TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SAİT DİL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4254)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Basvurucu
|
:
|
Sait DİL
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından bazı köy sakinleri
öldürüldüğü, başvurucunun konutuna zarar verildiği, hayvanları telef edildiği
hâlde bu durum dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında
yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve
mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/5/2015 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/5/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar
özetle şöyledir:
6. Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından 14/7/1993
tarihinde Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyü Yıldızkaya mezrasına yapılan baskında hayvanlarının telef
olduğunu, konutuna silahla ateş açılması sonucu konutunun hasar gördüğünü, köy
sakinlerinden E.B.nin öldürüldüğünü ve M.B.nin yaralandığını beyan etmiş ve bu özel durumundan
kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını
iddia etmiştir.
7. Başvurucu 6/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
8. Komisyon 7/1/2011 tarihli ve 2011/1-209 sayılı kararında
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda
bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan
bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Sarıyayla
köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle
talebin reddine karar vermiştir.
9. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
10. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/826,
K.2011/1270 sayılı kararı ile Sarıyayla köyünün Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarından oluştuğu; Batman İl Jandarma
Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarının 1993 ile 2000 tarihleri arasında kısmen
boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy
korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, köy korucularının
ailelerinin dışında köyde 25 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında
1.178 kişi, 1997 yılında 605 kişi, 2000 yılında 777 kişi olduğu; 1990-2000
yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Sarıyayla
köyü ilköğretim okulunun eğitim ve öğretime açık olduğu, Sarıyayla
köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı
uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle
anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya
yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233
sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
11. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/4084, K.2013/605 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı başvurucuya
4/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 20/6/2013 tarihlerde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
13. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
14. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy korucusu olmak yahut köyü terk
etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ve terör örgütü
mensuplarınca köye yapılan baskın sonucunda hayvanlarının telef olmasına,
konutunun hasara uğramasına, köy sakinlerinden E.B.nin
öldürülmesine ve M.B.nin yaralanmasına dair özel
durumu dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve
şahsına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmamasına dayanılarak
sunduğu belgelerin değerlendirilmediğini, idare tarafından sunulan belgelerin
dikkate alındığını, bu belgeler tebliğ edilmemek suretiyle kendisine savunma
yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını belirtmiştir.
17. Başvurucu; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere dayalı
olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve
gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, davasının reddine
karar verilmesi nedeniyle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen
şahsına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldığını,
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı
değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da
yazmayan bir nedene dayanılarak Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin
reddedildiğini, yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler ve maddi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi kendisi yapar.
Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebinin ve akabinde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10.
maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
20. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları
dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit
Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
21. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Başvurucunun Konutunun
Hasara Uğradığı ve Hayvanlarının Telef Olduğu Şikâyeti Kapsamında Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucu 14/7/1993 tarihinde terör örgütü mensupları
tarafından yerleşim yerine yapılan baskında konutuna ağır silahlarla saldırıda
bulunulduğunu, konutunun hasar gördüğünü, aynı saldırıda büyükbaş ve küçükbaş
hayvanlarının telef olduğunu belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
25. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir."
26. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin
(1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru
yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı
temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, §§ 18, 19).
27. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan
başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her
aşamasında resen dikkate alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013,
§ 19).
28. Kural olarak başvurucular tarafından bireysel başvuru
formunda ileri sürülen ihlal iddiaları ile bu iddiaların dayanağı olan
vakıaların bireysel başvuru için öngörülen otuz günlük başvuru süresi içinde
Anayasa Mahkemesine sunulması gerekir. Bununla birlikte otuz günlük sürenin
dolmasından sonra ileri sürülen şikâyetler, ancak haklı bir mazeret nedeniyle
ve süresi içinde ileri sürülen ilk şikâyetin belirli yönlerini oluşturmaları
hâlinde incelenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaj Raninen/Finlandiya (k.k.), B. No: 20972/92, 7/3/1996; Yunan Katolik Parish-Sâmbăta
Bihor/Romanya (k.k.),
B. No: 48107/99, 25/5/2004).
29. Başvurucunun başvuru formunda değinmediği şikâyetler
açısından otuz günlük süre koşulu işlemeye devam eder. Süresi içinde beyan
edilen iddialar bakımından bir konuda şikâyetin varlığı için Anayasa’nın,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme), Sözleşme’ye
ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerin bir maddesinin ya da bireysel başvuru
kapsamındaki bir hakkın somut olarak ileri sürülmesi yeterli olmayıp maddi
vakıanın içeriğinin ve hangi hakkın ne sebeple ihlal edildiğinin kısaca da olsa
anlatılması, şikâyete ilişkin dayanak delillerin maddi vakıalarla
irtibatlandırılarak belirtilmesi gerekmektedir.
