TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADLE AZİZOĞLU VE SADAT AZİZOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15732)
|
|
Karar Tarihi: 24/1/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 8/3/2018 - 30354
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter
DEVECİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Adle AZİZOĞLU
|
|
|
2. Sadat AZİZOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Osman
TELLİOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ateşli silahla saldırı eylemine karşı gerekli
önlemlerin alınmaması sebebiyle iki kişinin ölmesi ve bu olayla ilgili etkili
bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve aslı
temin edilen Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) ait
soruşturma dosyasında mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
9. Başvurucu Adle Azizoğlu'nun
çocukları, diğer başvurucu Sadat Azizoğlu'nun ise
kardeşleri olan V.İ. ve A.A. 12/2/1993 tarihinde saat 17.00-17.30 sıralarında
Mardin'in Mazıdağı ilçesindeki evlerine doğru yürürlerken kimlik bilgileri
tespit edilemeyen kişilerin uzun namlulu silahlarla gerçekleştirdikleri
saldırıya maruz kalıp yaralanmışlar ve Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesine (Hastane) götürülürlerken yolda vefat etmişlerdir.
10. Bu olayla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca derhâl
soruşturma açılmış; aynı gün saat 18.00 sıralarında olay yeri kolluk
görevlilerince incelenmiş ve olay yerinden uzun namlulu otomatik silahlara ait
kırk üç mermi kovanı ele geçirilmiştir. Olay yerinin krokisini de çizen kolluk
görevlileri 13/2/1993 tarihinde saat 06.30 sıralarında olay yerini tekrar
incelemiş ve bu kez uzun namlulu otomatik silahlara ait on dört mermi kovanı
ele geçirmişlerdir.
11. Olay yerinin çevresindeki evlerde kolluk görevlilerince
yapılan aramalarda durumları şüpheli görülen M.E., T.T., C.T. ve M.E.
yakalanmış ve kişilerin "ifade sahibi" sıfatıyla ifadeleri
alınmıştır. Olayla ilgileri tespit edilemeyen bu kişiler ifade sonrası serbest
bırakılmıştır.
12. Hastaneye götürülürken yolda vefat etmeleri nedeniyle V.İ.
ile A.A.nın cesetleri üzerindeki ölü muayenesi ve
otopsi işlemleri nöbetçi Diyarbakır Cumhuriyet savcısının nezaretinde 12/2/1993
tarihinde saat 20.30 sıralarında Hastanede yapılmıştır. Yapılan otopsi
işleminde V.İ.nin
"ateşli silah mermi çekirdekleri yaralanmasına bağlı etraf kırıkları,
boyun omur kırıkları ile birleşik müdelle ve iç organ
yaralanmasından gelişen iç kanama" sonucu, A.A.nın
ise "ateşli silah yaralanmasına bağlı
büyük damar yaralanmasından ileri gelen kanama" sonucu öldüğü
tespit edilmiştir.
13. Otopsi işlemi sırasında V.İ.nin
cesedinden bir adet mermi çekirdeği gömleği ile bir adet uzun namlulu silaha
ait mermi çekirdeği nüvesi, A.A.nın cesedinden ise
bir adet uzun namlulu silaha ait mermi çekirdeği nüvesi çıkarılmıştır.
14. Ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ilişkin soruşturma
evrakları, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararıyla
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
15. Olay esnasında yaralanan Sadat
Azizoğlu'nun vücudundan 13/2/1993 tarihinde bir adet ateşli silah mermi
çekirdeği çıkarılmış ve söz konusu mermi çekirdeği Hastane yetkilileri
tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
16. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı
(DGM Cumhuriyet Başsavcılığı) 16/2/1993 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına
müzekkere yazarak suç faillerinin sıkı bir şekilde araştırılarak
yakalanmalarının sağlanmasını, soruşturma evrakının ikmali ve soruşturma
evraklarının görevsizlik kararıyla birlikte gönderilmesini istemiştir.
17. Kolluk görevlilerince 14/2/1993 ile 18/2/1993 tarihleri
arasında S.A., H.İ., R.E., H.T., A.A., G.A. ve Ş.A.nın
tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Söz konusu kişiler, faillerin tespitine
ve yakalanmalarına imkân verecek herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.
18. V.İ. ile A.A.nın babası olan ve
saldırı esnasında kendisi de ağır yaralanan M.Ş.A.nın
1/3/1993 tarihinde ifadesi alınmıştır. M.Ş.A. saldırganların dört kişi olduğunu
ifade etmiş, bunlardan bir tanesinin kıyafetlerini tarif etmiş, diğer üç
saldırganın yüzünü görmediğini ve gördüğü kişiyi yeniden görse de
tanıyamayacağını beyan etmiştir.
