logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Emin Acar [2.B.], B. No: 2014/333, 4/10/2017, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMİN ACAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/333)

 

Karar Tarihi: 4/10/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Emin ACAR

Vekili

:

Av. Abdulkerim YENİL

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; belediyece yapılan ihaleyle satın alınan taşınmazın geri alınması üzerine açılan davada hükmedilen tazminat bedelinin düşük belirlenmesi ve bu tazminatın yargılamada geçen sürede değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, ayrıca yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/1/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Aksaray Belediye (Belediye) Meclisinin 16/10/1968 tarihli kararı ile Belediyeye ait bazı taşınmazların satışına karar verilmiş, satışın gerçekleştirilmesi için de Belediye Encümenine yetki verilmiştir. Belediye Encümeni 17/4/1969 tarihinde Aksaray ili Zafer Mahallesi'nde bulunan çeşitli taşınmazlarının satışına karar vermiş ve bu kapsamda anılan mahallede bulunan 444 ada 6 ve 31 parsel, 28/4/1969 tarihinde 62 ada 25 parsel, 27/9/1974 tarihinde 444 ada 13 ve 48 ada 8 parsel sayılı taşınmazları ihale yoluyla satışa çıkarmıştır. Yapılan ihaleler sonucu söz konusu taşınmazları başvurucu satın almıştır.

9. Başvurucu, ihale bedeli olarak Belediyeye on adet makbuz karşılığı toplam 70.935 TL (eski Türk lirası) tutarında ödeme yapmıştır. Bu ödemelerin 60.935 TL tutarındaki dokuz adedi 1969 yılında, 10.000 TL tutarındaki biri ise 6/10/1971 tarihinde yapılmıştır. Ancak söz konusu taşınmazlar, tapuda Belediye tarafından başvurucuya devredilmemiştir.

B. Tapu İptali ve Tescil Davası Süreci

10. Bunun üzerine başvurucu, Belediye aleyhine Aksaray 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mahkeme 19/12/1990 tarihinde davanın kabulüne ve uyuşmazlık konusu taşınmazların tapularının iptali ile başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir.

11. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin (Daire) 6/3/1992 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamında, Belediye taşınmazlarının satışı için Belediye Meclisi ve Encümeni kararı ile taşınmazların ihaleye çıkarılması yanında ayrıca noter önünde sözleşme düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Daire; somut olayda 2/6/1934 tarihli ve 2490 sayılı Artırma, Eksiltme ve İhale Kanunu'nun 25 ve 26. maddelerine aykırı olarak, böyle bir sözleşmenin yapılmadığını tespit etmiştir. Öte yandan Daire, satış tarihinden sonra yürürlüğe giren 22/5/1986 tarihli ve 3290 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesindeki düzenlemeye de dikkat çekmiştir. Buna göre davaya konu taşınmazlar "geniş tarlalar" niteliğinde olup bu nitelikteki taşınmazların satışının anılan Kanun'un amacına uygun olmadığı kabul edilmiştir.

12. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş ancak Dairenin 22/1/1993 tarihli ilamıyla başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir.

13. Bozma ilamına uyan Mahkeme 28/4/2000 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Dairenin 4/12/2000 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise Dairenin 11/10/2001 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.

C. Tazminat Davası Süreci

14. Başvurucu bu defa ihale bedellerinin taşınmazların 11/10/2001 tarihindeki (tapu iptali ve tescil davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihteki) rayiç bedellerinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine yine Aksaray 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 10/4/2002 tarihinde tazminat davası açmıştır.

15. Mahkeme dava konusu taşınmazlarda keşif yapmış, keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda, dava konusu taşınmazların tapu iptali ve tescil davasının açıldığı 20/8/1984 ile bu davanın kesinleşme tarihi olan 11/10/2001 tarihleri itibarıyla rayiç değerleri gösterilmiştir.

16. Mahkeme 15/9/2005 tarihinde davanın kabulü ile 298.775,12 TL tutarındaki maddi tazminatın 11/10/2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazların davalı Belediye tarafından ihale yoluyla başvurucuya satıldığı ve bu taşınmazların başvurucunun zilyetliğinde olduğu belirtilmiştir. Mahkeme bu sebeple sürenin tapu iptali ve tescil davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihten başlayacağını kabul ederek davalı yanın zamanaşımı defini reddetmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun Belediye tarafından yapılan ihaleyle dava konusu taşınmazları iyi niyetli olarak aldığını ve tapuda devir yapılmaması sebebiyle mağdur olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre bu nedenle başvurucunun haksız bir kullanımı söz konusu değildir. Kararda, başvurucu uyuşmazlık konusu taşınmazları satın aldığı hâlde tapu devrinin yapılmamış olduğu ve başvurucuya taşınmazlar için ödediği bedelin iade edilmediği belirtilerek davalı Belediyenin sebepsiz zenginleştiği açıklanmıştır. Mahkemece, yapılan keşif ve düzenlenen bilirkişi raporuna göre taşınmazların 11/10/2001 tarihi itibarıyla tespit edilen rayiç bedelleri üzerinden başvurucu yararına hesaplanan alacağa hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

17. Belediye kararı temyiz etmiş, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 1/6/2009 tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamında, öncelikle ihale bedellerinin tümünün ödenip ödenmediğinin tespiti gerektiği belirtilmiştir. 13. Hukuk Dairesi, tespit edilecek ödeme miktarının satış bedeline oranı belirlendikten sonra, belirlenecek bu oranın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibarıyla taşınmazların rayiç değerlerine uygulanması sonucu bulunacak bedele hükmedilmesi gerektiğini kabul etmiştir.

18. Davalı Belediyenin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 8/2/2010 tarihli ilamıyla önceki bozma kararı kaldırılmıştır. Karar düzeltme ilamında, tapu iptali ve tescil davasında taraflar arasındaki satışın geçersizliğinin tespit edildiğine vurgu yapılmıştır. İlama göre bu durumda başvurucu, yaptığı ödemeler nedeniyle "denkleştirici adalet ilkesi" uyarınca akdin ifasının imkânsız hâle geldiği tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarihte ulaştığı değeri isteme hakkına sahiptir. 13. Hukuk Dairesi bu sebeple, ilk derece mahkemesince, enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak suretiyle başvurucunun ödediği bedelin tespiti gerektiğini belirtmiş, böylelikle iade tarihinde ulaşacağı alım gücüne göre alacağın tespit edilmiş olacağını açıklamıştır.

