TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
DURSUN KANBER EROĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/11724)
Karar Tarihi: 20/7/2017
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Recai AKYEL
Raportör
Ayhan KILIÇ
Başvurucular
1. Dursun Kanber EROĞLU
2. Engin EROĞLU
3. Sırma EROĞLU
Vekili
Av. Zeki DOĞANOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mal müdürlüğünce yapılan açık artırmada satın atılan tescilli taşınmaza ilişkin tapu kaydının hiçbir yere uymaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Dursun Kanber Eroğlu 1968 doğumlu olup İstanbul'da, Engin Eroğlu ve Sırma Eroğlu sırasıyla 1979 ve 1944 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedirler.
A. Uyuşmazlığın Arkaplanı
9. Sivas ili İmranlı ilçesi Çalıyurt köyü Karıklar Başı mevkiinde kâin 7.000 m² büyüklüğündeki tarla vasıflı ve Hazine adına kayıtlı taşınmaz, İmranlı Mal Müdürlüğü (Mal Müdürlüğü) tarafından 1996 yılında yapılan açık artırma sonucu başvurucular murisi Hasan Eroğlu'na ihale edilmiştir. Söz konusu taşınmaz 30/5/1996 tarihinde başvurucular murisi adına tapuya tescil edilmiştir. Ancak taşınmaz, başvurucular murisine fiilen teslim edilmemiştir.
10. Taşınmazın bulunduğu bölgede 2005 yılında kadastro çalışmaları yapılmıştır. Başvurucular murisi 20/5/2005 tarihinde İmranlı Kadastro Müdürlüğüne yaptığı başvuruyla, adına kayıtlı bulunan taşınmazın Gökçebel köyü sınırları içinde kalması ihtimaline binaen adına tespitinin yapılması isteminde bulunmuştur. İdare tarafından başvurucuya herhangi bir cevap verilmemiştir.
B. Başvurucular Murisi Tarafından Açılan Kadastro Tespitine İtiraz Davası
11. Başvurucular murisi 4/9/2006 tarihinde Gökçebel köyü tüzel kişiliği aleyhine İmranlı Kadastro Mahkemesinde (Kadastro Mahkemesi) kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucular murisine ait taşınmazın sınırlarının sel suları sebebiyle değişerek Gökçebel köyü Kande mevkiine kaydığı ve 12.507,88 m² olarak çayır vasfıyla 128 ada 35 parsel numarasıyla Gökçebel köyü tüzel kişiliği adına tespit edildiği ileri sürülmüştür. Dilekçede Gökçebel köyü tüzel kişiliği adına yapılan tespitin iptali ile taşınmazın başvurucular murisi adına tespitine karar verilmesi talep edilmiştir.
12. Mahkemece 16/7/2007 ve 12/6/2008 tarihlerinde taşınmaz mahallinde mahallî ve teknik bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. Mahallî bilirkişiler beyanlarında, 128 ada 35 parselin Deli Mahmut köyünden İsmail isimli bir şahsa ait olduğunu ve buranın satış senediyle Gökçebel köyü tüzel kişiliğine satıldıktan sonra köy tüzel kişiliği tarafından çayırlık olarak kullanıldığını beyan etmişlerdir. Mahalli bilirkişiler, başvurucular murisine ait tapu kaydında belirtilen yerin ise dava konusu 128 ada 35 parselle bir ilgisinin bulunmadığını, "Kirikler Başı" mevkiinde kâin taşınmazın bir buçuk iki kilometre daha ileride olduğunu ifade etmişlerdir.
13. Mahkemece 26/11/2008 tarihli kararla dava reddedilerek taşınmazın tespit gibi tesciline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, mahallî bilirkişi beyanlarına dayanılarak başvurucular murisine ait tapu kaydının, dava konusu 128 ada 35 parsele mevki ve hudut itibarıyla uymadığı ve taşınmazın bir buçuk iki kilometre daha ileride olduğu ifade edilmiştir.
