TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAMAZAN ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7247)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur
ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Ramazan
ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim
BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından hısımları M.M.Ç. ve H.Ç.nin kaçırıldığı ve yedi gün boyunca alıkonulduğu
dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile
mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, hısımları M.M.Ç ve H.Ç.nin
9/7/1993 tarihinde terör örgütü mensupları tarafından kaçırılıp yedi gün dağda
tutulduktan sonra serbest bırakıldığını beyan etmiş ve bu özel durumundan
kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını
iddia etmiştir.
6. Başvurucu 4/4/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
7. Komisyon 6/1/2011 tarihli ve 2011/1-93 sayılı kararında,
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda dosyanın incelenmesi sonucunda Sason ilçesi Dereköy
köyü Şahinli mezrası boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı
olmadığından bahisle talebin reddine karar verilmiştir.
8. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
9. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/236,
K.2011/1367 sayılı kararında davanın reddine karar vermiştir. İlgili gerekçe
şöyledir:
“... Dereköy köyü
merkezinin ve Şahinli, Göşek mezralarının 1993-1996
tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Oyluca mezrasının 1993-2001 tarihleri arasında tamamen
boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, ... 1987-2000 yılları arasında Dereköy köyünde GKK ve GÖKK görevlendirildiği ve koruculuk
sisteminin bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 841, 1997 yılında 1.240, 2000
yılında 1.296 kişi olduğu, ... 1990-2000 yılları arasında muhtarlık
seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya
gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da sandık kurularak seçimlerin düzenli olarak
yapıldığı, ... Yukarı Dereköy İlköğretim Okulu'nun
1994-2000 yılları arasında güvenlik sebebiyle eğitim ve öğretime kapalı
olduğunun ifade edildiği görülmektedir.
...Dereköy köyü
Şahinli mezrası halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç
etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış
olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış
olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması
nedenleriyle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki
olanak bulunmadığı...”
10. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 22/5/2012 tarihli ve E.2012/1928, K.2012/3353 sayılı ilamı ile
kararın bozulmasına hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“...uyuşmazlıkta öncelikle Şahinli mezrasının
tamamen boşaltılıp boşaltılmadığının tespit edilmesi gerekmekte olup; ...
Şahinli mezrasının “terör eylemleri” veya “terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler” nedeniyle idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılıp boşaltılmadığına ilişkin çelişkili bilgiler yer aldığı anlaşılmakta
olup; Şahinli Mezrası’nın “terör eylemleri” veya “terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler” nedeniyle idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılıp
boşaltılmadığına ilişkin çelişkili bilgiler yer aldığı anlaşılmakta olup; İdare
Mahkemesi’nce yapılacak araştırma ile söz konusu belgeler arasındaki çelişki
giderilerek, uyuşmazlık konusu dönemde adı geçen mezrada köy korucuları dışında
oturan olup olmadığı (mezranın tamamen boşaltılıp boşaltılmadığı) hususunun
araştırılması ve bu hususun tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklığa
kavuşturulmasından sonra bir karar verilmesi gerekmektedir...”