19. Bozma ilamına uyan Mahkeme adli istinabe yoluyla hesap konusunda uzman kişilere bilirkişi incelemesi yaptırmış; 5/10/2012 tarihli raporda, başvurucunun ödediği bedelin 11/10/2001 tarihinde ulaştığı değer hesaplanmıştır. Raporda ödeme tarihlerinden itibaren Cumhuriyet altını, külçe altın, Alman markı, ABD doları, asgari ücret, toptan eşya fiyat endeksi verilerine göre ayrı ayrı hesaplama yapılmış; bu altı ekonomik verinin ortalaması esas alınmıştır. Bilirkişi raporuna göre başvurucunun Belediyeye ödediği paranın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği 11/10/2001 tarihinde ulaştığı değer 32.068 TL'dir. Mahkeme 29/1/2013 tarihli kararı ile bilirkişi raporunda belirtilen 32.068 TL tutarındaki tazminatın 11/10/2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

20. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 8/10/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.

21. Nihai karar başvurucu vekiline 9/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

23. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin "Gayrimenkul mülkiyetinin iktisabı" kenar başlıklı 633. maddesi şöyledir:

"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur.

Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz."

24. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Tescil" kenar başlıklı 705. maddesi şöyledir:

“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.”

25. 4721 sayılı Kanun'un "Yürürlükten kaldırılan kanun" kenar başlıklı 1028. maddesi şöyledir:

"17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi yürürlükten kaldırılmıştır."

26. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un "Geçmişe etkili olmama kuralı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.

Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir.

..."

27. 4722 sayılı Kanun'un "Aynî haklar" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

"Eski hukuka göre kurulmuş olup da, Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte bulunduğu zamanda varlıklarını korumuş olan aynî haklar, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra da varlıklarını sürdürürler. Bu haklardan Türk Medenî Kanunu uyarınca kurulması mümkün olmayanlar, tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır."

28. Olay ve uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 2490 sayılı mülga Kanun'un 25. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

" Yapılması komisyonların selâhiyeti içinde bulunan ihalelerde , ihale tarihinden ve vekâletlerin tasdikine bağlı olan işlerde ihale kararının kendisine veya kanunî ikametgâhına tebliğ tarihinden itibaren tatil. günleri sayılmamak üzere 15 gün içinde müteahhit muvakkat teminatı kat’i teminat miktarına çıkarmağa ve şartnamede yazılı masrafları müteahhide ait olmak üzere mukavele yapmağa ve noterliğe tescil ettirerek alâkalı daireye vermeğe mecburdur. Bu müddet zarfında alâkalı daire dahî bu mukavelenin tanzim, imza ve tescili hususunda kendisine düşen bütün vazifeleri yapmakla mükelleftir...

Alâkadar daire ihaleden sonra kendisine ait mükellefiyeti yapmadığı takdirde müteahhit ihale tarihinden itibaren 15 gün tamamlandıktan sonra taahhüdünden feragat etmeğe selâhiyetlidir. Bu selahiyet ihale tarihinden itibaren nihayet bir ay zarfında taallûk ettiği daireye yazı ile bildirmek suretiyle kullanılır. Bu takdirde sebebiyet veren daireden teminat için ihtiyar eylediği masrafı istemeğe hak kazanır.

...

...

Alâkadar daire mukavele ve şartname ile kendisine düşen vazifeleri yerine getirmezse, müteahhit aynı hadiseden dolayı kendisine bu kanunla tahmil edilen mali mes’uliyet derecesinde tazminat isteyebilir.

..."

29. Olay ve uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 3/4/1930 tarihli ve 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun "Belediyelerin hakları, salahiyet ve imtiyazları" kenar başlıklı 19. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Belediyelerin hakları, salahiyetleri ve imtiyazları şunlardır:

...

6- Belediyeye ait hizmetlerin ifası zımnında şahsı hükmi sıfatiyle sınır dahil ve haricinde menkul ve gayrimenkul mallara tasarrufa, bey` ve şiraya, icar ve isticar, ikraz ve istikraza, teberruatın kabulüne, emsali nukut ve taahhüdatı medeniyeyi ifaya ve davaya ve sulh ve ibraya ehil olmak;

..."

30. 1580 sayılı Kanun'un "Meclisin müzakere edeceği ve karar vereceği işler" kenar başlıklı 70. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Meclis aşağıda gösterilen işleri müzakere eder bunlar hakkında karar verir:

...

11- Menafii umuma mahsus belediye gayrimenkul emvalinin bir hizmete tahsisi, ciheti tahsisinin tebdil veya akar haline ifrağı,

..."

2. Yargısal İçtihatlar

31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/12/2010 tarihli ve E.2010/13-618, K.2010/668 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Öncelikle; taşınmaz satımının hukuki niteliği, unsurları, tabi olduğu şekil şartları üzerinde durmakta yarar vardır.

Bilindiği üzere, tapulu bir taşınmazın mülkiyetinin devrini öngören her türlü sözleşmelerin resmi şekilde yapılması geçerlilik koşuludur (743 sayılı Türk Kanunu Medenisi m. 634; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 706; Borçlar Kanunu m. 213; Tapu Kanunu m. 26; 1512 sayılı Noterlik Kanunu m. 60). Tapuda kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetini devir borcu doğuran ve ancak yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılmadığından geçersiz bulunan sözleşmeye dayanılarak açılan bir cebri tescil davası kural olarak kabul edilemez. Yasa hükümlerinin öngördüğü biçimde yapılmayan sözleşmeler hukuken geçersizdir; burada öngörülen şekil, sözleşmenin geçerlilik koşulu olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenledir ki, gerek mahkemece gerekse Yargıtay’ca doğrudan göz önünde tutulur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.12.2001 gün ve 2001/13-1021 E., 2001/1101 K.; 16.04.2008 gün ve 2008/8-324 E., 2008/328 K.; 27.05.2009 gün ve 2009/1-181 E., 2009/220 K.; 16.06.2010 gün ve2010/14-290 E., 2010/328 K. sayılı ilamları).

Burada, kanunun öngördüğü şeklin bir geçerlilik (sıhhat)şartı olarak düzenlendiğini, buna uyulmadan yapılan sözleşmelere “geçersizlik” müeyyidesinin bağlandığını, bunun hukuki mahiyet olarak emredici nitelikte olduğunu, bu nedenle de “geçersizlik” müeyyidesine bağlanan şekil eksikliğinin hâkim tarafından, taraflar ileri sürmeseler dahi, yargılamanın her aşamasında re'sen gözönüne alınması gerektiğini belirtmekte yarar vardır.

818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 20/I. maddesi; 'Bir akdin mevzuu gayrı mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka mugayir olursa o akit batıldır' hükmünü içermektedir.

