TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MENEKŞE ALKAN VE MEHMET CEMAL ALKAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/13327)
|
|
Karar Tarihi: 8/3/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 30/3/2018-30376
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Şermin
BİRTANE
|
Başvurucular
|
:
|
1. Menekşe
ALKAN
|
|
|
2. Mehmet
Cemal ALKAN
|
Vekili
|
:
|
Av.
Cengizhan GÖKÖZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi teşhis ve tedavide gecikme sonucu çocuğun
görme özürlü olmasına yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
A. Başvuru Tarihine Kadar
Yaşanan Gelişmeler
8. Başvuru formuna göre birinci başvurucu şehir plancısı olarak
çalışmaktadır. İkinci başvurucu ise gemi kaptanıdır. Başvurucuların 21/12/2004
tarihinde doğan bir kız çocuğu vardır.
9. Başvurucuların çocuğu bir devlet hastanesinde prematüre
olarak dünyaya gelmiştir. Çocuk hekimi tarafından bebeğin "ileri derecede
prematüre, 1090 g ağırlık, solunum sıkıntılı" durumda olduğu
değerlendirildiğinden bebek, Antalya Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Bebek,
Antalya Devlet Hastanesinin yeni doğan ünitesinde bakıma alınmış ve dört
haftalık olduğunda taburcu edilmiştir.
10. 20/4/2005 tarihinde bebek beş aylık olduğunda bir başka
devlet hastanesinde bebeğe prematüre retinopatisi
teşhisi konulmuş ve erken doğuma bağlı olarak bebeğin her iki gözünde de görme
yetisinin olmadığı tespitedilmiştir.
11. Türk Neonatoloji Derneği
tarafından hazırlanan "Türkiye Prematüre Retinopatisi
Rehberi 2016" isimli yayında prematüre retinopatisi
(ROP) prematüre bebeklerde görülen, retina hasarı yapan ve körlükle
sonuçlanabilen bir göz hastalığı olarak tanımlanmıştır. Söz konusu yayında bu
hastalığın tedavisinin mümkün olduğu belirtilerek erken tanı ve tedavinin
önemli olduğu vurgulanmış, ayrıca çeşitli tedavi yöntemlerine de yer
verilmiştir.
12. Başvurucular 22/9/2005 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat
ederek maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir.
13. Sağlık Bakanlığı tarafından başvuruya bir cevap verilmemesi
üzerine başvurucular, kendi adlarına asaleten ve bebek adına velayeten Sağlık Bakanlığı aleyhine Antalya 1. İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Başvurucular, ayrı ayrı35.000 TL
maddi ve 15.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
14. Antalya Devlet Hastanesinde bebeğin tedavisini yürüten hekim
30/6/2006 tarihinde davaya katılma dilekçesi vermiş ve taburcu işlemleri
sırasında aileye bebeğin ilgili bölümlerde kontrole getirilmesi konusunda bilgi
verildiğini beyan etmiştir.
15. Mahkeme, hekimin davaya katılma talebini kabul etmiş ve
ayrıca Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir.
16. Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından
hazırlanan 18/7/2007 tarihli bilirkişi raporunda; prematüre bir bebekte
doğumdan sonraki dört ile altıncı haftalar arasında ilk göz muayenesinin
yapılması gerektiği, bebek dört haftalıkken bebeğin taburcu edilmesinden
sonraki ilk iki hafta içinde göz muayenesinin yapılmasının uygun olduğu ve bu
hususun aileye bildirilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca
taburcu belgesinde bebeğin genel kontrole çağrıldığının kayıtlı olduğu ancak
kontrole geldiğine dair bir tıbbi kaydın bulunmadığı bildirilmiştir. Hekimin
aileye göz muayenesi hakkında öneride bulunduğuna dair beyanının mahkemece
kabulü hâlinde idarenin hizmet kusuru bulunmadığı ifade edilmiştir.
17. Mahkeme 23/1/2008 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar
gerekçesinde, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen raporun hükme
esas alındığı belirtilmiş ve bu rapora göre bebeğin hastalığının teşhis ve
tedavisinde idarenin ağır hizmet kusurunu gerekli kılacak koşulların
bulunmadığı belirtilmiştir.
