TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YILDIZ OTO AĞCA BAŞVURUSU (3)
|
(Başvuru Numarası: 2014/1032)
|
|
Karar Tarihi: 29/6/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Elif KARAKAŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Yıldız OTO
AĞCA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yerel ölçekte yayın yapan Mahmutlar Post gazetesinde
yayımlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik
haklarını zedelediği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/1/2014 tarihinde Alanya Hukuk Mahkemeleri Ön
Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek
bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, Alanya Vergi Dairesinde memur olarak görev
yapmaktayken adının karıştığı bazı adli olaylar nedeniyle memuriyetten
çıkarılmıştır. Olayların geçtiği tarihte başvurucu hakkında ceza mahkemelerinde
bazı davalar açılmıştır.
6. Yerel ölçekte yayın yapan Mahmutlar Post gazetesinin
23/6/2009 tarihli nüshasında "Gülün Aynası" isimli köşede "Haydi
Güzelleşelim” başlıklı bir yazı yayımlanmıştır.
Bahse konu yazının başvuruya ilişkin kısımları şöyledir:
“...Bu arada geçtiğimiz hafta Perşembe günü
Türkiye'nin tüm Ulusal Gazetelerin Manşetlerini süsleyen Alanya Vergi Dairesi
emeklisi Yıldız Otta da 8 trilyonluk mal varlığı ile bayağı günün konuşmalarını
kapsadı.
Söz konusu hanım evime üç sene önce eşi ile gelip, sürekli bana Vergi
Dairesinde çok baskı gördüğünü, haksız suçlamalarla karşılaştığını yazmamı
ister dururdu, devamlı farklı şeyler anlatması bende bir güvensizlik
uyandırmıştı. Kendisine bir gün mesaj çekip hanımefendi benim telefonumu silin
cebinizden, siz bende olumsuz etkiler bıraktınız bir daha görüşmek istemiyorum
aramayın diye mesaj çekmiştim. Rahatsızlığımın önüne geçtim ancak kalbi kırıldı
diye de günlerce üzülmüştüm. Şimdi manşetleri okuyunca vay anasına dedim insan
sarrafıymışım, demek ki hislerim ne kadar kuvvetliymiş. Canım kocam da bu
önsezilerimin gücünden korktuğundan ne kadar aklından geçirse de ihanete
cesaret edemiyor zavallım.
...”
7. Başvurucu, söz konusu yazıyı kaleme alan G.B.nin
hakkında 8 trilyonluk servetinden bahisle yaptığı gerçek dışı alıntı haberle
reyting artırmak veya belli kişiler yararına davranma maksadıyla basın yoluyla
kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek dava dilekçesinde belirtilen
maddi ve manevi tazminatın tahsilitalebiyle 23/2/2010
tarihinde gazete ve köşe yazarı aleyhine dava açmıştır.
8. Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi 16/11/2011 tarihli ve
E.2010/120, K.2011/694 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
"...Alanya Cumhuriyet
Başsavcılığının 2010/2595 Sor. nolu
dosyası celp olunmuş, incelemesinde, şüpheli Yıldız Oto Ağca hakkında müşteki Gülsan Birdal'a yönelik hakaret suçlaması ile ilgili
soruşturma yapıldığı, soruşturma neticesinde suçun yasal unsurlarının
oluşmadığı gerekçesi ile 11/6/2010 tarihi itibari ile takipsizlik kararı
verildiği görüldü,
Alanya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/209
Esas, 2009/165 Karar sayılı ilamının yapılan incelemesinde, aralarında
davacının da bulunduğu bir kısım sanıkların hürriyeti tahdit suçunu işledikleri
iddiasıyla yargılamasının yapıldığı, yargılama neticesinde davacı Yıldız'ın
diğer bir kısım sanıkları azmettirerek hürriyeti tahdit suçunu işlediği
gerekçesi ile neticeten 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verildiği, dosyanın temyiz edildiğinden Yargıtay incelemesinde olduğu, kararın
henüz kesinleşmediği görülmüştür.
Alanya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/1075
Esas, 2010/384 Karar sayılı ilamının yapılan incelemesinde, davacı Yıldız'ın
sanık olduğu ve gerçeğe aykırı mal beyanında bulunmaktan ceza aldığı
görülmüştür.