11. Danıştayın bozma kararları
doğrultusunda değerlendirme yapılarak dava dosyasının yeniden incelenmesi
suretiyle Batman İdare Mahkemesinin 24/8/2012 tarihli ve E.2012/4643,
K.2012/5120 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe
şöyledir:
“…Mahkememizin E:2011/60 sayılı dava
dosyasında (Diyarbakır 3. İdare Mahkemesince) yapılan 11.05.2011 tarihli;
E:2011/218 sayılı dava dosyasında Mahkememizce yapılan 17.10.2011 tarihli ara
kararı uyarınca gönderilen (ve Mahkememizin E:2011/218, E:2011/4555 sayılı
dosyalarının UYAP sisteminde de yer alan) bilgi ve belgelerle birlikte
incelenmesinden; “EK-A (1 Adet Boşalan ve Dönüş Yapılan Köy ve Mezra
Çizelgesi)”nin bulunduğu, Batman İl Jandarma
Komutanlığının 25.03.2011 tarih ve 18647 sayılı yazısı eki Liste ile 28.08.2012
tarih ve 50801 sayılı yazısı eki Listede, Dereköy
köyü (merkez) ile Şahinli ve Göşek mezralarının
“kısmen boşaldığı”nın, Oyluca
mezrasının ise “tamamen boşaldığı”nın belirtildiği,
09.05.2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında, “terör olaylarından etkilenen köy”
olarak belirtildiği, 1987–2000 yılları arasında geçici köy korucusu (GKK) ve
gönüllü köy korucusu (GÖKK) görevlendirilen köylerden olduğu, korucu aileleri
haricinde köyde ikamet eden hane sayısını gösterir 28.08.2012 tarih ve 50801
sayılı yazısı eki liste, davacının ikamet ettiği Dereköy
köyüne yer verildiği ve korucu ailesi dışında 100 hanenin ikamet ettiğinin
belirtildiği, Batman Valiliği İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğünün 17.04.2006
tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 841, 1997
yılında 1.240, 2000 yılında 1.296 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu
Başkanlığının 04.09.2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının
köyünün de bulunduğu köylerde 1990–2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin
yapıldığının belirtildiği görülmektedir.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, davacının
yerleşim yerinin “tamamen boşalıp boşalmadığı” hususunun, dava dosyasında
mahkememizce yapılan ara kararı üzerine sunulan bilgi ve belgeler, aynı köy ve
mezraya ilişkin dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerin birlikte
değerlendirilmek suretiyle tespiti gerekmektedir.
Buna göre, davacının ikamet ettiği Şahinli
mezrasının bağlısı olduğu Dereköy köyüne (mezra
bazında nüfus sayımı ve seçim sandığı kurulmadığından) ilişkin olarak; yukarıda
ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, düzenli bir yerleşik nüfusun bulunduğu,
yerel ve genel seçimlerin yapıldığı, ayrıca geçici ve gönüllü köy korucusu
sistemine dahil olmadığı hususlarında kuşku bulunmamaktadır.
Dava dosyasında yer alan ve Jandarma
görevlileri ile Dereköy köyünün hâlihazır ve eski
muhtarı, Zafer Mahallesi muhtarı, aza ve köy halkından olduğu belirtilen
kişilerce imzalanan 16.09.2010 tarihli tutanakta; “...Dereköy
köyünde ve mezralarında köy halkının terör olaylarının başladığı 1993 yılından
itibaren köyden göç ederek köyü boşalttıkları, 1996 yılından itibaren kısmen
dönüşlerin olduğu, halen bazı vatandaşların köye dönüş yapmadığı, köyde görev
yapan geçici ve gönüllü köy korucularının ise köyde terörle mücadele ettiği,
... Dereköy köy muhtarı, köy azası, köy sakinlerinin
ve Dereköy köyüne komşu muhtarlarının beyanından
anlaşılmış olup...” ibaresine yer verilmiştir.