19. Olay yerinden elde edilen elli yedi adet boş kovan ile sokak
üzerinde yapılan kontrolde T.U. isimli kişiden elde edilen makineli tabanca ve
bu tabancaya ait on beş adet mermiyi balistik yönden inceleyen Diyarbakır Bölge
Kriminal Polis Laboratuvarı 8/3/1993 tarihli uzmanlık
raporunda; elli yedi adet kovanın üç ayrı silahtan atılmakla birlikte mahut
tabancanın bu silahlardan biri olmadığını, boş kovanların çeşitli makamlardan
inceleme için gönderilecek silahlardan atılıp atılmadığının tespiti için geçici
olarak alıkonulduğunu belirtmiştir.
20. Cumhuriyet Başsavcılığı 29/4/1993 tarihinde Mazıdağı Emniyet
Amirliğine müzekkere yazarak faillerin zamanaşımı süresi sonuna kadar
araştırılmasını, tespitleri hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır
edilmelerini ve üçer ayda bir durumdan haber verilmesini istemiştir. Söz konusu
yazıya istinaden faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince
belli aralıklarla tutulan tutanaklar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
21. Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın teröristlerce
gerçekleştirildiği kanaatine varmış ve 19/1/1994 tarihinde (Görevsizlik
kararında karar tarihi 19/1/1993 olarak belirtilmişse de olayın 12/2/1993
tarihinde gerçekleşmesi ve karar numarasının 1994 yılına ait olması nedeniyle
kararın 19/1/1994 tarihinde verildiği sonucuna varılmıştır.) görevsizlik kararı
vererek soruşturma evraklarını DGM Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
22. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 2/2/1994 ve 2/8/1999
tarihlerinde, olayla ilgili beyan ve ihbar varsa bildirilmesi, faillerin
tespitine çalışılması, arama ve neticelerinden üç ayda bir haber verilmesi için
Cumhuriyet Başsavcılığına, Mazıdağı İlçe Jandarma Komutanlığına, Mardin İl
Emniyet Müdürlüğü ve İl Jandarma Komutanlığına müzekkereler yazmıştır. Söz
konusu yazılara istinaden faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk
görevlilerince belli aralıklarla tutulan tutanaklar DGM Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
23. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 5/8/2002 tarihinde, zamanaşımı
süresi doluncaya kadar olayla ilgili beyan ve ihbar varsa bildirilmesi,
faillerin tespitine çalışılması için daimî arama kararı vermiştir. Kararda olay
tarihi 12/2/1994, zamanaşımı tarihi ise 13/2/2014 olarak belirtilmiştir.
24. DGM Cumhuriyet Başsavcılığının "geçici olarak
alıkonulan kovanların faili meçhul olaylarla karşılaştırılmasına ilişkin
mukayese raporunun gönderilmesi" isteğine ilişkin yazıya Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarınca verilen 9/8/2002 tarihli
cevapta; herhangi bir irtibata rastlanmadığı, irtibat sağlandığında ek rapor
ile ayrıca bilgi verileceği belirtilmiştir.
25. DGM Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Diyarbakır 4 No.lu
DGM Yedek Üyeliğince 4/10/2002 tarihinde Başsavcılığın adli emanetinde bulunan
üç adet mermi çekirdeğinin müsaderesine karar verilmiştir.
26. Diyarbakır Kriminal Polis
Laboratuvarına müzekkere yazılması sonrasında DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca
olayın aydınlatılmasına ve faillerin tespitine yönelik herhangi bir soruşturma
işlemi yapılmamış, yalnızca faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk
görevlilerince belli aralıklarla tutulan ve zamanla sıradan hâle gelen
tutanaklar -ki bu tutanakların sonuncusu 17/6/2013 tarihlidir-soruşturma
evrakları arasına alınmıştır.
27. Başvurucu Adle Azizoğlu 14/10/2010
tarihinde vekili aracılığıyla soruşturma dosyasının fotokopisini almıştır.
28. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile
görevli), 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun ile 12/4/1991 tarihli ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca kurulan mahkemeler ile
Cumhuriyet başsavcılıkların görevlerine son verildiği ve soruşturma yetkisinin
yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 10/3/2014 tarihinde
yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evraklarını Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir.
29. Cumhuriyet Başsavcılığı, dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl
olduğu ve bu sürenin de 14/2/2014 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 9/6/2014
tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Söz konusu kararda,
suç vasfı "devlet egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını
devlet idaresinden ayırmaya çalışmak" olarak belirtilmiştir.
