TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ YANAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5216)
Karar Tarihi: 14/4/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Alparslan ALTAN
Celal MümtazAKINCI
Raportör
Kamil KAYA
Başvurucu
Ali YANAR
Vekili
Av. Mehmet Beyazıt BORAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; menfi tespit davasında davacı tanıkları dinlendiği hâlde davalının tanık dinletme talebinin gerekçesiz reddedilmesi, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve davanın sonucuna etkili olabilecek bir iddia incelenmeden yetersiz gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 17/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 29/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu; Batman İcra Müdürlüğünün 2004/3573 sayılı dosyasında borçlu N.Ç. aleyhine, bonoya dayalı olarak800.000 TL asıl alacak, 10.520 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 810.520 TL alacağın tahsili için kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibi başlatmıştır.
9. Borçlu (davacı) N.Ç., söz konusu takibe konu senetten kaynaklanan borcu bulunmadığı iddiasıyla başvurucu aleyhine Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 22/3/2005 tarihinde menfi tespit davası açmıştır.
10. Davacı N.Ç. dava dilekçesinde eşinin başvurucudan 850.000 Alman markı alacağı bulunduğunu, eşinin cezaevinde olması sebebiyle alacağın tahsiliyle kendisinin ilgilendiğini, başvurucunun borcun bir kısmına karşılık kendisine köyde taşınmaz satın almayı teklif etmesi üzerine başvurucuya tapu devir işlemi için vekâletname ve tapu masrafları için bir miktar para gönderdiğini, başvurucunun taşınmazın bedelinin devir tarihinde belirleneceğini söylerek bedel belirlenene kadar kendisinden bir senet istediğini, boş bir senedi imzalayarak başvurucuya verdiğini, başvurucunun taşınmazları aldığını belirterek üç adet tapuyu kendisine verdiğini ancak tapuların sahte olduğunu, boş olarak verdiği senedi başvurucunun doldurup kambiyo senedi hâline getirdikten sonra icraya koyduğunu belirterek icra takibi nedeniyle başvurucuya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
11. Mahkeme, yargılama sürecinde davacının bildirdiği tanıkları dinlemiş; başvurucunun tanık dinletme taleplerini ise 6/7/2006 ve 20/2/2007 tarihli duruşmalarda herhangi bir gerekçe belirtmeden reddetmiştir.
12. Yargılama sonunda Mahkeme 12/11/2009 tarihli ve E.2005/106, K.2009/400 sayılı karar ile takip konusu senedin tapuları sahte çıkan taşınmazların satın alımıyla ilgili olarak ve hileyle verildiği iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı davasını hile iddiasına dayandırmıştır. Hile bir kimsenin gerçek durumu bilmesi halinde yapılmasına muvafakat etmeyeceği bir muameleye muvafakatini sağlamak için teşebbüs edilen fiil ve hareketlerle, bu yolda sarf edilen sözlerdir. Somut olayda davalının davacının gayriresmi eşine olan 850.000 DM borcunu ödemek için bir taşınmazını devrettiği, kalan kısmı için de köyde taşınmazlar satın almayı teklif ettiği, davacının davalıya satın alınacak taşınmazlar için tapu masraflarına karşılık parça parça toplam 350.000 DM havale yoluyla gönderdiği, satın alınacak taşınmazın satış bedeli belirlenmediğinden bedel belirlenene kadar senet vermesini istediği, bu nedenle icra takibine konu senedin isim, rakam ve tarih kısımları boş olarak imzalanarak davalıya verildiği iddia edilmektedir. Tapu masraflarına karşılık yapılan masraflar için muhtelif banka şubelerine yazılar yazılmış, iddia edilen işlem ile ilgili kayıt bulunamamıştır. Davacı vekili 10/09/2009 tarihli duruşmada, davacı tarafından havale işlemi yapıldığı ancak araştırmalarına rağmen kayıtları çıkaramadığı açıklanmıştır.
İcra takibine dayanak alınan senedin, TTK.’nun 688. maddesinde öngörülen zorunlu unsurları içerdiğinden “bono” niteliğinde kambiyo senedi olduğu anlaşılmaktadır. Bono, soyut borç ikrarı içeren senettir. Soyut borç ikrarı içeren senedin bedelsizliğini lehdara karşı ileri süren taraf, önce senedin belli bir sebebi olduğunu, sonra da bu sebebin gerçekleşmediğini HUMK’nun 288 ve devamı maddeleri gereğince yasal ve yazılı delille kanıtlamak durumundadır. Dinlenen tanık . senedin taşınmaz satışına karşılık verildiği yolunda ifade vermiştir. Tanığın ifadesi takip konusu senedin, hangi taşınmaz ya da taşınmazların satın alınışı ile ilgili olduğu yolunda bir açıklık taşımamakta olup, davacının hile iddiasını kanıtlar nitelikte olmadığı kanaatine varılmıştır. Çünkü taraflar arasında başka taşınmaz devri de gerçekleştirilmiştir. Davacı tarafça tapu masraflarına karşılık 350.000 DM’nin parça parça havale edildiği iddia edilmişse de, bu husus kanıtlanamamıştır.
