logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ramazan Acar [2.B.], B. No: 2013/7939, 15/12/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RAMAZAN ACAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7939)

 

Karar Tarihi: 15/12/2015

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

Leyla Nur ODUNCU

Başvurucu

:

Ramazan ACAR

Vekili

:

Av. Mehmet Cemal İLGE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış olan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; açılmış olan iptal ve tam yargı davasının reddedilmesi sonucu ayrımcılığa maruz bırakılması nedeniyle eşitlik ilkesinin; terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/10/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 2/2/2015 tarihli görüş yazısında benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda daha önce sunulan görüşlere atıf yapılarak somut başvuru için ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, Batman ili Kozluk ilçesi Geçitaltı köyü Hov (Gevro) mezrasında ikamet etmekte iken terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.

8. Başvurucu, 15/12/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.

9. Komisyon, 23/10/2007 tarihli ve 2007/2-1142 sayılı kararında “... dosyasının incelenmesi sonucunda adına kayıtlı arazilerin orman arazisi olduğu tespit edilmiştir. 04/10/2004 tarih ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle müracaatçıya; köydeki bina ve eklentilerinin bakımsızlıktan yıkıldığı ayrıca arazilerine ulaşamamaktan dolayı zarara uğradığını beyan etmiş ve bu zararının tazminini talep etmiş ise de bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, orman bilirkişi raporu ve dosyasında bulunan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu kişinin zirai arazisine ulaşamamaktan doğan ayrıca bina ve eklentilerinin uğradığı zarara karşılık TTM zararı ile ilgili olarak İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün 05.03.2007 tarih ve 1125 sayılı yazısı esas alınarak Komisyon takdiri ile, Toplam 3.000-00- YTL ödenmesine…” karar verilmiştir.

10. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte gönderilen sulhname örneği, başvurucu tarafından kabul edilmeyerek uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır.

11. Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle başvurucu tarafından açılan iptal davasında Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 30/6/2010 tarihli ve E.2008/630, K.2010/1200 sayılı kararı ile süre aşımı nedeniyle davanın reddine hükmedilmiştir.

12. Başvurucu 12/8/2010 tarihinde Batman Valiliğine yeniden başvuruda bulunarak Komisyonca daha evvel verilen kısmi kabul kararı doğrultusunda dosyanın yeniden görüşülmesini talep etmiştir.

13. 27/8/2010 tarihli ve 2010/2-280 sayılı Komisyon kararında “…Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 2008/631 Esas no ve 2010/1200 sayılı Kararı gereğince; kendisine verilen süre içerisinde sulhnameyi imzalamadığı…” gerekçesi ile talebin reddine karar verilmiştir.

14. 7/2/2011 tarihli ve 2011/2-458 sayılı ikinci bir Komisyon kararında “…İlgilinin, 23.10.2007 tarih ve 1142 karar no ile 3.000 TL ödeme kararı verildiği, miktar az bulunduğundan Uyuşmazlık Tutanağı imzalanarak dava açıldığı ve Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 2008/630 esas nolu kararı ile davanın süre aşımından reddedildiği ve ilgili tarafından daha önce karar verilen 3.000 TL’nin ödenmesinin talep edilmesi üzerine; Komisyon Başkanlığımız tarafından Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 2008/630 esas nolu kararına istinaden verilen 27.08.2010 tarih ve 280 nolu kararın iptal edilerek; İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin 07.08.2009 tarih ve 6404 sayılı görüş yazısına istinaden; ilgiliye 3.000,00 TL’nin ödenmesine…” karar verilmiştir.

15. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.

16. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 9/3/2011 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.

17. Belirlenen tazminat miktarı 26/7/2011 tarihinde başvurucu vekilinin hesap numarasına aktarılmıştır.

18. Başvurucu tarafından, Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde açılan Komisyon kararının iptali ve sulhname dışı kalan zararlarının ödenmesi istemli dava, yetkisizlik kararı verilerek Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir.

19. Batman İdare Mahkemesinin 30/3/2012 tarihli ve E.2011/1202, K.2012/2401 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

 “… Yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca, yasada belirtilen durumların gerçekleşmesi halinde, kişilerin terör olaylarından dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açık olmakla birlikte, idarece tazmin edilecek olan zarar miktarının ilgiliye tebliğ edildikten sonra karşılıklı irade beyanlarıyla imzalanan "sulhname"nin, uğranılan zararın tazmini isteminden kaynaklanacak olan uyuşmazlığı daha sonra dava konusu olmayacak şekilde ortadan kaldırmasını amaçlayan ve dolayısıyla, karşılıklı irade beyanıyla uzlaşmayı sağlayarak, uyuşmazlığı idari aşamada çözen bir belge niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

 Olayda, davacının daha önceki başvurusu üzerine 5233 sayılı Kanun uyarınca tazmini gereken zararları tespit edilerek davalı idare ve davacı arasında anlaşma sağlanıp sulhname imzalanmış ve sulhnamede belirtilen zarar kalemlerine karşılık olarak uzlaşmaya varıldığı anlaşılmaktadır.

 Bu durumda, ayni ve nakdi tüm zararlarının karşılandığı kabul ve taahhüt edilerek sulhname imzalandıktan sonra, sulhnamede belirtilen miktar ile gerçek zarar miktarı hesabı arasında fark olduğu iddiası üzerine tazminat talebinin karşılanması mümkün olmadığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır....

20. İtiraz yoluna başvurulması üzerine Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 11/2/2013 tarihli ve E.2012/1564, K.2013/592 sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.

21. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 9/9/2013 tarihli ve E.2013/1526, K.2013/1521 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

22. Ret kararı 3/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 25/10/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

23. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).

24. 5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:

 “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.

 Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.

 Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.

 Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.

 Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”

25. 5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanması” kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”

26. Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in “Nakdî ödemenin şekli ve tutarı” kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:

Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.

Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.”

27. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 25/10/2013 tarihli ve 2013/7939 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu; Batman ili Kozluk ilçesi Geçitaltı köyü Hov (Gevro) mezrasında ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, kabul edilen kısım için idare ile sulhname imzalandığını, sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım için mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu, sulhname kapsamı dışında kalan zararları için açtığı iptal ve tam yargı davasında zararlarının tazmini konusunda davanın reddine karar verilmesi sonucunda Komisyon tarafından açıkça veya zımnen reddedilen zarar kalemlerini kapsamaması nedeniyle sulhname kapsamı dışında tutulan zarar kalemleri için ilgilinin dava açma hakkının saklı bulunduğu yönündeki Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.20008/9584 sayılı kararı ile aykırılığa düşüldüğünü, yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını, Kanun’un açık hükmüne rağmen mağduriyetinin giderilmediğini, Kanun’un lafzına ve amacına aykırı şekilde karar verildiğini, gerçek zararının hesabında birçok zarar kalemi mevcut olmasına rağmen bunların dikkate alınmaması sebebiyle zararının eksik tazmin edildiğini, bu şekilde mülkiyet hakkından yoksun kaldığını, kendi isteği dışında yerleşim yerinden ayrılmak zorunda kalması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesine riayet edilmediğini, kendisi ile aynı zarara uğrayan bireylerden farklı muameleye tabi tutulduğunu belirterek Anayasa’nın 10., 20., 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Eşitlik İlkesinin ve Özel Hayatın Gizliliği İlkesinin İhlal Edildiği İddiası

30. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim talebinin kısmen kabul edilmesi sonucunda idare ile sulhname imzalanmakla birlikte kabul edilmeyen kısım için açtığı davanın Derece Mahkemeleri tarafından reddedildiğini ve bu nedenle ayrımcılığa maruz kaldığını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin, kendi iradesi dışında yerleşim yerini terke mecbur kalması nedeniyle Anayasa’nın 20. maddesinde tanımlanan özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

31. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

 “... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

33. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

34. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.

35. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).

36. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).

37. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).

38. Başvuru konusu olayda başvurucunun Batman Valiliğine sunduğu başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, itiraz ve karar düzeltme talepleri incelendiğinde başvurucunun talep ve davasının reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalması sonucu eşitlik ilkesinin, köyü terke mecbur kalması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin herhangi bir iddia ileri sürmediği görüldüğünden anılan iddiaların Anayasa Mahkemesince incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği mümkün değildir.

39. Açıklanan nedenlerle anılan iddiaların başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası

40. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurunun kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen kısmı için idare ile sulhname imzalanmakla birlikte kabul edilmeyen kısım için iptal ve tam yargı davası açtığını, hükmedilen tazminatın sadece inşaat zararlarına ilişkin olduğunu, gerçek zararının hesabında konut zararı dışında da zarar kalemleri mevcut olduğundan sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım olan arazileri kullanamama sonucu mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu fakat açtığı davanın reddedildiğini, gerçek zararının hesabında arazileri kullanamama durumu ile kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda elde edilen tapu kayıtları dikkate alınmadan gerçekleştirilen eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

41. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar iddiasına ilişkin davanın reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari ve yargısal süreci müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden etkili bir giderim yolu bulunduğundan hareketle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmış olmasına dayanılarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§ 45-58).

42. Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından yapılan araştırma ve inceleme sonucunda başvurucunun arazisine ulaşamaması, ayrıca bina ve eklentilerinin zarara uğraması nedeniyle tespit edilen zararları öngörülen birim fiyatlara tabi tutularak 3.000 TL’lik tazminat miktarı belirlenmiş (bkz. §§ 9, 14) ve başvurucu vekiline, kararlaştırılan tazminat miktarını içerir sulhname örneği ile birlikte sulha davet yazısı gönderilmiştir. Sulh teklifi başvurucu tarafından kabul edilmiştir.

43. Bu durumda başvurucunun ilk davasının süre aşımı nedeniyle reddedilmesi akabinde Batman Valiliğine yeniden başvuruda bulunarak Komisyonca daha önce verilen karar doğrultusunda dosyanın yeniden görüşülmesini talep etmesi sonucu başvurucunun 9/3/2011 tarihli sulhnameyi imzalayarak Komisyonun tespitine esas olan olayla ilgili maddi mağduriyetinin, başvurucunun eksik hesaplandığını beyan ettiği zarar miktarı da dikkate alındığında açıkça orantısız olmayacak şekilde giderildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, zararlarının tamamını karşıladığını beyan ettiği alacağını tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyeti 26/7/2011 tarihinde giderilmiş ve bu hak yönünden başvurucunun mağdurluk statüsü de aynı tarihte sona ermiştir. Öte yandan başvurucu, 5233 sayılı Kanun ile oluşturulan iç hukuk yolunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında (Akdıvar ve diğerleri/Türkiye [Giderim], B. No: 21893/93, 16/9/1996; Doğan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8803-8811/02…, 13/7/2006) belirtilen nitelikleri taşımadığı yahut Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen tazminat tutarının kendisine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir iddiada da bulunmamıştır.

44. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası

45. Başvurucu; yaptığı başvurunun kısmen Komisyonca kabul edilip kısmen reddedilmekle birlikte 5233 sayılı Kanun'un açık lafzına ve amacına rağmen mağduriyetinin tamamen giderilmediğini, Kanun’un lafzına ve amacına aykırı bir şekilde karar verildiğini, idari ve yargısal süreç neticesinde sadece konut zararlarının karşılandığını fakat arazilerini kullanamamaktan kaynaklanan zararlarının tazmin edilmediğini belirterek yapılan yargılama ve verilen kararların adil olmadığından şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun anılan iddialarının özünün derece mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

46. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).

47. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası ve açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular derecesi mahkemesi kararları bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).

48. 5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının yargı yoluna gidilmesine gerek kalmaksızın idarece en kısa süre içerisinde ve tam olarak tespit edilerek sulh yoluyla karşılanmasını amaçlamakta olup belirtilen amaç doğrultusunda ilke ve prosedürler öngörmektedir (Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, § 82).

49. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin, belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun'un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine aittir. 5233 sayılı Kanun'un uygulanması bağlamında daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun bulunduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 45-50). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, § 93; Cahit Tekin, § 88).

50. Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından gerçekleştirilen araştırma ve inceleme sonucunda başvurucunun tespit edilen zararları öngörülen birim fiyatlarına tabi tutularak tazminat miktarı belirlenmiş ve başvurucu vekiline, kararlaştırılan tazminat miktarını içerir sulhname örneği ile birlikte sulha davet yazısı gönderilmiştir. Sulh teklifi başvurucu tarafından kabul edilmiştir.

51. Başvurucu tarafından açılan davada Mahkemece; imzalanan sulhnamenin, karşılıklı irade beyanıyla uzlaşmayı sağlayarak uyuşmazlığı idari aşamada çözen bir belge niteliğinde olduğu, başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini gereken zararları tespit edilerek idare ve başvurucu arasında anlaşma sağlandığı, başvurucunun da ayni ve nakdî tüm zararlarının karşılandığını kabul ve taahhüt ederek sulhnameyi imzaladığı, bu durumda sulhname imzalandıktan sonra sulhnamede belirtilen miktar ile gerçek zarar miktarı arasında fark olduğu iddiası üzerine tazminat talebinin karşılanmasının mümkün bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 19).

52. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Danıştay Onuncu Dairesi İçtihadına Aykırı Karar Verilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

53. Başvurucu, Komisyon kararında karşılanmaması nedeniyle sulhname kapsamına dâhil olmayan zarar kalemleri için açtığı iptal davasında Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararında da belirtildiği gibi bakiye zararlara ilişkin dava hakkı saklı olduğundan bu zararlarının tazmin edilmesi yönünde hüküm kurulması gerekirken davasının reddine hükmedildiğini, bu hâliyle verilen kararın hukuka aykırı olduğunu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

54. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

55. Anayasa'nın 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

56. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.…

57. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

58. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, K.T. 24/6/2010 ve E.2012/50, K.2012/128, K.T. 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma hakkının, hukuk devletinin Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini beyan etmektedir. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi ise hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).

59. Bununla birlikte farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir (Türkan Bal, B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53).

60. Diğer yandan bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi bir şekilde gerçekleştirilmesine aykırılık teşkil etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).

61. Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında, davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise hareket noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stefanica ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, § 34). Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan Bal, § 58).

62. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstererek farklı sonuçlara ulaşmaları, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri çerçevesinde, verilen kararların ihtimale dayalı sonuçlar olmamasını ve birbirine zıt ilamların ortaya çıkmamasını gerektirir.

63. Başvurucunun, kendisiyle aynı statüde olan davacılar lehine hüküm kurulması hakkında dayandığı Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı ilamının incelenmesi neticesinde farklı idare mahkemesince yapılan yargılamada davanın reddi yönünde kurulan hükmün, davacının Komisyon tarafından reddedilen diğer istemine yönelik olarak dava açma hakkının saklı bulunduğunun kabulü gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

64. Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü kapsamında 5233 sayılı Kanun’dan kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını inceleme görevi Danıştay Onuncu Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca alınan 25/4/2011 tarihli E.2011/13, K.2011/13 sayılı kararla Danıştay Dairelerinin yeni iş bölümü esasları belirlenmiş ve bu görev Danıştay Onbeşinci Dairesine devredilmiştir. Aynı yıl Danıştay Onbeşinci Dairesi içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun'un 12. maddesinin madde metni ve gerekçesinden hareketle sulhname imzalanması ile uyuşmazlığın ortadan kalktığından bahisle bakiye zararlar için dava açılamayacağı şeklinde hüküm kurmuştur.

65. Başvuruya konu olayda başvurucunun Batman İdare Mahkemesinde açtığı davada Mahkemenin, başvurucu ve idare arasında karşılıklı irade beyanlarıyla imzalanan sulhnamenin varlığından hareketle davanın reddi yönünde hüküm kurduğu, söz konusu kararın Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi tarafından anılan içtihat değişikliğinden sonraki bir tarih olan 2013 yılında onandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun dosyaya çelişkili karar örneği olarak beyan ettiği kararın 2011 yılındaki içtihat değişikliğinden önce Danıştay tarafından verilen karar olduğu görülmekle söz konusu kararlar ile başvurucunun açtığı davada kurulan hüküm arasındaki farklılıkların Danıştay Onbeşinci Dairesinin içtihat değişikliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

66. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve diğerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94…, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).

67. Yazılı hukuk sistemine tabi ülkelerde içtihat değişmez bir olgu olmadığından mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelmektedir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05…, 30/11/2010, § 28). Ancak aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).

68. Batman İdare Mahkemesi ve Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi kararlarının, Danıştay Onuncu Dairesinin daha önceki kararından farklı bir sonuca neden ulaşıldığı hakkında başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeyi içerdiği değerlendirilmektedir. 2004 yılında kabul edilip aynı yıl yürürlüğe giren 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen idari süreç akabinde uyuşmazlıkların yargıya taşınması ile yeni usul ve sulhname imzalanması işlemi hakkında içtihatların müstakar hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması da nazara alındığında, yeterli gerekçeyle desteklenen içtihat değişikliği sonrasında içtihattan sapma olmadığı gibi başvurucunun bu yönde bir iddiası da mevcut değildir. Kaldı ki başvurucunun, Danıştay Onbeşinci Dairesinin içtihat değişikliği yaptığı tarihten sonraki bir tarihte sulhnamede ödenmesine karar verilen miktarı tahsil ettiği ve akabinde dava açtığı nazara alındığında başvurucunun dayanak gösterdiği karar hakkındaki iddiaları temelsiz kalmaktadır.

69. Aynı hukuki metne ilişkin olarak aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45) Mahkemelerce, hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya da önceki çözümün tatminkâr bulunmaması, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında içtihadın müstakar olması için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi çeşitli nedenlerle içtihat değişikliğine gidilmesi de tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.

70. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

71. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

72. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olayların incelenmesi neticesinde başvurunun bu kısının iki ayrı bölümde incelenmesi uygun görüşmüştür.

 i. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde Açılan Davaya İlişkin Yargılama Sürecinde Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

73. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuruda yürütülen işlemlerin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuştur.

74. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

75. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün olmadığı gibi bu kuralların bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınmaları gerekir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14; Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).

76. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 15/12/2004 tarihinde Komisyona yaptığı başvuruda Komisyonun, başvurucunun talebini kabul edip başvurucuya 3.000 TL ödenmesi yönünde karar verdiği, başvurucunun miktarı az bulması nedeniyle sulhname tasarısını imzalamayarak iptal ve tam yargı davası açtığı, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 30/6/2010 tarihinde süre aşımı nedeniyle davanın reddi yönünde karar verdiği ve kanun yoluna başvurulmayarak aynı tarihte hükmün kesinleştiği anlaşılmaktadır.

77. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu işlemin 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Batman İdare Mahkemesinde Açılan Davaya İlişkin Yargılama Sürecinde Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

78. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuruda idari süreç ve yargılama prosedürünün uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

79. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).

80. Somut başvuru bakımından başvurucu tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında evvelce verilen Komisyon kararı nazara alınarak yeniden inceleme yapılması amacıyla 12/8/2010 tarihinde Komisyona tekrar yapılan müracaat sonrasında 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemlerin yapılması akabinde 7/2/2011 tarihinde başvurucunun talebi kabul edilerek 3.000 TL ödenmesine karar verilmiştir. Belirtilen karar aleyhine 18/3/2011 tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 9/9/2013 tarihli kararı ile tamamlandığı, bu bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında nazara alınması gereken toplam sürenin yaklaşık üç yıl bir aylık bir zaman dilimi olduğu anlaşılmaktadır.

81. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

 “Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

82. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve yaklaşık üç yıl bir ay devam eden yargılama sürecindeki gecikmenin makul olduğu, başvurucunun hakkını ihlal edecek şekilde gecikme bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

83. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul süreyi aştığını ileri sürdüğü yargılamanın uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eşitlik ilkesinin ve özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde açılan davaya ilişkin yargılama sürecinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

6. Batman İdare Mahkemesinde açılan davaya ilişkin yargılama sürecinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına

15/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Ramazan Acar [2.B.], B. No: 2013/7939, 15/12/2015, § …)
   
Başvuru Adı RAMAZAN ACAR
Başvuru No 2013/7939
Başvuru Tarihi 25/10/2013
Karar Tarihi 15/12/2015

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış olan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; açılmış olan iptal ve tam yargı davasının reddedilmesi sonucu ayrımcılığa maruz bırakılması nedeniyle eşitlik ilkesinin; terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Zaman Bakımından Yetkisizlik
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı Köyü terk etme Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Kişi Bakımından Yetkisizlik
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (bariz takdir hatası, içtihat farklılığı vs.-idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 1
2
4
6
7
8
geçici 1
12
geçici 4
13
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 1
14
20
49
Yönetmelik 20/10/2004 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik 27
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi