TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
GÜROL DOĞAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2642)
Karar Tarihi: 17/9/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Nuri NECİPOĞLU
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Hüseyin TURAN
Başvurucu
Gürol DOĞAN
Vekili
Av. Murat SAVUL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı davada savunma hakkının kısıtlandığını ve uzun süredir tutuklu kaldığını belirterek anayasal haklarının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 12/4/2013 tarihinde Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucu tarafından yapılan 2013/3025 sayılı başvuru konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 10/5/2013 tarihinde 2013/2642 sayılı bu dosya ile birleştirilmiştir.
4. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde başvurunun karara bağlanması için dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu hakkında işkence suçundan Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/9/2009 tarih ve E.2009/396 sayılı iddianame ile Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
7. Başvurucu, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince ifade vermek için geldiği 12/1/2010 tarihli celsede bir sonraki celseye kadar savunmasını hazırlamak üzere süre istemiş, mahkemece bu süre kendisine verilmiş ve aynı celsede tutuklanmıştır.
8. Başvurucu, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2010 tarihli celsesinde iddialara karşı ayrıntılı bir biçimde savunmada bulunmuştur.
9. Başvurucuya, müdafisinin hazır olduğu Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2010 tarihli celsesinde Cumhuriyet Savcılığının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanda bulunmak üzere süre verilmiş, başvurucu 25/6/2010 tarihli celsede 4 sayfadan ibaret esasa ilişkin beyanda bulunmuş, başvurucunun vekaletnameli vekili ise dosyayı yeni aldığı için süre talep etmiş ve başvurucunun tahliyesini istemiş, mahkemece başvurucu vekilinin talebi doğrultusunda duruşma 29/6/2010 tarihine ertelenmiştir.
10. Başvurucu vekili, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/6/2010 tarihli celsesinde esasa ilişkin olarak yazılı savunmada bulunmuş, ayrıca sözlü beyanında; “savunmamızı yazılı olarak sundum, aynı zamanda esasa ilişkin olarak böylesine kabarık ve içerikli dosyada 3 gün gibi kısa bir zaman dilimi verilmiş olmasını adil yargılanmaya göre uygun değildir, şerh olarak düşülmesini istiyorum ve devamında, esasa dair savunmamızın içeriğini özetle söyleyecek olursak,..” şeklinde devam eden savunmasını yapmış, mahkemece, yargılama bu tarihte bitirilerek başvurucunun işkence yapma suçundan 3 kez 2 sene 6’şar ay hapis cezasına mahkûm edildiği anlaşılmıştır.
11. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 30/6/2011 tarih ve E.2011/4289, K.2011/5743 sayılı ilamıyla Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı usul yönünden bozulmuştur.
12. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda başvurucu Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2012 tarih ve E.2011/270, K.2012/138 sayılı kararıyla işkence yapma suçundan 3 kez 3’er sene hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu hakkında ayrıca tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
13. Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2012 tarih ve E.2011/270, K.2012/138 sayılı gerekçeli kararı başvurucuya 17/5/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu tarafından 24/5/2012 tarihinde kararın temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 13/12/2012 tarih ve E.2012/29994, K.2012/38227 sayılı ilamıyla Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı düzeltilerek onanmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
15. Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin nihai kararı başvurucu tarafından 27/3/2013 tarihinde müddetnamenin tebliği ile öğrenilmiştir.
16. Bireysel başvuru ise 12/4/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 17/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/4/2013 tarih ve 2013/2642 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, avukatının katıldığı 25/6/2010 tarihli celsede dosyadan fotokopi almak ve savunma hazırlamak için mahkemeden süre istediğini, 29/6/2010 tarihine kadar süre verildiğini, bu sürenin kısa olduğunun belirtilmesine karşılık sürenin uzatılmadığını, 29/6/2010 tarihinde de mahkemece karar verildiğini bu şekilde savunma hakkının kısıtlandığını, ayrıca yargılama süresince tutuklu kaldığını ve bunun 3 yıl sürdüğünü, bu sürenin makul olmadığından adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, tutukluluğun uzun sürdüğü şikayetinin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucu, tutuklu yargılanıyor olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ise de, bu iddiaların özü, tutuklu yargılanıyor olması nedeniyle kişisel özgürlüğünden mahrum bırakıldığı hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bu iddiası kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı Şikâyeti Yönünden
21. Başvurucu, uzun süre tutuklu kalması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
23. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14 ).
24. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
25. Ancak başvurucu hali hazırda tahliye olmuş ya da hükümlü hale gelmiş ise bu takdirde serbest kalma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Bu durumda talep, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa olağan kanun yolları tüketildikten sonra gerekiyorsa bireysel başvuru yapılmalıdır.
26. Ne var ki başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür. (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
27. Kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibariyle de tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek AİHM, gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz. Solmaz / Türkiye, no. 27561/02, 16 Ocak 2007, §§ 23,24; Şahap Doğan / Türkiye, no.29361/07, 27 Mayıs 2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12 Nisan 2011 tarihli ve E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararında, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir.
28. Somut olayda başvurucu 12/1/2010 tarihinde Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 17/4/2012 tarihinde tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Kararla birlikte başvurucuya isnat olunan suç sabit görülerek 3 kez 3’ er yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiş, buna ilişkin karar ise 17/5/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
29. Başvurucunun tutukluluğa ilişkin şikâyetine konu olan kararın Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
30. Başvurucu, avukatının katıldığı 25/6/2010 tarihli celsede dosyadan fotokopi almak ve savunma hazırlamak için mahkemeden süre istediğini, 29/6/2010 tarihine kadar süre verildiğini, bu sürenin kısa olduğunun belirtilmesine karşılık sürenin uzatılmadığını, 29/6/2010 tarihinde de mahkemece karar verildiğini belirterek savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
32. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
33. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
34. Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan yararlanmak” kavramının kapsamındadır (AYM, E.1992/8, K.1992/39, K.T.16/6/1992). Bu hak gereğince sanığa ve müdafiine savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri zamanın verilmesi gerekmektedir.
35. Somut olayda, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/340 sayılı dosyasında başvurucunun ilk kez katıldığı ve müdafisinin de bulunduğu 12/1/2010 tarihli celsede “savunmamı birkaç gün öncesinde almış olduğum iddianame ve eklerine bağlı olarak bir sonraki celsede savunma yapmak istiyorum” şeklinde beyanda bulunmuş, mahkeme başvurucunun bu talebi doğrultusunda savunmasını hazırlamak üzere bir haftadan fazla olmak üzere 20/1/2010 tarihli celseye kadar süre verilmiştir.
36. Duruşmada hazır bulunma hakkı adil muhakeme hakkının bir parçasıdır. Ancak, bu durumun istisnaları da bulunmaktadır. Bu tür durumlarda sanık hazır edilmeksizin yargılama yapılması adil muhakeme hakkını ihlal etmeyecektir. Örneğin duruşma tarihinin tebliğ edilmesi hususunda her türlü özen gösterilip başarılı olunmaması durumunda yargılamaya devam olunabilecektir. Böyle bir durumda, sanığın yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle ortaya çıkan imkânsızlığın ceza davasının yürütülmesini felce uğratma riski oluşmaktadır. Bundan dolayı delillerin yok olması, soruşturmanın zamanaşımına uğraması ve adaletin sağlanamaması tehlikesi ortaya çıkabilecektir (Bkz. Colozza/İtalya, B. No: 9024/80, 12/2/1985, § 27-29).
37. Yine sanığın yargılamadan haberdar olmasına rağmen yargılamadan kaçmak adına duruşmalarda hazır bulunmaktan kasten imtina ettiği durumlarda da yoklukta yargılamanın yapılması ve hüküm kurulması mümkün olabilecektir (bkz. Medenica/İsviçre, B. No: 20491/92, 14/6/2001, § 59; Sejdovic/İtalya, [BD], B. No: 56581/00, 1/3/2006, §§ 82-99).
38. Diğer bir istisna da feragat halidir. Sanık savunmasını yaptıktan sonra devam eden duruşmalar hakkında bilgi sahibi olmak şartıyla duruşmaya katılmaktan feragat edebilir. Feragat konusunda kişinin iradesi alenen ya da zımnen yansıtılmalı, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde kesin olarak ortaya konulmalı, feragatin önemiyle orantılı asgari güvenceleri içermeli ve feragat önemli nitelikteki hiçbir kamu yararına aykırı olmamalıdır (Bkz. Sejdovic/İtalya, [BD], B. No: 56581/00, 1/3/2006, § 86). Feragatin açıkça belirtilmiş olması gerekmez, kişinin tutumundan da anlaşılabilir. Duruşma hakkında bilgi sahibi olan kişi duruşmaya katılmadığı zaman adil muhakeme hakkının ihlal edildiğinden bahsedilemez.