Davacı tarafça varlığı iddia edilen alacak davacının kendisine ait olmayıp, cezaevinde bulunan gayriresmi eşi M.B.ye aittir. Davacı, gayriresmi eşi M.B.nin vasisi değildir. Davacının gayriresmi eşinin alacağının tahsili için davalı ile bir kısım işlemler yapması, borçlu olduğunu iddia ettiği şahsa tapu masraflarına karşılık 350.000 DM göndermesi, ayrıca tamamen boş bir senedi imzalayarak vermesi hayatın olağan akışına uygun değildir. Davalının sahte tapu senedi düzenlemek suçundan dolayı mahkum edilmiş olmasının, takip konusu senedin tapuları sahte çıkan taşınmazların satın alınması için davalıya verildiği iddiasını kanıtlar nitelikte olmadığı sonucuna varılmış, Ağır Ceza Mahkemesi kararının gerekçe kısmındatakip konusu senetten söz edilmediği de dikkate alınarak Ağır Ceza Mahkemesi dosyasının Yargıtay’dan dönüşünün beklenmesine gerek görülmemiştir. HUMK.’nun 288. maddesine uygun yasal ve yazılı delillerle takip dayanağı senedin Ağır Ceza Mahkemesine konu Bismil’de bulunan taşınmazların satın alınışı ile ilgili verildiği iddiasını kanıtlayamayan senet borçlusunun ancak karşı tarafa yemin teklif etme hakkı vardır. 10/09/2009 tarihli duruşmada davacı tarafa bu yöndeki iddiası yönünden yemin deliline dayanıp dayanmayacağı sorulmuş, davacı vekili 09/10/2009 tarihli dilekçesi ile yemin deliline dayanmayacaklarını açıklamıştır. HUMK.’nun 344 ve izleyen maddeleri gereğince yemin kesin delillerdendir. Davacının, takip konusu senedin hile ile tapuları sahte çıkan taşınmazların satın alınışı ile ilgili olarak verildiği iddiasını kanıtlayamadığı anlaşılmış, davanın reddine karar vermek gerekmiştir."
13. Davacının temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25/5/2010 tarihli ve E.2010/548, K.2010/6188 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında sahte tapu senedi düzenlemek suçundan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde açılan ceza davasının sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
14. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 4/11/2010 tarihli ve E.2010/10529, K.2010/11437 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
15. Bozma sonrası Mahkemenin E.2010/473 sırasına kaydedilen dosyada Mahkeme, bozma ilamına uyulmasına ve başvurucu hakkında Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde açılan ceza davasının sonuçlanmasının beklenmesine karar vermiştir.
16. Başvurucu, bozma sonrasındaki yargılama sürecinde 15/11/2011 tarihli dilekçe ile tanık dinletme talebinin daha önce iki kez gerekçesiz reddedilmesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek isimlerini bildirdiği tanıkların dinlenmesini talep etmiş; hile iddiasına dayanan davanın ilgili Kanun'da öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde açılmamış olması nedeniyle reddi gerektiğini ileri sürmüştür.
17. Mahkeme 27/12/2011 tarihli ve E.2010/473, K.2011/424 sayılı karar ile davanın kabulüne, başvurucu tarafından başlatılan takip nedeniyle davacının borçlu olmadığının tespitine, takibin iptaline, takip dayanağı senedin bedelsiz olduğunun tespitine, 320.000 TL kötü niyet tazminatının başvurucudan alınıp davacıya verilmesine karar vermiştir.
18. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:
"...