Mahkememizce, Dereköy
köyüne ait yukarıda anılan dava dosyalarında yer alan ve (11.05.2011 ve
17.10.2011 tarihli ara kararları uyarınca gönderilen) bilgi ve belgeler ile
Danıştay kararı doğrultusunda yapılan ara kararı uyarınca sunulan bilgi ve
belgelerin birlikte değerlendirilmek suretiyle, hükme esas alınan Batman İl
Jandarma Komutanlığının 25.03.2011 tarih ve 18647 sayılı yazısı eki Liste ile
28.08.2012 tarih ve 50801 sayılı yazısı eki Listede ise, Dereköy
köyünün ve Şahinli mezrasının “kısmen boşaldığı”nın
belirtilmesi, ayrıca 03.03.2011 tarihli tutanak içerisinde, Dereköy
köyü ve bağlısı mezralarda ikamet eden şahıslar hakkında tamamen boşaldığı ileri
sürülen tarihleri de kapsayan tarihlerde Sason Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen soruşturma dosya esas numaralarına yer verildiği ve anılan soruşturma
kapsamındaki kişilerin yerleşim yerlerinin Dereköy
köyü ve bağlısı mezralar olduğunun anlaşılması karşısında, söz konusu tutanağın
içeriğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yukarıda anılan dava dosyalarında da yer alan
Sason İlçe Jandarma Komutanlığınca İl Jandarma Komutanlığına hitaben yazılan
11.03.2011 tarih ve 1668 sayılı yazıda, “İlgi emir gereğince, Sason ilçesinde
boşalan köylerin araştırılması sonucu Komutanlığımızca tutularak gönderilen
tutanaklar arasında ciddi çelişkiler olduğu bildirilmiştir.” ibaresine yer
verildikten sonra, Sason ilçesine bağlı belde, mahalle, köy ve mezralarda,
mahalle ve köy muhtarlarından, ihtiyar heyetlerinden, mahalle ve köy halkından,
komşu köylerin muhtar ve ihtiyar heyetlerinden titiz bir şekilde araştırma
yapılmak suretiyle köy ve mezraların tamamen boşalıp boşalmadığı, boşalanların
hangi tarihler arasında boşaldığı, korucu aileleri dışında ikamet eden
ailelerin bulunup bulunmadığı ve 1987–2000 yılları arasında koruculuk sistemine
dahil olan ve olmayan köylerin tespit edildiği, bahse konu hususların
araştırılması esnasında, Sason Kaymakamlığı, İlçe Nüfus Müdürlüğü, İlçe Milli
Eğitim Müdürlüğü ve İlçe Seçim Müdürlüğü ile yazışmalar yapıldığı, (köy
muhtarlarının, köy halkının ve komşu köy muhtarları ile köy halkından)
1987–2000 yılları arasında tamamen boşaldığı beyan edilen köy ve mezralar
hakkında Sason Cumhuriyet Başsavcılığınca köy ve mezralarda ikamet eden
muhtelif şahıslar ile ilgili adli soruşturma yapıldığı ve bu soruşturmalar
içeriğinde bazı vatandaşların (boşaldığı belirtilen) köy ve mezralarda ikamet
ettiklerinin tespit edildiği, ayrıca Sason Askerlik Şubesi Başkanlığınca benzer
şekilde köy ve mezralarda ikamet eden şahıslar olduğuna dair resmi belgelerin
sunulduğu belirtildikten sonra, “EK-A (1 Adet Boşalan ve Dönüş Yapılan Köy ve
Mezra Çizelgesi)”ne yer verilmiştir.
O halde, davacı vekilince sunulan ve Sason
İlçe Jandarma Komutanlığınca “imzası bulunanların beyanları doğrultusunda”
düzenlenen 16.09.2010 tarihli tutanakta, Dereköy köyü
ve bağlı mezralarının 1993–1996 yılları arasında tamamen boşaldığı, korucuların
köyde terörle mücadele ettikleri beyan edilmiş ise de; yukarıda anılan
11.03.2011 tarih ve 1668 sayılı İlçe Jandarma Komutanlığı yazısı uyarınca,
bütün mahalle, köy ve mezra halkıyla yapılan araştırmalar, Sason Kaymakamlığı,
Cumhuriyet Başsavcılığı, Askerlik Şubesi Başkanlığı, İlçe Nüfus Müdürlüğü, İlçe
Seçim Müdürlüğü ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinden alınan bilgi ve belgeler
ile korucular hakkındaki bilgi ve belgeler esas alınmak suretiyle hazırlanan
“boşalan köy ve mezralara” ilişkin Mahkememizce de hükme esas alınan çizelgede,
davacının ikamet ettiği Şahinli mezrasının “Belirtilen Tarihler Arasında Kısmen
Boşalmıştır.” olarak belirtildiği, ayrıca söz konusu tarihler arasında korucu
aile dışında 100 hanenin ikamet ettiği görüldüğünden, 16.09.2010 tarihli
tutanağın hükme esas alınmasını kabule olanak bulunmamaktadır.
Diğer yandan, Batman İl Jandarma
Komutanlığının 2006 gün ve 06 sayılı yazısı ekinde yer alan listede, “terör
olaylarından tamamen etkilenen köy” olduğu belirtilmiş ise de, söz konusu
belgenin İl Jandarma Komutanlığınca daha sonraki tarihlerde ve çelişkili
bilgilerin giderilmesi amacıyla yeniden hazırlanan listede Dereköy
köyü merkezi ile Şahinli ve Göşek mezralarının
“kısmen boşalmıştır”, Oyluca mezrasının ise
“1993–2001 yılları arasında “tamamen boşalmıştır” bilgisine yer verilmesi, ayrıca
yerleşik Danıştay içtihatları uyarınca, nesnel güvenlik kaygısının yaşandığının
“tamamen boşalmış” olması ve korucu ailesi dışında ikamet eden kimsenin
kalmamış olması gerektiği kuşkusuz olup, 2006 gün ve 06 sayılı yazı ekinde ise,
köyün boşalıp-boşalmadığına yönelik olmaması, sadece terör olaylarından
etkilenmesine yönelik olması ve Sason Cumhuriyet Başsavcılığında yürütülen
soruşturma dosyalarına yer verilen 03.03.2011 tarihli tutanak içeriğinde,
hakkında soruşturma yapılan kişilerin Dereköy köyü ve
bağlısı mezralarda ikamet ettiğinin belirtilmesi nedeniyle, hükme esas
alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda; yukarıda anılan dava dosyalarında
yapılan ara kararları uyarınca gönderilen bilgi ve belgeler ile dava dosyası
birlikte değerlendirildiğinde, davacının ikamet ettiği Şahinli mezrasının
bağlısı olduğu Dereköy köyünün yerleşik bir nüfusunun
olması, yerel ve genel seçimlerin yapılması, köyde korucuculuk
sistemi bulunmadığından korucu ailesinin olmaması ve davacı vekilince sunulan
tutanaktan daha sonra İlçe Jandarma Komutanlığınca her bir köy ve mezrada
yapılan inceleme, resmi kurumlardan alınan bilgi ve belgeler birlikte
değerlendirildikten sonra hazırlanan çizelgede de “kısmen” boşaldığının
belirtilmesi karşısında, davacının ikamet ettiği yerleşim yerinin “tamamen
boşalmamış” olması, diğer bir ifadeyle nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış
olması ve davacıya yönelik herhangi bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmaması nedenleriyle, dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır…”
12. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 14/3/2013 tarihli ve E.2012/12244, K.2013/1951 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir. Onama kararı başvurucuya
9/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 26/9/2013 tarihlerde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
15. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un
1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy korucusu olmak yahut köyü terk
etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ile terör örgütü
mensuplarınca hısımları M.M.Ç. ve H.Ç.nin terör
örgütü tarafından kaçırılması ve yedi gün alıkonularak serbest bırakılmasına
dair özel durumu dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut
gerekçesine ve şahsına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmamasına
dayanılarak, sunduğu belgeler değerlendirilmeden idare tarafından sunulan
belgelerin dikkate alındığını, bu belgeler tebliğ edilmemek suretiylekendisine
savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını belirtmiştir.
18. Başvurucu; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgeleri dikkate
alarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve
gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, davasının reddine
karar verilmesi nedeniyle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen
şahsına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldığını,
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı
değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da
yazmayan bir neden ileri sürülerek Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin
reddedildiğini, yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve maddi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun; 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16).
20. Başvurucu, terör örgütü mensupları tarafından 9/7/1993
tarihinde hısımları M.M.Ç. ve H.Ç.nin kaçırıldığını
beyan etmiştir. Anayasa Mahkemesinin 5/6/2015 tarihli yazısı ile başvurucudan,
mağdur oldukları beyan edilen kişiler ile başvurucu arasında şahsi ve özel bağ
bulunduğuna dair başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat etmeye
yönelik elverişli delilleri Mahkemeye sunması istenmiş; gönderilmeyen bilgi ve
belgelerin başvurunun değerlendirilmesinde dikkate alınmayacağı ve dosya
kapsamına dâhil edilmeyeceği bildirilmiştir. Başvurucu 7/7/2015 tarihli
dilekçesi ile M.M.Ç.nin, kız kardeşinin eşinin amcası
olduğunu beyan etmenin dışında bu iddiasına yönelik elverişli delil niteliğinde
olan nüfus kayıt örneklerini Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Başvuruya konu
ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi
Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya aittir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, §
38). Başvurucu tarafından soyut şekilde hısımlık derecesinin belirtilmesi ile
yetinildiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir.
21. Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde idarenin
can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu maruz
kaldığı mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında gerçek zararını
karşılayacak bir giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını
belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir. Anılan ihlal iddiaları, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlali iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak
değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.
Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebi kısmen kabul edilmekle birlikte zararının eksik hesaplandığı
gerekçesiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde
tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
23. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
24. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
26. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
27. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
28. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
31. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu; başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
32. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
33. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
35. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin derece mahkemeleri kararlarında
denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
36. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun
talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında İlk
Derece Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup
olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler
kapsamında değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
11), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçeleri hukuka uygun
bulunmak suretiyle kanun yolu denetiminden geçerek (bkz. § 12) kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun -hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında- gerekçeli
karar haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
39. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında; Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
41. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (4/4/2006) ile nihai karar tarihi (14/3/2013) arasında geçen 6 yıl 11
aylık sürede, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
44. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
ve açtığı davanın kız kardeşinin eşi H.Ç.nin 9/7/1993
tarihinde terör örgütü mensuplarınca kaçırılması, yedi gün alıkonulması ve
akabinde serbest bırakılması noktasındaki özel durumu dikkate alınmaksızın
Mahkemece mukim olduğu köyün tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel
ölçütten hareketle reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde
tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
45. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
bulundukları yerleri kendi istekleriyle terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
46. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemiştir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
47. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır
(Sabri Çetin, §§ 45-50; Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye,
B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki takdir esasen derece
mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz takdir
hatası içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip
edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması
gerekebilecektir (Mesude Yaşar, §
93; Cahit Tekin, § 88).
48. Başvurucunun, kız kardeşinin eşinin terör örgütü
mensuplarınca kaçırılmasından kaynaklanan güvenlik kaygısıyla köyünü terk
ettiği ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve belirtilen vakıaya ilişkin
tutanaklar ile soruşturma evrakını Derece Mahkemelerine ibraz ederek terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile yerleşim yerini terk
ettiği noktasındaki özel durumunun dikkate alınmasını talep ettiği
anlaşılmaktadır.
49. Bu çerçevede başvurucunun en yakın aile fertlerinden olan
kız kardeşinin eşinin terör örgütü mensuplarınca kaçırılması ve sonrasında
serbest bırakılması, bu olay hakkında yargılama dosyalarındaki somut bulgular,
tespit tutanakları dikkate alındığında belirtilen olay akabinde başvurucunun
yerleşim yerinden ayrıldığı iddiası karşısında başvurucunun talebinin 5233
sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesi için nesnel ölçütten
yararlanılması tek başına yeterli olmayıp terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle yerleşim yerini terk edip etmediği
noktasında farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesi gerekmesine rağmen
Derece Mahkemesince anılan incelemelerin yapılmadığı tespit edilmiştir. Talep
hakkında değerlendirme yapılırken başvurucunun özel durumunun incelenmemesi,
Kanun’un amacının yanı sıra yakın hısmı terör örgütü
mensuplarınca kaçırılan başvurucunun terör olaylarından kaynaklanan güvenlik
kaygısı ile yerleşim yerini terk edip etmediği konusundaki maddi vakıanın
tespitine de uygun görülmemektedir.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
52. Başvurucu, başvuru formunda belirttiği maddi tazminat
miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.
53. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Batman İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.