TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ERDAL KÜÇÜKALİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/3617)
Karar Tarihi: 10/3/2015
R.G. Tarih- Sayı: 6/6/2015-29378
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör Yrd.
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
Başvurucu
Erdal KÜÇÜKALİ
Vekili
Av. İlhan ÖZKAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 8/8/2005 tarihinde açtığı davanın hatalı değerlendirme sonucu kısmen reddedildiğini ve yargılamanın yaklaşık sekiz yıl sürdüğünü belirterek adil yargılanma hakkının, iş ve çalışma hürriyetinin, sözleşme hürriyetinin ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 20/5/2013 tarihinde Alaşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 17/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Alaşehir Belediye Başkanlığında işyeri doktoru olarak çalışmak üzere 15/11/2002 tarihinde bir yıl süreli iş sözleşmesi imzalamış, sözleşmenin her yıl Ocak ayı itibarıyla birer yıllık sürelerle uzayacağı öngörülmüştür. 24/2/2004 tarihinde taraflar arasında 5 yıllık başka bir sözleşme imzalanmış, Alaşehir Belediye Başkanlığı tarafından sözleşme 8/7/2005 tarihinde feshedilmiştir.
8. Başvurucu sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, uğradığı zararların tazmini ve işçi alacaklarının ödenmesi talebiyle, 8/8/2005 tarihinde Alaşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) dava açmıştır.
9. Mahkeme, 18/2/2009 tarih ve E.2005/409, K.2009/37 sayılı kararıyla, davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.
10. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/9/2011 tarih ve E.2009/16417, K.2011/33229 sayılı ilamıyla; taraflar arasındaki ilişkinin belirli süreli iş sözleşmesinin unsurlarını taşıyıp taşımadığının belirlenmesi gerektiği, belirli süreli iş sözleşmesinden bahsedilebilmesi için sözleşmenin süreye bağlanmasında objektif nedenler bulunması gerektiği, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 11. maddesinde, belirli süreli iş sözleşmesinin, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamayacağı aksi halde iş sözleşmesinin başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edileceğinin düzenlendiği, somut olayda, davacı (başvurucu) tarafından işyeri hekimi olarak Alaşehir Belediyesi ile 21/6/2002 tarihinde ilk sözleşmenin imzalandığı, yapılacak işin sürekli nitelikte olduğu, son olarak 24/2/2004 tarihinde ikinci kere 5 yıllık işyeri hekimliği sözleşmesi yapıldığının anlaşıldığı, olayda belirli süreli hizmet akdi yapmanın objektif – nesnel unsuru bulunmadığı, bu nedenlerle davacının bakiye süre ücret alacağı ve bakiye süre için ikramiye taleplerinin reddi gerektiği belirtilerek, hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
11. Mahkeme bozma kararına uyarak, 19/9/2012 tarih ve E.2011/334, K.2012/214 sayılı kararıyla; "davacı tarafından işyeri hekimi olarak Alaşehir Belediyesi ile 21/6/2002 tarihinde ilk sözleşmenin imzalandığı, yapılacak işin sürekli olduğu, son olarak 24/2/2004 tarihinde ikinci kere 5 yıllık işyeri hekimliği sözleşmesi yapıldığı anlaşılmış olup, belirli süreli iş sözleşmesinin, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamayacağı, olayda belirli süreli hizmet akdi yapmanın objektif – nesnel unsurunun bulunmadığı, bu nedenlerle davacının bakiye süre ücret alacağı ve bakiye süre için ikramiye taleplerinin reddi gerektiği” gerekçesiyle davanın kısmen kabul ve kısmen reddine karar vermiştir.
12. Tarafların temyizi üzerine karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 5/3/2013 tarih ve E.2013/3484, K.2013/7760 sayılı ilâmı ile onanmıştır.