30. Başvurucuların;
- En başından itibaren
etkili ve yeterli bir soruşturma yürütülmediği,
- Silahlı saldırının
terör örgütünce yapıldığı kabul edilmesine rağmen söz konusu terör örgütüyle
ilgili çevre il ve ilçelerde yürütülen soruşturmaların araştırılmadığı,
- Olay yerinin çevresinde
yaşayan kişilerin ifadelerinin alınmadığı,
- Faillerin robot
resimlerinin çizilmediği,
- Göstermelik bir
soruşturma yürütülerek sadece "daimî arama kararı" verildiği,
- Suçun insanlığa karşı
işlenen suç olarak kabul edilmesi gerektiği ve bu suçlarla ilgili zaman aşımı
süresi bulunmadığı iddialarıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
yaptıkları itiraz, Mardin Sulh Ceza Hâkimliğince 22/8/2014 tarihinde
reddedilmiştir.
31.Bu karar başvurucular tarafından 10/9/2014 tarihinde
öğrenilmiş olup 26/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
32. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
102. maddesinin (1), (2) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“Kanunda
başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku âmme davası:
(1) Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis cezaların
müstelzim cürümlerde yirmi sene,
(2) Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını
müstelzim cürümlerde on beş sene,
…
(6)
Bundan evvelki bentlerde beyan olunan miktardan aşağı cezaları müstelzim
kabahatlerde alt ay geçmesiyle ortadan kalkar.”
33. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:
“ Hukuku âmme davasının müruru zamanı,
mahkûmiyet hükmü, yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, adli
makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın
açılmasına dair veya C. Müddeiumumîsi tarafından mahkemeye yazılan iddianame
ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye
başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddit ise müruru zaman bunların
en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeye başlar. Ancak bu sebepler müruru
zaman müddetini 102’inci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının
ilavesiyle baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”
34. 765 sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi şöyledir:
"Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir
Devletin hakimiyeti altına koymağa veya Devletin istiklalini tenkise veya
birliğini bozmağa veya Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir
kısmını Devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiil işliyen
kimse ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasile
cezalandırılır."
35. 765 sayılı mülga Kanun'un 448. maddesi şöyledir:
"Her kim, bir kimseyi kasten öldürürse 24 seneden 30 seneye kadar
ağır hapis cezasına mahkum olur."
36. 765 sayılı mülga Kanun'un 450. maddesi şöyledir:
"Öldürmek fiili:
...
5. Birden ziyade kimseler aleyhine işlenirse ...
fail, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum edilir."
37. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Zaman bakımından uygulama" kenar
başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Suçun işlendiği zaman yürürlülükte
bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise,
failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz edilir.”
38. 5237 sayılı Kanun'un "Dava
zamanaşımı" kenar başlıklı 66. maddesinin (1), (3) ve (4)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan
hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş
yıl,
...
Geçmesiyle düşer.
...
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller
itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde
bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun
kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik
cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas
alınır..."
39. 5237 sayılı Kanun'un "Dava
zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi" kenar başlıklı 67.
maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
" (2) Bir suçla ilgili olarak;
a)
Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya
çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında
tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa,
mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3)
Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava
zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi
son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
(4)
Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda
belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar."
40. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten
öldürme" kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:
" (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile
cezalandırılır."
41. 5237 sayılı Kanun'un "Devletin
birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" kenar başlıklı 302.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir
devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya
veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan
bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."
42. 5271 sayılı
Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için
yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının
bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan
zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye
bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
43. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet
savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014
tarihli ve 6545 sayılı Kanun’la değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın
kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün
içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı
ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz
edebilir.”
44.Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen
(11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na
6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı
fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu
soruşturmanın yürütüldüğü belirli bir periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011
tarihli ve faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına
ilişkin Genelge'nin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin
soruşturulmasında,
...
g)
Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden
geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap
verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik
kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması,
sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,
...”
B. Uluslararası Hukuk
45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan
herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden
yararlanmalarını sağlarlar"
46. Sözleşme'nin "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile
cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz
edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.
..."
47. Sözleşme'nin "Kabul
edilebilirlik koşulları" kenar başlıklı 35. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme'ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen
ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki
kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde
başvurulabilir."
48. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 2.
maddesinin 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı
kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul
etmiştir (Birçok karar arasından söz konusu yükümlülüğün belirgin bir şekilde
ilk kez vurgulandığı karar için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 18984/91,
27/9/1995, § 161). AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece
bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları
açısından geçerli değildir (Salman/Türkiye [BD],
B. No: 21986/93, 27/6/2000, § 105; Şener Can
ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No:
27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında
-öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da-
gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik
etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili
soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve
bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir. AİHM'e göre
bir soruşturmanın etkili sayılabilmesi için bazı ilkelerin yerine getirilmesi
gerekir.