Söz konusu maddeye göre, bir akdin konusu mümkün değilse, o akit imkânsızdır. Burada söz konusu olan imkânsızlık, başlangıçtaki, yani sözleşme yapıldığı sırada mevcut olan imkânsızlıktır. Bu halde, konusu hukuki veya fiili sebeplerden dolayı imkânsız olan sözleşme butlan yaptırımına tabidir ve başlangıçtan itibaren geçersizdir. Burada geçerli olan butlan yaptırımından bahsedebilmek için, imkânsızlık sözleşmenin konusu ile ilgili olmalı ve yalnız borçlu bakımından değil, objektif mahiyette ve herkes için söz konusu olmalıdır. Batıl bir sözleşme baştan itibaren hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz. Fakat, sözleşme yapılırken taraflardan biri imkânsızlığı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa ve buna rağmen diğer tarafı bundan haberdar etmemişse, bu durumda karşı tarafın uğradığı menfi zararı karşılamakla yükümlüdür...

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında; davacının, tapuda kayıtlı taşınmazı tapu sicil memuru huzurunda resmi şekilde düzenlenen satım sözleşmesiyle satın aldığı, kayden satın aldığı tarihte tapuda satımı engelleyen bir kayıt da bulunmadığından ortada şekil bakımından geçerli bir sözleşme bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Taraflar arasındaki satım sözleşmesinin geçerli olduğu kabul edildiğine göre, davacının bu sözleşme ilişkisi nedeniyle doğan zararını hangi hukuki ilke gereğince tazmin edilmesi gerektiği konusunun incelenmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşmeler sırasında azınlıkta kalan görüş burada sebepsiz zenginleşme bulunduğu ve bunun sonucu olarak da davacının zararının denkleştirici adelet ilkeleri uyarınca karşılanması gerektiğni ileri sürmüştür.

Bu nedenle öncelikle sebepsiz zenginleşme kavramı ve hukuki işlemlerden doğan borçlardan farkının açıklanması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir. Borçlar Kanununun konuya ilişkin 61 ve devamı maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.

Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.

Öte yandan, hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni ise, tam aksine, kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir. Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, yani tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve dolayısıyla sebepsizzenginleşmeden söz edilemez. Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur. Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Aynı ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 13.6.2007 gün ve 2007/18-330 E., 2007/350 K; 17.02.2010 gün ve 2010/13-93 E., 2010/88 K. sayılı ilamları).

Bu tür işlemlerde amaç; davalının edindiği çoğalma sonucu, tüm malvarlığında meydana gelen artışın iadesinden ibarettir.

O nedenle, zenginleşmenin kapsamını tayinde, müktesibin malvarlığında oluşan çoğalma ile azalmanın karşılaştırılması yapılmalı, böylece, kazanç ve farkın oluşturacağı sonuç, zenginleşmeyi ortaya koymalıdır...

...

Somut olay bakımından üzerinde durulması gereken bir diğer konu da tamamen zapt halidir. Tamamen zapt hali, şeyin tamamı üzerinde üçüncü kişinin mülkiyet hakkının sabit olması halinde söz konusu olur. Satılanın tamamen zaptı satım akdinin münfesih olması sonucunu doğurur ve alıcı da akdin hüküm ifade etmemesinden doğan bütün haklara sahip olur.

...

Bu genel açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; davacı alıcı ile davalı satıcı arasındaki tapulu taşınmazın satışına ilişkin sözleşmenin tapu sicil memuru huzurunda düzenlendiği, taşınmazın satımını engelleyen yasal bir engelin satış anında bulunmadığı tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır. Taşınmazın bulunduğu bölgede yapılan ve tapuya şerh verilmeyen orman sınırlandırmasının bu kapsamda yapılan satım akdini hükümsüz kılmayacağı, tarafların hileli bir eylemlerinden söz edilmediği gibi devletin geçersiz bir sözleşme düzenleyeceği de kabul edilemez. Bu nedenle yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılan ve yapıldığı tarihte konusu hukuki veya fiili sebeplerden dolayı imkansız olmayan bu sözleşmenin geçerli olduğu sonucuna varılmalıdır.

Hal böyle olunca geçerli olarak kurulan bu sözleşmenin konusunu oluşturan taşınmazın üçüncü bir kişi tarafından satım anından önceki bir ayni hakka dayanarak alıcının elinden alınması hali zapt durumunu oluşturmakta olup, bu durum satıcının zapta karşı tekeffül sorumluluğunu doğurmaktadır.

Bu durumda sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanaması mümkün değildi. Çünkü, sebepsiz zenginleşme geçerli olmayan ve tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan bir şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Ayrıca sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikincil (tali nitelikte) bir dava hakkı vermektedir. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez.

...

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda olduğu gibi başlangıçta gerçerli olarak kurulan ancak, sonradan hükümsüz hale gelen bir sözleşmede zararı şu şekilde belirlemiştir: 'Bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebilmelidir' (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 esas,2010/427 karar sayılı ilamı).

Buradaki ilke; zarar doğurucueylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o kadar olacaktır. Bir başka değişle, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki, eğer zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152esas, 2003/125 karar; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 esas,2010/427 sayılı ilamları).

Hal böyle olunca, davacının ödediği satış bedelinin Özel Dairece başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre; enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak bulunacak bedelin davacının gerçek zararını karşılamadığı ortadadır.

Somut olayda, davacı alıcı ile davalı satıcı arasında tapuda yapılan gayrimenkul satım sözleşmesinin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına ve taşınmazın davacıya teslim edilmesine rağmen daha sonra üçüncü kişinin (Hazinenin) satım anında ve öncesinde mevcut olan, alıcı vesatıcının da bilmediği, bir ayni hakka dayanarak taşınmazın mahkeme kararı ile davacının elinden alınması söz konusudur."

32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14/1/2015 tarihli ve E.2014/3-8, K.2015/10 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; belediyenin maliki bulunduğu taşınmazı 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 25 ve 26. maddeleri uyarınca davacıya tahsisine ilişkin sözleşmenin geçerli olup olmadığı, varılacak sonuca göre davacının talep ettiği alacağın taşınmazın ifasının imkânsız hale geldiği tarihteki rayiç değeri mi, yoksa belirtilen tarihte denkleştirici adalet ilkesi uyarınca belirlenecek değerinin mi olduğu noktasında toplanmaktadır.

...

Diğer taraftan satış sözleşmesi mülkiyetin devrini amaçlayan bir sözleşmedir. Bununla alıcı bir bedel karşılığında taşınmazın mülkiyetini kazanmakta, satıcı da mülkiyeti devir ve zilyetliği teslim borcu altına girmektedir. İnceleme konumuz olanolayda davalı Belediye yapılan satış sözleşmesi ile davacıya arsanın mülkiyetini devir etmemekte, arsayı davacı adına tahsis etmekte, yani davacıya ayırmaktadır. Bu sözleşme ile ne davalı taraf arsanın mülkiyetini ve zilyetliğini kaybetmekte, ne de davacı taraf arsanın mülkiyetini ve zilyetliğini kazanmaktadır.