14. Bu karar Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin (Daire) 28/6/2010 tarihli kararıyla onanmıştır.
C. Başvurucular Tarafından Açılan Dava
15. Başvurucular murisi tarafından 27/9/2010 tarihinde Mal Müdürlüğüne başvurularak taşınmazın tapu kayıtlarına uygun tespit edilerek teslim edilmesi isteminde bulunulmuştur. Mal Müdürlüğünce gönderilen 13/12/2010 tarihli cevap yazısında, taşınmazın mülkiyetinin 5/4/1996 tarihinde başvurucular murisine geçtiği, 2008 yılında yapılan kadastro çalışmasında tapunun uygulanamaması ile ilgili idarelerinin bir sorumluluğunun bulunmadığı bildirilmiştir.
16. Başvurucular murisi sonra 19/4/2011 tarihinde İmranlı Tapu Sicil Müdürlüğüne (Tapu Sicil Müdürlüğü) müracaat etmiş ve taşınmazın bulunduğu yerin net olarak belirlenerek tarafına gösterilmesini talep etmiştir. Tapu Sicil Müdürlüğünce 3/5/2011 tarihli yazıyla başvurucuya verilen cevapta tapu kaydının uyduğunu düşündüğü taşınmaza ilişkin olarak kadastro tutanaklarının kesinleştiği 27/11/2008 tarihinden itibaren on yıl içinde hukuk mahkemelerinde dava açabileceği hatırlatılmıştır.
17. Başvurucular murisi 20/10/2011 tarihinde ölmüştür.
18. Başvurucular 10/9/2012 tarihinde İmranlı Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Mal Müdürlüğü aleyhine dava açmışlardır. Dava dilekçesinde, murislerince 4/9/2006 tarihinde kadastro mahkemesinde açılan davanın satın alınan parselin tespit ve tesciline yönelik olmayıp 128 ada 35 parsel numaralı taşınmazın adına tescili talebine ilişkin olduğu vurgulanmıştır. Anılan davanın reddedilmesinden sonra Mal Müdürlüğü ve Tapu Müdürlüğüne yapılan başvuruların sonuçsuz kaldığına işaret eden başvurucular, Hazinenin var olmayan bir yeri satmasının mümkün olmadığına göre murislerince ihaleyle satın alınan yerin tespiti ve adlarına tesciline, mümkün değilse muadil bir yerin adlarına tesciline, bu da mümkün değilse taşınmaz bedelinin güncellenerek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi isteminde bulunmuşlardır.
19. Mahkeme 21/5/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucular murisince 128 ada ve 35 parsel numaralı taşınmaza yönelik açılan davanın reddedildiğini ve başvurucuların da taşınmazın nerede olduğunu bilmediklerini, yapılacak bir keşif sırasında tapuya isabet eden taşınmazı gösteremeyeceklerini beyan ettikleri hatırlatılmıştır. Gerekçenin devamında başvurucuların taşınmazın nerede olduğunu bilmemelerinin ve gösterememelerinin davanın reddini gerektirdiği ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca tazminat taleplerini de incelemiştir. Mahkeme öncelikle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesinde düzenlenen devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan hatalardan doğan sorumluluğunun koşullarını değerlendirmiştir. Mahkeme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesindeki kusursuz sorumluluğun tapu siciline güvenerek kadastrosu yapılan taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişinin tapusunun, kadastro sırasında hakkını ileri sürmeyi ihmal eden Hazine tarafından sonradan açılan dava neticesinde iptal edilmiş olması hâlinde uygulanacağını açıklamış ve somut olayda bu şekilde bir durumun bulunmadığı kanaatini belirtmiştir.
20. Taşınmazın ihale ile başvurucular murisine satıldığını gözeten Mahkeme, borçlar hukuku hükümlerine göre tazminat sorumluluğunun doğup doğmadığını da irdelemiştir. Mahkeme şu gerekçeyle sözleşmeden doğan tazminat sorumluluğu yönünden de davanın reddi gerektiği sonucuna ulaşmıştır:
"Yine ikinci olarak akla borçlar hukuku hükümlerine göre açılacak alacak davaları akla gelmektedir. İhale suretiyle davacının murislerinin tapuda belirtilen taşınmazı satın almış olduğu davalının da kabulündedir. Davaya konu tapu kaydı henüz uygulanamadığına göre davaya konu olacak yer gerçekten de başka bir sebeple kadastro sırasında davacı adına tespiti yapılmışbir yer olabilecektir. Bunun ıspatı genel kural gereği davacıya düşmektedir. Bunu da yapılacak keşifte tapu kaydının zemine uygulanması neticesinde (az yukarıda değinildiği şekliyle) belirlemiş olacaktır. Açıklanan tüm bu nedenlerle açılan davanın reddi gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir."
21. Başvurucular bu kararı temyiz etmişlerdir. Temyiz dilekçesinde diğer iddiaların yanında davanın kadastrodan önceki sebeplere dayanılarak açılan bir tescil davası olmayıp taşınmazın nerede olduğunun tespiti talebini içerdiği vurgulanmış ancak Mahkemenin hatalı niteleme yaparak davayı yanlış temelde incelediği ileri sürülmüştür. Uyuşmazlığın özünün Hazine tarafından satılan taşınmazın neresi olduğunun gösterilmemesi olduğunun altını çizen başvurucular, Mahkemenin buna yönelik bir incelemesinin bulunmadığını dile getirmişlerdir. Dairenin 7/11/2013 tarihli kararıyla temyiz istemi reddedilerek Mahkeme kararı onanmıştır.
22. Başvurucular, açılan davanın, ihaleyle satın alınan taşınmazın tespiti ve teslimine yönelik olduğu yolunda vurguları içeren dilekçe ile karar düzeltme isteminde bulunmuşlardır. Dairenin 4/6/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme istemi de reddedilmiştir.
23. Nihai karar 24/6/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
24. Başvurucular 16/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV.İLGİLİ HUKUK
25. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılımülga Devlet İhale Kanunu'nun 53. maddesi şöyledir:
"Bütün İhaleler bir sözleşmeye bağlanır. Sözleşme, idare adına ita amiri tarafından imzalanır.
Bu Kanunda belirtilen özel hallerde sözleşme yapılması zorunlu değildir."
26. Mülga 2886 sayılı Kanun'un 60. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İdare 57 nci maddede yazılı süre içinde sözleşme yapılması hususunda kendisine düşen görevleri yapmak ve taşınmaz malların satımında, ferağa ait işlemleri tamamlamak, şartnamede belirtilen sınır ve evsafa göre satılan malları müşteriye teslim etmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, müteahhit veya müşteri, sürenin bitmesinden itibaren en çok 15 gün içinde, 10 gün müddetli bir noter ihbarnamesi ile bildirmek şartıyla, taahhüdünden vazgeçebilir. Bu takdirde teminat geri verilir. Müteahhit veya müşteri, ihaleye girmek ve teminat vermek için yaptığı masrafları istemeye hak kazanır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 20/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucular, Mal Müdürlüğünden 1996 yılında satın alınan taşınmazın fiilen teslim edilmediğini belirtmişlerdir. Taşınmazın komşu köy adına tescil edildiği duyumunun alınması üzerine 2006 yılında açılan davanın reddedildiğini hatırlatan başvurucular, ihale ile satın aldıkları kadastral parselin tespiti, mümkün olmaması durumunda ödedikleri paranın güncellenerek iadesi istemiyle açtıkları davanın da reddedildiğinden yakınmışlardır. Başvurucular, devlete güvenerek satın aldıkları taşınmaza ilişkin mülkiyet hakkının ortadan kaldırıldığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca Mahkemenin yeterli incelemeye dayanmadan karar verdiğinden şikâyet etmişlerdir.