49. AİHM, yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından önce de önüne
gelen davalarda soruşturmanın etkililiğinin tespiti bakımından uyguladığı
birtakım ilkeleri Hugh Jordan/Birleşik Krallık (B. No: 24746/94,
4/5/2001, §§ 105-109)kararında sistematikleştirmiş ve yaşama hakkına ilişkin
başvurularda bu ilkelerin her birinin yerine getirilip getirilmediğini
incelemiştir. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında
soruşturmanın etkililiğine ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:
-Soruşturma makamlarının
yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete
geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)
-Soruşturma makamlarının
bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)
-Soruşturmanın
sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili
olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin
toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)
-Soruşturmanın makul bir
süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)
-Yürütülen soruşturmanın
ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin
yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için bu sürece
gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109).
50. AİHM, ayrıca insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107, Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05,
45001/05, 5/7/2011, § 90).
51. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında
etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin olaya uygulanabilecek içtihatları genel
olarak bu yönde olmakla birlikte AİHM'in etkili
soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği şikâyetlerine ilişkin bireysel başvuru
süresi ile ilgili olan içtihatlarına da yer vermek gerekir. AİHM, söz konusu
içtihatlarında aşağıda ayrıntılarına da yer verileceği üzere etkili soruşturma yürütülmediğini
ileri süren başvuruculara belirli konularda özen gösterme ödevi yüklemektedir.
Bu ödevin yerine getirilmediğini belirlediği olaylarda ise başvuruları süre
aşımı nedeniyle reddetmektedir.
52. AİHM kararlarında, Sözleşme’nin 35. maddesinde öngörülen
altı aylık süre sınırının birkaç amaca hizmet ettiği belirtilmekte ve bu
sınırlamanın esas amacının Sözleşme kapsamında mesele oluşturan davaların makul
bir süre içinde incelenmesini sağlayarak hukuki güvenliği (belirliliği),
yetkili makamların ve ilgili diğer kişilerin uzun süre belirsiz bir durumda
tutulmasını önlemek olduğu ifade edilmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], B. No: 10865/09, 45886/07,
17/9/2014, § 258; Sabri Güneş/Türkiye [BD],
B. No: 27396/06, 29/6/2012, § 39; El Masri/“Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti”
[BD], B. No: 39630/09, 13/12/2012, § 135; Jeronovičs/Letonya [BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016,
§ 74; Bulut ve Yavuz/Türkiye (k.k.), B. No: 73065/01, 28/5/2002; Fındık/Türkiye ve Kartal/Türkiye (k.k.),
B. No: 33898/11, 35798/11, 9/10/2012, § 10 ).
53. Bu kural, AİHM tarafından uygulanan denetime zaman sınırı
getirmekte ve hem bireylerin hem de devlet makamlarının dikkatini bu süre sona
erdiğinde herhangi bir denetim yapılmayacağı hususuna çekmektedir (Sabri
Güneş, § 40; El Masri, § 135). AİHM'e
göre bu tür bir süre sınırı, Sözleşmeci tarafların geçmiş kararlarının sürekli
olarak gündeme getirilmesini önleme istekleri ile paralellik taşıdığı gibi
düzen, istikrar ve huzurun sağlanmasına ilişkin haklı bir kaygıdan da
kaynaklanmaktadır (Sabri Güneş, §
40).
54.Diğer taraftan AİHM'e göre altı
aylık süre kuralı, meseleler henüz yeni iken zamanın geçmesi ile ilgili
hakikatlerin ortaya çıkması zorlaşmadan ve söz konusu sorunun adil bir biçimde
değerlendirilmesi neredeyse imkânsız duruma gelmeden önce meselelerin
incelenebilmesini garanti altına alır (Jeronovičs/Letonya,§ 74). Yukarıda vurgulandığı
üzere altı aylık süre kuralının belirlenmesinin birden fazla amacı
bulunmaktadır ve bu amaçlardan en önemlilerinden biri de davaya konu olaylara
ilişkin gerçeklerin tespit edilmesini kolaylaştırmaktır. Zira gündeme getirilen
sorunların adil bir şekilde incelenmesi, zaman geçtikçe zorlaşacaktır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, B. No:
23502/06, 12/11/2013, § 126).
55. AİHM'e göre altı aylık süre, kural
olarak iç hukuk yollarının tüketilmesi sürecindeki nihai karar tarihinden
itibaren işlemektedir. Ancak en başından itibaren etkili bir hukuk yolunun
bulunmadığı başvurucu açısından açıksa bu süre; şikâyette bulunulan işlem veya
tedbirin gerçekleştirildiği, söz konusu işlemin veya başvurucu üzerinde
yarattığı etki veya zararının bilindiği tarihten itibaren işlemektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya, § 259; Sabri Güneş, § 54; El Masri, §
136).