Dosya kapsamına, toplanan delillere, celp edilen dosya içeriklerine, tarafların iddia ve savunmaları ile kamu davasında dinlenen tanık beyanlarına göre; davacı N.Ç.nin dava dışı M.B. ile birlikte yaşadığı, ... M.B.nin davalı Ali Yanar'dan alacaklı olduğu, M.B.nin cezaevine girmesi nedeniyle davacı Nurten Çelik'in bu alacakla ilgilendiği, bu borç ilişkisi nedeniyle davalı Ali Yanar'ın davacıya Ankara ili, Çankaya İlçesi, Murat Mahallesinde kain 7297 ada 15 nolu parseldeki taşınmazı 12/06/1998 tarihinde devrettiği, davalının bakiye borç için gayrimenkul alma teklifinde bulunduğu, davacının da bu teklifi kabul ettiği, adına gayrimenkul alması için davacının davalıya Bakırköy 2. Noterliğince düzenlenmiş 05/06/2000 gün 15488 yevmiye nolu vekaletnamesiniverdiği,aradanbirsüregeçtiktensonradavalınındavacıyagayrimenkulleri aldığına dair 2 adet sahte tapu senedi getirip verdiği, ayrıca davacının davalıya masraf olarak 350.000 D.Mark para verdiği anlaşılmıştır.
Düzenlendiği sırada hazır bulundukları anlaşılan tanıklar, A.B.nin Cumhuriyet Savcılığında 04/05/2005 tarihinde verdiği ifadesi ile aynı tanığın ve diğer tanık B.Ç.nin Mahkememizde verdikleri 17/05/2006 tarihli ifadelerinde: düzenlendiği sırada boş olarak verilen imzalı senedin sonradan bono haline getirilerek takibe dayanak yapıldığı açıklanmıştır.
Batman 4. İcra Müdürlüğünün 2004/3573 sayılı dosyasında takip dayanağı yapılan senet sahte tapular verilmek suretiyle aldatılarak davacının elinden alınmış, imzalı senet iken bono haline getirilerek kambiyo takibine dayanak yapılmıştır.
Davalının davacıya verdiği tapuların sahteliği Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/108 esas, 2010/237 karar sayılı kararı ile sabittir.
Davalı sahte tapular karşılığında davacıdan 350.000 D.Mark para ile icra takibine dayanak yaptığı boş ve imzalı senedi almıştır. Batman İcra Müdürlüğünün 2004/3573 takip sayılı dosyasında takibe dayanak yapılan imzalı senedin, bono vasfında olmadığı gibi bedelsiz olduğu dosyadaki delillerle davacı tarafından kanıtlanmıştır.
Toplanan delillere tarafların iddia ve savunmalarına ve tüm dosya kapsamına göre davacının iddiası sabit olmuştur.
Yukarıda açıklanan gerekçeye göre, davanın kabulü gerekir."
19. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 8/5/2012 tarihli ve E.2012/3291, K.2012/8113 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi."
20. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 17/4/2013 tarihli ve E.2012/11430, K.2013/7213 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
21. Nihai karar başvurucuya 13/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 11/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
23. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 31. maddesi şöyledir:
“Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan eder.
Hile ile haleldar olmuş yahut ikrah ile yapılmış olan bir akde icazet, zarar ve ziyan talebinden feragati istilzam etmez.”
24. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 72. maddesi şöyledir:
“Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.
...
Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir....”
25. 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 688. maddesi şöyledir:
“Bono veya emre muharrer senet:
1. Senet metninde (Bono) veya (Emre muharrer senet) kelimesini ve senet Türkçe'den başka bir dilde yazılmışsa o dilde bono karşılığı olarak kullanılan kelimeyi;
2. Kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedeli ödemek vaadini;
3. Vadeyi;
4. Ödeme yerini;
5. Kime ve kimin emrine ödenecek ise onun ad ve soyadını;
6. Senedin tanzim edildiği gün ve yeri;
7. Senedi tanzim edenin imzasını;
ihtiva eder.”
26. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değer leri dörtyüz milyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.”