18. Başvurucular, karara karşı temyiz yoluna müracaat
etmişlerdir. Temyiz dilekçesinde başvurucular, bebeğin doğum ve tedavi
hizmetlerindeki eksiklik nedeniyle kör olduğunu iddia etmediklerini
vurgulamışlardır. Davanın hekimin göz muayenesi konusunda bilgilendirme
görevini yerine getirmemesi hususunda olduğunu belirtmişlerdir.Hekimin
göz muayenesinin gerekliliği konusunda kendilerini uyarmadığını, tıbbi
konularda bilgilerinin olmaması nedeniyle bebeği göz muayenesine
götürmediklerini, dolayısıyla teşhis ve tedavinin zamanında yapılmaması
nedeniyle bebeğin her iki gözünde görme kaybı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
19. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 27/1/2012 tarihli
kararıyla kısmen bozulmuştur. Karar gerekçesinde göz muayenesine ilişkin
durumun davacılara bildirildiğine ilişkin herhangi bir kayıt bulunmadığı,
dolayısıyla hatırlatma görevinin yerine getirilmediği ve ilk muayenede geç
kalınması nedeniyle olayda hizmet kusurunun bulunduğu belirtilmiştir. Bu
sebeple idarenin uyarı görevini gereğince yerine getirmemesinden kaynaklanan
hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen manevi zararın tazmini gerektiği
vurgulanmıştır. Ancakbebeğin taburcu edildiği tarihte
dört haftalık olması nedeniyle bu tarihte göz muayenesi yapılması şeklinde
tıbbi bir gereklilik bulunmadığı, dolayısıyla idare aleyhine maddi tazminat
koşullarının oluşmadığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak derece mahkemesi
kararının maddi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmı onanmış, manevi
tazminat isteminin reddine dair kısmı ise bozulmuştur. Kararın gerekçesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“...bebeğin dört haftalık iken taburcu
edildiği, dolayısıyla taburcu edildiği tarihte bebeğin göz muayenesinin
yapılması tıbbi bir gereklilik olmaması nedeniyle idare aleyhine maddi
tazminata hükmedilmesi için gerekli koşullar bulunmamamak(tadır)…”
20. Başvurucuların karar düzeltme talepleri, aynı Dairenin
24/1/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir.
21. Karşıoy görüşünde, erken doğum
nedeniyle göz yönünden karşılaşılabilecek sorun konusunda başvurucuların gereği
gibi bilgilendirilmediği açık olduğundan maddi tazminat yönünden de kararın
bozulması gerektiği ifade edilmiştir.
22. Söz konusu karar, başvurucular vekiline 15/7/2014 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucular 11/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. Başvuru Tarihinden
Sonra Yaşanan Gelişmeler
24. Mahkeme tarafından bozma kararına uyulmuş ve 5/9/2014
tarihli kararla başvuruculara müştereken 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine
hükmedilmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin
12/11/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı idarenin karar düzeltme istemi
aynı Dairenin 26/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
25. 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın
26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu
ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi,
tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların
kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi
durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri
konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve
ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta
tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir."
2. İlgili Yargı Kararları
26. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
13/5/2014 tarihli ve E.2013/4214, K.2014/3664 sayılı onama kararının ilgili
kısmı şöyledir:
"davacıların müşterek çocukları ...nın gözündeki ROP hastalığının zamanında teşhis konulup
tedavi edilmemesi nedeniyle görme yetisini tamamen kaybettiği, ...olayda
idarenin hizmet kusuru bulunduğu, ...çocuğu(n) meslekte kazanma gücünü %100
oranında kaybettiği dikkate alındığında, toplamda ...TL maddi tazminatın davalı
idarece davacılara ödenmesine, ....dair verilen kararın,...temyizen
incelenerek bozulması istenilmektedir.
...
Temyize konu mahkeme kararı...usul ve hukuka
uygun olup 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden
hiçbirisi bulunmadığından davalı idare ile müdahillerin ...temyiz istemleri
yerinde görülmemiştir."
27. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
24/5/2017 tarihli ve E.2016/4068, K.2017/2966 sayılı onama kararının ilgili
kısmı şöyledir:
"davacıların müşterek çocukları ...nın görme yeteneğini kaybettiğinden bahisle ...açılan dava
sonucunda;... İdare Mahkemesince, ...davalı idarenin yürüttüğü sağlık
hizmetinde hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle, ...TL maddi tazminat isteminin
...kısmının kabulü, ... Hükmedilen tazminatın ...davacılara ödenmesi yolunda
verilen kararın,...temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
B. Uluslararası Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.),
B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca
ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No:
46156/11, 21/5/2013).
