TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
COŞKUN PENBEOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/17473)
|
|
Karar Tarihi: 19/7/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Coşkun
PENBEOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Fatma
ATANUR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, el atmanın önlenmesi ve ecri misil davasında usul ve
kanuna aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların Yargıtay kararlarında
cevaplanmaması, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu ile tasfiye edilen Türkiye Emlak Bankası A.Ş.
(Banka) arasında düzenlenen 4/9/1998 tarihli Gayrimenkul Satış ve Borçlanma
Sözleşmesi'nde (sözleşme), Sinanoba Projesi 3. Etap
44 Ada 3607 Parsel A 125 Blok 2 No.lu bağımsız bölümün satışı konusunda
taraflar anlaşmaya varmış, anılan yer başvurucuya tahsis edilmiştir.
9. Sözleşmeye konu yer tapuda İstanbul ili, Büyükçekmece ilçesi,
Mimarsinan Mahallesi 3607 parselde, Banka ve T..
İnşaat ve Tesisat A.Ş. isimli firma adına eşit hisse ile kayıtlıdır.
10. Banka, İstanbul 9. Noterliği vasıtasıyla 6/8/2003 tarihinde
başvurucuya gönderdiği ihtarnamede, taksit tutarlarının zamanında ödenmediğini,
toplam borcun ihtarnamenin tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde ödenmemesi
durumunda sözleşmeden doğan yasal haklarını kullanacağını belirtmiştir.
11. Banka bu defa Beyoğlu 2. Noterliğince düzenlenen 26/7/2005
tarihli ihtarnamede, sözleşme şartları ve geri ödeme planına aykırı
davranılması nedeniyle başvurucunun tahsis hakkının iptal edildiğini belirterek
başvurucudan bağımsız bölümü 15 gün içerisinde tahliye etmesini talep etmiştir.
12. Tahliyenin gerçekleşmemesi üzerine Banka 26/10/2005
tarihinde, Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesine açtığı davada başvurucunun,
sözleşme şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle tahsis hakkının iptal
edildiğini, dava konusu yerde fuzuli şagil konumunda
bulunduğunu belirterek haksız müdahalenin önlenmesine, ecri misil bedelinin
başvurucudan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
13. Mahkeme 11/6/2009 tarihinde davaya konu taşınmazın sözleşme
ve bu sözleşmenin eki olan aynı tarihli yuva kredisi borçlanma sözleşmesiyle
tapu kaydı üzerine Banka lehine vefa hakkı tesis edilmek suretiyle başvurucuya
satılıp teslim edildiğini, başvurucunun kredi borçlarını süresinde ödememesi
üzerine Banka tarafından gönderilen Beyoğlu 2. Noterliğinin 26/7/2005 tarihli
ihtarnamesiyle tahsis hakkının iptal edilerek 15 gün içerisinde taşınmazı
boşaltılması hususunun başvurucuya ihtar edildiğini, ihtamamenin
tebliğine rağmen başvurucunun hâlen taşınmazda ikamet ettiğini belirterek
haksız müdahalenin önlenmesine, bilirkişi raporuna göre tespit edilen ecri
misil bedelinin başvurucudan tahsiline karar vermiştir.
14. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 20/7/2010
tarihli kararında belirtilen "...dava,
bağımsız bölüme elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkin olup, mahkemece yapılan
araştırma ve inceleme neticesinde davalının taşınmazda kayıttan ve mülkiyetten
kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, taşınmazı kullanmasının hukuki mesnedini
oluşturan tahsis işleminin iptal edildiği ve davalıya ihtarname keşide edilerek
taşınmazı tahliye etmesi istenildiği belirlenerek bilimsel verilere uygun bir
şekilde tespit edilen ecrimisille birlikte davalının elatmasının önlenmesine karar verilmiş olmasında bir
isabetsizlik yoktur." şeklindeki gerekçeyle vekalet ücreti
yönünden düzeltilerek onanmıştır.