39. Ayrıca bazı usuli eksikliklerin tespit edilmesi halinde, yargılamanın bir bütün olarak “adil” olup olmadığı değerlendirilerek sonuca ulaşılması gerektiği de dikkate alınmalıdır. Hakkın özü, tarafların dosya içeriğine yanıt verebilecek durumda olmalarının sağlanmasıyla güvenceye alınmış olacaktır (Bkz. Walston (No 1)/Norveç, B. No: 37372/97, 3/6/2003, § 58).
40. Somut olayda başvurucu, savunmada bulunmak için kendisine yeterli süre verilmediğini başvuru formunda iddia etmiş ise de; 25/6/2010 tarihli duruşma tutanaklarından anlaşıldığı üzere; başvurucu vekilinin savunma hazırlamak ve dosyadan fotokopi almak için yönünde bir talepte bulunmadığı, müvekkili esasa ilişkin beyanda bulunmuş ise de kendisine de dosyayı yeni alması nedeniyle süre verilmesini istediği, başvurucu vekiline iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı nihai savunmalarını yapmak üzere 29/6/2010 tarihine kadar süre verildiği, bu aşamada verilen sürenin de yetersiz olduğuna ilişkin bir itirazının mahkemeye iletilmediği, 29/6/2010 tarihli karar celsesinde ise, sadece esasa ilişkin olarak böylesine kabarık ve içerikli bir dosyada üç gün gibi kısa bir zaman dilimi verilmiş olmasının adil yargılanmaya göre uygun olmadığının belirtilmiş olduğu, bununla birlikte ayrıntılı bir biçimde esasa ilişkin savunmada da bulunulduğu saptanmıştır.
41. Yapılan incelemede bozmadan sonra Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/270 sayılı dosyasında toplam 10 celse süren yargılamada başvurucunun 7/10/2011 tarihli ilk celsede hazır bulunduğu ve bozma ilamına karşı savunmada bulunduğu, bundan sonraki celselere ise katılmadığı, başvurucu vekilinin ise 14/11/2011 tarihli dilekçe ile müdafilik görevinden çekildiği ve bu durumun 29/11/2011 tarihli celsede tutanaklara geçirilmiş olduğu, celse günlerinin başvurucuya bildirildiği bu şekilde duruşma günlerinden haberdar olduğu, başvurucunun ve müdafisinin kendi istekleri ile bazı celselere ve hükmün açıklandığı oturuma katılmadıkları belirlenmiştir.
42. Yargılamanın yukarıda belirtilen tüm aşamaları dikkate alındığında başvurucuya iddianamede belirtilen suçlamalara karşı savunmasını hazırlamak üzere önce kendisine, bilahare de vekiline süre verildiği, başvurucu bozmadan önce yapılan yargılamada, iddia makamının 11/6/2010 tarihli celsede sunduğu esas hakkındaki mütalaasına karşı 25/6/2010 tarihinde 4 sayfadan ibaret yazılı olarak beyanda bulunduğu, başvurucu vekili ise dosyayı yeni alması nedeniyle mütalaaya karşı süre istediği ve bu sürenin verildiği 25/6/2010 tarihli celsede sürenin kısa olduğuna ilişkin her hangi bir beyanda bulunmadığı, sürenin kısa olduğunu belirttiği 29/6/2010 tarihli celsede ise ayrıntılı bir şekilde savunmada bulunduğu ve bunun da Yargıtay’ca kısmen dikkate alındığı ve dosyanın bozma sonrası yapılan yargılamaya da katılarak savunmada bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, adil yargılanma hakkını sınırlandırdığı iddiasıyla başkaca herhangi bir şikâyette bulunmamıştır. Bu durumda dava dosyası ve yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun savunma haklarından yararlandırılmadığını gösteren bir bulguya da rastlanılmamıştır. Başvurucunun savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
43. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “esasa ilişkin beyanlarını sunmak için yeterli süreye sahip olmaması nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiği” ile ilgili şikâyeti yönünden başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Tutukluluk yönünden yapılan şikâyetler yönünden, “zaman bakımından yetkisizlik”,
2. Savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle yargılamanın adil görülmediği iddiaları yönünden ise “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.