...

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda olduğu gibi başlangıçta geçerli olarak kurulan ancak, sonradan hükümsüz hale gelen sözleşmede zararı “Bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebilmelidir.” şeklinde belirlemiştir. Burada benimsenen ilkeye göre; zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o kadar olacaktır. Bir başka deyişle, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki, eğer zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 esas,2010/427 karar; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618-668 esas, karar ve 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 esas, 2003/125 karar sayılı ilamları).

Ayrıca, davacının ödediği satış bedelinin Yerel Mahkemece başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre (enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak) bulunacak bedelin davacının gerçek zararını karşılamadığı ortadadır.

Bu genel açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı belediye arasında ‘bedel karşılığı arsa tahsis sözleşmesi’nin yapıldığı ve davacı tarafın edimini yerine getirdiği, sözkonusu sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra davalı belediye tarafından taşınmazın bulunduğu alanda imar değişikliği yapılarak sözleşmenin ifasını kendi kusurlu eylemi ile imkansız hale getirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda sözleşmenin ifasının imkansız hale geldiği tarihteki davacının gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi gerekmektedir."

33. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/10/2014 tarihli ve E.2013/1-117, K.2014/745 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"...

 Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ise; çaplı taşınmazda harici satın alma olgusu nedeniyle davalı lehine tanınacak hapis hakkı tutarının hangi değer esas alınarakbelirlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

...

 Sebepsiz zenginleşmenin (haksız iktisabın) temeli hakkaniyet esasına dayanmakta olup,sebepsizzenginleşmenin asıl unsurunu da “denkleştirici adalet” ilkesi oluşturmaktadır.

 Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımıgeri vermek zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.

TMK'nun2/2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı, hakime özel ve istisnai hallerde( adalete uygun ) hüküm verme olanağı sağlamaktadır.Yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür.

 Ülkemizde yaşanan enflasyon ortamı nedeniyle, paranın değeri(alım gücü) aradan geçen uzun zamana bağlı olarak düşmektedir. Doğal olarak belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranıniade günündeki alım gücü arasında fark edilir ölçüde azalma olmaktadır.

Geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle verilen paranın aynen iadesine karar verilmesi ise, enflasyonist etkilerin yoğun olarak yaşandığı ülkemizin ekonomik ortamında büyük adaletsizlikler doğurur. Bu da toplamsal barış vehuzuru engeller.

Öyle ise, hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralıve hakkaniyetgözetilerek, sözleşme tarihinde satış bedeli olarak verilen paranın, taşınmazın iadesinin talep edildiği davatarihi itibariyle enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaşları ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak sureti ile ulaşacağıalım gücü, paranın reel değeritespit edilerek bu bedel, hapis hakkı( alıkoyma) bedelinin tayininde hükme esas alınmalıdır."

34. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 13/3/2013 tarihli ve E.2013/1569, K.2013/4254 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalı Belediyenin dava dışı Hazineye ait parseli haricen davacıya satmasına ilişkin sözleşmeden kaynaklandığı sabittir. Yasanın aradığı şekil şartlarına uyularak resmi merciler önünde yapılmış bir satış sözleşmesi olmadığından yapılan taşınmaz satış işlemi TMK. nun 706, BK.nun 213, Tapu Kanununn 26. maddesi hükmüne göre geçersizdir. Bu nedenle, taraflar ancak verdiklerini isteyebilir. Bu durumda, taraflar arasındaki uyuşmazlığın sebepsiz zenginleşme kurallarına uygun çözümlenmesi ve tasfiye edilmesi gerekir. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın sebepsiz zenginleşme kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle sebepsiz zenginleşmenin kapsamını tespitteki ilke ve esasların açıklanmasında yarar görülmüştür.

Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.

Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon uzun yıllar boyu yüksek oranlarda seyretmiş ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmüştür. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.

Bugüne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sarsıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına -cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilince bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdırlar. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen sonuç aynıdır.

Şu durumda; hukuken geçersiz sözleşmeler, sebepsiz zenginleşme kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hakkaniyetin ve adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye, karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde, kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularınıniadede direnmelerineneden olacaktır.Ancak,burada denkleştirme yapılırken,iade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihe dikkat edilmelidir. Zira, geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan istemelidir.

..."

35. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 4/2/2014 tarihli ve E.2013/16782, K.2014/1463 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Dosya kapsamından davacıların 10.12.1971, 19.11.1984 ve 08.02.1989 tarihli harici satış sözleşmeleri ile ... Köyü Muhtarlığından taşınmaz satın aldıkları, davacıların tapu devrini almadan Köy Muhtarlığının davalı .... Belediye Başkanlığına bağlandığı, dava konusu taşınmazın tapu kaydına göre 10.11.1975 tarihinde Köy Muhtarlığı adına kayıtlı iken, 22.11.2003 tarihinde davalı belediye adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.

Davacıların ayrı ayrı açtıkları tapu iptal-tescil davalarının reddedildiğini, kararların 09.03.2011 tarihinde kesinleştiği, bu davanın ise 07.02.2012 tarihinde (10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde) açılması nedeniyle mahkemece; davalı vekilinin zamanaşımı def'inin reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

...

Davada, geçersiz satış sözleşmesi nedeniyle ödenen bedelin tahsili talep edilmektedir.

TBK'nun 78-82 (BK'nun 61-66) maddeleri gereğince; sebepsiz zenginleşme; haklı bir sebep olmaksızın bir başkasının emeğinden ve mal varlığından yararlanma olarak açıklanmıştır.

Taşınmaz satışı, resmi şekilde yapılmadıkça satış sözleşmesi hukuken geçerli değildir (TMK md. 705, TBK md. 237, Tapu Kanunu'nun md. 26, Noterlik Kanunu'nun md. 60). Geçersiz sözleşme tarafları bağlamaz. Bu nedenle davacı ve davalı ancak verdiklerini geri isteyebilir. Sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, taraf vekillerinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak, davacıların ödediği satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesi gereğince dava tarihi itibariyle ulaştığı alım gücü karşılığının belirlenip davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekir. Geçersiz satış sözleşmesine göre ödenen bedelin akdin ifasının imkansız hale geldiği tarih itibariyle denkleştirici adalet ilkesine göre altın fiyatları, memur maaş katsayı artışı, döviz fiyatlarındaki artış, ÜFE fiyatlarındaki artış ile dava konusu taşınmazların emsal taşınmazlara göre değeri esas alınmak suretiyle elde edilecek ortalama rakama karar verilmesi gerekirken, mahkemece; yeterli olmayan bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir."

36. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 17/10/2016 tarihli ve E.2016/11877, K.2016/11687 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin ... Kasabası ... Mevkiinde bulunan 4.702.50 m2liktaşınmazı, davalı Belediyeden 1976 yılında ihaleyoluyla55.565.92 TL bedel ile satın aldığı, ... 2012 yılında dava konusu taşınmazın baraj gölü altında kalması sebebiyle zilyetliğinin ortadan kalktığını, ... davacının ise bu yerin tapusunu alamadığı için kamulaştırma bedelini de alamadığını, bunun üzerine harici satış sözleşmesine dayanarak, müvekkili tarafından davalı aleyhine açılan ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/168 esas sayılı tapu iptal ve tescil davasında taşınmazın müvekkilinin adına tescilinin istendiği ancak bahse konu taşınmazın... barajı göl sahası içinde kaldığını, devletin hüküm ve tasarrufualtında bulunan yerlerden olup kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılmayacağından bahisle davanın reddedildiği ve Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin ... kararı ile onandığı, kararın 22.06.2012 tarihinde kesinleştiğini, bahse konu taşınmazın tapu kaydının davacı adına tescili sağlanamadığından davacınındavalıyayapmış olduğu55.565.92 TL ödeme nedeniyle uğramış olduğu zararın tanziminin gerektiğinden, [dava açtığı anlaşılmaktadır].

...

Taraflar arasında imzalanan 1976 tarihli sözleşme, tapulu taşınmaza ilişkin olmasına rağmen, resmi biçimde yapılmadığından geçersizdir. (TMK.md.706, MK. md.634, BK.213, T.Kanunu md.26). Bu nedenle, geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Bu durumda davacı; bu geçersiz sözleşme nedeniyle, davalıya verdiği bedeli ancak, sebepsiz zenginleşme kuralları çerçevesinde geri isteyebilir.

Geçersiz satış sözleşmesi gereğince; diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi "Denkleştirici Adalet" düşüncesine dayanmaktadır. Denkleştirici Adalet İlkesi ise, haklı bir sebebe dayanmadan başkasının mal varlığından istifade ederek, kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğünü ifade eder.

Bu bakımdan, sebepsiz zenginleşmeye konu alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir. Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut verileri tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır.

Başka bir deyişle, denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ifanın imkansız hale geldiği tarihteki alım gücüne uyarlanması zorunluluğu bulunmaktadır.

Satım bedelinin iade tarihindeki ulaştığı bedel belirlenirken ödenen paranın çeşitli ekonomik etkenler nedeniyle azalan alım gücünün enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın, işçi ücretlerindeki artış ve döviz kurlarındaki artış ortalamaları gözönünde tutulmalıdır.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Zaman Bakımından Yetki ile İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) hükümlerinin bir taraf devlet açısından Sözleşme'nin yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelmiş eylem veya olaylar bakımından ilgili devleti bağlamadığı gibi bu tarihten önce sona ermiş durumları da bağlamadığını belirtmektedir. Dolayısıyla zaman yönünden yetki açısından dikkate alınacak tarih, iddia edilen ihlal durumunu oluşturan olayın meydana geldiği tarihtir. Söz konusu ihlalin ortadan kaldırılması için açılan davanın sonuçlandığı tarih, onay ya da tanıma tarihinden sonraki bir tarih olsa da bu durum Mahkemenin zaman bakımından yetkisinde herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Ancak AİHM'e göre Sözleşme'nin onaylanmasından önce başlayan ve ihlal oluşturan bir eylem ya da olay, bu tarihten sonra da devam etmekte ise bu durumda "devam eden bir durum" söz konusu olduğundan Mahkemenin davaya bakmaya yetkisi bulunmaktadır (Blecic/Hırvatistan [BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006).

38. Buna göre AİHM, zaman bakımından yetkinin tespitinde kural olarak müdahalenin meydana geldiği tarihi esas almaktadır. Müdahale - devam etmemek kaydıyla - kritik tarihten önce ise zaman bakımından yetki dışında, sonra ise yetki kapsamında görülmektedir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi ise müdahale işlemine karşı yapılan başvuruların kesinleşme tarihine göre belirlenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin belirlenebilmesi bakımından kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekmektedir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31). Bu nedenle belirtilen söz konusu farklılıklar da gözetilerek mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin "anlık bir eylem" olup olmadığı ve hangi durumlarda "devam eden bir müdahale"nin mevcut olduğuna ilişkin AİHM yaklaşımının incelenmesi yararlı olacaktır.

39. AİHM, özel statülü kiracılık hakkına ilişkin sözleşmenin sonlandırılması olayında başvurucunun ihlalin devam ettiği yönündeki itirazlarına karşın kişinin mülkünden yoksun bırakılmasının anlık bir eylem olup devam eden bir ihlal oluşturmadığını ifade etmiştir (Blecic/Hırvatistan, § 86). Yine kamulaştırma çerçevesinde el konulan taşınmazlarla ilgili bir başvuruyu inceleyen AİHM benzer gerekçelerle "... yani Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek Protokol'ün 1. maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce, Hazine'ye devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun'a dayalı bir mülkiyet mahrumiyetinin koşullarını incelemek için zaman bakımından yetkisiz olduğu kanaatine varmaktadır." demek suretiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ekdal ve diğerleri/Türkiye, B. No: 6990/04, 25/1/2011, § 48). Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No: 19579/07, 27/1/2015) kararında da başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal edildiği, başkaları adına kaydedildiği ve ihtilaf konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden çok önce değiştiği tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak anlık bir eylem teşkil ettiğini hatırlatan AİHM, başvuruyu Sözleşme hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz görmüştür (Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, § 51).