B. Değerlendirme
29. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Mahkemenin yeterli incelemeye dayanmadan karar verdiğine yönelik şikâyetin, mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
31. Somut olayda, Hazine adına kayıtlı taşınmaz Mal Müdürlüğü tarafından 1996 yılında yapılan açık artırma sonucu başvurucular murisine satılmıştır. Söz konusu taşınmaz 30/5/1996 tarihinde başvurucular murisi adına tapuya tescil edilmekle birlikte başvurucular murisine fiilen teslim edilmemiştir.Başvurucular murisince 4/9/2006 tarihinde açılan dava, 128 ada 35 parsel numaralı taşınmazın Gökçebel köyü tüzel kişiliği adına yapılan kadastro tespitine yönelik ise de başvurucular tarafından 10/9/2012 tarihinde açılan dava, murislerine satılan taşınmazın yerinin tespit edilerek adlarına tescil ve tespitiyle (mümkün değilse tazminat ödenmesiyle) alakalıdır. İkinci dava dilekçesinde, somut bir taşınmaz gösterilmediği gibi kadastro tespitinin hatalı yapıldığına dair bir iddiada da bulunulmamıştır. Başvurucu tarafından gerek dava dilekçesinde gerekse temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde güçlü bir biçimde ifade edildiği üzere ikinci davanın amacı, Mal Müdürlüğünü, 1996 yılında akdettiği satış sözleşmesinin gereklerini, yani taşınmazın tespit edilerek başvuruculara teslimi edimini ifaya zorlamaktır. Dolayısıyla ikinci davanın, devletin tapu sicilinin hatalı tutulmasından doğan sorumluluğuyla herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Başvurucuların, devletin hiçbir yere uymayan tapu sicili oluşturduğu iddiasına dayalı bir tazminat istemleri söz konusu değildir. Nitekim bireysel başvuru dilekçesindeki temel şikâyetin de Hazine tarafından satılan taşınmazın tespit ve teslim edilmemesine yönelik olduğu görülmektedir.
32. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut başvuruda devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan sorumluluğuna ilişkin herhangi bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı anlaşılmamaktadır. Bu bağlamda incelemenin, başvurucular murisine satılan taşınmazın fiili olarak başvuruculara teslim edilmemesine yönelik şikâyetlerle sınırlı tutulması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
34. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
35. Taşınmaz mal varlığının mülk teşkil ettiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.Somut olayda başvurucular murisi adına kayıtlı bir tapunun varlığı da ihtilafsızdır. Ancak söz konusu tapu kaydının gösterdiği taşınmazın maddi âlemde bir varlığının bulunup bulunmadığı veya tapu kaydının somut olarak hangi arazi parçasına isabet ettiği hususu açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu durum, "taşınmaz" mal varlığının mevcudiyeti ile ilgili ciddi kuşkuların oluşmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte başvurucular murisinin, tapu kaydında gösterilen taşınmazı satın almak için bir bedel ödediği gözetildiğinde en azından bu bedelin ödenmiş olmasından kaynaklanan bir mülkiyet hakkının var olduğunun kabulü gerekir.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
36. Başvurucuların yakındığı husus, Mal Müdürlüğünce 1996 yılında ihale yoluyla murislerine satılan taşınmazın fiilen teslim edilmemesidir. Hazineye ait taşınmazların ihale yoluyla özel hukuk kişilerine satışı, olay tarihinde yürürlükte bulunan 2886 sayılı Kanun'un 53. maddesi uyarınca bir sözleşmeye bağlanmaktadır. Sözleşmelerde belirlenen edimlerin ifa edilmemesinden kaynaklanan uyuşmazlıklar kural olarak özel ihtilaf kapsamında görülebilir. Ancak kamu ihaleleri sonucunda akdedilen sözleşmelerin taraflarından birinin kamu kurumu olduğu ve sözleşme koşullarının daha çok statü hukuku çerçevesinde belirlendiği gözetildiğinde ilgili sözleşme ile kamu kurumunun yüklendiği edimin ifa edilmemesinin somut olayın koşulları çerçevesinde özel bir ihtilaf olarak değil mülkiyet hakkına kamu tarafından gerçekleştirilen bir müdahale biçiminde değerlendirilmesi ve negatif yükümlülükler kapsamında incelenmesi mümkündür.
37. Somut olaydaki sözleşmenin konusu, ihale edilen taşınmazın devridir. İdarenin taşınmazı başvurucular murisine devir borcu, sözleşmesel bir edim olmaktan öte aynı zamanda 2886 sayılı Kanun'un 60. maddesinin ve anılan Kanun uyarınca yapılan ihalenin kazanılmış olmasının doğurduğu bir ödevdir. Anılan maddeye göre idarenin, sattığı taşınmaz malın ferağına ait işlemleri tamamlama, şartnamede belirtilen sınır ve evsafa göre satılan malı müşteriye teslim etme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu hüküm uyarınca taşınmazın başvurucuya tapuda devir ve şartnamede belirlenen niteliğiyle teslim edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla taşınmazın devir veya teslimi ödevinin ifasındaki her türlü başarısızlığın kamu müdahalesi olarak değerlendirilmesi icap etmektedir.
38. Olayda taşınmaz 30/5/1996 tarihinde başvurucular murisi adına tapuya tescil edilmiş ancak fiilen teslim edilmemiştir. Yukarıda belirtilen gerekçelerle taşınmazın fiilen teslim edilmemesinin mülkiyet hakkına kamu gücü tarafından yapılan bir müdahale biçiminde değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
39. Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. "Mülkten yoksun bırakma" ve "mülkiyetin kontrolü", mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma şeklindeki müdahalede mülkiyetin kaybı söz konusudur. Mülkiyetin kullanımının kontrolünde ise mülkiyet kaybedilmemekte ancak mülkiyet hakkının malike tanıdığı yetkilerin kullanım biçimi, toplum yararı gözetilerek belirlenmekte veya sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale ise genel nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her türlü müdahalenin mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele alınması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 55-58).
40. Belirtilmesi gerekir ki başvurucular murisine ait tapuda gösterilen taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında başka biri adına tespit ve tescil edildiğine ilişkin bir saptama bulunmadığı gibi başvurucuların şikâyeti de buna yönelik değildir. Başvurucular, taşınmazın fiilen teslim edilmemesinden yakınmaktadırlar. Başvuru konusu olayda, başvurucular murisine ait tapuda gösterilen taşınmazın maddi âlemde var olup olmadığı varsa bunun hangi arazi parçasına isabet ettiği hususlarının belirsiz olması nedeniyle başvurucuların taşınmaz mülkiyetinin değil taşınmaz için bedel ödenmiş olmasından doğan ekonomik bir menfaatinin bulunduğu ifade edilmiştir (bkz. § 35). Taşınmazın fiilen başvuruculara teslim edilmemesi, başvurucuların taşınmazı kullanamaması, dolayısıyla mülk teşkil eden bu ekonomik değerden yararlanmaması ile sınırlı bir sonuç doğurduğundan mülkten yoksun bırakma kapsamında görülemez. Ayrıca teslim etmemenin mülkiyetin kontrolü kapsamında yapılan bir tasarruf olmadığı da açıktır. Bu durumda, somut olaydaki müdahalenin "mülkiyetten barışçıl yararlanma" biçimindeki birinci kural kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
42. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
43. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Buna göre öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
44. 2886 sayılı Kanun'un 60. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde idarenin taşınmaz malların satımında, ferağa ait işlemleri tamamlamak, şartnamede belirtilen sınır ve evsafa göre satılan malları müşteriye teslim etmekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Buna göre idarenin, ihaleyle sattığı taşınmazın mülkiyetini devretmenin yanında taşınmazı fiilen teslim etme mecburiyeti de bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle idarenin sorumluluğu, sadece taşınmazın tapu kaydının devri ile sınırlı olmayıp aynı zamanda kullanılabilir bir vaziyette başvurucuya fiilen teslim edilmesini de kapsamaktadır. Taşınmazın fiilen teslimi, maddi âlemde isabet ettiği arazi parçası belirlenerek başvurucunun fiili zilyetliğine bırakılması anlamına gelmektedir.