29. Bunun yanı sıra AİHM; Sözleşme'nin yaşam hakkını düzenleyen
2. maddesine ilişkin ilkelerin Sözleşme’nin 8. maddesinin sınırlarına giren,
kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunması hakkına müdahalelere de
uygulanabilir olduğuna işaret etmektedir (Bronska ve diğerleri/Polonya (k.k.), B.
No: 3229/15, 07/03/2017; Trocellier v. Fransa; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).
30. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır.
Ancak fiziksel bütünlüğün zarar görmesine kasten sebebiyet verilmemiş ise
"etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her
olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve
hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması kural olarak yeterli kabul
edilmektedir (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90;
Calvelli ve Ciglio/İtalya,
32967/96, 17/1/2002, § 51).
31. AİHM'e göre taraf devletler,
uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında
doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici
tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden
bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda ilgili devlet, hastaya bilgi
verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010 ).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 8/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
33. Başvurucular, Danıştay kararında idarenin gereği gibi
bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmediğinin açık şekilde belirtilmiş
olmasına karşın maddi tazminat talebinin reddedilmesinin çelişkili olduğunu
belirtmişlerdir. Hekim tarafından taburcu işlemleri sırasında dört ile altıncı
haftalar arasında göz muayenesinin yapılmasının gerektiği konusunda bilgi
verilmiş olsaydı çocuğu hastaneye götüreceklerini ancak idarenin bilgi verme yükümlülüğünü
yerine getirmediğini ifade etmişlerdir. Çocuğun ömür boyu bakıma muhtaç hâle
geldiğini, bu hâli ile % 100 iş gücü kaybına uğradığını belirterek kişinin
maddi ve manevi varlığınıkoruma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
34. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
35. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; ...
insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
36. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
38. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
39. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B.
No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017, § 49).
40. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
bebeğinin göz muayenesine getirilmesi konusunda gerekli bildirimin yapılmaması
nedeniyle teşhis ve tedavide geç kalınması sonucunda bebeğin her iki gözünde
görme yetisini kaybettiği yönündeki şikâyetinin Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
42. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
43. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 51).
44. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar
nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan müdahalelerden doğan sorumluluğu
hiçbir durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Anayasa Mahkemesinin bu
noktadaki görevi, derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen
dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No:
2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan Uçar ve
diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner,§
51).
45. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi
müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra
yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak
için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında
kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile
tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak
kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
46. Başvurucular; derece mahkemesi önündeki yargılama sürecinde
ve bireysel başvuru formunda, bebeğin doğum ve tedavi hizmetlerindeki eksiklik
nedeniyle kör olduğunu iddia etmediklerini vurgulamışlardır. Başvurucular,
uyuşmazlığın hekimin göz muayenesi konusunda bilgilendirme görevini yerine
getirmemesi hususunda olduğunu belirtmişlerdir.Hekimin
göz muayenesinin gerekliliği konusunda kendilerini uyarmadığını, tıbbi
konularda bilgilerinin olmaması nedeniyle bebeği göz muayenesine
götürmediklerini, dolayısıyla teşhis ve tedavinin zamanında yapılmaması
nedeniyle bebeğin her iki gözünde görme kaybı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
47. Danıştay Onuncu Dairesinin kararıyla olayda hekimin
bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmediği, bu suretlehizmet
kusurunun bulunduğu tespit edilmiştir (bkz. § 19). Bu durumda olayda sağlık
hizmetinin yürütülmesinde hekimin başvuruculara bilgi verme ödevini yerine
getirmemiş olması nedeniyle hizmet kusuru bulunduğu derece mahkemelerinin
kararlarıyla ortaya konulmuş olup bu hususta herhangi bir tartışma
bulunmamaktadır.
48. Somut olayda, derece mahkemeleri tarafından ihlal tespit
edilmiş ve başvuruculara söz konusu hizmet kusuru nedeniyle manevi tazminat
ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular ise bebeğin her iki gözünün görme
yetisini tamamen kaybetmiş olması nedeniyle maddi zararların da söz konusu
olduğunu, dolayısıyla maddi zararların da karşılanması gerektiğini ileri
sürmüşlerdir.
49. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, söz
konusu hizmet kusurunun giderilmesinde başvuruculara yalnızca manevi tazminat
ödenmesine karar verilmiş ve maddi tazminat taleplerinin reddedilmiş olması
nedeniyle yeterli bir giderim sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı olacaktır.
50. Görme yetisini tamamen kaybetmiş olmanın kişide iş gücü
kaybı, yaşam boyu bakım giderleri gibi maddi zararlara sebep olacağı bilinen
bir olgudur.Bunun doğal sonucu olarak çocuğun görme
yetisini tamamen kaybetmiş olduğu dikkate alındığında yalnızca manevi zararın
değil maddi zararın da meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bu zararın idarenin
hizmet kusuru sonucu ortaya çıktığı konusundaki derece mahkemelerinin kabul ve
tespitleri dikkate alındığında sadece manevi tazminat verilmesinin ihlalin
sonuçlarının giderilmesi bakımından yeterli olmadığı, maddi tazminat da
verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
51. Bu durumda derece mahkemesi kararlarında kamu makamlarının
ihmali sonucu teşhis ve tedavide gecikme olduğu kabul edilmesine karşın
başvurucuların bebeğinin manevi zararlarının yanı sıra maddi bakımdan da zarara
uğradığı hususunun dikkate alınmadığı, söz konusu maddi zararların tespiti ve
hesaplanması konusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılmadığı
anlaşılmaktadır. Danıştay kararında, bebeğin taburcu edildiği tarihte göz
muayenesi yapılması yönünde idarenin bir yükümlülüğünün olmadığı belirtilmekle
beraber bu gerekçenin somut olaya uygun bulunmadığı görülmektedir.Ziraolayda
idarenin hizmet kusuru, hekimin bilgilendirme ödevini yerine getirmemiş olması
nedeniyle başvurucuların bebeğinin rahatsızlığının zamanında tespit ve tedavi
edilmemesinden kaynaklanmıştır. Bu yüzden talep sonucunu etkileyen temel
iddiaların gerekçede karşılanmaması nedeniyle derece mahkemesi kararlarının
konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir.
52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN farklı gerekçeyle bu görüşe katılmıştır.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
54. Başvurucular; ihlalin tespiti ile 500 TL tedavi gideri olmak
üzere ayrı ayrı 35.000 TL genel bakım ve destekten yoksun kalma tazminatı,
toplamda 70.000 TL maddi tazminatödenmesine karar
verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
55. Başvuruda, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
56. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
Antalya 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
57. Yeniden yargılama yapılması ile ihlalin sonuçlarının ortadan
kalkacağı değerlendirildiğinden başvurucuların tazminat talebi hakkında ayrıca
bir karar verilmesine gerek görülmemiştir.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam2.186,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere Antalya 1. İdare Mahkemesine (Anılan Mahkemenin
5/9/2014 tarihli ve E.2014/1156, K.2014/1018 sayılı kararına ait dava dosyası
ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/3/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
ÖZEL HAYAT HAKKI VE KAPSAMI KONUSUNDA FARKLI
GEREKÇE
1. Başvuruya konu olayda yenidoğan
çocuğun hastanede 4 hafta süren tedavisi sonrasında taburcu edilirken prematüre
doğanlarda görme yeteneğinin kaybı (prematüre retinopatisi)
riski nedeniyle 4 ila 6. haftalar arasında göz muayenesinin yapılması
gerektiğine ilişkin olarak ailenin bilgilendirilmesi yönündeki tıbbi
gerekliliğe uyulmadığı için körlük oluştuğu iddiası, dosyadaki Adli Tıp Kurumu
raporuna dayanan Danıştay kararında kabul edilmiş ve bu kusur nedeniyle manevi
tazminata hükmedilmesi yerinde bulunmuşken, maddi tazminat isteğinin çelişik
gerekçeyle kabul edilmemesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü
tarafından Anayasanın 17/1. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu
karardaki ihlal sonucuna aşağıda açıkladığım farklı gerekçelerle katılmaktayım.
2. Öncelikle, Anayasanın 148/3. maddesi uyarınca, Mahkememizin
konu bakımından yetkisine girebilmesi için, bireysel başvuruya konu hakkın AİHS
ve/veya Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerden birine girmesi
gerekmektedir. Bu nedenle bireysel başvuruya konu hakkın Sözleşme kapsamına
girip girmediğinin belirlenmesi gerekmektedir. Mahkememiz kararında hakkın özel
hayata saygı hakkı kapsamına girdiği, fakat bu hakkın Anayasamızdaki
karşılığının 17. maddenin 1. fıkrası olduğu kabul edilmiştir (par.38).
3. Heyet çoğunluğunun konunun 17/1. madde kapsamında incelenmesi
gerektiğine ilişkin bu yaklaşımı, Anayasanın 20. maddesinde düzenlenen özel
hayata saygı hakkının kapsamını daralttığı gibi, temel kişilik haklarının
tümünün kendinden neşet ettiği “varlığını koruma ve geliştirme hakkını” içeren
17/1. maddedeki genel ve temel nitelikli kişilik hakkını özel hayatın spesifik
bir alanına hapsetmektedir.
4. Anayasanın 17/1. maddesinde; “Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” denilmektedir. Madde
gerekçesinde bu fıkra hakkında; “Kişinin sahip olduğu hak ve hürriyetler bu
maddeden itibaren önem dereceleri göz önünde tutularak belirlenmiştir. Bu madde
ile yaşama, maddi ve manevi varlığın bütünlüğü ve bunun geliştirilmesi hakkı
korunmaktadır.” izahatı yapılmıştır. Gerekçedeki açıklamadan, bu fıkra ile
birbirini tamamlayan iki ayrı hakkın düzenlendiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan
aynı maddenin 2. fıkrasında vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı hakkı, 3.
fıkrasında ise işkence ve kötü muamele yasakları yer almaktadır.
5. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı
öyle bir anaç haktır ki, Anayasada özel olarak sayılan bütün temel hakların
ondan doğduğu, onun türevi olduğu söylenebilir. Anayasada düzenlenen temel
hakları hatırlayalım; zorla çalıştırma yasağı (m.18), kişi hürriyeti ve
güvenliği (m.19), konut dokunulmazlığı (m.21), haberleşme hürriyeti (m.22), yerleşme
ve seyahat hürriyeti (m.23), din ve vicdan hürriyeti (m.24), düşünce ve kanaat
hürriyeti (m.25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m.26), bilim ve sanat
hürriyeti (m.27), basın hürriyeti (m.28), dernek kurma hürriyeti (m.33),
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı (m.34), mülkiyet hakkı (m.35), hak
arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı (m.36), ailenin korunması ve çocuk
hakları (m.41), eğitim ve öğrenim hakkı (m.42), çalışma ve dinlenme hakları
(m.49, 50), sendika kurma hakkı (m.51), ücrette adalet hakkı (m.55), sağlık ve
çevre hakkı (m.56), seçme, seçilme ve siyasi faaliyet hakkı (m.67), dilekçe ve
bilgi edinme hakkı (m.74). Düşüncemize göre kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkı, yukarıda sayılan hakların her birinin unsurudur. Bu
durumda 17/1. maddede düzenlenen hakkın hukuki ve anayasal niteliğinin
belirlenmesi gerekmektedir.
6. Doktrinde Gören, 17/1. maddedeki hakkın hiyerarşik olarak
temel nitelikte olduğunu ve bu hakkın kişiye ‘genel
nitelikte bir eylem özgürlüğü’ tanıyan sübjektif bir kamu hakkı
niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. Yazar ayrıca bütün temel hakların bu
hakkın sonuçları olduğunu belirtmektedir (Prof. Dr. Zafer Gören, Anayasa
Hukuku, Ankara 2006, s. 412, 413). Diğer bazı yazarlarca da benimsenen bu
nitelemenin anayasanın sistemi açısından oldukça yerinde olduğu düşünülmelidir.
Sağlam ise, Federal Alman Anayasasının 2/1. maddesinde de düzenlenen kişiliğini
geliştirme hakkının düzenlenmesinin amacının, insan yaşamının anayasada
öngörülen diğer temel haklar dışında kalan bölümünü de kapsayarak, eksiksiz bir
temel hak güvencesini temin etmek olduğuna dikkat çekmektedir. Sağlam’ın işaret
ettiği üzere kişiliği geliştirme hakkı ile diğer temel haklar arasında
özel-genel hüküm ilişkisi bulunduğundan, bir insan eylemi anayasadaki temel
haklardan birinin geçerlik alanına girmekteyse yalnızca ilgili temel hak
uygulanır. Dolayısıyla kişiliği geliştirme hakkı, diğer temel haklarla
düzenlenmemiş olan tüm hakları kapsayan ‘genel bir fiil özgürlüğü’ niteliğindedir
(Doç. Dr. Fazıl Sağlam, Temel Hakların Sınırlanması ve Özü, AÜSBFY Ankara 1982,
s. 42).
7. Doktrinde diğer bazı yazarlar da anayasadaki maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkının genel fiil özgürlüğü niteliğinde olduğu
ve anayasada sayılan temel haklar ile arasında özel-genel hüküm ilişkisi
bulunduğu görüşünü paylaşmaktadırlar (bkz. Doç. Dr. Ali Tarık Gümüş, “Türk
Anayasasında Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkı”,
Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, Yıl 2005, s. 149;
Dr. Oğuz Şimşek, Anayasa Hukukunda İnsan Onuru Kavramı ve Korunması, Basılmamış
Doktora Tezi, İzmir 1999, s. 55) Bu yazarlardan Gümüş, madde gerekçesinde 17.
maddeden itibaren hak ve hürriyetlerin önem derecesine göre sıralandığına
ilişkin açıklama ile kastedilen hususun, varlığını koruma ve geliştirme
hakkının temel haklardan biri ve en önemlisi olduğu değil, bu hakkın diğer
haklara kaynaklık ettiğini izah anlamına geldiğini ifade etmektedir (agm. s.
153).
8. Diğer taraftan AİHS’nin 8. maddesinde özel hayata saygı hakkı
düzenlenmiştir. Kişinin ‘fiziksel ve zihinsel/ruhsal bütünlüğü’ ile nam,
şöhret, isim, resim vb. manevi varlıkları üzerindeki hakları da Sözleşmenin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı içerisinde değerlendirilmektedir
(bu anlamda “fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı” alt başlığı ile özel hayat
kapsamındaki inceleme için bkz. Gülay Aslan Öncü, Özel Yaşama ve Aile Yaşamına
Saygı Hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Editör : Sibel İnceoğlu, Ankara 2013, s. 304; Prof. Dr. Mustafa Ruhan
Erdem, İnsan Hakları Boyutuyla Tıbbi Müdahaleler Üzerine, I. Sağlık Hukuku
Sempozyumu, 15 Mart 2014-İzmir, Leges Sağlık Hukuku
Dergisi, Özel Sayı, İstanbul 2015, s. 47).
9. Anayasa’da ise ‘vücut bütünlüğü’ üzerindeki hak 17. maddenin
2. fıkrasında, kişiliğin maddi ve manevi boyutuyla korunup geliştirilmesi hakkı
ise 1. fıkrada düzenlenmiştir. Bir defa kişinin vücudu ve fiziksel bütünlüğü
üzerindeki hakkı, kişinin ‘en mahrem yönünü’ oluşturması nedeniyle özel yaşam
alanı içerisindedir (bkz. Ana Salinas de Frias, AİHM İçtihadında Terörle Mücadele ve İnsan Hakları,
Avrupa Konseyi Y., Ankara 2013, s. 121). Maddi ve manevi boyutuyla kişiliğini
koruma ve geliştirme hakkı da doğal olarak özel yaşama ve gizliliğine saygı
hakkının bir parçasıdır. Zira, AİHM kararlarında çok sayıda örneği
bulunabilecek olan; kişinin cinsel yaşamına veya kişisel verilerine ya da
sırrına veya nam, şöhreti ve yaşam tarzına yönelik olan (ve özel hayata saygı
hakkı kapsamında incelenen) müdahalelerin her biri aynı zamanda kişiliğinin
maddi ve manevi boyutunu koruma ve geliştirme hakkını ihlal niteliğindedir
(belirtilen ihlal örnekleri için bkz. Gözübüyük, Ş./Gölcüklü, F. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 13.B. Ankara 2013, s. 334-336).