30. Başvurucunun ilk başvurusunda, daha sonra ileri süreceği
şikâyetin olgusal temellerine ve ihlal iddialarının niteliğine dair açık veya
zımni bir işaret vermeden sadece adil yargılanma hakkına dayanmış olması, daha
sonra bu hak bakımından ileri süreceği tüm şikâyetlerin yapılmış olduğunun
kabulü için yeterli değildir. Süresinde sunulan dilekçelerde ima dahi
edilmedikçe ya da süresi içinde ileri sürülen şikâyetlerle çok yakından
bağlantılı olmadıkça başvurucu tarafından ileri sürülen sonraki iddiaların
incelenmesi mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Richard Roy Allan/Birleşik
Krallık (k.k.), B. No: 48539/99,
28/8/2001).
31. Başvuru konusu olayda Anayasa Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli
yazısı ile başvurucudan, başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat
etmeye yönelik hısımları olduğu beyan edilen ve mağdur olduğu iddia edilen
kişiler ile arasında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri
Mahkemeye sunması istenmiştir.
32. Başvurucunun 7/7/2015 tarihli dilekçesinde, zarar gördüğü
belirtilen kişiler ile arasında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dairbilgi ve belge sunmaksızın bu kişilerin isimlerini
belirterek yaralandığı ve öldürüldüğünü beyan etmesinin, yaralanma ve ölüm
olaylarına ilişkin tutanakları sunmasının yanı sıra konutunun hasara uğraması
ve hayvanlarının telef olması hakkında -başvuru formunda yer almamakla
birlikte- yeni iddialarda (bkz. § 23) bulunduğu tespit edilmiştir.
33. Başvurucu tarafından 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulduktan sonra otuz günlük başvuru süresinin dolması akabinde 7/7/2015 tarihinde
Mahkemeye sunulan dilekçede ileri sürülen argümanların başvuru formunda
sunulanlardan farklı olduğu ve sonraki dilekçelerde ihlal iddialarına ilişkin
vakıaların genişletildiği anlaşılmıştır. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesine
sunulan dilekçelerindeğerlendirmeye tabi tutulması
hâlinde bir kez bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru sonlandırılıncaya
kadar başvuru dosyasına yeni vakıaların, farklı hak ihlali iddialarının
sunulmasının kaçınılamaz olacağı ve bu durumda bireysel başvuru için öngörülen
otuz gün kuralı anlamsız hâle geleceğinden otuz günlük başvuru süresi
sonrasında sunulan dilekçelerde ileri sürülen yeni iddiaların incelenmesi ve
değerlendirilmesi mümkün değildir (Ümüt Demir, B. No: 2012/1000, 18/9/2014, § 31). Her ne kadar
başvurucu; başvuru formunda mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise
de başvurucunun konutuna saldırıda bulunulduğuna, konutunun hasar gördüğüne ve
hayvanlarının telef olduğuna dair vakıanın olgusal temellerine işaret dahi
etmediği, 14/7/1993 tarihli olaydan hiç bahsetmediği ve süresi içinde dile
getirmediği bu iddialarını haklı bir mazeret nedeniyle ileri süremediğine dair
herhangi bir beyanda da bulunmadığı tespit edildiğinden başvurucunun
iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir.
34. Açıklanan nedenlerle anılan ihlal iddiaları otuz günlük
başvuru süresi geçtikten sonra ileri sürüldüğünden başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
36. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşılmadığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
37. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece Mahkemesi
kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuların temyiz
ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler ışığında yapılan tespitlere
karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme imkânlarının bulunduğu, başvurucular
tarafından ibraz edilen delil ve beyan dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce
idare ve başvurucular tarafından sunulan belgeler değerlendirilerek
başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik ve beyanda bulunma
olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları kapsamından başvurucuların
yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir imkândan mahrum
bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
41. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yönde bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
44. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
45. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun
talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında İlk
Derece Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup
olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler
kapsamında değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
10), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçeleri hukuka uygun
bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemesinin denetiminden geçerek (bkz. § 11)
kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun, hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu
dışında, gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
48. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
49. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
50. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (6/9/2007) ile nihai karar tarihi (31/1/2013) arasında geçen 5 yıl 4
aylık sürede, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
51. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
52. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
14/7/1993 tarihinde terör örgütü üyelerince hısımları E.B.nin
öldürülmesi ve M.B.nin yaralanması noktasındaki özel
durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim olduğu köyün tamamen boşaltılmamış
olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
53. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas
yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
54. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi
istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
55. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu gözükmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
56. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
57. Başvurucunun, hısımları olduğunu iddia ettiği kişilerin
terör örgütü mensuplarınca yaralanmasından ve öldürülmesinden kaynaklanan
güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiği ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233
sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve
belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile soruşturma evrakını Derece
Mahkemelerine ibraz ederek terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı
nedeni ileyerleşim yerini terk ettiği noktasındaki
özel durumunun dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
58. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21).
59. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
60. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabul edilebilmesi için yaşanan olay
sonucunda duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise sebebiyle
başvurucuda oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil eden özel
bağ ve algının yoğunluğu konusunda açıklamada ve kanıtlamada bulunulması
gerekmektedir (Sahibe Çelik ve Necla Çelik,
B. No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
61. Anayasa Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli yazısı ile
başvurucudan, başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat etmeye yönelik
hısımları olduğu belirtilen ve mağdur olduğu beyan edilen kişiler ile arasında
şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri Mahkemeye sunması
istenmiştir.
62. Başvurucu 7/7/2015 tarihli dilekçesinde, bu kişiler ile
arasındaki şahsi ve özel bağı belirtmeksizin ve hısım olduklarını iddia etmeden
anılan kişilerin öldürüldüğünü ve yaralandığını beyan etmiş; ölüm ve yaralanma
olayına ilişkin tutanak sunmuştur.
63. Bu çerçevede başvurucunun nüfus kayıt örneğinden hısım
oldukları tespit edilemeyen ve köy sakinlerinden olduğu anlaşılan kişilerin
yaralanması ve öldürülmesi iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından
başvurucuya yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucunun bu kişiler ile
arasındaki ilişkide şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya
belge sunmadığı, anılan kişilerin isimlerini zikrederek yaralandığı ve
öldürüldüğünü belirtilmek ile yetindiği, mağdur olduğu beyan edilen kişilerin
başına geldiğini iddia ettiği olay neticesinde kendisinde oluşan algı, bu
algının oluşmasında temel teşkil eden özel nedenler ve algının yoğunluğu
konusunda başvurucunun yeterince açıklıkta beyanının bulunmadığı tespit
edilmiştir. Bu tespit karşısında başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilebilmesinin, terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle yerleşim yerini terk edip etmediği
noktasında nesnel ölçütten farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesini
gerektirecek boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
64. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucu idarenin can güvenliğini sağlama yükümlülüğünü
yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmektedir.
66. Başvuru formunun incelenmesi neticesinde başvurucu
tarafından, 5233 sayılı Kanun kapsamında tanzim edilen belgelerde maddi
zararının mevcut olduğunun belirtildiği ve tazminat başvurusunun reddedilmesine
ilişkin davada idari yargı makamlarının söz konusu düzenlemeleri dar ve aleyhe
yorumlaması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğinin ileri
sürüldüğü tespit edilmiştir.
67. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 52–64) başvurucunun
delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve yargılamaya etkin
olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu da saptanmadığı
anlaşılan somut yargılama faaliyetinin, adil yargılanma hakkının gereklerine
uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No:
2013/2263, 26/6/2014, § 43).
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Konutun hasara uğradığı ve hayvanların telef olduğuna dair
şikâyet kapsamında mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adli yardım talebinin kabulü ile muaf tutulan yargılama
giderlerinin tahsilinin, başvurucunun mağduriyetine neden olmayacağı
anlaşıldığından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
339. maddesi uyarınca tamamen muafiyetin koşulları oluşmadığından 198,35 TL
harçtan ibaret yargılama giderinin BAŞVURUCUDAN TAHSİLİNE
23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.