Tarafların ekonomik sosyal durumlarının
tespiti için ilgili birimlere yazılar yazılmış, yazı cevapları dosyamız
içerisinde hazır bulundurulmuştur.
Mahkememizce yapılan yargılama, toplanan
deliller ve tüm dosya kapsamı itibari ile, davacı tarafından davalılar aleyhine
Mahmutlar Post yerel gazetesinin 23/6/2009 tarihli sayısında Gülsen Birdal
tarafından yazılan "Gülün Aynası" başlıklı yazıda kişilik haklarına
saldırı yapıldığından bahisle davalılar aleyhine mevcut maddi ve manevi
tazminat talepli davanın açıldığı, bu çerçevede Mahkememizce yapılan
araştırmada davalı Gülsen Birdal tarafından yazılan Gülün Aynası başlıklı yazı
içeriğinde davacı ile ilgili ulusal bazda yayınlanan gazetelerde çıkan
haberlerle ilgili bilgi verildiği ve davacı ile davalı yazar arasında geçen
ilişkiden bahsedildiği, söz konusu yazı içeriğinde davacının kişilik haklarına
herhangi bir saldırı olmadığı, sadece bir paragrafında ulusal basında çıkan bir
haberin geçtiği, o haberle ilgili davalı yazarın herhangi bir yorumda
bulunmadığı, ulusal bazda yayınlanan haberlerin yayınlanmasından sonra aleniyet
kazandığı, söz konusu haberlerin daha sonradan yerel gazete tarafından alınarak
kullanılmasının kişilik haklarına herhangi bir saldırı teşkil etmeyeceği, zira
söz konusu ulusal basında çıkan haberlerin dayanağının davacının yukarıda
bahsedilen Alanya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin dosyalarına dayandığı görülmüş
olup tüm bu hususlar birlikte değerlendiğinde mahkememizde söz konusu yayın
nedeniyle davacının kişilik haklarına bir saldırı olmadığı yönünden kanaat
oluşmuş ve bundan dolayı davacının manevi tazminat talebinin reddinin
gerektiği, yine maddi tazminat talebinin şartlarının mevcut davada oluşmaması
nedeniyle bu talebin de reddi..."
9. Anılan karar, başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 14/5/2013 tarihli ve E.2012/12380, K.2013/8816 sayılı ilamıyla
onanmıştır.
10. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
26/11/2013 tarihli ve E.2013/14678, K.2013/18501 sayılı ilamıyla reddedilmiş ve
anılan karar 25/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu 24/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
12. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Mahkemenin 29/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
14. Başvurucu;
i. Hakkında yapılan gerçeğe aykırı haberlerin başvuruya konu
köşe yazısında alıntılanarak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ve
iftiraya maruz bırakıldığını,
ii. Adli sicil kaydında herhangi bir sabıkası gözükmeyip masum
olduğu hâlde Mahkemece hakkında açılan davaların sonuçları beklenmeden, dava
dosyasına sunduğu emsal kararlar ve tekzip kararları ile lehine olan deliller
dikkate alınmadan davasının reddedildiğini,
iii. Gerçeğe
aykırı yapılan yayın nedeniyle ailecek psikolojik sorunlar yaşadıklarını,
hakkını aramak için ev ve arsalarını satmak zorunda kaldığını,
iv. Yargıtayın daha önce kendi lehine
onama kararı verdiğini, daha sonra aynı mahiyetteki kararlarda aleyhine hüküm
kurduğunu,
v. Aynı karalama
kampanyasına karıştırılmak istenen bir kişi (F.O.) hakkında yapılan gerçeğe
aykırı haberler nedeniyle bu kişinin açmış olduğu tazminat davası kabul
edilirken söz konusu haberlere dayalı olarak kendisinin açtığı davaların ise
aleyhine sonuçlandığını,
vi. Yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek
Anayasa'nın 10., 17., 20., 22. ve 36. maddelerinde tanımlanan ilke ve
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama
ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
15. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, hakkında yapılan haberin
gerçeği yansıtmadığını, haberde geçen sözlerin tahkir içerdiğini, şeref ve
itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın 17., 20.,
22. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddialarının temel olarak açtığı
tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarının korunmasında
toplandığı ve şikâyetin, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişilik
haklarının korunması kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
16. Öte yandan masumiyet karinesi, kişinin suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilmemesini ve suçlu muamelesine tabi tutulmamasını güvence
altına alır. Anayasa Mahkemesi, yargılama makamları veya diğer devlet
görevlilerinin ifadeleri veya kışkırtmasına dayanmayan basın ve yayın
organlarındaki yazılar veya bazı küçük düşürücü haberlerle ilgili şikâyetleri
bir bütün olarak şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkı kapsamında
değerlendirmektedir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, § 31).
17. Başvurucunun benzer davalar için yargı yerlerince farklı
kararlar verildiği yönündeki iddiası ile yargılamanın makul sürede
tamamlanmamasına ilişkin şikâyeti ayrıbaşlıklar
altında incelenecektir.
1. Şeref ve İtibarın
Korunması Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
18. Başvurucu, gerçeğe aykırı ve tahkir içeren sözler karşısında
Derece Mahkemelerinin değerlendirmelerinin kendisini korumaması nedeniyle
kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler
ilk olarak İlhan Cihaner
kararında (İlhan Cihaner(2), B.
No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konmuştur. Daha sonra aynı ilkeler
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (Kadir Sağdıç, §§ 35-66; Nihat Özdemir, B. No: 2013/1997, 8/4/2015,
§§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikâyetlerde sözü geçen ilkeleri
uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun,
B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali
Suat Ertosun (2), B. No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).
20. Başvuruya konu köşe yazısı nedeniyle başvurucunun kişisel
itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilebilirlikten uzak
değildir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile yerel gazetenin ve şikâyet konusu köşe yazısının yazarının
Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu
özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan
ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
21. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu
şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp
sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya
sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi); haber, köşe yazısı veya
makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları; yayının içeriği, şekli ve
sonuçları ile haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanma şartları (İlhan Cihaner(2),
§§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66;
Nihat Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).
22. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleden korumakta yetersiz kalıp
kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki
ihtilaf, büyük ölçüde dava konusu haberin maddi vakıaların açıklanması veya değer
yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada maddi olgular ile
değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular
ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı
dikkate alınmalıdır (Kadir Sağdıç,
§ 57; İlhan Cihaner(2), §
64). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte
yargılamaya konu bir yazının bir bütün olarak ele alındığında kamu yararını
ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini ortaya
koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya konmasında
aranan kesinlik derecesinin, kamu yararı ile ilgili bir konuda gazetecilerin
değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da aranmasını beklemek basın
özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft
GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98,
13/2/2004, §§ 39-43).
23. Başvurucu; henüz hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı
olmadığı hâlde suçlu gösterildiğini, reyting yapma kaygısı ve belli kişiler
yararına haber yapma maksadı ile 8 trilyonluk serveti olduğu yolundaki gerçek
dışı haberlerin alıntılanarak söz konusu köşe yazısında kullanıldığını ve
kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia etmektedir. Buna karşın İlk Derece
Mahkemesi, başvurucunun gerçeğe aykırı mal beyanında bulunmaktan ceza aldığını,
bir ceza davasının ise kesinleşmemiş olmakla beraber başvurucunun
cezalandırılması ile sonuçlandığını hatırlatmıştır. İlk Derece Mahkemesine göre
köşe yazısında kullanılan haberin dayanağı ulusal basında çıkan haberlerdir ve
bu haberler de başvurucunun yargılandığı ceza davalarına dayanmakta olup ulusal
basında çıkan haberlerle ilgili bilgi verildiği ve başvurucu ile davalı köşe
yazarı arasında geçen ilişkiden bahsedildiği görülen yazı içeriği başvurucunun
kişilik haklarına saldırı niteliğitaşımamaktadır.
24. İlk olarak davalının başvuruya konu köşe yazısında dile
getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup
sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda bir haber veya yazının
kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya
makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine yazının
bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok
üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, § 74). Basının genel yarar nitelikli
bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna kamunun bu
bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
25. Şikâyet konusu köşe yazısının yayımlandığı dönem,
başvurucuya karşı bazı ceza davalarının devam ettiği bir dönemdir ve başvurucu
yönetici konumunda bir devlet memurudur. Bir bütün olarak şikâyet konusu yazıda
emekli vergi şefi olan başvurucunun mal varlığına ilişkin ulusal gazetelerin
manşetlerine yansıyan haberlerden bahisle bir dönem başvurucuyla yazar arasında
geçenlere ve tüm bunların üzerinden yazarın kişisel düşüncesine yer
verilmiştir. Bu bakımdan söz konusu yazı içeriğinin bir ölçüde genel yarar
nitelikli tartışmaya katkı sunduğu kabul edilebilir. Bu hususla ilgili olarak
basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir
yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği
hatırlanmalıdır.
26. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına
bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26.
maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil aynı zamanda
bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (Ali Suat Ertosun, § 66).
27. Yerel ölçekte yayın yapan bir gazetenin başvuruya konu köşe
yazısında ulusal basında manşetlerde yer alarak ülke gündeminde daha önce
aleniyet kazanmış bir haberin yalnızca bilgisine yer verilmiş, haberle ilgili
ayrıntılara girilmemiştir. Bu bilginin ardından köşe yazarının başvurucu ile
ilgili kişisel deneyim ve düşüncelerini aktardığı anlatımlarında ise abartılı
ya da tahkir edici bir ifade olmadığı tespiti yapılabilir.
28. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü
ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması
hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi,
şikâyet konusu yazının yazıldığı şartlar üzerine ve yazıda alıntılanan haberin
veriliş şekli ile gerçekliği meselesine eğilmiş ve başvuruya konu yazıda
eleştiri sınırının aşılmadığına karar vermiştir.
29. Bu şartlarda yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı
mercilerinin farklı çıkarlar dengelenirken sahip oldukları takdir payları da
dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu, Derece Mahkemelerince tarafların haklarının
değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir
ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Yargı Merciilerince
Benzer Konularda Farklı Kararlar Verildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu, Yargıtayın daha önce
kendi lehine onama kararı vermişken daha sonra aynı mahiyetteki kararlarda
aleyhine hüküm kurduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
31. Başvurucu, anılan iddiasına dayanak olarak Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 23/1/2013 tarihli veE.2012/1350, K.2013/765 sayılı kararını
göstermiştir. Anılan karar, başvurucu tarafından bir yerel gazete aleyhine
açılan tazminat davasının kısmen kabul edilmesine ilişkin İlk Derece Mahkemesi
kararının onanmasına ilişkindir.
32. Başvurucu,Yargıtay
4. Hukuk Dairesinin söz konusu kararla lehine hüküm kurmuş olduğunu, daha
sonraki kararlarında ise dava konularının aynı mahiyette olmasına rağmen
aleyhinde kararlar vermeye başladığını ileri sürmektedir.
33. Mahkememizce Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)
üzerinden yapılan incelemede, başvurucu tarafından çeşitli basın kuruluşları
aleyhine açılan tazminat davalarının yerel mahkemeler tarafından reddedilmesi
üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince onanarak başvurucunun aleyhine sonuçlanan
kararlar bulunduğu ve bu kararların yukarıda bahsedilen23/1/2013 tarihli
karardan daha önce verildikleri görülmüştür (Yargıtay 4. HD. 19/12/2011 tarihli
ve E.2011/10414, K.2011/13746 sayılı; 19/12/2011 tarihli ve E.2011/11958,
K.2011/13748 sayılı; 19/12/2011 tarihli ve E.2011/12691, K.2011/13749 sayılı;
14/6/2012 tarihli ve E.2011/8954, K.2012/10391 sayılı kararlar).
34. Dolayısıyla başvurucunun Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince
23/1/2013 tarihli veE.2012/1350, K.2013/765 sayılı karardan sonra aleyhine
hükümler verilmeye başlandığı iddiası, bu tarihten önce de başvurucu aleyhine
verilmiş olan kararların (bkz. § 39) mevcudiyeti nedeniyle açıkça dayanak
yoksun bulunmaktadır.