10. AİHM kararlarında fiziksel ve ruhsal bütünlük üzerindeki
haklar ve bu kapsamda tıbbi müdahaleler özel yaşama saygı hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir. Örneğin Mahkemenin X v. Y.- Hollanda kararında (B. No:
8978/80, par. 22); “özel yaşam kavramı,
kişinin cinsel yaşam dahil, fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü kapsayan bir
kavramdır” denilmiştir (Osman Doğru, İHAM İçtihatları, İstanbul,
2002, s. 845). Bu karara konu olayda tam da Mahkememizin bu dosyadaki inceleme
konusu gibi, 16 yaşındaki bir kıza karşı cinsel saldırı fiili hakkında ceza
davası açılmaması nedeniyle özel hayatın ihlali iddiası incelenmiş ve ihlal
kararı verilmiştir. AİHM ihlal ile sonuçlandırmamakla birlikte, 7 yaşındaki kız
öğrenciye disiplin yaptırımı olarak terlikle kalçasına üç kez vurulması fiilini
de (onur kırıcı ceza iddiasından ayrıca) fiziksel ve manevi bütünlüğü ve
dolayısıyla özel hayata saygı hakkı kapsamında incelemiş (AİHM Costello-Roberts/Birleşik Krallık, par. 36) ve gözaltındaki
şüpheliye zorla jinekolojik muayene yapılması eylemi (Y.F./Türkiye, No:
24209/94) nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği kabul edilmiştir.Yine ameliyat sırasında rızaya dayanmadan
gerçekleştirilen kısırlaştırma ve kastrasyon
nedeniyle yapılan başvurular ve haklı nedenler bulunduğu halde kürtaja izin
verilmemesi gibi konular Sözleşmenin 8. maddesi kapsamında incelenmiştir (G.B.
ve R.B./Moldova Cumhuriyeti, No: 16761/09, 18.12.2012;kürtaj hakkında AİHM A.B.
ve C./İrlanda, No: 255/79/05, par. 245; R.R./Polonya, par. 184; atıflar ve
diğer örnekler için bkz. Gökcan, Hasta Haklarının
Bireysel Başvuru Yoluyla Korunması, Sağlık ve Tıp Hukukunda Sorumluluk ve İnsan
Hakları, (Editörler: Özge Yücel-Gürkan Sert), Ankara 2018, s. 179-182) Benzer
konularla ilgili AİHM kararlarından verilecek örneklerin daha da çoğaltılması
mümkündür.
11. Aynı değerlendirmeler Anayasanın 20. maddesinde düzenlenen
özel hayata saygı ve gizliliğinin korunması hakkı yönünden de yapılmalıdır.
Kişinin hayatıyla ilgili kararlarını özgürce alabilmesi (kişi özerkliği), vücut
bütünlüğüne, maddi ve manevi kişilik değerlerine yönelik bir saldırıya karşı
korunma hakkı ile bu değerlerini geliştirmeye yönelik haklarının tümü özel
yaşama saygı ve gizliliğinin korunması hakkının içerisindedir.Diğer
bir ifadeyle, bireyin zikredilen boyutlarıyla gerek vücut bütünlüğünü koruma ve
gerekse kişiliğini (maddi-manevi varlığını) koruma ve geliştirme hakkı da özel
hayattan ayrılamaz niteliktedir. Dolayısıyla belirtilen unsurlar ya da alt
haklar özel hayatın olmazsa olmazlarıdır. Nitekim doktrinde, Anayasanın 20.
maddesinin ilk fıkrasındaki ifadenin, AİHS’nin 8. maddesi kapsamında görülen;
“bireyin kendini gerçekleştirme ve geleceğini belirleme” hakkı, yani kişinin
özerkliği boyutunu da karşılar nitelikte olduğu belirtilmiştir (Öncü, 2013, s.
314). Hakkın belirtilen bu boyutu tam da maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkıyla ilgilidir. Bu nedenle fiziksel varlık ve bütünlük ile
özerklik (bedenine sahip olma ve üzerinde karar sahibi olma) hakkının daanayasal anlamda özel hayata saygı hakkı kapsamında
olduğu açıktır (Doç.Dr. Gürkan Sert, Üreme Haklarının
Yasal Temelleri ve Etik Değerlendirme, İstanbul 2013, s.45).Bu doğrultuda,
kişinin özel yaşamı sürecinde çeşitli faaliyetler veya kendisine karşı yapılan
müdahaleler bağlamında kişisel varlığını koruyup geliştirme hakkının da özel
hayatın içinde bir unsur veya alt hak olduğu söylenmelidir.