45. Somut olayda Hazine adına kayıtlı taşınmaz Mal Müdürlüğü tarafından 1996 yılında yapılan açık artırma sonucu başvurucular murisine satılmıştır. Söz konusu taşınmaz 30/5/1996 tarihinde başvurucular murisi adına tapuya tescil edilmekle birlikte başvurucular murisine fiilen teslim edilmemiştir. Dahası başvurucular tarafından talep edilmesine rağmen taşınmazın maddi âlemde hangi arazi parçasına tekabül ettiği de idarece gösterilmemiştir.
46. Başvurucular tarafından açılan ve murislerine ait tapuda gösterilen taşınmazın tespiti ve adlarına tescili veya (bu mümkün değilse) tazminat ödenmesi istemini içeren dava, Mahkemece 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca kadastro tespitinden önceki nedenlere dayanılarak açılan bir tapu iptali ve tescili davası gibi değerlendirilerek sonuçlandırılmıştır. Bu çerçevede inceleme yapan Mahkeme, taşınmazın nerede olduğunun gösterilmesi yükümlülüğünün başvuruculara ait olduğunu değerlendirmiş ve başvurucuların bu yükümlülüklerini ifa etmemesi nedeniyle davanın tespit ve tescile ilişkin kısmının reddine karar vermiştir. Oysa dava dilekçesinde somut bir taşınmaza ilişkin kadastro tespitinin iptaline yönelik bir istem yer almadığı gibi gerek dilekçede gerekse temyiz ve karar düzeltme başvurularında davanın satın alınan taşınmazın maddi âlemde isabet ettiği arazi parçasının tespitine yönelik olduğu açıkça ifade edilmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi ihale ile sattığı taşınmazı gösterme ve kullanıma hazır bir vaziyette alıcıya teslim etme yükümlülüğü Mal Müdürlüğüne aittir. 2886 sayılı Kanun'un 60. maddesinin açık hükmü de bu yöndedir. Mahkemenin ispat yükünü başvuruculara yükleyen bu kanaati açık bir takdir hatasına dayanmaktadır.
47. Bu durumda idarenin 2886 sayılı Kanun'un 60. maddesi uyarınca taşınmazı teslim sorumluluğunu ifa etmediği ortadadır. İdarenin bu yükümlülüğünü yerine getirmemesine ilişkin olarak herhangi bir yasal dayanak da gösterilmemiştir. Dolayısıyla taşınmazın teslim edilmemesi biçimindeki müdahalenin yasal dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
48. Sonuç olarak başvurucular murisince satın alınan taşınmazın teslim edilmemesinin kanuni dayanağının bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı saptandığından müdahalenin meşru amacının bulunup bulunmadığı ve ölçülü olup olmadığı yolunda bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucular, mülkiyet hakkına yapılan ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine ya da ödenen paranın güncelenmesi ve nemalandırılması suretiyle belirlenecek maddi zararın tazminine karar verilmesi isteminde bulunmuşlardır.
52. Kanuni dayanağı bulunmayan müdahaleyle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiği yukarıda saptanmıştır.
53. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçları, başvurucular murisine satılan taşınmazın maddi âlemde isabet ettiği arazi parçasını belirleme ve gösterme yükümlülüğünün Mal Müdürlüğüne yüklenmesi suretiyle ortadan kaldırılabilir. Bu da yeniden yargılama yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İmranlı Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
54. Yeniden yapılacak yargılama sonucu Mal Müdürlüğünce bu yükümlülüğün yerine getirilip getirilememesine göre başvurucuların tazminat istemi değerlendirilebileceğinden bu aşamada tazminat istemi hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmamaktadır.
55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İmranlı Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/108) GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.