56. Öte yandan AİHM'e göre
Sözleşme’nin 35. maddesi, başvurucunun şikâyeti ulusal seviyede nihai olarak
karara bağlanmadan önce başvurusunu AİHM'e sunması gerektiği
şeklinde yorumlanamaz zira böyle bir durumda ikincillik prensibi ihlal edilmiş
olacaktır. Bir başvurucu, görünüşte var olan bir hukuk yolunu kullandığında ve
söz konusu hukuk yolunu etkisiz kılan koşullardan ancak daha sonra haberdar
olduğunda 35. maddenin amaçları bakımından altı aylık sürenin başvurucunun söz
konusu koşullardan ilk haberdar olduğu veya olması gerektiği tarihten
başlatılması uygun olabilir (Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık
(k.k.), B.
No: 46477/99, 7/6/2001; El Masri, § 136).
57. Süregiden bir durumun söz konusu olduğu davalarda, süre her
gün yeniden işlemeye başlar ve altı aylık süre genellikle bu durum sona
erdiğinde gerçek anlamda işler (Varnava ve
diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90, 16065/90, 16066/90,
16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90 ve 16073/90, 18/9/2009, § 159;
Sabri Güneş, § 54).
58. Ancak AİHM'e göre süregiden
durumların hepsi aynı nitelikte değildir. Bir davadaki meselelerin çözüme
bağlanması bakımından zaman (süre) çok önemli ise başvurucuların iddialarını
-usulünce ve adil bir şekilde çözüme bağlanabilmesini sağlayabilmek için-
gerekli süratle AİHM huzurunda dile getirilmesini sağlama ödevi bulunmaktadır (Varnava ve diğerleri, § 160). Bu durum bilhassa
Sözleşme kapsamında "belirli olayların soruşturulmasına yönelik herhangi
bir yükümlülük"le ilgili şikâyetler bakımından
geçerlidir. Zaman geçtikçe deliller bozulduğundan zamanın sadece devletin
soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmesi üzerinde değil aynı zamanda AİHM'in davaya ilişkin kendi incelemesinin anlamı ve
sonuçları üzerinde de bir etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle hiçbir etkili
soruşturma yürütülmeyeceği açık hâle gelince, başka bir deyişle devletin
Sözleşme kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirmeyeceği bariz bir görünüm
kazanınca başvurucunun derhâl harekete geçmesi gerekmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya § 262; Varnava ve diğerleri, § 161).
59. Başvurucunun altı aylık süre kuralına uyup uymadığının
tespiti, ulusal hukuk yollarının tüketilmesi koşuluyla doğal olarak ilişkilidir
ve başvurucuların iddialarının ulusal makamlarca araştırılmasını sağlamaya
yönelik adımlarıyla bağlantılı olarak incelenmelidir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 121).
60. AİHM, hâlihazırda kötü muameleye yönelik bir soruşturma ile
ilgili davalarda da - bir akrabanın şüpheli ölümüne (yaşam hakkına) yönelik bir
soruşturma ile ilgili davalarda olduğu gibi- başvurucuların soruşturmada hiç
yol alınmadığının ve soruşturmanın etkili bir şekilde yürütülmediğinin farkında
olur olmaz başvurularını süratle yapmalarının beklendiğini karara bağlamıştır (Atallah/Fransa (k.k.),
B. No: 51987/07, 30/8/2011; Hazar ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No:
62566/00-62577/00 ve 62579-62581/00, 10/1/2002).
61. Bununla birlikte AİHM, başvurucuların özenli davranma
yükümlülüğünün birbiriyle yakından bağlantılı ancak ayrı iki yönü olduğunu
vurgulamaktadır. AİHM'egöre bunlardan birincisi,
başvurucuların soruşturmadaki gidişatla ilgili olarak ulusal makamlarla
gecikmeksizin temasa geçmeleri -bu yükümlülük yetkili makamlara özenle başvurma
gereğini ima etmektedir zira her türlü gecikme soruşturmanın etkililiğini riske
atmaktadır- gerektiğidir. Diğeri ise başvurucuların soruşturmanın etkili
olmadığının farkına varır varmaz veya varmalarını gerektiren bir durum ortaya
çıkar çıkmaz süratle AİHM'e bireysel başvuruda
bulunmaları zorunluluğudur (Nasirkhayeva/Rusya (k.k.),
B. No: 1721/07, 31/5/2011; Akhvlediani ve diğerleri/Gürcistan (k.k.), B. No: 22026/10, 9/4/2013, §§ 23-29; Gusar/Moldova (k.k.),
B. No: 37204/02, 30/4/2013, §§ 14-17).
62. AİHM, bu özenli davranma ödevinin ilk kısmının -ulusal
makamlara derhâl başvurma yükümlülüğü- davanın koşulları ışığında
değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda ulusal makamlara
başvurmadaki gecikme, davanın karmaşıklığına ve söz konusu insan hakları
ihlallerinin niteliğine bağlı olarak başvurucunun savunmasız bir durumda
bulunduğu ve çok önemli olgusal veya hukuki meseleleri çözüme bağlayabilecek
gelişmeleri beklemesinin makul olduğu hâllerde başvurunun kabul
edilebilirliğini etkilemez (El Masri, § 142). Ağır nitelikteki insan hakları
ihlallerinin dahi soruşturulmadığı bir korku ortamının mevcudiyeti, başvurunun
geri çekilmesi veya değiştirilmesi konusunda yetkili makamların baskısı veya
ihlale neden olan kamu görevlileri hakkında şikâyette bulunulması sonucunda
bunun bedelinin ödettirileceği korkusunun ortaya çıkmasına yol açan haklı
nedenlerin varlığı gibi hâllerdeki gecikmeler demakul
görülebilir (Benzer ve diğerleri/Türkiye,
§ 131; Akdıvar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 21893/93, 16/9/1996, § 10).
63. Özen yükümlülüğünün ikinci kısmına -başvurucuların
soruşturmanın etkili olmadığını fark eder etmez veya fark etmesi gerekir
gerekmez bireysel başvuruda bulunması ödevine- gelince AİHM, bu aşamanın hangi
noktada meydana geldiğinin tespiti meselesinin muhakkak ki davanın koşullarına
bağlı olduğunu ve bunu her olay için net bir şekilde saptamanın güç olduğunu
dile getirmiştir. AİHM, ölüme veya kötü muameleye yönelik etkili soruşturma
yürütülmediğinden şikâyet eden başvuruculara yüklenecek bu özen yükümlüğünün
ölçüsünü belirlerken bu iki tür durum arasındaki farklara rağmen büyük oranda
bir ülkedeki uluslararası çatışma veya olağanüstü hâl ortamında kayıp vakaları
ile ilgili şikâyette bulunan başvuruculara yüklenen özen yükümlülüğüne dair
yakın tarihli içtihatlardan hareket etmektedir (Varnava ve diğerleri, § 165; Türkan
Yetişen ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21099/06, 10/7/2012, §§ 72-85; Er ve diğerleri, B. No: 23016/04,
31/7/2012, § 52).
64. AİHM; yukarıda ifade edilen ilkeler çerçevesinde
başvurucunun hiçbir soruşturma başlatılmamış olduğunun, soruşturmanın
hareketsiz kaldığının veya başka şekilde etkisiz hâle geldiğinin farkında
olduğunda ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu olasılıkların "her birinde gelecekte etkili bir
soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir beklenti
bulunmadığında" aşırı veya nedensiz yere geciken bireysel başvuruları altı
aylık başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, B. No: 18907/02,
15/12/2009§ 51; Aydınlar ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 3575/05,
9/3/2010).
65. Başka bir deyişle AİHM, soruşturmanın etkisizliği veya eksikliği
ile ilgili şikâyette bulunmak isteyen kişilerin başvurularını yapmak konusunda
gereksiz yere gecikmemesini zaruri görmektedir. AİHM'e
göre aradan hatırı sayılır bir süre geçtiğinde ve soruşturma faaliyetlerinde
önemli gecikmeler ve fasılalar yaşandığında akrabaların (mağdurların) etkili
bir soruşturma sağlanmadığı veya sağlanmayacağını anlaması gereken bir nokta
gelecektir (Mocanu ve diğerleri/Romanya, § 268).
66. Ancak bu noktada ifade edilmelidir ki AİHM, ölen kişinin
yakınları ile yetkili makamlar arasında şikâyetlere ilişkin anlamlı birtakım
temaslar olduğu ve bilgi talepleri yahut soruşturma tedbirlerinde ilerleme
sağlanacağına dair bazı emareler veya gerçekçi ihtimaller bulunduğu sürece
başvurucularda haksız gecikme düşüncesinin genelde uyanmayacağını da dile
getirmiştir. Buna karşılık AİHM'e göre bu durumlarda
dahi aradan bir süre geçtikten sonra ve araştırma faaliyetleri önemli derecede
ağır işlerse veya kesintiye uğrarsa ölen kişinin yakınlarının etkili bir
soruşturma yürütülmediği ve yürütülmeyeceğinin farkına varmalarının zamanı
gelmiş demektir. Bu aşamaya ne zaman gelindiği ise zorunlu olarak davanın
kendine özgü koşulları ile ilgilidir (Varnava ve diğerleri, § 165).
67. Diğer taraftan AİHM'e göre
başvurucularca etkili bir ceza soruşturmasının bulunmadığının farkında olunduğu
ya da olunması gerektiği durumun ortaya çıkmasından sonra soruşturma sürecinde
yetkili makamlara başkaca soruşturma tedbirlerinde bulunma yönünde yeni bir
yükümlülük doğurmuş olan "yeni bir delil veya bilgi" ortaya çıkarsa bu durumda başvurunun süre
aşımı nedeniyle reddedilemeyeceği de unutulmamalıdır (Brecknell/Birleşik Krallık, B. No: 32457/04, 27/11/2007, § 71; Gürtekin ve diğerleri/Kıbrıs (k.k.),
B. No:60441/13, 68206/13 ve 68667/13, 11/3/2014).
68. AİHM bu konuda son olarak olaya ilişkin uzun süre etkili
yürütülmeyen ancak "olayları açıklığa kavuşturabilecek nitelikteki"
bir soruşturma kapsamında da önemli gelişmelerin yaşanabileceğinin göz ardı
edilemeyeceğini, esasında bu noktada özellikle savaş suçları ve insanlığa karşı
işlenen suçlar bağlamında, faillerin yargılanması ve mahkûm edilmesinde kamu
menfaatinin gözetilmesi nedeni ile olayların üzerinden yıllar geçtikten sonra
ortaya çıkma ihtimali olan yasa dışı öldürme eylemlerine ilişkin soruşturma
yürütülmesi konusunda aşırı derecede kuralcı olmanın yersiz olduğunu da
hatırlatmaktadır (Benzer ve diğerleri,
§ 129; Brecknell/Birleşik Krallık, § 69).
69. Sonuç olarak AİHM, etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal
edildiği iddiasının ileri sürüldüğü bir başvuruda, süreye ilişkin kabul
edilebilirlik kriterinin yerine getirilip getirilmediğini başvuruya konu olayın
kendine özgü koşullarına, bu koşullara göre başvurucu tarafından soruşturmaya
gösterilen ilgi ve özenin derecesine, ayrıca ulusal düzeyde yürütülen
soruşturmanın yeterliliğine bağlı olarak belirlemektedir (Narin/Türkiye, § 43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
70. Mahkemenin 24/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
71. Başvurucular, 1990'lı yıllarda pek çok kişinin silahlı
saldırılar sonucu öldürülmesine rağmen V.İ. ve A.A.nın
yaşamlarının korunması için güvenlik güçlerince yeterli güvenlik önlemi
alınmadığını iddia etmiştir. Öte yandan başvurucular, olayla ilgili
soruşturmada saldırının terör örgütü üyelerince gerçekleştirildiği kabul
edilmesine rağmen çevre il ve ilçelerde söz konusu terör örgütüyle ilgili
soruşturmaların araştırılmadığını oysa olayla ilgili beyanda bulunan kişiler
olabileceğini, kimlik bilgileri tespit edilemeyen faillerin tespiti için
"daimî arama kararı" dışında herhangi bir çalışma yapılmadığını ileri
sürmüştür. Son olarak başvurucular, saldırının insanlığa karşı işlenen suç
olarak kabul edilip failler bulununcaya kadar soruşturmaya devam edilmesi
gerekirken dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verildiğini ve soruşturmanın başından itibaren etkili ve
yeterli biçimde yürütülmediğini belirterek yaşam ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini öne sürmüştür.
B. Değerlendirme
72. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
" Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
73. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi
korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
74. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü, güvenlik
güçlerinin yeterli denetim ve istihbarî çalışma
yapmaması nedeniyle yakınlarının silahlı saldırı sonucu öldüğüne ve bu
ölümlerle ilgili etkili ceza soruşturması yürütülmediğine ilişkindir. Bu
nedenle iddialar, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı
kapsamında incelenmiştir.
75. Yaşama hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden
kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle
ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular, başvuruya konu olayda yaşamını
yitirenlerin annesi ve kardeşidir. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti
açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
76. Bununla birlikte başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi
ve bu kuralla iç içe girmiş bulunan otuz günlük başvuru süresi kuralı
bakımından da ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.
77. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
79. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru
yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekir.”
80. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun
maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel
başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare
olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
81. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
82. Tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun
şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm
sağlayabilecek nitelikteki kullanılabilir ve etkilibaşvuru
yollarıdır. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak
uygulanabilir bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut
başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk
sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların
uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde
ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların kendisinden başvuru
yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip
getirmediklerinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, §
28).
83. İhlal iddiasını değerlendirmeye ve ihlal tespiti
yapıldığında yeterli giderimi sağlamaya imkân tanıyan bir başvuru yolunun
bulunmaması hâlinde başvuru yollarının tüketilmesi kuralını uygulamak mümkün
olmayacaktır (Yasin Ağca, B. No:
2014/13163, 11/5/2017, § 121). Böyle bir durumda başvurucuların ihlali
öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmaları
gerekmektedir.
84. Başvurucunun şikâyeti konusunda çözüm sağlayabilecek etkili
bir başvuru yolunun mevcut olması hâlinde öncelikle bireysel başvuruda
bulunmak, dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme
yükümlülüğü bulunan başvurucular, en kısa sürede yetkili makamlara
başvurmalıdırlar. Zira zaman geçtikçe delillerin kaybolma veyabozulma
ihtimali artmakta, gerçeklerin ortaya çıkması zorlaşmaktadır.
85. Öte yandan şikâyeti yetkili makamlara iletmenin imkânsız
veya önemli ölçüde güç olduğu durumlar -ki bu durumların neler olduğu her
başvuruda olay ve olgular ile başvurucunun tutumu nazara alınarak ayrıca
değerlendirilmelidir-mevcutsa başvurucuların özen yükümlülüğünün ancak bahse
konu durumların sona ermesinden itibaren başlayacağı kabul edilmelidir.
86. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup
olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için -mutlak surette gerekli olmasa da- yürütülen
soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları
tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen
koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
87. Diğer taraftan başvurucuların yetkili makamlara müracaat
etmelerine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa
başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl
almışsa başvuruculardan soruşturmanın sonucunu beklemelerini istemek makul
olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, gerekli özeni göstermeli ve
şikâyetini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira
soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde
anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir
(Yasin Ağca, § 121). Böyle bir
durumda başvurucular, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardıkları
veya varmaları gerektiği andan itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda
bulunmalıdırlar. Doğal olarak başvurucuların etkili bir soruşturma
yürütülmediğinin ne zaman farkına varmaları gerektiği her davanın şartlarına
bağlı olarak değerlendirilecektir.
88. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici
gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvuruculardan başvuru yollarını tüketmeden
bireysel başvuruda bulunmaları da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde dahi
soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucular, durumun farkına
vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel
başvuruda bulunmalıdırlar.
89. Son olarak ifade etmek gerekir ki soruşturmanın
etkisizliğinin fark edildiği veya fark edilmesi gerektiği andan itibaren süresi
içinde bireysel başvuru yapılmayıp zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin beklenmesi hâlinde
soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun zaman gerçeklerin ortaya çıkmasınızorlaştıracak ve neredeyse imkânsızlaştıracaktır.
Böylesi bir durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve pozitif
yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam hakkının usul
boyutu yönünden yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya karar veremeyecek
ve şartları gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip tazminata
hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep ve koşulları ile sorumluların
tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma yapılması ve gerektiği takdirde
sorumluların caydırıcı bir ceza ile cezalandırılmaları için yeniden yargılamaya
karar verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynadığı
rolün büyüklüğü tartışılmazdır.
90. Somut olayda yaşanan elim hadiseyle ilgili resen soruşturma
başlatılmış, ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış, olayla ilgili bilgi
sahibi olabilecek kişilerin ifadelerine başvurulmuş ve olay yerinden elde
edilen mermi kovanlarıyla ilgili balistik rapor alınmıştır (bkz. §§ 10-19).
Ancak "geçici olarak alıkonulan kovanların faili meçhul olaylarla
karşılaştırılmasına ilişkin mukayese raporunun gönderilmesi" isteğine
ilişkin DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca Diyarbakır Kriminal
Polis Laboratuvarına müzekkere yazılması -ki bu yazıya 9/8/2002 tarihinde cevap
verilmiştir- sonrasında gerek DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca gerekse Cumhuriyet
Başsavcılığınca olayın aydınlatılmasına ve faillerin tespitine yönelik herhangi
bir soruşturma işlemi yapılmamış, yalnızca faillerin tespitine çalışıldığı
yönünde kolluk görevlilerince belli aralıklarla tutulan ve zamanla sıradan hâle
gelen tutanaklar soruşturma evrakları arasına alınmıştır.
91. V.İ. ile A.A.nın öldürülmeleri ile
ilgili şikâyetlerini yetkili makamlara iletmede veya soruşturmanın etkisizliğiyle
ilgili bireysel başvuru yapmada güçlük çektikleri yönünde herhangi bir
iddiaları bulunmayan başvurucular, yaşanan elim olayla ilgili şikâyetlerini
yetkili makamlara iletmemiş ve yetkili makamlardan soruşturmayla ilgili
herhangi bir talepte -başvurucu Adle Azizoğlu'nun
14/10/2010 tarihinde vekili aracılığıyla soruşturma dosyasının fotokopisini
istemesi hariç- bulunmamışlardır. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut
verici bir gelişme yaşanmamış ve soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı bir
tedbir de alınmamıştır. Buna rağmen en başından itibaren etkili ve yeterli bir
soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
itiraz ederek soruşturmanın etkisizliğinin zaten farkında olduklarını ortaya
koyan başvurucular, bireysel başvuru yapmak için kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verilmesini ve bu karara yaptıkları itirazın sonuçlanmasını
beklemişlerdir. Yürütülen soruşturmanın etkisiz bir hâl alması nedeniyle
soruşturma sonucunu beklemeleri gerekmeyen başvurucuların 26/9/2014 tarihinde
yaptıkları başvuru, süresinde yapılmış bir başvuru olarak kabul edilemez.
92. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
24/1/2018 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.