15. Karar düzeltme talebi üzerine aynı Daire 2/12/2010 tarihli
kararında onama ilamının 2/9/2010 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edildiğini, karar düzeltme dilekçesinin 20/9/2010 tarihinde harçlandırıldığını
belirterek karar düzeltme talebini süre yönünden reddetmiştir.
16. Başvurucu, yerel Mahkemeye verdiği dilekçede karar düzeltme
talebinin süre yönünden reddedilmesinin doğru olmadığını, tebligat parçasında
onama kararının 2/9/2010 tarihinde kendisine tebliğ edildiğinin yazıldığını
ancak Muhtarlık kaydında 3/9/2010 tarihinde tebliğ işleminin gerçekleştiğinin
belirtildiğini iddia ederek bu çelişkinin giderilmesi talebinde bulunmuş,
Mahkeme 1/3/2012 tarihli ek kararında talebi reddetmiştir.
17. Başvurucu ek kararı temyiz etmiş, Daire 12/5/2014 tarihli
kararında her ne kadar onama ilamının davalıya tebliğine ilişkin tebligat
parçasında kararın davalıya 2/9/2010 tarihinde tebliğ edildiği yazılmışsa da
aslında tebligatın 3/9/2010 tarihinde tebliğ edildiğini, bu durumda davalı
tarafın karar düzeltme isteminin de süresinde olduğunu belirterek davalı
tarafın maddi hatanın düzeltilmesine ilişkin talebini kabul etmiş, Dairenin,
2/12/2010 tarihli karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararı kaldırarak
talebi bu defa esastan reddetmiştir.
18. Ret kararı 29/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve
30/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 19/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
20. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
22. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken, sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle
ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
23. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
24. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda, Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinde 26/10/2005 tarihinde açılan davada, yargılamanın Yargıtay 1. Hukuk
Dairesince 12/5/2014 tarihinde verilen karar düzeltme talebinin reddine ilişkin
kararla sona erdiği anlaşılmıştır. Buna göre, yargılamanın bu kadar süre
uzamasını gerektirecek karmaşık bir niteliğin bulunmadığı, başvurucunun
yargılamanın uzamasında önemli bir etkisinin de tespit edilmediği başvuru
konusu davada yaklaşık 8 yıl 6 ay süren yargılama süresinin makul olmadığı
sonucuna varmak gerekir.
25. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
B. Diğer İhal İddiaları
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, Anayasa'nın 2., 10., 11., 12.,
13., ve 35. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği
iddiasının el atmanın önlenmesi ve ecri misil davasının koşulları açısından
Mahkemece yapılan değerlendirmelerin sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmış, bu
nedenle iddiaların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
sonucuna ulaşılmıştır.
27. Bunun yanında başvuru formunda başvuruya konu edilen
davanın, Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/1059 sayılı dosyası
olduğu belirtilmekle, karar düzeltme talebinin maddi hata sonucu 2/12/2010
tarihinde reddedilerek kararın yaklaşık 2 yıl önce infaz edilmesi nedeniyle
ileri sürülen ve Büyükçekmece 2. İcra Hukuk Mahkemesinin E.2011/578, K.2012/181
sayılı dosyası ile ilgili olduğu anlaşılan ihlal iddiları
ile İstanbul 3. Tüketici Mahkemesinin E.2009/634 sayılı dosyasına yönelik ileri
sürülen ihal iddiaları hakkında herhangi bir
değerlendirme yapılmamıştır.
1. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
28. Başvurucu, Yargıtay kararlarının dosyada ileri sürülen esasa
yönelik iddia ve maddi olguları cevaplandırmadığını belirterek gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin düzenlemenin gerekçesinde
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alındığı
hususuna atıfta bulunularak adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil
edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok
kararında, gerekçeli karar hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında yer aldığı belirtilmiştir. Dolayısıyla gerekçeli karar hakkının
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği kabul edilmelidir.
30. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek
mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın
bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır.
31. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip
incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına
verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de
gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
32. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
33. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 35).
34. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt”
vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların
cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
35. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir
atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz
merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,
derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu
göstermesidir (Yasemin Ekşi, §
57).
36. Başvuru konusu davada, Mahkeme, başvurucunun sözleşme
şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle Bankanın tahsis işlemini iptal
ettiğini, bu nedenle başvurucunun dava konusu yerde fuzuli şagil
konumunda olduğunu belirterek haksız müdahalesinin önlenmesine ve bilirkişi
raporunda tespit edilen ecri misil bedelinin davalıdan tahsiline karar
vermiştir. Bu suretle Mahkemece taraflarca dosyaya sunulan ve toplanan deliller
değerlendirilmek suretiyle davanın sonucuna etki edebilecek tüm iddia ve
savunmaların gerekçeli kararda tartışıldığı, Yargıtay tarafından da Mahkemenin
gerekçesine atıfta bulunularak ve ayrıca başvurucunun dava konusu taşınmazda
kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, taşınmazı
kullanmasının hukuki mesnedini oluşturan tahsis işleminin iptal edildiği, bu
nedenle dava konusu yerde bulunmasının haksız olduğu yönünde açıklamada
bulunmak suretiyle hükmün onandığı anlaşılmıştır. Bu açıdan gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına
İlişkin İddia
38. Başvurucu, temerrüt nedeniyle el atmanın önlenmesi kararı
verildiğini, sözleşmede geri ödeme planı olmadığını, belirli bir faiz oranı ve
taksit tutarının da belirtilmediğini, dolayısıyla bu verilere dayanılarak
düzenlenen ihtarnamenin hukuki değerinin bulunmadığını, ayrıca ihtarnamenin
kendisine tebliğ edilmediğini, bilirkişi raporunda da bu belirsizliğin ifade
edildiğini, temerrüdün varlığı tespit edilmeden müdahalenin menine karar
verilemeyeceğini, Mahkemenin bu yönde araştırma yapmadığını, dolayısıyla sözleşmeninin feshinin haklı olup olmadığı belirlenmeden
kabulüne karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz,
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
40. Başvurucunun ihlal iddialarının, yukarıda belirtilen içtihat
kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir. Somut olayda Mahkeme, başvurucu
ve davalı tarafın iddia ve savunmalarını incelemiş, ilgili Kanun hükümlerini
somut olay çerçevesinde değerlendirmek (§ 13) suretiyle davanın kısmen kabulüne
karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından hukuk kurallarının ve
delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
41. Öte yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri
arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, derece mahkemeleri veya temyiz
mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri
arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemez (Miraş Mümessillik İnş. Taah.
Reklam. Paz. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, §
36).
42. Bu açıdan başvurucunun, aynı vakıa nedeniyle İstanbul 3.
Tüketici Mahkemesinde açılan davada (E.2010/134), Mahkemece gerekli araştırma
ve incelemeler yapılarak karar verildiği, başvuru konusu davada ise gerekli
araştırma ve incelemelerin yapılmamış olması nedeniyle anayasal haklarının
ihlal edildiği iddiasının., esas itibariyle Derece Mahkemesince hukuk
kurallarının yorumlanması, somut olaya uygulanması ve delillerin
değerlendirilmesi hususuna ilişkin olduğu, nitekim dosya kapsamında, belirtilen
ilkeler çerçevesinde başvuru konusu olaya özgü değerlendirme yapılarak yeterli
gerekçe ile sonuca ulaşıldığı anlaşılmıştır.
43. Açıklanan nedenle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
45. Başvurucu 1.500.000 TL maddi, 2.000.000 TL manevi taziminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
46. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
47. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir. Bunun yanında ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 9.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermek
gerekmiştir.
48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç, 1.800
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 9.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç, 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk
Mahkemesine (E.2005/1059, K.2009/644 sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
19/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.