27. 1086 sayılı mülga Kanun’un 290. maddesi şöyledir:
“Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler dörtyüz milyon liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu; aleyhine açılan menfi tespit davasında davacının delillerinin toplanıp tanıkları dinlendiği hâlde kendisinin tanık dinletme talebinin Mahkemece 6/7/2006 ve 20/2/2007 tarihli duruşmalarda gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, 15/11/2011 tarihli dilekçeyle tanık dinletme istemini Mahkemeye yazılı olarak bildirdiğini ancak bu talebi değerlendirilmeden aleyhine karar verildiğini, tanıklarının dinlenmemesinin sebebinin gerekçeli kararda belirtilmediği gibi bu konudaki temyiz itirazlarının ve karar düzeltme talebinin de Yargıtay ilgili Dairesi tarafından gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, davacının hile iddiasına dayanan davasını 818 sayılı mülga Kanun'un 31. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde açmaması nedeniyle davanın reddi gerektiğine yönelik iddiasının Derece Mahkemelerince değerlendirilmediğini, somut davayla ilgisi olmayan Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/108 sayılı dosyasında verilen karara dayanılarak hüküm kurulmasının doğru olmadığını, gerekçeli kararda takibe konu senedin bono vasfında olmadığının belirtildiğini ancak bu hususun gerekçelendirilmediğini belirterek Anayasa'nın 10., 36. ve 141. maddelerinde düzenlenen ilke ve hakların ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
31. Başvurucu; tarafı olduğu davada tanıklarının dinlenmediği, esaslı iddialarının değerlendirilmediği ve somut davayla ilgisi olmayan bir ceza davasında verilen karara dayanılarak hüküm kurulmasından şikâyet etmektedir. Bu itibarla başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında iki başlık altında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Delillerin Hatalı Değerlendirildiğine ve Tanık Dinletme Talebinin Haksız Reddedildiğine İlişkin İddialar
32. Başvurucu; aleyhine açılan menfi tespit davasında tanık dinletme talebinin gerekçe belirtilmeksizin reddedildiğini, somut davayla ilgisi olmayan Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/108 sayılı dosyasında verilen karara dayanılarak hüküm kurulmasının doğru olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlık görüşünde adil yargılama hakkı kapsamında yer alan güvencelerden birinin silahların eşitliği ilkesi olduğu, bu ilke gereği davanın taraflarından birinin diğeri karşısında zayıf duruma düşürülmemesi gerektiği, adil yargılanma hakkının bir diğer ögesi olan çelişmeli yargılanma hakkı gereğince de davanın taraflarına ileri sürülen deliller ve sunulan görüşlerle ilgili bilgi sahibi olma ve mahkemenin kararını etkilemek amacıyla bunlarla ilgili görüş bildirme imkânı verilmesi gerektiği, tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesinin silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edildiği ifade edilerek başvurucunun şikâyeti incelenirken bu hususların dikkate alınması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
34. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
36. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
38. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
39. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
40. Başvurucu, somut davayla ilgisi olmayan Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/108 sayılı dosyasında verilen karara dayanılarak hüküm kurulmasının doğru olmadığını ileri sürmüştür.
41. Somut olayda başvurucu tarafından hakkında icra takibi başlatılan borçlu, menfi tespit davası açarak başvurucunun icra takibine koyduğu senedi taşınmaz alımına ilişkin olarak boş hâldeyken imzaladığını, başvurucunun kendisine taşınmaz satın aldığını bildirerek getirdiği tapuların sahte olduğunun ortaya çıktığını, buna rağmen başvurucunun söz konusu senedi doldurup icraya koyduğunu ileri sürerek borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu ise takip konusu senedin taşınmaz satımına ilişkin olarak değil, para borcuna karşılık verildiğini savunmuştur.
42. Mahkemece dosya kapsamındaki deliller değerlendirilerek başvurucunun takibe koyduğu senedin davacının elinden sahte tapu verilmek suretiyle aldatılarak alındığı, bono vasfını taşımadığı, bedelsiz olduğu ve bono hâline getirilerek takibe konulduğu gerekçesiyle davacının başvurucuya borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir. Gerekçeli kararda başvurucu tarafından davacıya verilen tapuların sahte olduğunun Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/108 sayılı dosyasında verilen kararla sabit olduğuna işaret edilmiş, bunun dışında söz konusu kararın doğrudan hükme dayanak yapıldığına yönelik bir açıklamaya yer verilmemiştir (bkz. § 18). Mahkemece iddia ve savunma ile dosya kapsamındaki tanık beyanları ve diğer deliller birlikte değerlendirilerek karar verildiği anlaşılmış, yapılan bu değerlendirmede bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
43. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiası incelendiğinde iddianın özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu ve bireysel başvuru kapsamında inceleme konusu yapılamayacağı anlaşılmaktadır.
44. Başvurucu, ayrıca tanık dinletme talebinin gerekçe belirtilmeksizin reddedilmesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup bu hak da makul sürede yargılanma hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
46. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi,mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).
47. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara, tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir. (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
48. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Yüksel Hançer, § 19).
49. Öte yandan hukuk davasında ileri sürülen iddialarla ilgili tanık dinlenmesinin mümkün olup olmadığı, hangi iddiaların ne tür delillerle ispat edilebileceği ilgili usul kurallarıyla belirlenen hususlar olup derece mahkemelerinin bu konularla ilgili değerlendirmelerinin mevzuata uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bu bağlamda somut olay açısından başvurucunun tanık dinletme talebinin Mahkemece reddedilmiş olmasında ispat kurallarıyla ilgili mevzuata veya bu konuda yargı kararlarıyla oluşturulmuş uygulamaya aykırı bir durum bulunup bulunmadığı bireysel başvuru incelemesinde değerlendirilemez. Bu noktada yapılacak değerlendirme yargılamanın bütünü itibarıyla adil olup olmadığına ilişkindir.
50. Başvuru formu incelendiğinde başvurucunun tanık dinletme talebinin reddedilmesinden şikâyet ettiği ancak tanıkların hangi olgular hakkında bilgi sahibi oldukları ve dinlenmelerinin niçin önemli olduğu konusunda somut bir açıklamaya yer verilmediği anlaşılmaktadır. Gerekçeli kararda, dava konusu uyuşmazlıkla ilgili kamu davasında dinlenen tanık beyanlarına dayanıldığı ve ulaşılan kanaatte bu beyanların belirleyici olduğu (bkz. § 18) da gözetildiğinde yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığına ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır.
51. Açıklanan nedenlerle delillerin hatalı değerlendirildiğine ve tanık dinletme talebinin haksız reddedildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
52. Başvurucu, davacının hile iddiasına dayanan davasını 818 sayılı mülga Kanun'un 31. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde açmaması nedeniyle davanın reddi gerektiğine yönelik iddiasının Derece Mahkemelerince değerlendirilmediğini, gerekçeli kararda takibe konu senedin bono vasfında olmadığının belirtildiğini ancak bu hususun gerekçelendirilmediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Bakanlık görüşünde, başvurucunun takibe konu senedin neden bono vasfında olmadığının gerekçelendirilmediğine ilişkin iddiası hakkında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen görüş sunulmayacağı bildirilmiş; diğer iddiası yönünden görüş belirtilmemiştir.
54. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
55. Hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, Anayasa'nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 31).
56. Anayasa'daki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36. maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi vardır (Sencer Başat ve diğerleri, § 30; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının anılan mahkemenin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme'nin 6. maddesi, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).
57. Mahkemeler “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33) tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri, § 34).
58. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 26).
59. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
60. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26). Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması, gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Faik Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
61. Başvurucu, bozma sonrasındaki yargılama sürecinde 15/11/2011 tarihli dilekçe ile davacının hile iddiasına dayanan davasını 818 sayılı mülga Kanun'un 31. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde açmaması nedeniyle davanın süre yönünden reddedilmesi gerektiğini iddia ettiğini ancak bu iddianın Derece Mahkemelerince değerlendirilmediğini, gerekçeli kararda takibe konu senedin bono vasfında olmadığının belirtildiğini ancak bu hususun gerekçelendirilmediğini ileri sürmüştür.
62. 818 sayılı mülga Kanun'un 31. maddesinde, yapılan bir sözleşmeye ilişkin hile iddiasının bir yıl içinde ileri sürülmesi gerektiği aksi takdirde sözleşmeye icazet verilmiş olacağı düzenlenmiştir. Başvuru konusu dava sonunda Mahkemenin ulaştığı kanaat, takip konusu senedin başvurucunun iddia ettiği gibi para borcuna karşılık (sözleşmeye dayalı olarak) değil sahte tapu verilmek suretiyle aldatılarak davacının elinden alındığı, bono vasfını taşımadığı, imzalı senet iken bono hâline getirilerek takibe konulduğudur. Dolayısıyla davanın tarafları arasındaki hukuki ilişkinin mahiyeti konusunda başvurucunun iddiasıyla Mahkemenin ulaştığı sonuç farklı olup Mahkeme, taraflar arasında para alışverişine ilişkin bir sözleşme ilişkisi bulunmadığı sonucuna ulaştığından başvurucunun sözleşme ilişkisiyle ilgili olan hak düşürücü süre iddiasına açıkça yanıt verilmemiş olmasında gerekçeli karar hakkı yönünden bir sorun bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
63. Öte yandan gerekçeli kararda, başvurucu tarafından icraya konulan senedin imzalı senet iken bono hâline getirilmek suretiyle takibe konulduğu belirtilerek senedin neden bono vasfında kabul edilmediğine yönelik bir gerekçenin ortaya konmuş olduğu görülmüştür.
64. Bu itibarla karar gerekçesinin davaya konu olay ve olguların Mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olduğu, temyiz mercinin onama kararında İlk Derece Mahkemesi kararındaki gerekçenin benimsendiği ve temyiz itirazlarının hangi nedenle reddedildiğinin açıklandığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan Derece Mahkemelerinin kararlarında yeterli gerekçe bulunduğu sonucuna varılmıştır.
65. Açıklanan nedenlerle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Delillerin hatalı değerlendirildiğine ve tanık dinletme talebinin haksız reddedildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
14/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.