13. Onama kararı başvurucuya 19/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu, 20/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ve 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası, 7. maddesinin birinci fıkrası ve 15. maddesi (Bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 10/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/5/2013 tarih ve 2013/3617 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu, işveren ile yaptığı beş yıllık belirli süreli iş sözleşmesinin Mahkeme tarafından hatalı değerlendirme sonucu belirsiz süreli olarak kabul edildiğini, davalının yargılama sürecinde sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliğinde olduğu yönünde bir itirazı bulunmadığı gibi söz konusu değerlendirmenin mevzuata, Yargıtay içtihatlarına ve 4857 sayılı Kanun’un 11. maddesinin amacına da aykırı olduğunu, ayrıca yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının, iş ve çalışma hürriyetinin, sözleşme hürriyetinin ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
18. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, Alaşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle, adil yargılanma hakkının, iş ve çalışma hürriyetinin, sözleşme hürriyetinin ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun anılan iddiaları yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına yönelik olup, söz konusu iddialar adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, taraflar arasında uyuşmazlık bulunmayan bir konuda Mahkemece değerlendirme yapılması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiaları ayrıca değerlendirilmiştir
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Taraflar Arasında Uyuşmazlık Konusu Olmayan Hususun Mahkemece Değerlendirilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
19. Başvurucu, işveren ile yaptığı beş yıllık belirli süreli iş sözleşmesinin, davalının yargılama sürecinde sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliğinde olduğu yönünde bir itirazı bulunmamasına rağmen Mahkeme tarafından belirsiz süreli olarak kabul edildiğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. 6100 sayılı Kanun’un “Hukukun uygulanması” başlıklı 33. maddesi şöyledir:
“Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.”
21. 4857 sayılı Kanun’un “Belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi” başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.
Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir.
Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar.”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
23. Anayasa Mahkemesi, somut olayın kendine özgü şartları bağlamında, adil yargılanma hakkının ihlaline yönelik bir belirti bulunmadığı hallerde, bir ihlalin olmadığının açık olduğu gerekçesiyle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verebilir.
24. Hukuk davalarında kural olarak hâkim, taraflar arasında çekişmeli olmayan vakıaları araştırma konusu yapamaz. Ancak taraflarca bildirilen vakıalara hukuk kurallarını uygulamak hâkimin işidir. Hâkim, tarafların yaptıkları hukuki nitelendirme ile bağlı olmayıp vakıaların hukuki niteliğini belirlemek ve Türk hukukunu resen uygulamakla yükümlüdür.
25. Somut olayda Mahkeme, esaslı bir neden olmadıkça birden fazla üst üste yapılan sözleşmelerin başlangıçtan itibaren belirsiz süreli olarak kabul edileceğini düzenleyen 4857 sayılı Kanun’un 11. maddesi hükmünü uygulayarak, taraflar arasında belirli süreli şekilde yapıldığı iddia edilen sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliğinde olduğuna hükmetmiştir. Mahkemenin kanun hükmünü somut olaya uygulayarak vakıaların hukuki nitelendirmesini yapması ve hükme esas almasında adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahale olduğundan söz edilemez.
26. Açıklanan nedenlerle, Mahkemece taraflar arasındaki sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesi olarak hukuki nitelendirmesinin yapılarak hükme esas alınmasında adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
27. Başvurucu, Mahkemece hukuk kurallarının yanlış yorumlanması sonucu davasının kısmen reddine karar verildiğini ve bu değerlendirmenin mevzuata ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
32. Mahkemece, başvurucunun iddiaları ve tüm deliller birlikte değerlendirilmiş ve Yargıtayın bozma kararı doğrultusunda (bkz. § 10) taraflar arasındaki sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliğinde olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir (bkz. § 11).
33. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
34. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının dinlenmediğine ilişkin bir iddia, bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi, Derece Mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
35. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
36. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, başvurucunun yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 8/8/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
39. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
40. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, işçi alacaklarının tahsiline ilişkin bir davanın söz konusu olduğu görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 8/8/2005 tarihidir.
42. Sürenin bitiş tarihi ise yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, Alaşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) kararının Yargıtay tarafından onandığı 5/3/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
43. Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında, sözlü yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce, mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
44. 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle, daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §§ 64-65).
45. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, uyuşmazlığın çözümünün yaklaşık yedi yıl yedi ay sürdüğü, yargılama sürecinde büyük oranda delillerin toplanması aşamalarında ve Yargıtay önünde geçen sürelerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. İş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati de dikkate alındığında, sonuç olarak makul görülemeyecek derecede uzun bir sürede yargılamanın tamamlandığı anlaşılmaktadır.
46. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 15).
47. 5521 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2013/3442, 20/3/2014, §§ 33-55).
48. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık yedi yıl yedi aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
50. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yeniden yargılama yapılmasını veya ücret alacaklarının tahsilini talep etmiştir.
51. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. Başvurucunun, uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitine karar verilmiş olup manevi tazminat talebi olmadığı için bu konuda değerlendirme yapılmamıştır.
53. Somut başvuru açısından tespit edilen ihlalin niteliği gereği yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından, başvurucunun yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi yönündeki talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olmayan hususun Mahkemece değerlendirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun yeniden yargılama ve maddi tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.