonucu yapılan imalatların dava tarihi itibarıyla taşınmaza sağladığı itibarî katkı değerine hükmedilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu yönden bozulmasına karar verilmiştir.
10. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 5/5/2011 tarih ve E.2008/128, K.2011/203 sayılı kararla; başvurucunun kiralanan taşınmaz üzerindeki tadilat ve masrafları tanıkların beyanlarına göre 2000 yılı Temmuz ayında gerçekleştirdiği, başvurucunun davalıların nam ve hesabına faydalı ve zaruri giderler yaptığı gerekçesiyle maddi tazminat talebinin kısmen kabulüne, 7.550,00 TL’nin davalılardan tahsiline, diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.
11. Temyiz üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 26/3/2012 tarih ve E.2011/20402, K.2012/7956 sayılı kararıyla; dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir.
12. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 14/1/2013 tarih ve E.2012/21009, K.2013/262 sayılı ilamıyla, dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre reddedilmiştir.
13. Karar, 8/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu, 1/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
16. 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 413. maddesi şöyledir:
“İş sahibinin menfaati için yapılmış olan bir işte, yapan kimsenin hal icabına göre zaruri veya faideli bulunan bilumum masraflarını faizi ile edaya ve bu kabil taahhütlerini ifaya ve hakimin takdir edeceği zararı tazmine, iş sahibi mecburdur.
Maksadı hasıl olmasa bile, işi yaparken icabeden ihtimamda bulunan kimse hakkında dahi bu hüküm tatbik olunur.
İşi yapan kimse yaptığı masrafı istifa edemediği takdirde, haksız bir fiil ile mal iktisabı faslındaki hükümlere göre yaptığı şeyi ref ettirebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 1/4/2013 tarih ve 2013/2235 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, eğitim-öğretim kurumu olarak kullanmak üzere kiraladığı taşınmaz üzerinde tadilat ve masraflar yaptığını, bu giderlerin tazmini amacıyla Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince 29/11/2007 tarihli kararla, zaruri ve faydalı masrafların yapım tarihlerindeki değerleri dikkate alınarak tazminatın belirlenmesi gerekirken dava tarihi itibarıyla katkı değerlerinin dikkate alındığı gerekçesiyle hükmün bozulduğunu, Mahkemece bozmaya uyulduğunu ve yeniden bilirkişi raporu alındığını, bilirkişilerce giderlerin yapım tarihindeki itibarî değerleri yerine maliyet değerlerinin hesaplandığını, dolayısıyla ilk kararda belirtilen miktardan daha az tazminata hükmedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince formül onama şeklinde kararın onandığını, karar düzeltme isteminin incelenmeden reddedildiğini, davalıların sebepsiz zenginleşmesi sonucunun doğduğunu, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
19. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın kısmen reddine karar verilmesinin mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun anılan iddiaları yargılama sonucunda verilen karara yönelik olup, bu iddiaların yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmesi, makul sürede yargılama yapılmaması iddiasının ise ayrıca incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası Yönünden
20. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
21. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
22. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
24. Başvurucu, eğitim-öğretim kurumu olarak kullanmak üzere kiraladığı taşınmaz üzerinde tadilat ve masraflar yaptığını, bu giderlerin tazmini amacıyla Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince 29/11/2007 tarihli kararla, zaruri ve faydalı masrafların yapım tarihlerindeki değerleri dikkate alınarak tazminatın belirlenmesi gerekirken dava tarihi itibarıyla katkı değerlerinin dikkate alındığı gerekçesiyle hükmün bozulduğunu, Mahkemece bozmaya uyulduğunu ve yeniden bilirkişi raporu alındığını, bilirkişilerce giderlerin yapım tarihindeki itibarî değerleri yerine maliyet değerlerinin hesaplandığını, dolayısıyla ilk kararda belirtilen miktardan daha az tazminata hükmedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Başvurucu tarafından Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada tarafların tüm delilleri toplanmış, tanık dinlenmiş, kira sözleşmesi incelenmiş, keşif yapılarak bilirkişi raporu alınmış ve faydalı ve zaruri masrafların yapım tarihi itibarıyla değeri hesaplanarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu, taşınmaza yaptığı masrafları alamadığını, yapım tarihindeki itibarî değerler yerine maliyet değerlerinin dikkate alındığını ileri sürmüşse de Mahkemenin gerekçesi ile başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
26. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
27. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
28. Başvurucu, Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
29. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
30. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
31. Öte yandan, temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
32. Somut olayda başvurucu, Yargıtay 13. Hukuk Dairesince formül onama şeklinde kararın onandığını, karar düzeltme isteminin incelenmeden reddedildiğini belirterek, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece, başvurucunun sunduğu deliller incelenmiş, keşif yapılarak bilirkişi raporu alınış ve bozma kararı da dikkate alınarak, taşınmaza yapılan faydalı ve zaruri masrafların yapım tarihindeki değerleri dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir (bkz. § 10). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçeler aynen kabul edilerek hüküm onanmış ve karar düzeltme istemi reddedilmiştir (bkz. §§ 11-12). Dolayısıyla Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
33. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden
34. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
35. Başvurucu, 5/8/2002 tarihinde Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
37. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
38. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
39. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
40. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
41. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B.No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
42. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
43. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan bir tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
44. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
45. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
46. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §46).
47. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
48. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 5/8/2002 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin E.2012/21009, K.2013/262sayılı karar tarihi olan 14/1/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
49. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
50. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler.
51. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş olup, başvuruya konu yargılama faaliyetinin yazılı yargılama usulüne tabi olduğu anlaşılmaktadır.
52. Somut başvuruda makul süre incelemesi yapılırken, tazminat davası açan başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak, yargılama sürecindeki gecikmelerin her biri belirlenerek gecikmeye neden olan unsurlar ve bunların gecikmedeki etkisinin tespiti ve bahsedilen makul süre kriterlerinin toplam etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
53. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından 5/8/2002 tarihinde Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, tensip zaptının tanziminden sonra tarafların delilleri toplanmış ve 29/5/2003 tarihinde keşif yapılarak bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. Raporun gelmesinden sonra davalıların tanıkları dinlenmiş, tarafların rapora itirazları üzerine 15/4/2004 tarihinde hukukçu bilirkişiden rapor alınmasına karar verilmiştir. 16/12/2004 tarihinde rapor okunmuş, tarafların itirazları doğrultusunda yeniden delil toplanmış ve 22/11/2005 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
54. Temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince 29/11/2007 tarihinde hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiştir. Rapora itiraz edilmesi üzerine ek rapor alınmış ve 5/5/2011 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
55. Temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince, 26/3/2012 tarihinde hüküm onanmış, karar düzeltme isteminin reddedildiği 14/1/2013 tarihinde hüküm kesinleşmiştir.
56. Mahkemece, yargılama süresince yaklaşık iki buçuk ay aralıklarla duruşmalar yapıldığı belirlenmiştir. Yargılama sırasında başvurucu vekilinin mazeret bildirerek katılmadığı duruşmaların bulunduğu anlaşılmışsa da anılan duruşmalarda farklı nedenlerle duruşmaların ertelendiği de dikkate alınarak, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilememiştir.
57. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu tazminat davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
58. Başvuruya konu yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince uzun aralıklarla duruşmalar yapıldığı, temyiz süreciyle beraber yargılamanın on yıl beş ayı aşkın bir süreçte tamamlandığı görülmektedir. Anılan davanın başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.
59. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
60. Başvurucu, 129.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
61. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun haklarının ihlal edildiğinin tespiti halinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı bildirilmiştir.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde de bulunulmuş olup mevcut başvuruda makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu tarafından Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davası, makul olmayan bir süre olan on yıl beş ayı aşkın bir süre sonra sonuçlanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında, başvurucuya 8.300,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 8.300,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin reddine,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.