logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hatice Gizem Dağcı ve Sevin Gül Dağcı [1.B.], B. No: 2013/3438, 17/9/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HATİCE GİZEM DAĞCI VE SEVİN GÜL DAĞCI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3438)

 

Karar Tarihi: 17/9/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Recep BENLİ

Başvurucular

:

1) Hatice Gizem DAĞCI

 

 

2) Sevin Gül DAĞCI

Vekilleri

:

Av. Onur KORKMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, babaları olan İslam Dağcı’nın 7/7/2012 tarihinde aracıyla geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaşamını yitirdiğini, olayla ilgili olarak diğer aracı kullanan şüpheli M.Y. hakkında Cumhuriyet Savcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmeden “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 15/5/2013 tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/4/2014 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

4. Başvuru formunda ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucuların babası olan İslam Dağcı, 7/7/2012 tarihinde sevk ve idaresindeki aracıyla Manavgat istikametinden Akseki istikametine doğru ilerlerken karşı yönden gelmekte olan M.Y.’nin sürücülüğünü yaptığı araçla çarpışması sonucu yaralanmış ve Akseki Devlet Hastanesinde tedavi görmekte iken hayatını kaybetmiştir.

6. Akseki Cumhuriyet Başsavcılığınca olayla ilgili olarak aynı gün başlatılan soruşturma kapsamında Antalya Adli Tıp Grup Başkanlığında yapılan klasik otopsi işlemi sonucunda ölümün trafik kazası sonucu genel vücut travmasına bağlı sternum, yaygın kaburga ve etraf kırıkları ile birlikte göğüs içi kalp ve çoklu büyük damar yaralanması, batın içi organ harabiyeti ve iç kanama sonucu meydana geldiği anlaşılmıştır.

7. 7/7/2012 tarihli trafik kazası tespit tutanağında, başvurucuların babası olan İslam Dağcı’nın sevk ve idaresindeki aracın karşı yönden gelen aracın kullandığı yol şeridine girmesi sonucu kazanın meydana geldiği ve ‘şeride tecavüz etme’ kuralını ihlal ettiği belirtilerek ölenin kazada asli kusurlu olduğu saptanmıştır.

8. M.Y. 7/7/2012 tarihinde alınan ifadesinde, ‘Konya istikametinden Alanya istikametine doğru aracıyla gitmekte iken Akseki yol ayırımını yaklaşık 10 km geçtikten sonra karşı yönden gelmekte olan bir aracın kendi şeridine geçerek üzerine doğru geldiğini ve kafa kafaya çarpıştıklarını, gözünü açtığında hastanede olduğunu’ söylemiştir.

9. Başvurucular Akseki Cumhuriyet Başsavcılığında verdikleri ifadelerinde, kaza tespit tutanağında sadece babalarına kusur verilmesi nedeniyle kusur tespitini kabul etmediklerini, Adli Tıptan rapor alınması gerektiğini beyan etmişlerdir.

10. Olay yerinde yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporunda ve Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesince hazırlanan raporda İslam Dağcı’nın şerit ihlali yaparak karşı yönden gelen aracın şeridinde kazaya neden olması nedeniyle asli kusurlu olduğu, M.Y.’nin ise meydana gelen olayda kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir.

11. Cumhuriyet Başsavcılığınca 2012/458 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda verilen 24/9/2012 tarih ve 2012/366 sayılı kararda ‘Kaza tespit tutanağı, mahallinde yapılan keşfe esas bilirkişi raporu, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen rapor ve tüm evrak kapsamı dikkate alındığında şüpheli M.Y’ye atılı taksirle ölüme neden olma suçu yönünden kusur yokluğu, trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçu yönünden suçun işlendiğine dair delil bulunmadığı, alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altındayken araç kullanma suçu yönünden ise şüphelinin alkollü olmadığının doktor raporu ile tespit edilmesi ve uyuşturucu madde etkisi altında olduğuna ilişkin delil bulunmaması’ gerekçe gösterilerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

12. Başvurucular tarafından bu karara itiraz edilmesi üzerine, Alanya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2012 tarih ve 2012/947 Değişik İş sayılı kararında ‘Dosyadaki bilgi ve belgelere göre verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararda yasa ve yönteme aykırı bir yön görülmediği’ gerekçesine dayanılarak itiraz reddedilmiş ve bu karar başvuruculara 16/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 15/5/2013 tarihli dilekçeleri ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

13. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”

14. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

15. 5237 sayılı Kanun’un ‘Trafik güvenliğini tehlikeye sokma’ kenar başlıklı 179. maddesi şöyledir:

“(1) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılamaz hale getirerek, konuldukları yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine bir şey koyarak ya da teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olan kişiye bir yıldan altı yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 17/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 15/5/2013 tarih ve 2013/3438 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

17. Başvurucular, trafik kazasının nasıl meydana geldiği hususunda gerekli teknik araştırmalar yapılmadan kazaya karışan şüpheli M.Y.’nin beyanları esas alınarak kaza tespit tutanağı tanzim edildiğini, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı raporunda bu kaza tespit tutanağına itibar edilerek ölenin tam kusurlu olduğunun tespit edildiğini, savcılık makamınca şüpheli M.Y.’ye ait aracın hızına ilişkin bir inceleme yapılmadığını, kazanın oluş şekline ilişkin tanık beyanlarının alınmadığını, yeniden tarafsız bir bilirkişi heyetiyle beraber keşif yapılarak yeni bir rapor alındıktan sonra karar verilmesi gerektiğini, eksik incelemeye dayalı bir soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

18. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurunun; trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm olayında yeterince ve etkili bir soruşturma yapılmaması ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların gerçekliğinin hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucunun tüm iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi ile ilişkili görülerek bu kapsamda değerlendirilmiştir.

19. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.

20. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

21. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

22. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin çocuklarıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).

23. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini, yani maddede belirtilen istisnalar dışında kişilerin ölümüne neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin yaşam hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. Yaşam hakkına saygı, ikinci olarak devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere karşı bireylerin hayatını korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik çok özel ve ciddi bir tehdidin varlığı kanıtlanmışsa, devletin bu tehdide karşı bireyin hayatını korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, yaşam hakkından kaynaklanan devletin pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana gelmişse, devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

24. Bireyin, bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30).

25. Ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için, soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57). (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).

26. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılımlarının sağlanmasıdır.

27. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise, ‘etkili bir yargısal sistem kurma’ yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 59. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vo/Fransa[BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya, 32967/96, 17/1/2002, § 51).

28. Diğer taraftan, etkili bir başvurudan söz edebilmek için, başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim (tazminat) sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usuli güvencelerin sağlanması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ramirez Sanchez/Fransa, 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157, 160; Aksoy/Türkiye, 21987/93, 18/12/1996, § 95).

29. Somut olayda başvurucular, yürütülen soruşturmanın yetersiz olduğunu, sadece kazaya karışan araç sürücüsünün beyanlarına itibar edilerek kusur durumunun belirlendiğini, babalarının tam kusurlu kabul edilmesi nedeniyle verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla, haklarını mahkeme önünde arama imkânını kaybettiklerini iddia etmişlerdir.

30. Bireylerin cezai sorumluluklarının kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp, suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin görev ve yetkisindedir. Ancak yukarıda belirtilen yaşam hakkına yönelik müdahaleleri soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği Mahkemece incelenmelidir.

31. Savcılığın sonuç kararı bu açıdan değerlendirildiğinde; ölenin 7/7/2012 tarihinde sevk ve idaresindeki aracıyla Manavgat istikametinden Akseki istikametine doğru ilerlerken karşı yönden gelmekte olan bir araçla çarpışması sonucu yaralandığı ve hastanede tedavi görmekte iken hayatını kaybettiği, aynı gün savcılık makamınca ‘taksirle öldürme’ suçundan dolayı soruşturma başlatılıp klasik otopsi işlemi yapılarak kişinin kesin ölüm sebebinin belirlendiği, olay yerinde keşif yapılarak kusur durumunun tespit edildiği, başvurucuların talebi üzerine Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesinden rapor alındığı, soruşturmanın makul sürede tamamlandığı ve şüpheliye kusur izafe edilemediğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu bağlamda gerekli delillerin toplanarak soruşturmanın makul sürede tamamlandığı ve başvurucuların soruşturmaya etkin bir şekilde katıldıkları görülmüştür.

32. Buna göre başvuru dosyasında oluşa ilişkin belge ve bilgiler dikkate alındığında, kusur durumunun tespitine yönelik soruşturmanın yetersiz olduğundan ve kararın somut kanıtlarla çelişecek biçimde ve açıkça hukuka aykırılık oluşturacak şekilde gerekçesiz ve keyfi verildiğinden söz edilemeyeceği gibi, bu konuda ihmali bir davranış veya yetkililere yüklenebilecek bir eksikliğin de saptanmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, kişinin yaşam hakkının korunması kapsamında yürütülen cezai soruşturmanın etkisiz olduğuna ilişkin bir sonuca varılmasını gerektirecek bir husus tespit edilememiştir.

33. Açıklanan gerekçelerle, Cumhuriyet Savcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda verilen karar nedeniyle başvurucuların yaşam hakkına yönelik bir ihlal açıkça tespit edilmediğinden, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Başvurunun, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına, 17/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Hatice Gizem Dağcı ve Sevin Gül Dağcı [1.B.], B. No: 2013/3438, 17/9/2014, § …)
   
Başvuru Adı HATİCE GİZEM DAĞCI VE SEVİN GÜL DAĞCI
Başvuru No 2013/3438
Başvuru Tarihi 15/5/2013
Karar Tarihi 17/9/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucular, babaları olan İslam Dağcı’nın 7/7/2012 tarihinde aracıyla geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaşamını yitirdiğini, olayla ilgili olarak diğer aracı kullanan şüpheli M. Y. hakkında Cumhuriyet Savcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmeden “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin diğer iddialar Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 172
5237 Türk Ceza Kanunu 85
179
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi