TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
C.K. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8728)
|
|
Karar Tarihi: 15/12/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.
Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin
MECEK
|
Başvurucu
|
:
|
C.
K.
|
.
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, cezaevinde infaz ve koruma memurları tarafından
yapıldığı iddia edilen işkence ve kötü muameleye ilişkindir.
BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 2/12/2013 tarihinde Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/2/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık tarafından 26/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunulan görüş, 2/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
6. Başvurucu 6/7/2015 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmuştur.
II. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)
aracılığıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı)
S.2012/88022 No.lu dosyasından temin edilen belgelere göre ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. 1983 doğumlu olan başvurucu, başvuru tarihinde Buca Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır.
1. İşkence ve Kötü Muamele İddialarıyla İlgili
Adli Soruşturma
9. Başvurucu, 25/6/2012 tarihinde hükümlü olarak bulunduğu Buca
Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz ve koruma memurlarının Cezaevindeki
bazı uygulamalara itiraz etmesi nedeniyle ellerine ters kelepçe taktıklarını,
gözlerini ve ellerini bağladıklarını, kıyafetlerini çıkararak suya
soktuklarını, yerde tekme ve yumrukla darbettiklerini,
“Biz böyle işkence yaparız, bize kimse hesap
soramaz.” diyerek kendisini tehdit ettiklerini ileri sürerek Aliağa
Cumhuriyet Başsavcılığına 19/7/2012 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur.
S.2012/2191 sayı ile kaydedilen dosyada başvurucunun 19/7/2012 tarihli ifadesi
şöyledir:
“… Ben halen İzmir Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak
kalmaktayım. Buca Kapalı Cezaevinden buraya bundan iki hafta kadar önce sevk
edildim. Buca Cezaevinde infaz koruma memurları bana işkence ettiler. Ben bu
konuyla ilgili İnsan Hakları Komisyonuna, Adalet Bakanlığına, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine, Dünya Af Örgütüne, Orta Araplar Birliği Başkanlığına,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına, Cezaevi
Savcılığına, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben dilekçeler yazdım.
Gönderdiğim dilekçeleri hangi numaralarla gönderdiklerini görevli memurlara
sorduğumda bana cevap vermediler. Tam olarak hatırlamıyorum ancak 31/6/2012 ya
da 1/7/2012 tarihinde Buca Kapalı Cezaevinde kalmakta olduğum hücreden ismini
Recep olarak bildiğim infaz ve koruma memuru ve yanında bulunan 10-11 tane
infaz ve koruma memuru da dahil olmak üzere beni alıp bilmediğim bir odaya
götürdüler. Bana bağırıp çağırdılar. Bana seni başka bir bölüme vereceğiz orada
yatacaksın dediler. Çok pis ve kötü bir odaydı. Benim götürüldüğümü aynı
bölümde kaldığım arkadaşım S.K. da şahittir. Onlara cezaevi müdürüyle görüşmek
istediğimi söyleyince, ‘Ulan bizim canımızı sıkıyorsun’ diyerek bana
saldırdılar ve vurarak yere yatırdılar. Sonra üzerimdeki elbiselerimi
çıkarttılar, ellerimi arkadan kelepçelediler. Dolu olan bir kova su getirerek
beni baş aşağı o kovanın içine soktular. Ben nefessiz kaldıkça tekrar tekrar yaptılar.
Namaz kıldığımdan başımda bulunan sarıkla benim ağzımı bağladılar. Sonra
kendimden geçmişim. Bu olaydan dolayı benim psikolojim bozuldu. Kendime gelince
aynı gün içerisinde bileklerimi keserek intihar girişiminde bulundum. Bununla
ilgili doktor raporlarım mevcuttur. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
tedavim yapıldı.”
Yapılan
soruşturma sonucunda Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığının 21/7/2012 tarihli ve
S.2012/2191, K.2012/189 sayılı yetkisizlik kararıyla dosya İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir. S.2012/76684 sayı ile kaydedilen dosya
22/10/2012 tarihli ve K.2012/2978 sayılı birleştirme kararıyla aynı yer
Savcılığının S.2012/88022 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir.
10.
Başvurucunun 23/8/2012 tarihinde aynı olayla ilgili olarak ikinci kez Aliağa
Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunması üzerine 2012/2705 sayılı
dosya üzerinden soruşturma yapılmıştır. Başvurucunun ikinci kez alınan
18/9/2012 tarihli ifadesi şu şekildedir:
“… Ben 25.06.2012 tarihinde Buca Kapalı Ceza
İnfaz Kurumunda kalıyordum. Bu kaldığım zaman içerisinde, olay günü cezaevi
uygulamaları hakkında bazı itirazlarımı dile getirdim. Bunun karşılığı olarak
İnfaz Koruma Memuru Recep ve bir grup memur daha bana işkence yaptı. Beni ters
kelepçeye aldılar. Gözlerimi ve ağzımı bağladılar. Nedenini bilmediğim bir
şekilde beni soydular. Hatırladığım kadarı ile beni suya batırıp çıkardılar.
Beni nefessiz bıraktılar. Biz adama böyle işkence yaparız, bizden kimse hesap
soramaz diyerek beni tehdit ettiler. Beni ters kelepçeye aldıkları sırada sırt
üstü, yüz üstü düşürdüler. Yerde beni tekmelediler. Bu olay sonrasında yara
aldığım için beni İzmir Katip Çelebi Üniversitesi
Hastanesine götürdüler. Orada tedavim yapıldı.Hastanede
birkaç gün yoğun bakımda kaldım. Tedavim bittikten sonra Buca Kapalı Ceza İnfaz
Kurumuna götürüldüm. Döndüğüm esnada da bana kötü muamele yapmaya devam
ettiler. Ben bu şikayetimi, Adalet Bakanlığına, İnsan Haklarına, Cumhurbaşkanlığına,
Diyanet İşleri Bakanlığına, HSYK’ya vs. bildirdim.
Bana işkence yapan görevli memurları görsem tanırım. Hepsini teşhis edebilirim.
Bu görevli memurlar da Buca Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gündüz vardiyasında
çalışırlar. İşkence yapılırken ve tehdit edilirken S.K., M.A ve Ö.A. tanık
olmuşlardır. Kendileri en son Buca Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kalıyorlardı.
Bildiğim kadarı ile M.A. Şakran Cezaevine gelmiş.
Ö.A. benim koğuş arkadaşımdır. Buca Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kalır. Beni
darp eden ve bana işkence yapan şahıslardan şikayetçiyim. Ben şu an İzmir 3
No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kalmaktayım. Dilekçelerimin akibetlerinin tarafıma bildirilmesini de talep ediyorum. Bu
yaşadığım olaylar beni çok etkiledi. Psikolojimi bozdu. Maddi ve manevi zarara
uğradım. Adli Tıpa sevkimi istiyorum.”
Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığının 19/9/2012 tarihli ve
S.2012/270, K.2012/217 sayılı yetkisizlik kararıyla dosya, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
11. Dosya, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının S.2012/88022 sayılı
sırasına kaydedilmiştir.
12. Başvurucunun Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/901
sayılı talimat dosyasında 6/11/2012 tarihinde üçüncü kez alınan ifadesi
şöyledir:
“… Olay tarihinde ben İzmir Buca Ceza İnfaz
Kurumunda bulunuyordum ve hücre cezası almıştım. Hücre cezamı çektiğim esnada
infaz ve koruma memurları yanıma gelerek bana hiçbir açıklama yapmadan beni
odadan başka bir yere götürdüler ben de kendilerine beni nereye götürüyorsunuz
dedim. Bunun üzerine bana ‘Canımızı sıkıyorsun geç önümüze’ dediler. Recep
denilen infaz ve koruma memuru benim boğazımı sıkarak nefessiz kalacak şekilde
bana ‘Çok canımı sıkıyorsun, çok konuşuyorsun, çok biliyorsun’ dedi ve bunun
üzerine beni yere yatırarak yüzüme yumruklarla vurdular Sonra ters kelepçe
yaptılar ve ağzımı bağlayarak beni suya batırıp çıkardılar. Üzerimden
kıyafetleri çıkardılar, elleri ve ayakları ile beni taciz ediyorlardı. Beni
neden darp ettiklerini bilmiyorum. Bu olay ile ilgili olarak vücudumda yaralar
oluştu. Burnumun üstünde iz kaldı ve kolumdan bu olay nedeni ile ameliyat
oldum. Burnumdan dolayı da nefes alıp vermekte zorlanıyorum. Aynı zamanda
hastaneye yattığım esnada ailem beni ziyaret için hastaneye geldiğinde benim
hastanede olmadığımı ve cezaevine gittiğimi söylemişler. Ancak cezaevine
gittiklerinde de cezaevinde olmadığımı söyleyerek ailemi mağdur etmişlerdir.
Ben hastaneden çıktıktan 4 gün sonra şikayetçi oldum. Bu şikayetlerimi İnsan
Haklarına, Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa, Adalet Bakanlığına, Baro
Başkanlığına dilekçe yazdım. Daha sonra bu dilekçeler ile ilgili olarak bana
herhangi bir cevap verilmedi. Bu olayda benim kaldığım hücrenin karşısında
bulunan koğuşta yer alan S.K. ve M.A. tanıktır. Sorulduğu takdirde olayı
anlatacaklardır.
Ameliyat olduğum esnada benim ameliyat olma
iznimi cezaevi savcısı ve İzmir C Başsavcısı vermektedir. Bu izni verirken
neden ameliyat olduğumun araştırılması gerekiyordu. Bu konuda herhangi bir
araştırma yapılıp yapılmadığının ve ilgililer hakkında soruşturma yapılıp
yapılmadığının araştırılarak tarafıma bilgi verilmesini istiyorum. Ayrıca
ailemden izin alınıp alınmadığının tarafıma bildirilmesi istiyorum.”
13. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/6/2012 ile 1/7/2012
tarihleri arasında İnfaz Kurumunda başvuru konusu olayın meydana geldiği bölümde
görevli infaz ve koruma memurlarının kimlikleri ve görev çizelgesi 11/3/2013
tarihli yazıyla istenmiştir. Gelen cevap yazısına göre ilgili infaz ve koruma
memurları soruşturmaya dâhil edilerek şüpheli sıfatıyla savunmaları alınmıştır.
14. Şüpheliler R.K., H.G., S.G. ve C.G.nin
3/6/2013 tarihli ifadeleri şöyledir:
“… şikayetçi olan C.K. isimli şahıs geçen yıl
Buca Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kalmaktaydı. Kendisine 25/6/2012 ila 1/7/2012
tarihinde şiddet uyguladığımız iddiası doğru değildir. Müştekiye iddia edildiği
gibi tarafımızdan şiddet uygulanmamıştır… Ayrıca 25/6/2012 tarihinde 14.
koğuşta kalmakta olan M.B. isimli şahsın gözüne parmaklarını sokmaya
çalışmasından dolayı hakkında tutanak tutularak tarafımızdan yeni bölüm 17.
no.lu odaya verilmiştir. Buna ilişkin tutanak dosya içerisindedir. Kendisi yeni
bölüm 17 no.lu odaya aktarımı sırasında bizlere direnmiş, bunun üzerine
tarafımızdan orantılı güç kullanmak suretiyle tekli odaya konulmuştur. Müşteki
kurumumuzda kaldığı süre içerisinde agresif tavırlar sergileyen, sık sık
kendine zarar veren bir kişi idi. İddiaları tamamen gerçek dışıdır. Kendisini
dövmediğim gibi su dolu kova içerisine başını soktuğum iddiaları da gerçek
dışıdır. Atılı suçlamaları kesinlikle kabul etmiyorum. Diğer arkadaşlarımın da
müştekiye yönelik eylemleri olmamıştır.”
15. Şüpheliler M.D. ve M.A.nın
5/6/2013 tarihli ifadeleri şöyledir:
“Ben 25/6/2012-01/7/2012 tarihleri arasında
yeni bölüm 1. kat 15. koğuş gözetim görevlisi olarak çalışmaktaydım. Hakkımda şikayette bulunan C.K. isimli hükümlünün iddiaları gerçek
dışıdır. Ben göreve 23:00 saatinde gelmekteydim. Göreve geldiğimde kendisinin
infaz ve koruma memuru arkadaşlara mukavemette bulunduğunu duydum. Benim olayla
alakam yoktur. Atılı suçlamayı kabul etmem.”
16. Şüpheli A.E.nin Aliağa Cumhuriyet
Başsavcılığının 2013/824 sayılı talimat dosyasındaki 11/6/2013 tarihli
savunması şöyledir:
“… Olay tarihinde ben Buca Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapmaktaydım. C.K. cezaevinde
hücre cezası bulunması nedeniyle tek hücrede kalıyordu. Hücre cezalarında
havalandırma 1 saattir. Hücre cezalarında bulunan mahkûmları dışarı
çıkarılırken diğer koğuşta bulunan mahkûmları içeri alırız. Herhangi bir sorun
yaşanmasın diye. Ancak olay tarihinde C.K. isimli hükümlü hücreden çıkarılıp
havalandırmaya getirildiği esnada mahkûmlara küfretmiş, bunun üzerine 14.
koğuştaki mahkûmlar ayaklandı. Biz de ayaklanma üzerine devreye girerek sorunu
gidermek istedik. Tekrar C.K.nin havalandırmasına
izin vermeden ortam büyümesin diye hücreye aldık. Ancak C.K. içeri alınmasına
rağmen karşı koğuşa küfür etmeye devam etti. Biz bu durumu kontrol memuru olan R.K..ye haber verdik. R.K. de gelerek olay büyümesin diye C.K.yi hücreden çıkartmamızı
istedi. R.K. de C'a: ‘Seni başka bir hücreye alalım,
birbirinizi görmeyin sorun çıkıyor.’ dedi. Bu sırada başmemurlara
da haber verdiğimiz için geldiler. C.K. de ‘Bu odadan çıkmam, bir Allah'ın kulu
gelsin beni çıkartamaz.’ dedi. Başmemurlarımız ‘Buna
direnme başka yolu yok seni almak zorundayız yoksa sorun çıkıyor.’ demelerine
rağmen C.K. direnmeye devam etti. Biz de mecburen yasal prosedüre göre C.'ı başka bir hücreye aldık. Daha sonra nöbetim bittiği
için cezaevinden ayrıldım. Bahsedildiği gibi C.K. isimli hükümlüye hiç bir şekilde darp uygulanmadı, hakaret edilmedi, tehdit
edilmedi. Zaten kendisi de bizden sonra tekrar zorluk çıkarmış ve kendisini
vücuduna zarar verecek şekilde camla kesmiştir. Bunlar da doktor raporu ile
sabittir. Biz kendisine hiç bir şekilde zarar
vermedik, darp uygulamadık.”
17. Şüpheli İ.Ü.nün
Karabük Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/537 sayılı talimat dosyasındaki
21/6/2013 tarihli savunması şöyledir:
“… 2012 yılında İzmir Buca Kapalı Cezaevinde
görev yaptım. Bana sormuş olduğunuz C.K. isimli hükümlüyü hatırladım. Nöbet
çizelgesine göre iddia edilen olay tarihinde cezaevinde nöbetteydim. 15.
koğuşta kalan müşteki, 14. koğuşta kalan hükümlülere laf attı. Ağız kavgaları
başladı. 14. koğuşun tepkisi dinmeyince müştekiyi koğuşundan aldık. 17. koğuşun
alt kısmına koyduk. Müşteki koğuşundan çıkmak istemedi. Bana ve kendisine
beraberce müdahale ettiğimiz arkadaşlara tehditler savurdu. Biz zor kullanarak
daha başka olaylar çıkmasın diye koğuşunu değiştirdik. Müştekinin iddiaları
asılsızdır. Kesinlikle kendisine işkence yapmadık…”
18. Tanık M.A.nın
Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığında 29/11/2012 tarihinde istinabe suretiyle
vermiş olduğu ifadesi şöyledir:
“… C. K. benim yeğenim olur. Bahsettiği olaya
tanık değilim. Yalnız kolunda alçı ve yüzünde darp izlerine tanığım. Buca’da
aynı anda ziyarete çıktığım sırada görmüştüm. Kendisiyle konuştuk, infaz ve
koruma memurlarının darp ettiğini söyledi. O olay için suç duyurusunda
bulunduğunu da söylemişti. Ben infaz ve koruma memuruna sordum ne oldu diye o
da hücrede rahat durmadı kendisine müdahale etmek zorunda kaldık, kafasını
duvara vuruyordu dedi. Ben olaya bire bir şahit değilim.”
19. Tanık S.K.nın
29/11/2012 tarihli Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığında istinabe suretiyle ifadesi
şöyledir:
“… C. K.nin ifadesi
doğrudur. Dediği gibi 15-20 tane infaz koruma memuru gelip onu odadan çıkarmak
istedi. Sonra çıktılar, koridorda kendi aralarında münakaşa yaşadılar. Neler
konuştukları duyulmuyordu, onu ayaklarının altına aldılar, ters kelepçe
taktılar, dövdüler, sonra onu alıp götürdüler. Geri gelmediler, başka hücreye
götürmüşler, bize de bu kadar olmasa da böyle davranışları oluyordu infaz
koruma memurlarının. Bu olaydan önce o infaz koruma memurlarıyla C.K.nin bir tartışması olmuştu. Kendileri C.’a tutanak tutmuştu. O zaman aralarında husumet başladı.
Bana da infaz koruma memurları şiddet uyguladığı için ben de onlardan
şikayetçiyim.”
20. Savcılık tarafından 11/3/2013 tarihli müzekkereyle İnfaz
Kurumundaki kamera kayıtları istenmiş, verilen cevapta olay yerini gören kamera
kaydının bulunmadığı bildirilmiştir.
2. Başvurucunun Adli Raporları
21. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesinin 15433533 protokol No.lu 29/6/2012 tarihli epikriz raporuna göre
başvurucu C.K.nın kalp damar
cerrahi servisine 25/6/2012 tarihinde giriş yaptığı, 26/6/2012 ile 27/6/2012
tarihleri arasında yoğun bakımda kaldığı, 28/6/2012 tarihinde yoğun bakımdan
çıkarak servise alındığı, 29/6/2012 tarihinde taburcu olduğu kayıtlıdır. Olayın
öyküsünde faça ile sol kolun muhtelif yerini yaralayan hastanın ulnar trase üzerinde yaklaşık 4 cm’lik derin kesi hattı mevcut olduğu yazılıdır. Ameliyat
notunda şunlar ifade edilmiştir: “Sol ön
kolda dirsek 3-4 cm distalde ulnar
yüzde delici kesici alet yarası mevcut idi. Explore
edildi. Ulnar arterin 10 cm segment
boyunca intakt olduğu görüldü. Etraf venöz kanamaları ligatüre ve koterize edilerek kontrol altına alındı. Cilt, cilt altı sütüre edilerek operasyona son verildi.” 28/6/2012 tarihli
psikiyatri kliniğinde yapılan muayenesinin sonuç kısmı şöyledir: “29 yaşında
erkek mahkûm koğuş kısmında görüldü. Cezaevinde yaşadığı bir stresör olay
sonrası sol ön kolda kesi yapması sonucu ulnar arter
yaralanması nedeniyle opere edilmiş. Hasta kendisine
planlı bir şekilde zarar vermediğini ifade ediyor. RDM: bilinç açık oryante koopere, ılımlı anksiyöz duygulanım, ılımlı irritabl
dd. Cezaevinde yaşantılarına ilişkin düşünce
uğraşıları. Vücutta mutipl selfdestrüktif
skar izleri, öyküde alkol ve madde kötüye kullanımı
tanımlandı. Uyku ve iştah olağandı, anerji yok, anhedoni ılımlı, dürtü denetim sorunları tanımlandı. Psikotik bulgu, aktif suisidal ve
homosuisidal düşünce tanımlanmadı. Hastada antisosyal kişilik bozukluğu ve çoklu madde kötüye
kullanımı tanıları düşünüldü. Hastanın selfdestrüktif
davranışı impulsif vasıfta değerlendirildi. Terapötik anlaşma sağlandı. Psikiyatri poliklinik kontrolü
önerildi.”
22. Başvurucunun olayla ilgili olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. ve 87. maddeleri uyarınca yaralanmasının
niteliğiyle ilgili olarak Tekirdağ Devlet Hastanesinden kesin rapor
aldırılmıştır. Hastanenin 19/4/2013 tarihli ve 4564 sayılı kesin raporu
şöyledir: “25/6/2012 tarihinde sol koldan
yaralanma nedeniyle dış merkezde ameliyata alınan hastanın o tarihteki ameliyat
notu okundu ve mevcut bulgularla büyük damar yaralanması olmadığı saptandı.
18/3/2013 tarihinde tarafımdan yapılan muayenesinde damar yaralanmasına göre
herhangi bir patoloji saptanmamıştır. Hastanın yaralanma fiili, tedavisi
ameliyat koşullarında ancak basit bir tıbbi müdahale ile giderilmiş (ameliyat
notuna göre) ve yaşamını tehlikeye sokan bir duruma rastlanmamıştır.”
3. Başvurucu Hakkında Yapılan Disiplin
Soruşturması Kapsamında Alınan İfadeler
23. 25/6/2012 tarihli tutanak üzerine başvurucu hakkında
disiplin soruşturması başlatılmıştır.
24. Başvurucunun gözlerine parmak soktuğu iddia edilen hükümlü
tanık M.B.nin 25/6/2012 tarihli ifadesi şöyledir:
“Ben olay sırasında koğuşumuzun bahçe
kapısının önünde oturup koğuştaki arkadaşlardan E.P. ve N.D. ile birlikte çay
içiyorduk. Bahçe kapısı kapalı idi. Karşı 15. koğuş açıktı. C.K. isimli arkadaş
bize doğru yürüdü. Kapı aralığından çay ikram etmek istedik. Bu ara muhabbet
sırasında C.K.ye ‘Dün koğuşunuzda bir bağrışma vardı, ne oldu?’ diye
sorduğumda: ‘Sen kimsin sana hesap mı vereceğim?’ dedi ve iki parmağını her iki
gözüme soktu. Ben geri çekildim. Bu sırada 14. koğuşa hitaben: ‘Ulan sizin
hepinizin karısını alacağım.’ dedi. Koğuş bunun üzerine bahçe kapısının önünde
toplandı ve tepki gösterdi. Bu esnada görevliler geldi. C.K.yi alıp müşahede odasına götürdüler. Aradan 10-15
dakika geçtikten sonra bu şahıs koğuşa odasından küfür etmeye devam etti.
Kolundaki saati çıkarıp cama fırlattı ve 15. koğuşun camını kırdı. Hadise devam
edince görevliler gelip C.K.yi
17. koğuşa götürdüler. Psikolojik sorunlu birisi olduğunu öğrendim. Bundan
dolayı şikayetçi değilim.”
25. Koğuş mümessil yardımcısı hükümlü tanık E.P. ve hükümlü
tanık N.D., 25/6/2012 tarihinde tanık M.B. ile benzer mahiyette ifade
vermişlerdir.
26. Başvurucu C.K.nın
6/7/2012 tarihli ifadesi özetle şöyledir:
“Olay günü hücre cezam nedeniyle bulunduğum
yeni bölüm 15. koğuştan havalandırma için bahçeye çıkarıldım. Bahçenin
karşısında bulunan yeni bölüm 14. koğuştaki hükümlülerden isimlerini bilmediğim
birkaç kişi bana karşı ‘Burası bizim çiftliğimiz.’ diyerek laf attılar. Benim
hasımlarım olduğundan hasımlarım tarafından ayarlanan kişiler olabileceğini
düşündüğümden kendilerine karşı herhangi bir cevap vermedim. Mazgal kapısında
bulunan biri bana yumruk salladı. Ben de kendimi korumak için karşılık verdim.
Gözüne gelsin diye elimi sallamadım. Ben koğuşa karşı küfretmedim. Sadece
mazgal önünde bulunan ve karşı hakarette bulunan şahsa küfrettim. Olay üzerine
görevli memurlar beni yerime koydular. Yemek geldi. Yemeğimi yedim. Öğle vakti
olduğundan dolayı namaz kılıyordum. O esnada karşı koğuşta bana laf söyleyen
şahıslar bulunduğum yere bir şey fırlatarak camların kırılmasına sebep
verdiler. Ben camların kırılması için herhangi bir şey fırlatmadım. Saatimi
attığım söyleniyor. Fakat ben saatimi atmadım. Saatim elimden alındı. Camları
ben kırmadım. Karşı koğuşta bulunan kişiler camları kırmışlardır. Bu olayı
kaldığımız yerde bulunan S.K. de görmüştür. Olay nedeniyle yerimden alınarak
yeni bölüm 17. koğuşa verilmek istendiğimde memurlara direnmem yerimde kalmak
istediğimdendir. Benim amacım bu konularla ilgili yetkililerle görüşmekti Şu anda bulunduğum yere verildiğimde bana yapılan
haksızlıklar ve işkenceler nedeniyle yatağımı yakmak istedim. Ayrıca kendimi
kesmem de bu konular nedeniyledir. Kendimi kaybettim. Ne yaptığımı bilmiyordum.
Ben daha önce kaldığım yeni bölüm 11. koğuşa geçmek istedim. Fakat görevliler
kurum müdürü ile o an görüşmediklerinden beni istediğim koğuşa vermediler ve
yeni bölüm 17. koğuşa verdiklerinde kendimi kaybetmem nedeniyle bu olayları
yaptım. Bu olan olaylar rahatsızlığımın bana verdiği etkilerden dolayıdır.”
27. Yapılan soruşturma sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığının
16/7/2013 tarihli ve S.2012/88022, K.2013/35045 sayılı kararıyla kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
Müşteki C.K.nin suç
tarihinde 15 no.lu koğuşta hücre cezasının infazı için bulunduğu sırada
havalandırmaya çıkarıldığı, havalandırmanın karşısında bulunan 14 no.lu koğuşta
kalmakta olan M.B.’nin gözüne parmaklarını sokmaya
çalışması ve 14 no.lu koğuşa hitaben küfür etmesi olayı sonrası 14 no.lu
koğuşta kargaşa çıkmasını önlemek amacıyla müştekinin 17 no.lu odaya
aktarılması sırasında, koğuşundan çıkmayarak memurlara direnmesi nedeniyle
şüpheli infaz ve koruma memurları tarafından orantılı şekilde güç kullanılarak
koğuşunun değiştirildiği, müştekinin koğuş değişikliği sırasında çok agresif
olup görevlilere direnmesi nedeniyle yaralanmış olduğu değerlendirilmekle,
yasal unsurları itibariyle oluşmayan basit yaralama suçu hakkında kamu davası
açma olanağı bulunmadığından, basit yaralama suçundan ötürü tüm şüpheliler
hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA …”
28. Bu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, Karşıyaka 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin 4/10/2013 tarihli ve 2013/2646 Değişik İş sayılı
kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 27/11/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir. 2/12/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
1. Ulusal Hukuk
29. 5237 sayılı Kanun’un “Zor
kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256.
maddesi şöyledir:
“Zor kullanma yetkisine sahip kamu
görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği
ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin
hükümler uygulanır.”
30. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un
“Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve
koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde
dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.”
31.
4/6/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) “Güvenlik ve gözetim servisi“ kenar başlıklı 22.
maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“İnfaz ve koruma başmemuru ile
infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin
alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif
fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru
savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor
kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin
alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor
kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”
32.
Aynı Tüzük’ün “Kurumların
iç güvenliği” kenar başlıklı 44. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Kurumların iç güvenliği, Bakanlığa bağlı infaz ve
koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde
dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.
(2) Açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerindeki idare ile
infaz ve koruma görevlileri; firarların önlenmesi, asayiş ve disiplinin
sağlanması için gözetim ve denetimle yükümlüdürler.”
2. Uluslararası Belgeler
33. 27/8/1990 ila 7/9/1990 tarihlerinde Havana’da Suçların
Önlenmesi ve Suçluların Islahı Üzerine Sekizinci Birleşmiş Milletler
Konferansı’nda kabul edilen “Kanun Adamlarının Zor ve Silah Kullanmalarına Dair
Temel Prensipler”in “Tutulan
veya hapsedilen kişiler bakımından asayişi sağlama” kenar başlıklı
15. maddesi şöyledir:
“Kanun adamları, kurum içinde güvenliğin ve
düzenin sürdürülmesi için gerekli olmadıkça veya kişisel güvenlikleri tehdit
edilmedikçe, hapsedilen kişilerle olan ilişkileri sırasında zor kullanamazlar.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 2/12/2013 tarihli ve 2013/8728 sayılı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Buca Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda görevli infaz ve koruma memurları tarafından 25/6/2012 tarihinde
işkence yapılması sonucunda acilen hastaneye kaldırıldığını, burada ameliyat
olup 29/6/2012 tarihine kadar yoğun bakım ünitesinde tutulduğunu, işkence
nedeniyle hayati tehlike geçirdiğini, işkence yapan görevlilerin hastaneye
gelip görevli doktorlara yaralanmasıyla ilgili yanlış bilgi verdiklerini,
doktorlara kendi kendini yaraladığını söylediklerini, hastanede bulunduğu
sırada Cumhuriyet Savcılığına gönderdiği şikâyet dilekçesinin bu görevliler
tarafından yok edildiğini, 19/7/2013 tarihinde yeniden Cumhuriyet Savcılığına
şikâyet dilekçesi göndermesine kadar aradan geçen zaman içinde işkence ve kötü
muamele iddialarıyla ilgili hiçbir işlem yapılmadığını, sonrasında İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheliler hakkında yapılan soruşturma
sonucunda eylemin ağırlığı ve meydana gelen yaralanmalar nedeniyle yapılan
tıbbi müdahaleler sonucu son anda yaşama döndürüldüğü dikkate alınmaksızın
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan işkence yasağının ihlal edildiğini ileri
sürmüş; ihlalin tespiti, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi, kendisine
vekil atanması ve adli yardım talebinde bulunmuştur.
36. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama
imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
37. Başvurucu ayrıca güvenlik gerekçesiyle kamuya açık
belgelerde kimliğinin gizli tutulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
38. Ayrıntıları Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında
belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde
somut olayda, başvurucunun sosyal güvenlik kapsamında bir gelirinin ve adına
kayıtlı bulunan taşınır veya taşınmaz malının olmadığı, başvuru tarihi
itibarıyla hükümlü olarak bir ceza infaz kurumunda bulunduğu, geçimini önemli
ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderini ödeme gücünden yoksun
olduğu, UYAP üzerinden yapılan incelemeden ve fakirlik ilmühaberinden
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan
talebinin kabulü gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Bakanlık görüşünde, kabul edilebilirlik açısından
değerlendirme yapılırken başvuru konusu işkence iddialarının gerçekleştiği
tarihin 25/6/2012 olması nedeniyle zaman bakımından yetkisizlik hususunun
Mahkemece değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlığın bu görüşüne karşı 6/7/2015 tarihli
cevap dilekçesinde herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen
nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir. Başvuru konusu olaydaki işkence iddiaları her ne kadar bu
tarihten önce gerçekleşmiş ise de soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın kesinleşme tarihinin 4/10/2013 olması nedeniyle
başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğu
değerlendirilmiştir.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun işkence ve kötü muamele
yasağına ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı
anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.
3. Esas Yönünden
a. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal
Edildiği İddiası
i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
43. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Buca Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda, infaz ve koruma memurlarının 25/6/2012 tarihinde işkence yapmaları
sonucunda acilen hastaneye kaldırıldığını, burada ameliyat olduktan sonra
29/6/2012 tarihine kadar yoğun bakım ünitesinde tutulduğunu, işkence nedeniyle
yaşamsal tehlike geçirdiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık görüşünde, infaz ve koruma memurları tarafından
uygulanan zor kullanmanın haklı ve gerekli olup olmadığının Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiği,
AİHM’in yerleşik içtihatlarına göre Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS/Sözleşme) 3. maddesi kapsamına girmesi için kötü
muamelenin asgari bir seviyeye ulaşması gerektiği, Mahkemeye göre bir kimse
özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel olarak güvenlik güçleriyle
karşı karşıya kaldığında davranışlarından kaynaklanan kesin bir zorunluluk
yoksa kendisine karşı zor kullanılmasının insanlık onuruna aykırı olacağı ve
kural olarak 3. madde ile koruma altına alınan hakkı ihlal edeceği
belirtilmiştir. Bakanlık, AİHM içtihatlarında AİHS'in
3. maddesine aykırı uygulamalara ilişkin iddiaların uygun delil unsurlarıyla
desteklenmesi gerektiğini, bir kişiye karşı kendi davranışı mutlak surette
gerekli kılmadıkça her tür fiziksel güç kullanımının kural olarak 3. maddeyle
güvenceye alınan hakkın ihlalini oluşturacağını dile getirmiştir.
45. Bakanlık görüşünde, somut olaya ilişkin olarak başvurucu C.K.nın 25 Haziran 2012 tarihinde 15 No.lu odada bulunduğu
sırada havalandırmaya çıkarıldığında havalandırma alanının karşısında bulunan
14 No.lu odada kalan hükümlü M.B.nin gözüne
parmaklarını soktuğu, yine 14 No.lu odada bulunanlara küfretmeye başladığı,
olayın büyümesini önlemek amacıyla başvurucunun 17 No.lu odaya
yerleştirilmesine karar verildiği, bu sırada 14 No.lu odanın camlarını saatini fırlatarak
kırdığı, kırık cam parçalarıyla kendisine zarar verdiği belirtilmiştir.
Bakanlık, başvurucunun odasından çıkmamak için görevli memurlara direnmesi
nedeniyle orantılı güç kullanılarak kendisine daha fazla zarar vermesini
engellemek için odasının değiştirildiğini, tanık beyanlarında da başvurucunun
saldırgan davranışlar sergileyerek cezaevi disiplin kurallarına uymadığını,
başvurucu hakkında verilen disiplin cezalarının fazlalığına bakıldığında da
cezaevinde suç işlemeye devam eden, yangın çıkaran, camları kıran, disiplin
kurallarına uymayan sorunlu bir kişiliğe sahip olduğunu, İzmir Kâtip Çelebi
Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 29/6/2012 tarihli epikriz
raporunun da yukarıda anlatılan hususları teyit ettiğini belirtmiştir.
ii. Genel İlkeler
46. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyet
incelemelerinin, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak
maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı yapılması gerekmektedir.
Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya
aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif
yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük)
hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını
(soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi
boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamaktadır. Pozitif
yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu
oluşturmaktadır.
47. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
48. AİHS’in 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya muamelelere tabi tutulamaz.”
49. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da
kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle
bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 80).
50. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 81).
51. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3.
maddesi sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele
ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele
yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş
veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna
öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir
düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna
öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999,
§ 95; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 93).
52. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin
aşılıp aşılmadığı, somut olayın özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal
etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem
taşımaktadır (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin
amacı ve kastı ile ardındaki sebep de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B.
No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs,
B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği sırada
meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer
faktörlerdir (Eğmez/Kıbrıs,
§ 53; Selmouni/Fransa, § 104).
53. Bir ceza veya muamelenin “insanlık dışı” ya da “aşağılayıcı”
olarak nitelendirilebilmesi için belirli bir yasal muamele veya ceza ile
bağlantılı ıstırap veya aşağılamanın kaçınılmaz unsurlarının ötesine geçmesi
gerekmektedir (Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88,
7/7/1989, § 100)
54. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi
cezaevinde güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için
güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda, iç
hukuk hükümlerine uygun olarak ve sadece kaçınılmaz ve aşırı olmaması koşuluyla
güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı
kabul edilmektedir (Ali Rıza Özer ve
diğerleri [GK], §§ 81, 82; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ivan Vasilev/Bulgaristan,
B. No: 48130/99, 12/4/2007, § 63; Dedovskiy ve
diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/8/2008, § 82). Ayrıca kişinin
kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle
zorunlu hâle gelmedikçe bu tür fiiller prensip olarak Sözleşme’nin 3.
maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla
mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların, bireylerin vücut dokunulmazlığı
açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını
belirtmektedir (Ribitsch/Avıısturya, B.
No: 18896/91, 4/12/1995, § 38).
55. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin "işkence" olarak nitelendirilip
nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen "eziyet" ve "insan
haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele
kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın Anayasa
tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık
dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak
amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına
alınmış olan "işkence", "eziyet" ve "hakaret"
suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı
anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 84).
56. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin
"işkence" olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra
İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya
Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 1. maddesinde "işkence" teriminin özellikle bilgi almak,
cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır
acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek "kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
57. "İşkence" seviyesine varmayan fakat yine de önceden
tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya
veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan
insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak
tanımlanabilir (Tahir Canan, §
22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz
bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak"eziyet"te, ızdırap
verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik
Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM; fiziksel
saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü
muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında
kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının
uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı
gibi muameleleri "insanlık dışı muameleler"
olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik
Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya,
[BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§
41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu
nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında
"eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 88).
58. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan
haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür
(Tahir Canan, § 22). Burada
"eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde
uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya
alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 89).
iii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
59. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu
belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
60. İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu, hakkında
verilen yirmi gün hücre cezasının infazı için 15 No.lu koğuşa alınmıştır. Başvurucu
hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, başvurucunun günlük
havalandırma hakkını kullanması için koğuştan çıkarıldığında 14 No.lu koğuşta
bulunan hükümlü M.B.nin gözüne parmaklarını soktuğu,
bu koğuştaki hükümlülere küfrederek koğuşta karmaşa çıkmasına neden olduğu,
saatini fırlatarak 15 No.lu koğuşun camını kırdığı, güvenlik nedeniyle 17 No.lu
odaya götürülmesi sırasında infaz koruma memurlarına karşı direnmesi üzerine
diğer hükümlüleri görmeyen 17 No.lu koğuşa zor kullanılarak alındığı, bu sırada
sol kolunu kırık cam parçasıyla keserek kendine zarar verdiği sonucuna
varılmıştır.
61. Başvurucu disiplin soruşturması sırasında verdiği 6/7/2012
tarihli savunmasında olay nedeniyle yerinden alınarak 17 No.lu koğuşa verilmek
istendiğinde memurlara karşı direndiğini, olay sırasında kendisini kaybettiği
için vücudunu keserek zarar verdiğini ifade etmiştir. Savcılık tarafından da
başvurucunun olay sırasında saldırgan bir şekilde direnmesini engellemek için
görevliler tarafından zor kullanma sırasında basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek şekilde yaralandığı kabul edilmiş ancak müdahale sırasında
kullanılan cebrin orantılı olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına
karar verilmiştir.
62. İnfaz Tüzüğü’nün 22. maddesinin (8) numaralı ve 44.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca infaz ve koruma memurları,
görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları hâlinde bu direnişi kırmak
amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidirler. Fiilî bir
saldırının varlığı hâlinde ayrıca 5237 sayılı Kanun’un 25. maddesinin (1)
numaralı fıkrası uyarınca meşru savunma kapsamında kalan durumlarda da bu
yetkiye sahiptirler. Ancak aynı Kanun’un 256. maddesi uyarınca zor kullanımı
yalnızca zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi başvurulacak
güç, gösterilen mukavemetle ölçülü ve kademeli olmalıdır.
63. 5237 sayılı Kanun’un 265. maddesinde görevi yaptırmamak için
direnme eylemi düzenlenmiştir. Kamu görevlisine karşı görevi yaptırmamak için
direnme iki şekilde gerçekleşebilir. Aktif direnme infaz ve koruma memuruna
karşı fiilî bir saldırı ya da güç kullanımı suretiyle görevini yapmasına engel
olmak şeklinde gerçekleşirken; pasif direnme koğuşa girmeme, koğuştan çıkmama,
araçtan inmeme, infaz ve koruma memurunun talimatlarına uymama şeklinde
gerçekleşmekte ve fiilî bir güç kullanımını içermemektedir. Direnmenin türüne
göre görevin ifası için gerekli kuvvet kullanımının şiddeti ve derecesi
değişebileceği gibi kuvvet kullanımının meşru bir zemine oturması için
direnmenin sona ermemiş olması, güç kullanımının görevin ifası için zorunlu
olması ve yerine getirilmek istenen amaçla orantılı olması gerekmektedir.
64. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararda, başvurucunun 17 No.lu koğuşa alınması işlemine
direnmesi üzerine infaz ve koruma memurlarının müdahalesine maruz kaldığı
belirtilmiştir. Bu kapsamda AİHM kararları ışığında tespit edilmesi gereken
hususlardan ilki, bu müdahalenin iç hukuk hükümlerine uygun olup olmadığıdır.
İç hukuktaki düzenlemelere göre infaz ve koruma memurları cezaevlerinde iç
güvenliği sağlamakla, güvenlik gerekçesiyle verilen emirlere karşı aktif veya
pasif direnişi önlenmekle görevlidir. Hücre cezasının infaz edildiği odadan
günlük havalandırma hakkını kullanması amacıyla bahçeye çıkarıldığı sırada
diğer koğuşta kalan bir hükümlünün gözlerine parmaklarını sokan ve kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararda hükümlülere küfrettiği açıklanan başvurucunun (bkz.
§ 27), bu eylemleri nedeniyle İnfaz Kurumunda bir güvenlik sorununun doğduğu,
oluşan bu güvenlik sorunundan başvurucunun bizzat kendisinin etkilenmesinin de
mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Gerek başvurucuyu gerekse diğer hükümlüleri
korumak ve muhtemel olayları önlenmek için görevliler tarafından başvurucunun
17 No.lu koğuşa götürülmesi sırasında göstermiş olduğu direnişi kıracak ölçüde
görevlilerin başvurucuya müdahale etme zorunluluğunun doğduğu, bu sırada
kullanılan maddi cebrin infaz ve koruma memurlarının görev sınırları kapsamında
kaldığı ve bunun iç hukuktaki düzenlemelere uygun olarak gerçekleştirildiği
değerlendirilmiştir.
65. Somut olayda ele alınması gereken ikinci husus ise
görevliler tarafından kullanılan gücün amaçla orantılı olup olmadığının
tespitidir (Vladimir Romanov/Rusya,
B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 65). Başvurucuda oluşan yaraların sayısı ve
niteliği, hangi şartlarda ne şekilde meydana geldiği, başvurucunun güç
kullanımı sırasında takındığı tutum yapılacak değerlendirmede önem
taşımaktadır.
66. Başvurucunun tedavi olduğu İzmir Katip
Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 29/6/2012 tarihli
epikriz raporunda, müdahale sırasında kullanılan cebir sonucunda başvurucuda
meydana gelmesi muhtemel ekimoz, abrazyon,
kontüzyon, fissür, lezyon
vb. bir araz bulunmamaktadır. Başvurucu hakkında aldırılan Tekirdağ Devlet
Hastanesinin 19/4/2013 tarihli kesin raporunda ise sadece başvurucunun sol
kolunda meydana gelen ve cerrahi operasyon sonucunda iyileşen yara izlerinden
bahsedilmiştir. Tekirdağ Devlet Hastanesinin kesin raporunda belirtilen başvurucunun
kolundaki kesinin başvurucunun kendisi tarafından gerçekleştirilmesi, bunun
dışında başvurucuda başkaca herhangi bir darp cebir izinin bulunmaması dikkate
alındığında zor kullanmanın amaçla orantılı olduğu anlaşılmaktadır.
67. Açıklanan nedenlerle başvurucuya yapılan müdahalenin yasal
ve amaçla orantılı olduğu anlaşıldığından Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi
boyutunun ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun
İhlal Edildiği İddiası
i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
68. Başvurucu, başvuru formu ve Bakanlık görüşüne karşı sunmuş
olduğu cevap dilekçesinde işkence yapan görevlilerin hastaneye gelerek
doktorlara kendi kendini yaraladığına dair yanlış beyanda bulunduklarını,
hastanede bulunduğu sırada gönderdiği suç ihbarı dilekçesinin görevliler
tarafından yok edildiğini, 19/7/2012 tarihinde Savcılığa tekrar suç duyurusunda
bulunması üzerine soruşturma başlatıldığını, hastanedeki doktorların mevcut
yaralanma nedeniyle adli işlem başlatılması için girişimde bulunmaları
gerektiğini, yaralanmasının bu kadar ciddi olmasına karşın kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilerek işkence ve kötü muamele yasağının usule ilişkin
boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
69. Bakanlık görüşünde, AİHM içtihatları
çerçevesinde şikâyetin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine
ait olduğunu belirtmiştir.
ii. Genel İlkeler
70. Devletin, kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de
usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet,
doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî
bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı,
söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını
güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda
bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini
sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, §
110; benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan,
B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010,
§ 72).
71. Buna göre bireyin bir devlet
görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal
eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir
iddiasının bulunması hâlinde, Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili
resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Şayet bu olanaklı değilse bu madde, sahip olduğu öneme rağmen
pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin, fiilî
dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, §
68).
72. Yürütülen ceza soruşturmalarının
amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili
bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin
hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların
kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
73. Yürütülecek ceza soruşturmaları,
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve
yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek
için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir
şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay
ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı, soruşturmayı sonlandırmak ya da
kararlarını temellendirmek için çabuk davranmalı, kararları da temelden yoksun
sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 113; Assenov ve
diğerleri/Bulgaristan, § 103; Batı
ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 -
57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında
görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik
bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için
alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113; Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000,
§ 89).
74. Devlet memurları tarafından yapılan
işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili
olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara
karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (Cezmi
Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999,
§§ 91, 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye,
B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye,
B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81, 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece
hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir
bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 117; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998,
§§ 83, 84).
75. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında
bazen soruşturma yapılmamış olması ya da yeterli soruşturma yapılmamış olması
tek başına kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa
olsun yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet
yapılmadığında bile kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler
görüldüğünde soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın
derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak özenli ve
süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye,
§§ 133, 134).
76. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler
hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması
önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda soruşturmanın ilerlemesini
engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak
kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması,
hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin
engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve
kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın
azami bir hız ve özenle yürütülmesi ve özellikle hayatı tehlikeye atan suçların
cezasız bırakılmaması gerekir (Cezmi Demir
ve diğerleri, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maiorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06,
15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95,
4//5/2001, §§ 111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, §
150; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
31/11/2004, § 96).
77. AİHM, işkence veya kötü muamele suçu
işlendiğinin iddia edildiği durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde
cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel
af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir.
Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya
alınmasının ve hüküm alması durumunda meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir
(Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96,
2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, B.
No: 8354/04, 5/6/2012, § 34; benzer yöndeki Birleşmiş Milletler İşkenceyi
Önleme Komitesi Nihai ve Tavsiye kararları için bkz. Türkiye, 27/5/2003, CAT/C/CR/30/5).
iii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
78. Kamu gücünü kullanan infaz ve koruma
memurlarının eylemleri sonucunda işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarına
yönelik etkili bir soruşturmanın gerçekleşip gerçekleşmediği, soruşturmanın tüm
aşamalarında yukarıda açıklanan ilkelere riayet edilip edilmediğinin
değerlendirilmesiyle tespit edilebilir.
79. Başvurucu, hastanede bulunduğu
sırada Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunduğunu ancak bunun infaz ve
koruma memurları tarafından yok edildiğini ileri sürmüş ise de bununla ilgili
olarak başvurucunun iddialarına dayanak olabilecek nitelikte ibraz edilmiş
belge ya da anlatım bulunmamaktadır. Hastanede kaldığı dört gün boyunca
başvurucunun iddialarına ilişkin olarak 5237 sayılı Kanun’un 280. maddesi
uyarınca meslekleri gereği suçu bildirme yükümlülüğü olan sağlık çalışanları
tarafından kolluk görevlilerine ya da Cumhuriyet Savcılığına suç ihbarında
bulunulmamıştır.
80. İnfaz Kurumuna döndükten sonra
19/7/2012 tarihinde Aliağa Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunan
başvurucunun S.2012/2191 sayılı soruşturma dosyasında aynı gün ifadesi
alınmıştır. İki gün sonra 21/7/2012 tarihinde ise dosya yetkisizlik kararıyla
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Savcılık dosyayı S.2012/76684
sayılı sıraya kaydetmiştir. Başvurucunun 23/8/2012 tarihinde aynı olayla ilgili
olarak ikinci kez yapmış olduğu suç duyurusu kapsamında 18/9/2012 tarihinde
ikinci kez ifadesi alınmış, Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığının 19/9/2012 tarihli
ve S.2012/2705 sayılı yetkisizlik kararıyla bu dosya da İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tüm
dosyalar birleştirilerek S.2012/88022 sayılı dosya üzerinden soruşturmaya devam
edilmiştir.
81. Tüm soruşturma süreci bir bütün
olarak değerlendirildiğinde başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık tarafından
derhâl soruşturmaya başlandığı, İnfaz Kurumunda görevli memurların listesinin
istendiği, gelen liste doğrultusunda ilgili infaz ve koruma memurlarının
şüpheli sıfatıyla savunmalarının alındığı, kamu tanıkları ile başvurucunun
gösterdiği tanıkların dinlendiği, olay yerini gören kamera görüntülerinin
bulunup bulunmadığının araştırıldığı, başvurucunun olaydan sonra ilk tedavi
gördüğü İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesinden epikriz raporu temin edilerek başvurucunun iddialarıyla ilgili
olarak 5237 sayılı Kanun’un 86. ve 87. maddeleri bağlamında Tekirdağ Devlet
Hastanesinden 19/4/2013 tarihli kesin raporun aldırıldığı görülmüştür. Yapılan
soruşturmanın, söz konusu olay nedeniyle sorumlu kamu görevlilerinin ortaya
çıkarılması imkânını zayıflatan ve etkililiğine önemli derecede tesir eden
eksiklik bulunmadığı anlaşılmıştır.
82. Başvurucunun soruşturmanın
açıklığını temin edecek ve meşru menfaatlerini koruyabilecek bir şekilde üç kez
beyanına başvurularak soruşturma sürecine dâhil edildiği, soruşturmanın
yaklaşık bir yıl gibi makul bir sürede sonuçlandırıldığı, soruşturma makamının
olayların seyrini aydınlatmaya yönelik işlemlerinden kuşku duyulmasını
gerektiren bir durumun veya yürütülen soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti
üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksiklik bulunmadığından işkence ve kötü
muamele yasağının usule ilişkin yönünün ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekmektedir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B.
Kamuya açık belgelerde kimliğin gizli tutulma talebinin KABULÜNE,
C.
Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D.
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen işkence ve kötü muamele
yasağının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
E.
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyete neden olacağından
başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA
15/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.