12. Bu kapsamda, kişinin fizyolojik veya psikolojik bütünlüğünü
ihlal eden müdahaleler, özel hayatın mahiyetini, kalitesini de etkilemektedir
(Prof. Dr. Hamide Zafer, Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Ceza Hukukuyla
Korunması, İstanbul 2010, s. 33).Örneğin bireyin şeref ve onurunu zedeleyen
muameleler veya iradesine aykırı şekildeki tıbbi girişimler, kişinin fiziksel
ve ruhsal bütünlüğünü koruma ve geliştirme hakkı boyutuyla özel hayata saygı
hakkının ihlali anlamına gelecektir. Aynı şekilde ciddi çevresel sorunların kişinin fiziksel ve
ruhsal bütünlüğü üzerindeki doğrudan etkileri de özel hayata saygı hakkı
içerisinde değerlendirilmektedir (bkz. AİHM Lopez Ostra/İspanya
No : 16798/90, 9.12.1994, par. 51; Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, No: 9310/81, 21.2.1990, par.
40,46).
13. Anayasa Mahkemesi’nin bazı konuları özel hayatla ilgi
kurmadan incelemeyi tercih eden çekingen tutumu doktrinde de eleştirilmiştir.
Reşit olan çocuğun rızasıyla kaçırılıp cinsel ilişkide bulunulması fiili ile
kanuni temsilcisinin rızası dışında evi terk eden çocuğu rızasıyla da olsa
yanında tutan kişinin cezalandırılmasıyla ilgili düzenlemeler hakkında 20.
madde üzerinden değerlendirme yapılmaması ve kararlarda gizlilik unsuru öne
çıkmasına karşın, ‘özel hayata saygı’ boyutunun yer almadığı eleştirileri için
bkz. Öncü, 2013, s. 314; Sibel İnceoğlu, “Ötenazi”,
HAD Y.4, S.9, Kış 2007, s. 163).
14. Diğer taraftan, konut dokunulmazlığına, haberleşmeye,
yerleşme ve seyahat özgürlüğüne, düşünce açıklama veya bilim sanat yapma ve
yayma özgürlüğüne karşı yapılacak müdahaleler de özünde kişiliğini koruma ve
geliştirme hakkının ihlali mahiyetinde olmakla birlikte, Anayasa’da özel olarak
düzenlenmesi dolayısıyla 21. ila 27. maddeler kapsamında incelenmesi
gerekmektedir. Bölüm çoğunluğunun görüşünün bu konulara yansıtılması durumunda,
belirtilen hakların da 17/1. madde üzerinden incelenmesi gerekecek, böylece
Anayasada özel olarak düzenlenen ilgili temel hakların alanı daraltılırken,
genel kapsamlı olan kişiliği koruma-geliştirme hakkı, amacı dışında ve anayasal
sistematiğe aykırı biçimde kullanılmış ve genişletilmiş olacaktır.
15. Sonuç olarak, Anayasanın 20. maddesinde özel olarak düzenlenen
özel hayata saygı hakkı, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe ve kişiliği geliştirme
hakkına yönelik müdahaleleri de kapsamaktadır. Anayasanın 17/1. maddesi özel
hayat hakkını değil, tüm temel hakların özünü ve ideal formunu düzenlemektedir.
Anayasanın, kişinin maddi-manevi varlığına farklı bağlamlarda yer veren 5, 12,
15/2 ve 17/1,2. maddeleri, ilgili özel/temel hak bağlamında yalnızca destek
norm olarak değerlendirilmelidir. Ne var ki başvuru konusu olay ölçü norm olan
20. madde üzerinden incelenmesi gerekirken, vücut bütünlüğü hakkıyla ilgili
görülüp Anayasanın genel nitelikli 17/1. maddesi çerçevesinde
değerlendirilmiştir. Kaldı ki kişinin vücut
bütünlüğü üzerindeki hakkı 17. maddenin birinci fıkrasında değil, 2.
fıkrasında düzenlenmiştir. Açıkladığım gerekçelerle, başvuranın Anayasanın
20/1. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği görüşüyle
ihlal sonucuna katılmış bulunmaktayım.