TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET YAVUZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2995)
|
|
Karar Tarihi: 20/2/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet YAVUZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ferruh ONUR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu tarafı olduğu
hukuk davasına ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını, yargılamanın
adil olmadığını ve yargılamanın sonucu itibarıyla mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, ihlal sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 24/4/2013 tarihinde
Antalya Kadastro Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 10/10/2013 tarihinde
yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 10/12/2013 tarihli görüş yazısı 26/12/2013 tarihinde
başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucuya ait Kütahya ili
Tavşanlı ilçesi Köprücek köyünde kain 162 ada 42
parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin iptali istemiyle, 5/5/2006
tarihinde Tavşanlı Kadastro Mahkemesinde tespite itiraz davası açılmıştır.
8. Belirtilen dava Tavşanlı
Kadastro Mahkemesinin E.2006/855 sırasına kaydedilmiş, Tavşanlı Kadastro
Mahkemesinin 20/10/2009 tarih ve E.2006/855, K.2009/943 sayılı kararı ile, davacı
tarafından davanın takipsiz bırakıldığından bahisle karar verilmesine yer
olmadığına hükmedilmiş ve karar 9/12/2009 tarihinde kesinleşmiştir.
9. Belirtilen davanın davacısı
tarafından, 12/2/2010 tarihinde Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinde tapu iptal ve
tescil talebiyle aynı taşınmazı konu alan yeni bir dava açılmış, açılan bu dava
Mahkemenin E.2010/178 sırasına kaydedilmiştir.
10. Mahkemenin 14/7/2010 tarih
ve E.2010/178, K.2010/800 sayılı kararı ile, davalılardan biri hakkındaki
davanın husumet yoluğundan, başvurucuya yönelik davanın ise esastan reddine
karar verilmiştir.
11. İlk derece mahkemesi kararı
temyiz edilmekle, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 27/6/2011 tarih ve E.2010/7393,
K.2011/3892 sayılı kararıyla başvurucu yönünden bozulmuş, bozma ilamı
sonrasında davanın Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1092 sırasına kaydı
yapılmıştır.
12. Mahkemenin 1/6/2012 tarih ve
E.2011/1092, K.2012/548 sayılı kararı ile, davanın kabulüne ve başvurucuya ait
162 ada 42 parsel sayılı taşınmazın tapusunun 235.16m2’lik kısmının iptali ile
davacı adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
13. Karar temyiz edilmekle
Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 18/2/2013 tarih ve E.2013/901, K.2013/1041 sayılı
ilamı ile onanmıştır.
14. Onama ilamı başvurucu
vekiline 17/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
15. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 20/2/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 24/4/2013 tarih ve 2013/2995
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, kendisine ait
taşınmaza ilişkin olarak yürütülen ve 2006 tarihinde açılan hukuk davasının
2013 yılında sonuçlandırıldığını, keşif ve bilirkişi raporuna karşı yaptığı
itirazlarının ve taleplerinin mahkemelerce karşılanmadığını, bu duruma bağlı
olarak dava sürecinde yapılan maddi vakıalara ilişkin değerlendirme ve
tespitlerin yanlış olduğunu ve dava neticesinde davacı lehine taşınmazının
yüzölçümünde azalma meydana getirildiğini belirterek, Anayasa’nın 35 ve 36.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik
a. Yargılama
Süresinin Makul Olmadığı İddiası
18. Başvurucu tarafı olduğu ve
2006 tarihinde açılan hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını
belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
i. Tavşanlı Kadastro Mahkemesinin E.2006/855 sayılı dosyasına
ilişkin olarak
19. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012
tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
20. Anılan Kanun hükmü uyarınca
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi
olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenleme
karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da
içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.
21. Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin
geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (B. No.
2012/51, 25/12/2012, § 18).
22. Başvurucu makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında, makul sürenin tespitinde nazara
alınacak sürenin başlangıç tarihi olarak Tavşanlı Kadastro Mahkemesinin
E.2006/855 sırasına kayıtlı dava tarihini esas almış olmakla beraber, 5/5/2006
havale tarihli dava dilekçesi ile yargılamasına başlanılan E.2006/855 sayılı
davanın 20/10/2009 tarihli celsesinde davacı tarafça yargılamanın takip
edilmeyeceğinin beyan edilmesi üzerine, uyuşmazlık hakkında karar verilmesine
yer olmadığına dair hüküm tesis edildiği ve gerekçeli kararın başvurucuya
23/11/2009 tarihinde tebliğ edilmesini takiben, 9/12/2009 tarihinde
kesinleştiğine dair şerh verildiği görülmekle, başvurucunun belirtilen dava
evrakına yönelik makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddiasının incelenmesinin, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
kapsamı dışında kaldığı anlaşılmaktadır.
23. Açıklanan nedenlerle,
başvuru konusu kararın bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih
olarak belirlenen 23/9/2012 gününden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Tavşanlı Sulh
Hukuk Mahkemesinin E.2011/1092 sayılı dosyasına ilişkin olarak
24. Başvuru evrakı kapsamından,
başvurucunun Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1092 sayılı dosyası
yönünden ileri sürdüğü makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından,
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası
25. Başvuru evrakı kapsamından,
başvurucunun yargılamanın adil olmadığı yönündeki şikâyetlerinin açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
a. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
26. Başvurucu, 2006 tarihinde
açılan hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını beyan ederek, makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucunun
iddiasına konu ettiği Tavşanlı Kadastro Mahkemesi’nin E.2006/855 sırası
üzerinde yürütülen yargılama faaliyeti açısından, makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasının “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmiş olmakla, belirtilen iddia açısından değerlendirmeye alınacak yargılama
süreci Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1092 sayılı dosyası kapsamında
yürütülen süreçtir.
27. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlarına atfen,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası açısından
görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
28. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
29. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının
belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
30. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de,
Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde
göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
31. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No. 2012/13, 2/7/2013, § 40).
32. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No.
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
33. Ancak, belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No.
2012/13, 2/7/2013, § 46).
34. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
35. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iki adet taşınmaz arasındaki sınır ihtilafı nedeniyle genel yetkili
mahkemelerde açılan bir tapu iptali ve tescil davasının söz konusu olduğu
görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut
yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğunda kuşku yoktur (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 49).
36. Medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı
kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut
başvuru açısından 12/2/2010 tarihidir.
37. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No. 2012/13,
2/7/2013, § 51).
38. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi
olup, bu tarih mevcut başvuru açısından Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin
E.2013/901 ve K.2013/1041 sayılı onama ilamı tarihi olan 18/2/2013 tarihidir
(B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 52).
39. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun iki taşınmaz arasındaki sınır
ihtilafına dayanan bir tapu iptal ve tescil davası olduğu, 12/2/2010 havale
tarihli dava dilekçesi üzerine Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2010/178
sırasına kaydı yapılan davanın 15/2/2010 tarihli tensip zaptı ile birlikte dava
evrakının ikmaline başlanıldığı, devam eden celsede taraflara delil ibrazı
hususunda mehil verilerek 8/7/2010 tarihinde yapılan keşfi takiben 14/7/2010
tarihli celsede başvurucu hakkındaki davanın esastan, diğer davalı hakkındaki davanın
ise husumet yokluğundan reddine karar verildiği, ilk derece mahkemesi kararı
temyiz edilmekle Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 27/6/2011 tarih ve E.2010/7393,
K.2011/3892 sayılı kararıyla başvurucu yönünden bozulduğu, bozma ilamı
sonrasında Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1092 sırasına kaydı yapılan
davanın 11/10/2011 tarihli tensip zaptı sonrasında, bozma ilamına uyulmasına
karar verilerek, ilam gereğince evrak ikmaline başlanıldığı, 30/4/2012
tarihinde icra edilen keşif sonrasında, 1/6/2012 tarihli celsede davanın kısmen
kabulü ile, başvurucuya ait taşınmazın tapusunun 235,16 m2’lik kısmının
iptaline ve davacı adına tesciline karar verildiği, kararın temyiz edilmesi
üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 18/2/2013 tarih ve E.2013/901, K.2013/1041
sayılı kararıyla onandığı, onama kararının 17/4/2013 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edildiği ve karar düzeltme kanun yoluna başvurulmadığı
anlaşılmaktadır.
40. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu yargılamanın iki adet taşınmaza ilişkin sınır
ihtilafı nedeniyle yetkili sulh hukuk mahkemesinde görülen bir mülkiyet
uyuşmazlığı olduğu, iki davalı aleyhine açılan davada iki defa taşınmaz başında
keşif icra edilerek bilirkişi raporu temin edildiği, yargılama kapsamında
uyuşmazlığa ilişkin olarak ilk derece mahkemesince iki defa karar verildiği,
belirtilen kararların iki defa Yargıtay denetiminden geçtiği, bu inceleme
süreçlerinin toplamda üç yıl altı günlük bir süreyi kapsadığı, yargılamanın
özellikle taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve
bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık
bir niteliğe sahip olduğu ve başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul
hükümleri nazara alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe
geçen üç yıllık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu
uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle
geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
41. Yukarıda açıklanan nedenlerle,
başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yargılama süresinin makul süreyi
aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama
makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı
anlaşılmakla, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası
42. Başvurucu, maliki olduğu
taşınmaza ilişkin olarak yürütülen yargılamada ileri sürdüğü talep ve
itirazlarının mahkemelerce karşılanmadığını, bu kapsamda dava sürecinde yapılan
maddi vakıalara ilişkin değerlendirme ve tespitlerin yanlış olduğunu ve dava
neticesinde davacı lehine taşınmazının yüzölçümünde azalma meydana
getirildiğini belirterek, Anayasa’nın 35 ve 36. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
43. Başvurucu tarafından ileri
sürülen iddiaların esasen, hatalı değerlendirmeler içerdiği iddia edilen
bilirkişi raporu karşısında, yeniden keşif yapılarak bilirkişi raporu temin
edilmesi ve başvurucu tarafından dosyaya sunulan harita ve kadastro mühendisi
raporunda yer alan aksi yöndeki tespitler de tartışılarak, taşınmazların
sınırına ilişkin değerlendirmenin yeniden yapılması yönündeki itiraz ve
taleplerinin derece mahkemelerince karşılanmadığı noktasında toplandığı
anlaşılmakla, belirtilen iddiaların gerekçeli karar hakkı kapsamında
değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
44. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, başvurucunun davaya katılma hakkına riayet edildiği, yargılama
süreci boyunca hakkını savunmak için görüşlerini sunma imkânı bulduğu,
başvurucunun iddialarının mahkeme tarafından esastan incelendiği, bir temel hak
ve özgürlük ihlal edilmedikçe, yerel mahkemeler tarafından yapılan maddi ve
hukuki hataların bireysel başvuru incelemesine konu edilemeyeceği, mülkiyet
iddiası açısından ise, öncelikle 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî
Kanununun 1007. maddesi kapsamında tazminat davası
açma imkânının bulunduğunun ve ihtilafın iki özel kişi arasında görülmekte
olduğunun nazara alınması gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
45. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049,
26/3/2013, § 18)
46. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
47. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin
her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
48. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık
olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
49. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Gerekçeli karar hakkı da makul sürede
yargılanma hakkı gibi, adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri
olup, Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı
bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan
gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
gerekçeli karar hakkı gibi ilke ve haklara, Anayasanın 36. maddesi kapsamında
yer vermektedir (B. No. 2012/13, 2/7/2013,§ 38). Ayrıca, hakkaniyete uygun
yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı Anayasa’nın 141. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak
düzenlenmiştir.
50. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve
mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların
hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi
sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale
getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık
bir biçimde gösterilmesi zorunludur.
51. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu
mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması gerekmektedir (B.
No. 2013/1213, 4/12/2013,§ 26; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ruiz Torija/İspanya,
B. No. 18390/91, 09/12/1994, §§ 29,30; Hiro Balani/İspanya, B. No. 18064/91,
09/12/1994, § 28; Georgiadis/Yunanistan, B. No. 21522/93, 29/05/1997,
§§ 40-43; H.A.L./Finlandiya, B.
No. 38267/97, 27/01/2004, §§ 50-51; X/Yunanistan,
B. No. 8769/79, 16/07/1981; Les Travaux Du Midi/Fransa, B. No. 12275/86, 02/07/1991).
52. Başvuru konusu olayda, iki
taşınmaz arasındaki sınır ihtilafı nedeniyle yürütülen yargılama neticesinde
kurulan hükmün temyiz incelemesi sonucunda, Mahkemece yapılan araştırma,
inceleme ve uygulamanın hüküm vermeye yeterli olmadığından bahisle bozulduğu,
özellikle bozma kararında keşfen tatbiki gerektiği
belirtilen ve davacı taşınmazının dayanak kaydı olan tapu kaydı kapsamının
tayini yönünden yapılan keşif sonrasında alınan bilirkişi raporunda,
başvurucunun taşınmazına dâhil olan 235,16 m2’lik kısmın davacının dayanak tapu
kaydı kapsamında kaldığının belirtildiği, ilk derece mahkemesi tarafından
takdiri bir delil olan bilirkişi raporunun yanı sıra, dinlenilen tanık
beyanları ve dayanak tapu kayıtları da nazara alınarak, başvurucuya ait
taşınmazın bilirkişi raporunda belirtilen kısmının davacıya ait taşınmazın
dayanak tapu kaydı kapsamında kaldığı ve taraf taşınmazları arasında bulunduğu
iddia edilen ark ve dereye ilişkin olarak mahallinde somut olguların
bulunmadığı belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verildiği, bu suretle
başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen
talebinin ilk derece mahkemesi kararında denetlenerek reddedildiği, ilk derece
mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle
kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, bu kapsamda yerel
mahkeme gerekçesini benimsediği anlaşılan kanun yolu merciince kararlarda
ayrıntılı gerekçeye yer verildiği anlaşılmakla, Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
53. Başvurucunun mülkiyet hakkı
kapsamındaki iddialarını ise yargılama neticesine dayandırdığı, özellikle
derece Mahkemelerince yürütülen ve adil yargılanma hakkına riayet edilmediği
iddia edilen yargılama neticesinde verilen kabul kararının taşınmazın yüz
ölçümünde azalma meydana gelmesine neden olduğunun ve sonucu itibariyle
mülkiyet hakkını ihlal ettiğinin iddia edildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda
olduğu gibi, özel kişiler arasındaki mülkiyet ihtilafları açısından, çoğu zaman
mülkiyet hakkına klasik müdahale biçimlerinden biri söz konusu olmamakla
beraber, bu hak kapsamında da yetkili makamlar için geçerli olan usulî özen yükümlülüğü, gerekli usulî
güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve
idari makamların özel kişiler arasındaki bir uyuşmazlıkta etkili ve adil bir
karar vermesini temin etme sorumluluğunu ifade etmektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Novoseletskiy/Ukrayna,
B. No. 47148/99, 22/2/2005, § 102; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No. 48553/99,
25/7/2002, § 96). Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (§§ 41-52) başvurucunun delillerinin ve iddialarının
adil yargılanma hakkı çerçevesinde derece mahkemelerince ayrıntılı bir
değerlendirmeye tabi tutularak karar verildiği tespit edilmiş olmakla, mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Tavşanlı Kadastro Mahkemesinin E.2006/855 sayılı dosyası yönünden ileri sürdüğü
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1092 sayılı dosyası yönünden ileri
sürdüğü makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
20/2/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.