40. Buna göre AİHM, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık bir eylem oluşturduğunu ve bu müdahalenin sürekli bir hak mahrumiyeti durumu oluşturmadığını belirtmektedir (Malhous/Çek Cumhuriyeti (k.k.)[BD], B. No: 33071/96, 13/12/2000; Prince Hans-Adam II Of Liechtenstein/Almanya, B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 85; Blecic/Hırvatistan, § 86; Ekdal ve diğerleri/Türkiye, § 48). 41. Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri/Portekiz (B. No: 29813/96-30229/96, 11/1/2000, § 43) kararında ise başvurucuların 1975 ve 1976 yıllarında kamulaştırılan taşınmazlar yönünden tazminat alabilmek için başlatılan idari ve yargısal süreçlerin devam ettiğini gözeten AİHM, başvurucuların mülklerinden yoksun bırakılmalarının tartışmasız bir biçimde anlık bir eylem olduğu için zaman bakımından yargılama yetkisinin dışında olduğunu tespit etmiş ancak iç hukukta kendilerine tanınan bir hak olan tazminatın ödenmemesinden dolayı başvurucuların şikâyetçi olduklarını dikkate almıştır. AİHM, Inughuit kabilesi mensuplarının 1951 yılında inşa edilen Thule Hava Üssü nedeniyle avcılık ve balıkçılık haklarının sonradan kısıtlanması ve 1953 yılı Mayıs ayında ahalinin kendi yerleşim yerlerinden başka bir yere yerleştirilmeleri ile ilgili Hingitaq 53 ve diğerleri/Danimarka ((k.k.), B. No: 18584/04, 12/1/2006) kararında da aynı sonuca ulaşmıştır. Mahkeme, şikâyet edilen olayların anlık bir eylemle Danimarka’nın Sözleşme'yi onayladığı Eylül 1953 ve ek protokolü onayladığı Mayıs 1954 tarihinden önce meydana geldiği ve zaman yönünden Sözleşme'nin ilgili hükümleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiş ancak başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle iç hukukta tazminat yolunun bulunduğunu ve tazminat sürecinin zaman bakımından yetkili olunan dönemde devam ettiğini gözeterek tazminat yönünden başvuruları incelemiştir. 1933 yılında kamulaştırılan bir taşınmaza ilişkin tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin Yagtzılar ve diğerleri/Yunanistan (B. No: 41727/98, 6/12/2001) kararında ise iç hukukta tanınan tazminat sürecinin yetmiş yıldan beri devam ediyor olması nedeniyle başvuru kabul edilebilir bulunmuştur (Yagtzılar ve diğerleri/Yunanistan, § 41).

42. Bütün bu kararlardan anlaşıldığı üzere AİHM, mülkiyetten yoksun bırakmayı anlık bir eylem olarak görmekte olup iç hukukun Sözleşme'nin onaylanmasından önce meydana gelen olaylarla ilgili olarak tazminat hakkını tanımadığı durumlarda bu hususta yapılacak herhangi bir başvurunun zaman bakımından yetki kuralı (ratione temporis) gereği Sözleşme'de güvence altına alınmış haklarla bağdaşmayacağı, taraf devletlere Sözleşme'nin onaylanmasından önce meydana gelen zararlar için tazminat ödeme sorumluluğu yüklemediği görüşündedir.

2. Mülke Konu Alacağın Değer Kaybına Uğratıldığı Şikâyetleri ile İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

43. AİHM, istikrarlı olarak kamu makamlarınca yapılacak ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. Mahkemenin çeşitli kararlarında, makul olmayan bir gecikme gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39). Nitekim böyle başvurularda AİHM; esas itibarıyla kamu makamlarının, geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM; mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini esasen devletin, borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29).

44. Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise, meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010).

45. AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan kararında (B. No: 10162/02, 09/03/2006), haksız olarak tahsil edilen verginin beş yıl beş ay sonra faizsiz olarak iade edilmesi, belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Eko-Elda Avee/Yunanistan, §§ 23-31).

46. Yine benzer şekilde Sefine Baş/Türkiye kararında da (B. No: 49548/99, 24/06/2008) tazminatın faiz ödemesine bağlı değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir. Başvuruya konu olayda, idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir “alacak” oluşturduğunu ve bu nedenle başvurucunun Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca bu hakkın, başvurucuya Emekli Sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde geriye dönük olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. Mahkeme bu çerçevede başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın yargılamada geçen süre zarfında uğranılan maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönüne alarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sefine Baş/Türkiye, §§ 58-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

47. Mahkemenin 4/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

48. Başvurucu ilk olarak Belediyeden ihale yoluyla satın aldığı taşınmazların tapuda devredilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkından mahrum bırakıldığını belirtmiştir. Başvurucu, bu sebeple açtığı tapu iptali ve tescil davasının emsal içtihatlara rağmen reddedildiğinden yakınmıştır. Başvurucu ikinci olarak tazminat istemiyle Belediye aleyhine açtığı davada, derece mahkemelerince uyuşmazlık konusu taşınmazların rayiç bedelleri yerine denkleştirici adalet ilkesine göre alacak bedelinin belirlenmesinin adil olmadığını ifade etmiştir. Başvurucuya göre hükmedilen miktar oldukça düşüktür. Başvurucu; iade borçlusunun iade borcunun zenginleştiği kadar olması gerektiğini, somut olayda ise Belediyenin Mahkemece hükmedilen 32.068 TL tutarındaki alacak bedeli karşılığında yaklaşık değeri 3.500.000 TL olan taşınmazların sahibi olduğunu belirtmiştir. Son olarak başvurucu; tazminat davasının on bir yılı aşkın bir sürede sonuçlandığını, yargılamada geçen bu süre içinde paranın alım gücünün önemli ölçüde azaldığını, dolayısıyla hükmedilen alacağın yargılama sırasında değer kaybettiğini ifade etmiştir. Başvurucu bu sebeplerle, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

49. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, açmış olduğu tapu iptali ve tescil davasının emsal Yargıtay içtihatlarına aykırı olarak reddedilmesinin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Ancak bu iddianın ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisi ile benzer durumdaki kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim ve benzeri ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmekte olup somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtları ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

51. Başvurucu ayrıca Mahkemece hükmedilen alacağının yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle değer kaybına uğradığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun söz konusu şikâyetinin özü itibarıyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali dışındaki bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

52. Başvurunun öncelikle zaman bakımından yetki yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir.

53. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

54. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia edilen müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia edilen hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

55. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmaz (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114). Ancak bu kuralın bir istinası ise mevzuatta bir tazminat yolunun bulunması ve bu tazminat yolunun zaman bakımından yetki alanında devam etmesi durumudur (bkz. § 40).

56. Başvuru konusu olayda başvurucu, diğer şikâyetleri yanında ayrıca Belediyeden ihale yoluyla satın aldığı taşınmazların tapuda devrinin yapılmamasından yakınmaktadır. Başvurucu bu şikâyetiyle ilgili olarak Belediye aleyhine Aksaray 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmış, Mahkeme 28/4/2000 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm, Dairenin 4/12/2000 tarihli ilamıyla onanmış;karar düzeltme talebinin Daire tarafından reddedildiği 11/10/2001 tarihli ilamıyla söz konusu hüküm kesinleşmiştir. Dolayısıyla tapu iptali ve tescil davası, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiştir.

57. Bununla birlikte tapu iptali ve tescil davası aleyhine sonuçlanan başvurucu, bu defa Belediye aleyhine yine aynı Mahkemede 10/4/2002 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme 29/1/2013 tarihinde davanın kısmen kabulü ile 32.068 TL tutarındaki tazminatın 11/10/2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 8/10/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.

58. Bu durumda somut olayda,tapu iptali ve tescil davasının reddine ilişkin karar Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dışında kesinleşmiştir. Bununla birlikte başvurucunun açtığı tazminat davasına ilişkin yargılama süreci Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi içinde kesinleştiğinden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin tazminat yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir (karşılaştırma için bkz. Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, §§ 94-120).

59. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin bu iddianın tazminat talebi yönünden kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

(1) Genel İlkeler

60. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

61. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).

62. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

63. Somut olayda başvurucu, 1969 ile 1974 yılları arasında çeşitli tarihlerde Belediye tarafından yapılan ihalelerde Aksaray ilinde bulunan beş adet taşınmazı satın almıştır. Ancak bu taşınmazların tapuda devirleri yapılmamıştır. Başvurucunun bunun üzerine açtığı tapu iptali ve tescil davası ise ihale sonrası noterde sözleşme düzenlenmediğinden satışın geçersiz olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.

64. Türk hukukunda taşınmaz mülkiyeti, kural olarak 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinin birinci fıkrası uyarınca tapu siciline tescil ile kazanılır. Ancak aynı maddenin ikinci fıkrasına göre miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma ve kanunda öngörülen diğer hâllerin gerçekleşmesi durumunda mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı belirtilmiştir. Olay ve uyuşmazlık konusu dönem itibarıyla yürürlükte olan 743 sayılı mülga Kanun'un 633. maddesinde de aynı hükümlere yer verilmiştir.

65. Başvuru konusu olayda ise anılan kanun hükümlerinde öngörülen miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal veya kamulaştırma gibi bir durum söz konusu değildir. Bu durumda uyuşmazlık konusu taşınmazlar Belediye tarafından ihale edilmekle beraber başvurucu adına tapuya tescil işlemi gerçekleştirilmediğinden başvurucunun bu taşınmazların mülkiyetini kazanamadığı görülmektedir. Yukarıda değinildiği üzere Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dışında sonuçlanan tapu iptali ve tescil davası da başvurucu aleyhine sonuçlanmış olup bu yargılama neticesinde taşınmazın satışının hukuken geçersiz olduğu tespit edilmiştir (bkz. §§ 10-13). Dolayısıyla başvurucunun taşınmazın mülkiyetini edinme hususunda somut temele dayalı meşru bir beklentisinin olduğu da söylenemez.

66. Ancak başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmazları satın alabilmek için Belediyeye 1969 ve 1971 yıllarında çeşitli tarihlerde toplam 70.935 TL (eski Türk lirası) tutarında ödeme yapmıştır. Bu taşınmazlar Belediye tarafından başvurucuya tapuda devredilmediğine göre söz konusu alacak tutarı yönünden başvurucunun mülkiyet hakkının mevcut olduğu kuşkusuzdur. Nitekim başvurucunun açtığı tazminat davası neticesinde derece mahkemeleri de başvurucunun alacağının varlığını kabul etmiştir (bkz. §§ 14-20).

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

67. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

68. Somut olayda başvurucudan ihale bedellerinin alınarak ihaleye konu taşınmazların tapuda satışlarının yapılmadığı hâlde bu bedellerin iade edilmemesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği kuşkusuz olup müdahalenin, mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

(1) Genel İlkeler

69. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

70. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

71. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi durumunda bozulmuş olur.

72. Bir mülkün devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).

73. Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun bir hak olarak öngördüğü veya kamu borcu hâline gelmiş ödemelerin geç yapılması nedeniyle mağdur olunduğu iddiasıyla yapılan başvurularda, kamu kurumlarının fazladan bedeli tahsil ettikleri tarih ile ödeme tarihi arasında geçen sürede alacakta veya hakka konu bedelde meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde orantısız bir yük oluşturması hâlinde ihlal kararları vermiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013; Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015). Anayasa Mahkemesi ayrıca, mahkemelerce hükmedilen tazminatın yargılamada geçen süre nedeniyle enflasyon karşısında değer kaybettiği bir başvuruda da ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Abdulhalim Bozboğa, B. No: 2013/6880, 23/3/2016).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

74. Başvurucunun alacağının tahsili istemiyle Mahkemede 10/4/2002 tarihinde açtığı dava 29/1/2013 tarihinde kısmen kabul edilmiş, temyiz üzerine hüküm Yargıtay 3. Hukuk Dairesince 8/10/2013 tarihinde onanmıştır. Buna göre derece mahkemelerince, başvurucunun ihale bedeli olarak ödediği alacağının satış sözleşmesinin geçersiz olması ve ihaleye konu taşınmazların tapuda devirlerinin yapılmamış olması nedeniyle iadesi gerektiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna aykırı olduğu derece mahkemelerince belirlenmiştir.

75. Ancak başvurucunun bu alacağının tespit edilmiş olması tek başına başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmamaktadır. Başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir.

76. Somut olayda başvurucu öncelikle, ihaleye konu taşınmazların piyasa rayiç değerleri yerine bu taşınmaz için ödediği bedelin "denkleştirici adalet ilkesi"ne göre güncellenerek tazminat miktarının belirlenmesinden yakınmaktadır.

77. Yukarıda da değinildiği üzere söz konusu taşınmazlar başvurucuya ihale edilmekle birlikte başvurucu adına tapuya tescil edilmemiştir. Dolayısıyla uyuşmazlığa konu dönem itibarıyla yürürlükte olan 743 sayılı Kanun'un 633. maddesine göre bu taşınmazların mülkiyetini başvurucunun kazanmadığı görülmektedir. Kaldı ki tapu iptali ve tescil davasında yapılan yargılama neticesinde derece mahkemeleri, satış sözleşmesinin geçersiz olduğuna karar vermiştir. Başvurucunun açtığı tazminat davasında da Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 8/2/2010 tarihli karar düzeltme ilamında bu hususa vurgu yapılarak başvurucunun, ödediği bedelin tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarihte ulaştığı değerini isteme hakkı olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi de bu olgulardan hareketle somut olayda mülkün varlığını, başvurucunun ihaleler için ödediği bedeller yönünden kabul etmiştir (bkz. §§ 63-66).

78. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında, mülkiyet edinildikten sonra kamu makamlarınca çeşitli gerekçelerle kişilerin mülkünden yoksun bırakılmaları durumunda -belirli istisnai durumlar dışında- mülkün iade edilmesi veya bunun mümkün olamadığı hâllerde mülkün tam ve gerçek karşılığının tazminat olarak ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,§§ 58, 59; Nebahat Tanrıverdi, B. No: 2012/1313, 6/3/2014, § 51). Nitekim Yargıtay da bir sözleşmenin geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenlerle ifanın imkânsız hâle gelmesi veya zapta karşı tekeffül durumlarında davacının gerçek ve güncel müspet zararını talep edebileceğini kabul etmiştir(bkz. §§ 31-33). Buna karşılık Yargıtaya göre satışın çeşitli gerekçelerle baştan itibaren geçersiz olduğunun tespit edildiği durumlarda ise borçlar hukuku çerçevesinde sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanır. Yargıtay, geçersiz satış sözleşmesi için ödenilen bedelin ödeme tarihindeki değerinin "denkleştirici adalet ilkesi" doğrultusunda dava tarihi itibarıyla uyarlanarak tazminat bedelinin belirlenmesi gerektiğini kabul etmiştir (bkz. §§ 34-36). Dolayısıyla somut olayda taraflar arasındaki sözleşmenin geçersiz olduğunun kabul edildiği ve taşınmazların mülkiyetinin de henüz başvurucuya devredilmemiş olduğu gerekçesiyle aynı yorumu yaptıkları dikkate alındığında derece mahkemelerinin tazminatın belirlenmesine ilişkin yöntemlerinin keyfî veya öngörülemez nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle derece mahkemelerince, başvurucunun taşınmazın mülkiyetini kazanamadığının tespit edilmiş olması sebebiyle taşınmazların rayiç bedeli yerine bu taşınmazlar için ödediği bedel mülk kapsamında görülerek başvurucunun alacağının güncel verilerle uyarlanması yoluna gidilmiştir.

79. Derece mahkemelerince hükmedilen tazminat bedelinin ölçülü olup olmadığı yönünden ise uygulanan "denkleştirici adalet ilkesi"nin mahiyetine bakılmalıdır. Yargıtaya göre bu ilke çerçevesinde davacıların geçersiz satış sözleşmesi ödediği satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesi gereğince dava tarihi itibarıyla ulaştığı alım gücü karşılığının belirlenip davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekir. Yargıtay içtihatlarında alım gücünün tespiti için geçersiz satış sözleşmesine göre ödenen bedelin akdin ifasının imkânsız hâle geldiği tarih itibarıyla altın fiyatları, memur maaş katsayı artışı, döviz fiyatlarındaki artış, enflasyon oranları dikkate alınmak suretiyle elde edilecek ortalamanın dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir (bkz. §§ 30-35).

80. Uygulanan hesap yöntemi dikkate alındığında Yargıtayın "denkleştirici adalet ilkesi" çerçevesinde yaptığı bu yorumun, Anayasa Mahkemesinin mülk kapsamında değerlendirilen alacağın değer kaybına uğratılmamasına ilişkin ilkeleri ile uyumlu olduğu anlaşılmaktadır (bkz. §§ 69-73). Nitekim somut olayda da bilirkişi kurulunun 5/10/2012 tarihli raporunda, başvurucunun ödediği bedelin 11/10/2001 tarihinde ulaştığı değerin ekonomik hayatta yer alan farklı verilerdeki artış oranları birlikte dikkate alınarak hesaplandığı görülmektedir. Bilirkişi kurulu raporunda, ödeme tarihlerinden itibaren Cumhuriyet altını, külçe altın, Alman markı, ABD doları, asgari ücret, toptan eşya fiyat endeksi verilerine göre ayrı ayrı hesaplama yapılmış; bu altı ekonomik verinin ortalaması esas alınarak tazminatın başvurucunun da talep ettiği 11/10/2001 tarihi itibarıyla ulaştığı değer belirlenmiştir. Derece mahkemelerinin de bu raporu hükme esas alarak sonuca vardıkları görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuya iade edilmesi gereken alacağın (ödediği ihale bedelleri) 11/10/2001 tarihine uyarlanarak tazminat olarak ödenmesine karar verildiğinden bu yönden başvurucunun alacağının değer kaybına uğratılmadığı anlaşılmaktadır.

81. Bununla birlikte başvurucu, belirlenen bu tazminatın yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de paranın alım gücü ve enflasyon karşısında değer kaybına uğradığını ileri sürmektedir.

82. Somut olayda başvurucunun alacağı 11/10/2001 tarihi itibarıyla derece mahkemelerince toplam 32.068 TL olarak belirlenmiştir. Bu noktada davanın niteliği gereği Mahkemenin 29/1/2013 tarihli kararı çerçevesinde söz konusu alacağın infazının mümkün olduğu gözetilmelidir. Ayrıca başvurucunun bu alacağının ödenmediğine veya Mahkemenin kararından sonra bu alacağın değer kaybına uğratılarak ödendiğine dair bir şikâyetinin bulunmadığı da dikkate alınmalıdır. T.C. Merkez Bankası verilerine göre 2001 yılı Ekim ayı ile 2013 yılı Ocak ayı arasında enflasyonda meydana gelen artış %243,81’dir. Bu durumda başvurucuya ödenmesi gereken söz konusu alacağın 2013 yılı Ocak ayı itibarıyla T.C. Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 110.252 TL’dir.

83. Dolayısıyla yukarıdaki verilere göre başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen toplam 32.068 TL tutarındaki alacağının değer kaybını telafi edecek fark 78.184 TL'dir. Buna karşılık derece mahkemelerince başvurucunun alacağına 11/10/2001 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verildiği görülmektedir. Bu durumda aynı dönemde başvurucuya yaklaşık olarak 79.352 TL tutarında faiz ödemesi yapılması öngörülmüştür. Buna göre söz konusu faiz tutarı da dikkate alındığında başvurucunun alacağının bu yönden de bir değer kaybına uğratılmadığı anlaşılmaktadır.

84. Sonuç olarak başvurucunun ihale bedellerini ödemesine rağmen ihaleye konu taşınmazların tapuda devredilmemesi suretiyle yapılan müdahalenin, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen alacağın değer kaybına uğratılmadan ödenmesine karar verildiği gözetildiğinde başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Böylelikle somut olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin bozulmadığının anlaşıldığı ve mülkiyet hakkına ilişkin açık bir ihlalin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın, diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

85. Başvurucu 10/4/2002 tarihinde açtığı tazminat davası yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

86. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

87. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

88. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

89. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 11 yıl 5 ay sürdüğü anlaşılan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

90. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

91. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

92. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

93. Başvuruda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

94. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 14.400 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

95. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

96. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 14.400 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Aksaray 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2010/130, K.203/57) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Emin Acar [2.B.], B. No: 2014/333, 4/10/2017, § …)
   
Başvuru Adı EMİN ACAR
Başvuru No 2014/333
Başvuru Tarihi 8/1/2014
Karar Tarihi 4/10/2017

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, belediyece yapılan ihaleyle satın alınan taşınmazın geri alınması üzerine açılan davada hükmedilen tazminat bedelinin düşük belirlenmesi ve bu tazminatın yargılamada geçen sürede değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, ayrıca yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık İncelenmesine Yer Olmadığı
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 743 Türk Medeni Kanunu 633
4721 Türk Medeni Kanunu 705
1028
4722 Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun 1
18
2490 Arttırma, Eksiltme ve İhale Kanunu 25
1580 Belediye Kanunu 19
70
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi