TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İSMAİL ÇALIŞKAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11662)
|
|
Karar Tarihi: 6/7/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
İsmail
ÇALIŞKAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Sezgin
GANUZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerlik hizmeti sırasında meydana gelen yaralanma
nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle açılan davanın
süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
6. Başvurucu,Bakanlığın
görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Mardin ili Nusaybin ilçesinde askerlik görevini
yapmakta iken 18/7/2009 tarihinde sınır hattındaki tel
engellerin güçlendirilmesi sırasında meydana gelen mayın patlaması sonucunda
yaralanmıştır.
9. Bir dizi tedavi sonucunda GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi
Komutanlığının 23/5/2011 tarihli heyet raporuyla
başvurucunun "barışta askerliğe
elverişli olmadığı" tespit edilmiştir. Öte yandan başvurucu 28/11/2009 tarihinde normal süresinde terhis edilmiştir.
10. Anılan raporun 23/6/2011 tarihinde
onaylanarak kesinleşmesinden sonra 1/6/2011 tarihinden geçerli olmak üzere
başvurucuya altıncı derecede vazife maluliyeti aylığı bağlanmış ve nakdî
tazminat ödenmiştir.
11. Başvurucu 11/9/2012 tarihinde idari
başvuru yapmadan doğrudan tam yargı davası açmıştır. Bunun üzerine Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi (AYİM) 12/6/2013 tarihli kararıyla
dava dilekçesinin görevli idari mercie tevdiine karar vermiştir. İdare
tarafından altmış gün içinde cevap verilmemesi üzerinebaşvurucu
31/10 2013 tarihinde yeniden dava açmıştır.
12. Başvurucu özetle vazife malulü aylığı bağlanmasına ve
15.719,41TL nakdi tazminat ödenmesine karar verilmiş olmasına rağmen ömür boyu
sürecek sakatlıkla karşı karşıya olduğunu, anılan ödemelerden çok daha
fazlasını kazanabilecekken sakatlık nedeniyle bundan mahrum kaldığını
belirterek maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesini istemiştir.
13. AYİM İkinci Dairesi 4/12/2013 tarihli ve E.2013/1481,
K.2013/1508 sayılı kararıyla başvurucunun uğradığı zararı,barışta askerliğe elverişsiz olduğuna ilişkin
sağlık kurulu raporunun Millî Savunma Bakanlığınca onaylanarak kesinleştiği
tarih olan en geç 23/6/2011 tarihindeöğrendiğini, bu
tarihten itibaren bir yıl içinde maddi ve manevi tazminat istemiyle davalı
idareye başvurması gerekirken anılan süreden sonra doğrudan 11/9/2012 tarihinde
davayı açtığını, bu durumda başvurucunun zararı öğrendiği (raporun
kesinleştiği) tarihten itibaren bir yıl içinde davalı idareye başvurmadığı
gerekçesiyle davayı süre aşımı nedeniyle oyçokluğu ile reddetmiştir.
14. Karara katılmayan üye ise özetle başvurucunun askerliğe
elverişli olmadığına ilişkin kesinleşen sağlık raporunun başvurucuya tebliğ
edilmemesi nedeniyle bir yıllık dava açma süresinin raporun onay tarihi olan 23/6/2011 tarihinden başlatılamayacağını savunmuştur.
15. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme istemi de aynı
Dairenin 30/4/2014 tarihli ve E.2014/763, K.2014/632
sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bu karar 10/6/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 9/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Anayasa ve Kanun
Hükümleri
17. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür.”
18. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun43. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten
itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili
makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu
isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki
işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde
cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi
içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
20. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011
tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu
görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara
uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte,
resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de
ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam
yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu
görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza
muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
21. Aynı Dairenin 31/5/2016 tarihli ve
E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararında şöyle denilmiştir:
"2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal
edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır.
Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için
öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman
zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu
görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve
yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe
edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve
olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de
idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle
doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru
sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının
belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından
birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin
doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B.
No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1)
numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü
iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına
alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
24. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından
düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara
tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin
tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen
(çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak
hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).
25. Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan
araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı
fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57).
26. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin
kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli
ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve diğerleri/Birleşik Kralık, B.
No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).
27. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, §§ 50,51).
28. AİHM, Eşim/Türkiye (B.
No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı
nedeniyle davası reddedilen başvuranın mahkemeye erişim hakkının engellenip
engellenmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu,
askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990
tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavisi uzunca bir süre devam
etmiş ve sonunda başvurucunun 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir.
Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış,
2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş,
2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu
anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat
almak amacıyla idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir.
Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle
açtığı davada AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde
dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
29. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş; başvurucunun
25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar
olmaması tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat
davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine,
Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma
hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde
kullanılması gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre
sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın esasının tam olarak incelenmesine
engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23,
25, 26).
30. AİHM, Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre (B.No: 52067/10 ve 41072/11, 11/3/2014)
başvurusunda da Eşim/Türkiye
başvurusundaki içtihadını sürdürmüştür. Başvuruya konu olayda başvuranlar,1965
yılından 1978 yılına kadar çalışma ortamında amyanta (asbest) maruz kalması
sebebiyle oluşan hastalık nedeniyle 2005 yılında vefat eden bir teknisyenin eşi
ve çocuklarıdır. Olayda hastalığın amyanttan kaynaklandığı 2004 yılında belli
olmuş ve başvuranların mirasçısı 25/10/2005 tarihinde
işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İsviçre Federal
Mahkemesi, on yıllık zamanaşımı süresinin zararın ortaya çıktığı andan değil
olayın oluş anından itibaren başlayacağını belirterek davacının 1995 yılından
sonra amyanta maruz kalmadığını, 1995'ten önceki olaylar açısından ise
taleplerin zamanaşımına uğradığına karar vermiştir.
31. AİHM söz konusu başvuruda, zamanaşımına ilişkin kuralların,
amyantın yol açtığı gibi tetikleyici olaylardan ancak yıllar sonra teşhis
edilebilen hastalıklardan muzdarip kişilere
sistematik olarak uygulanmasının, bu kişileri iddialarını mahkemeler önünde
ortaya koyma olanağından yoksun bırakma ihtimali bulunduğuna dikkat çekmiştir.
AİHM, kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu
bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda bu gerçeğin
zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini belirterek
zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının başvuranların mahkemeye erişimini, söz konusu
haklarının özüne halel getirecek derecede kısıtlamış olduğuna karar vermiştir (Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre,§§
77,78).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 6/7/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu; AYİM'in, dava açma
süresini idarenin iç işlemleri sonucu kesinleşen ve tebliğ edilmeyen sağlık
raporunun onay tarihinden başlatarak davayı reddetmesi nedeniyle kendisine
gereksiz ve orantısız bir yük yüklenildiğini ve böylece mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesine karar
verilmesini istemiştir.
34. Bakanlık tarafından sunulan görüşte
konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarına yer verilmiş ve ardından
özetle 1602 sayılı Kanun'da, dava açma süresinin her çeşit işlemlerde yazılı
bildirim tarihinden itibaren altmış gün olarak ifade edildiği, tam yargı
davasının açılması bakımından da eylemlerin yazılı bildirimi ya da başka
suretle öğrenme tarihinden itibaren sürenin başlatıldığını, ayrıca Türk Silahlı
Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nde personel ve askerî öğrenciler ile
yükümlüler bakımından ayrı düzenlemeye gidilmesine rağmen her iki durumda da
sağlık kurulu raporunun tebliği şartının arandığı belirtilmiştir.
35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevap vermemiştir.
2. Değerlendirme
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Müdahalenin
Varlığı ve Hakkın Kapsamı
38. Anayasa’nın 36. maddesinin birici
fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
39. Anayasa'nın 36. maddesine 2001 yılı değişiklikleriyle
eklenen "adil yargılanma" ibaresine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmelerden AİHS
ile AİHS'i yorumlayan AİHM içtihadındaki adil
yargılanma hakkı güvencelerinden birini mahkemeye erişim hakkı oluşturmaktadır
(bkz. § 23).
40. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
41. Başvurucunun açtığı davanın AYİM İkinci Dairesi tarafından
süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilerek davanın esasının
incelenmemesinin, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu
açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
42. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
43. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye
erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür.
Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın
13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir
(Murat Kara ve diğerleri, B. No:
2014/6042, 9/3/2017, § 59).
44. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
45. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
46. Başvuruya konu olayda AYİM İkinci Dairesinin, 1602 sayılı
Kanun’un 43. maddesine göre süre aşımı gerekçesiyle davanın reddine karar
verdiği anlaşılmaktadır. AYİM Dairesinin bu maddeye göre verdiği kararla
yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı açıktır.
(2) Meşru Amaç
47. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması mümkün
olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir
kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).
48. Diğer taraftan hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Bu
ilkelerin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan
mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilebilir. Bu çerçevede idari işlem ve
eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını
engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak amacıylahukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleri gereği
idari davaların açılmasının belli sürelerle sınırlandırıldığını söylemek
mümkündür.
49. Bunun yanında dava ya da hukuki işlemler için tanınan
süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik
ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
ederler (AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17).
50. Bir başka ifadeyle süre gibi usul kuralları adaletin iyi
yönetimini ve bilhassa hukuki güvenlik ve istikrara saygının temin edilmesini
amaçlarlar.
51. Bu açıklamalar çerçevesinde idari işlem ve eylemlere karşı
açılan davalarda süre koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
(3)Ölçülülük
52. Zorunlu askerlik görevi sırasında
malul kalma nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle
açılan başvuruya konu davada, AYİM Dairesinin dava açma süresini barışta
askerliğe elverişli olunmadığı yönünde düzenlenen sağlık raporunun "onay (kesinleşme) tarihinden
başlatarak" davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmesi nedeniyle
başvurucunun mahkemeye erişimine yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığınınincelenmesi gerekir.
(a) Genel İlkeler
53. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
54. Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın
hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten öte yandan kanunla
öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı
esneklikten kaçınmaları gerekir (Kamil Koç,
B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu çerçevede
mahkemeye erişim hakkına yapılacak sınırlandırmanın ölçülü olup bireylerin
mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede zorlaştırmaması ya da imkânsız hâle
getirmemesi gerekir.
55. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus derece mahkemelerinin
gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence
altına temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Bu kapsamda dava açma
sürelerinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi
olmayıp Anayasa Mahkemesi, dava açma sürelerinin başlatıldığı tarihle ilgili
derece mahkemelerin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini
incelemektedir.
56. Askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylemden dolayı
uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle
reddedilmesi üzerine mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce
Anayasa Mahkemesince incelenmiştir ( Kemal
İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015; Haluk Pek, B.No:
2013/9094, 4/2/2016; Nahit Aydın, B.No: 2013/4072, 6/1/2016; Sezai
Balta, B. No:
2013/8834, 4/2/2016; Mesut Ekinci,
B. No: 2014/956, 18/5/2016).
57. Anayasa Mahkemesinin anılan başvurularda ortaya koyduğu
içtihada göre kişinin idari eyleme ilişkin tam yargı davası açma hakkını, idari
eylem nedeniyle bir zarara uğramış olduğunu ve uğradığı zararın hangi sebep
veya sebeplerden kaynaklandığını gerçekte değerlendirebildiğinde kullanabilmesi
gerekir.
58. Bu bağlamda bir kısmına yukarıda yer verilen (§§ 20, 21)
Danıştay içtihatlarında ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan
zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü
tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari
eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının
eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma
süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.
59. Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer
verilen içtihadında; askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylemden dolayı
zarara uğranıldığına ilişkin iddiada erken terhis durumunun varlığı hâlinde söz
konusu zararın erken terhisle öğrenilerek değerlendirilebileceği, erken terhis
işleminden sonra sağlık raporunun onaylanarak başvurucuya tebliğ edilmesinin
ise ancak açılan tazminat davasında rahatsızlığın seviyesine göre talep
edilecek olan tazminat tutarının hesaplanmasına etki edebileceği kabul
edilmektedir. Erken terhis durumunun olmadığı durumlarda ise mahkemeye
erişim hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespitinde zarardan bilgi sahibi
olup olmadıklarına dair başvurucuların ortaya koyacakları argümanlar
bu çerçevede zararın öğrenilmesine elverişli nitelikteki sağlık raporunun
varlığı ve derece mahkemelerinin bunlara dair gerekçeleri önem arz eder.
60. Ayrıca derece mahkemesi kararlarında başvurucuların
uğradıklarını ileri sürdükleri zararı öğrendikleri veya öğrenmeleri gereken
tarih hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava açma süresine ilişkin
bazı kategorik kabul ve değerlendirmelerle davaların süre yönünden reddedilmesi
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
61. Başvurucu, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma
süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette
bulunmamıştır. Başvurucu, anılan sürenin başlangıç tarihi olarak raporun onay
tarihinin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet
etmektedir.
62. Olayda, askerlik hizmeti sırasında 18/7/2009
tarihinde meydana gelen mayın patlamasında yaralanan başvurucunun bir dizi
tedavi sonucunda 23/5/2011 tarihli heyet raporuylabarışta
askerliğe elverişli olmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu bu rapordan önce
normal terhis tarihi olan 28/11/2009 tarihinde terhis
edilmiştir. Askerliğe elverişsizliğe ilişkin rapor 23/6/2011
tarihinde onaylanarak kesinleşmiş ancak bu rapor başvurucuya tebliğ
edilmemiştir. Başvurucu, mayın patlamasında oluşan yaralanma nedeniyle 11/9/2012 tarihinde tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci
Dairesi, idari eylemlere ilişkin 1602 sayılı Kanun'un 43. maddesindeki bir
yıllık süreyi başvurucunun askere elverişliliğiyle ilgili raporun onaylanarak
kesinleştiği 23/6/2011 tarihinden başlatmıştır.
63. Somut olayda erken terhis durumu bulunmadığından
başvurucunun, mayın patlaması nedeniyle uğradığı zararı değerlendirebileceği
tarihin belirlenmesi ve bu tarihe ilişkin AYİM Dairesinin gerekçesi,
başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespitinde
önem arz etmektedir.
64. Başvuruya konu kararda AYİM Dairesi başvurucunun barışta
askerliğe elverişli olmadığına ilişkin düzenlenen sağlık raporuna başvurucunun
zarara uğradığını değerlendirebilmesi noktasında önem atfetmiş ve dava açma
süresinin başlangıcına bu raporu esas kabul etmiştir. Bununla birlikte AYİM
dava açma süresini söz konusu raporun kesinleşerek onaylandığı tarihten
başlatmıştır (bkz. § 13). Ancak askerliğe elverişsizliğe ilişkin sağlık
raporunun başvurucunun gıyabında onaylanarak kesinleştiği ve başvurucuya tebliğ
edilmediği açıktır.
65. Bu durumda AYİM Dairesine göre
başvurucunun idari eylem nedeniyle uğradığı zararı değerlendirme noktasında
önem taşıdığı anlaşılan, askerliğe elverişsizliğe ilişkin sağlık raporunun
tebliğ edilmediği gözetildiğinde başvurucunun bilgisi dışında gerçekleşen onay
tarihi esas alınmak suretiyle davanın süre aşımı yönünden reddedilmesinin
başvurucuya orantısız bir külfet yüklediği bukatı
yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede zorlaştırdığı
sonucuna varılmıştır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
67. Başvurucu,idarenin
özensiz davranışı sonucuyaşam hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
68. Bakanlık, bu iddiaya ilişkin görüş sunmamıştır.
69. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesi
uyarınca yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti, söz konusu şikâyet
ve olay açısından yaşam hakkı kapsamında etkili kabul edilebilecek bir başvuru
yolu olan tam yargı davasına ilişkin Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yapılan
incelemede mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği tespit edilip ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için dava dosyasının yeniden yargılama
yapılmak üzere ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verildiğinden ayrıca
değerlendirilmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
71. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
72. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
73. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
-Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun
ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi
gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/1481, K.2013/1508
sayılı kararıyla ilgilidir.),
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
6/7/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.