35. Öte yandan kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu
iddiasıyla basın kuruluşlarına karşı açılan tazminat davalarında yargı
mercilerinin inceleyeceği husus haberi yapılan olay değil olayın kamuoyuna
aktarılma şeklidir ve anılan inceleme bir çok kriterin
uygulanmasını gerektirmektedir. Başvurucu aynı konuya ilişkin basın haberleri
ile ilgili olarak Yargıtay tarafından farklı kararlar verildiğini ileri
sürmekte ise de söz konusu haberlerin içeriğinin, veriliş şeklinin, haberlerde
kullanılan ifadelerin, ifade tarzınınaynı ya da
benzer olduğu yönünde bir kanıtlamada bulunmamıştır.
36. Bununla birlikte farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış
olması tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B.
No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B.
No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; ve Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, §
92).
37. Başvurucu, öte yandan aynı karalama kampanyasına
karıştırılmak istenen bir kişinin (F.O.), hakkında yapılan gerçeğe aykırı
haberler nedeniyle açmış olduğu tazminat davası yargı yerlerince kabul
edilirken söz konusu haberlere dayalı olarak kendisinin açtığı davaların ise
reddedildiğini, kanunlar karşısında herkesin eşit haklara sahip olduğunu, aynı
haklardan kendisinin de yararlandırılması gerektiğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Bireysel başvuru formu ve ekleri"
başlıklı 59. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendinde, bireysel başvuru
formunda bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal
edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamaların yer
alacağı belirtilmiştir.
39. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvurucuya aittir. Başvurucu tarafından aynı haberlere yönelik olarak başka
bir kişinin açtığı tazminat davası lehe sonuçlanırken kendisinin açtığı davanın
aleyhine sonuçlanmasının adil olmadığı ileri sürülmekte ise de başvuruya konu
köşe yazısının yalnızca başvurucuyla ilgili olarak kaleme alındığı, anılan
yazıda F.O.nun adının geçmediği görülmektedir.
Başvurucu tarafından başvuru konusu olayla F.O.nun
açmış olduğu tazminat davası arasında nasıl bir bağlantı olduğunun ortaya
konmadığı, soyut şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin
belirtildiği ancak anılan hakkın somut olay bağlamında nasıl ihlal edildiği
açıklanmadan ve bu hususa ilişkin kanıtlamada bulunulmadan ihlal iddiasında
bulunulduğu görülmüştür.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucunun adil yargılanma hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle zarara
uğradığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
42. Başvuru konusu olayda Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan
haksız fiile dayalı tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle 12/1/2011
tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur.
43. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul
sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilmiştir. Buna göre bir
davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın
karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların
yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı
belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir
(Gülseren Gürdal ve diğerleri, B.
No: 2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283,
19/12/2013; Haydar İzgi, B. No:
2012/673, 19/12/2013).
44. Kanunlarda bazı davaların sonuçlandırılması için öngörülen
süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup
mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri
kararların geçerli olduğuna şüphe yoktur. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi de (AİHM) benzer şekildeki düzenleyici sürelerin yargılama süresini
kısaltma amacı taşıdığını vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasal
süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve
uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek davaların "makul
süre" içinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama
süresinin bütününü ele almakta ve bu sürenin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin 1. paragrafına uygun olup olmadığıyla
sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42927/10,
12/3/2013).
45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama süresinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir. Somut başvuru açısından bu tarih
22/2/2010'dur.
46. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi
hakkında verilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin E.2013/14678, K.2013/18501 sayılı
karar tarihi olan 26/11/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
47. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde
yargılamanın konusunun haksız fiile dayalı tazminat talebi olduğu, 22/2/2010
tarihinde açılan davanın yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesince delil
olarak sunulan başka mahkeme dosyalarının toplandığı, Mahkemenin 16/11/2011
tarihinde 1 yıl 9 aylık süre sonunda davanın esası hakkında karar verdiği,
temyiz incelemesinin yaklaşık bir yılda, karar düzeltme incelemesinin ise dört
ayda tamamlandığı ve kararın 26/11/2013 tarihinde kesinleştiği böylece
yargılama süresinin 3 yıl 9 ayda tamamlandığı anlaşılmaktadır.
48. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliğine bütün olarak
bakıldığında somut başvuru açısından yaklaşık dört yıllık yargılama sürecinde
mahkemeler nezdinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde makul olmayan
bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
29/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.