TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/8842)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2015
|
R.G. Tarih-Sayı: 5/3/2015-29286
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Üyeler Alparslan ALTAN
|
|
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Büyük Birlik Partisi
|
Temsilcisi
|
:
|
Mustafa DESTİCİ
|
2. Başvurucu
|
:
|
Saadet Partisi
|
Temsilcisi
|
:
|
Mustafa KAMALAK
|
3. Başvurucu
|
:
|
Demokratik Sol Parti
|
Temsilcisi
|
:
|
Masum TÜRKER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, 10/6/1983
tarih ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 33. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan "Genel seçimlerde
ülke genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli
oyların % 10'unu geçmeyen partiler milletvekili
çıkaramazlar." hükmünün anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. 2014/8842 numaralı
başvurunun konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiş,
Bakanlık başvuruya ilişkin görüşlerini 10/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur. Başvurucu Büyük Birlik Partisi temsilcisi, Adalet Bakanlığının
görüşlerine karşı cevaplarını 1/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
5. 2014/11862 ve 2014/16747
sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle
2014/8842 sayılı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin
2014/8842 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar
verilmiştir.
6. İkinci Bölümün 20/11/2014
tarihinde yaptığı toplantıda, başvuruların niteliği itibarıyla Genel Kurul
tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. 2839 sayılı Kanun, 13/6/1983
tarih ve 18076 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
9. Başvurucu partiler,
12/6/2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekili Genel Seçimine katılan ve ulusal
seçim barajının altında oy alan partilerdir.
10. Yüksek Seçim Kurulunun
(YSK), 12/6/2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekili Genel Seçiminde, Büyük Birlik
Partisinin % 0,75 oranında, Saadet Partisinin % 1,27 oranında
ve diğer başvurucu parti olan Demokratik Sol Partinin (DSP) de % 0,25 oranında
oy aldığına ilişkin 1070 sayılı kararı, 23/6/2011 tarih ve 27973 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
11. Başvurucu partiler, 2011
yılı milletvekili genel seçimlerinde milletvekili çıkaramamışlardır.
12. Başvuruculardan DSP, YSK’ya
bir başvuruda bulunarak, ulusal ülke barajı uygulamasına son verilmesini talep
etmiştir.
13. Bu talep, YSK’nın 25/9/2014
tarih ve 4025 sayılı kararıyla istemin yasal düzenlemeyi gerektirdiği ve
Kurulca yapılacak bir işlemin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…AİHM kararı üzerinde
konu incelendiğinde; uygulanacak seçim sisteminin seçiminde her devlete geniş
bir takdir yetkisi verildiği, 3. Maddedeki düzenlemenin yalnızca "halkın
kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde",
"makul aralıklarla" ve "gizli oyla serbest" seçimler
yapılmasını şart koştuğu, yasama organının seçiminde bütün oyların aynı
ağırlığa sahip olmadığı ve bütün adayların zafere ulaşma şansının eşit
olmasının gerekmediği gibi değerlendirmeler dikkate alındığında, 1 No.lu
Protokol'ün 3. maddesindeki düzenlemenin, "halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde", "makul aralıklarla" ve
"gizli oyla serbest" seçimler yapılmasını şart koştuğu, belli bir
sistem oluşturma yükümlülüğü getirmediğinin kabulü gerekmektedir. Buna rağmen,
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesi çerçevesinde konu
değerlendirildiğinde, 2839 sayılı Kanun'un 33. Maddesindeki %10’luk barajın
Devletin takdir hakkı kapsamındaki bir düzenleme olması nedeniyle yasal
düzenlemeyi gerektirdiği ve Kurulumuzca yapılacak bir işlem bulunmadığından
istemin reddine karar vermek gerekmiştir.”
14. Başvurucu partiler, 2015
yılında yapılacak milletvekili genel seçimlerinde söz konusu seçim barajının "potansiyel mağduru" olacaklarından
bahisle bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili
Hukuk
15. 2839 sayılı Kanun'un 33.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Genel seçimlerde ülke
genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların % 10'unu geçmeyen partiler milletvekili çıkaramazlar…”
16. 2839 sayılı Kanun'un geçici
2. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten sonra yapılacak ilk milletvekili seçiminde siyasi partilerin
seçime katılabilmeleri için büyük kongrelerini yapmış olmaları şartı aranmaz.
Ancak, Yüksek Seçim Kurulunca tespit ve ilan edilecek seçim döneminin başlangıç
tarihine kadar illerin en az yarısında teşkilat kurmuş olmaları gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvuru dosyası incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
18. Başvurucular, seçim
barajının %10 gibi yüksek bir oranda olmasının ölçüsüz olduğunu, bu durumun
temsilde adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı olduğunu, siyasi partiler arasında
fırsat eşitsizliğine sebep olduğunu, anılan hükmün 2015 yılında yapılacak
seçimlerde uygulanacak olması nedeniyle potansiyel mağdur olarak
etkileneceklerini belirterek, Anayasa’nın 2., 10., 13., 26., 67. ve 68. maddelerinde
belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve anılan hükmün Genel
Kurula sevki ile iptal edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
19. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkraları uyarınca, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden
medeni haklara sahip bütün gerçek ve tüzel kişilere Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
20. Siyasi
partilerin hukuki nitelikleri bakımından kamu tüzel kişisi olmadıkları açıktır.
Anayasa Mahkemesinin kararlarında (E.1992/2 (Siyasî Parti Kapatma), K.1994/1,
K.T. 10/2/1994; E.2008/1(Siyasî Parti Kapatma), K.2008/2, K.T. 30/7/2008)
siyasi partilere ilişkin Anayasa'da yer alan özel düzenlemeler dikkate
alınarak, siyasi partilerin olağan derneklerden farklı oldukları vurgulanmışsa
da bu tespit onların bireysel başvuru usulünde 6216 sayılı Kanun'un 46.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca özel hukuk tüzel kişileri olarak
başvuru yapabilmelerine engel değildir (B. No: 2014/5425, 23/7/2014,
§ 24).
21. 6216 sayılı Kanun'un 'Bireysel başvuru hakkı'
kenar başlıklı 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yasama
işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru
yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi
dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”
22. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında,
yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemlerin doğrudan bireysel başvuru
konusu yapılamayacağı açıkça düzenlenmektedir.
23. Bir yasama işlemi olarak kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesinin ürünüdür. Kanun, parlâmento kararı dışında kalan ve Anayasanın yetki
verdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Anayasa’da öngörülen kanun
yapma usullerine uyularak yapılan işlemdir (B. No. 2014/256, 25/6/2014, § 85).
24. Bireysel başvuru yolu,
bireylerin maruz kaldığı temel hak ihlallerinin tespitini yapan ve tespit
edilen ihlalin ortadan kaldırılması için etkin araçları içeren anayasal bir
güvencedir. Bu güvence kapsamında, kişilere doğrudan yasama işleminin iptalini
isteme yetkisi tanınmamıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa'ya aykırılığının ileri
sürülmesini sağlayan bir yol olarak kabul edilemez (B. No. 2012/30, 5/3/2013,
§§ 16-17).
25. Bir yasama işleminin, temel
hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda, doğrudan yasama işlemi
aleyhine değil, ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem
ve ihmallere karşı bireysel başvuru yapılabilir (B. No. 2013/469, 16/4/2013, §
17; B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37). Her ne kadar başvuruculardan DSP,
YSK’ya bir başvuruda (§ 12) bulunmuş ise de, bu
başvuru sonucunda verilen kararın (§ 13), seçimlerde başvurucunun anayasal
haklarını doğrudan etkileyen bir uygulama işlemine dönük olmadığı, başvurucu
partinin ulusal seçim barajının kaldırılmasına yönelik olarak ileri sürdüğü
soyut nitelikteki talebi nedeniyle verildiği, bu sebeplerle YSK’nın bu
kararının yasama işleminin (kanunun) uygulanması mahiyetinde olmadığı
anlaşılmıştır.
26. Başvuru konusu olayda,
başvurucular 2839 sayılı Kanun'un 33. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Genel seçimlerde ülke genelinde,
ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların % 10'unu geçmeyen partiler milletvekili çıkaramazlar.”
şeklindeki hükmün Anayasa’ya aykırı olduğunu ve iptali gerektiğini ileri
sürmüşlerdir. Bireysel başvuru yoluyla doğrudan yasama işlemine değil ancak yasama işleminin uygulanması
mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilecektir. Diğer
bir deyişle bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak Anayasa’ya aykırı
olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz.
27. Açıklanan nedenlerle, bir yasama
işlemi aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından,
başvuruların diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin 'konu bakımından yetkisizlik' nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
28. Başkanvekili Alparslan ALTAN bu sonuca farklı gerekçeyle
katılmış, üyeler Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Erdal
TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle, başvuruların “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin
başvurucular üzerinde bırakılmasına, 6/1/2015 tarihinde üyeler Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Erdal TERCAN’ın
karşıoyları ve OY
ÇOKLUĞUYLA karar verildi.
FARKLI GEREKÇE
1.
Başvurucular, 2839 sayılı Kanun’un 33. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen
%10 oranındaki seçim barajının çok yüksek olduğunu, siyasi partiler arasında
eşitsizliğe sebep olduğunu, temsilde adaleti engellediğini, kuralın geçmişte
2011 genel seçimlerinde aleyhlerine olumsuz olarak uygulandığını, 2015 yılında
yapılacak seçimlerde de uygulanmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, bu durumdan
mağdur olduklarını, Anayasa’nın 2., 10., 13., 67. ve 68. maddelerinde
düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve söz konusu hükmün
Genel Kurula sevk edilerek iptalini talep etmişlerdir.
2.
Mahkememiz çoğunluğu, yapılan başvuruları, 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında yasama işlemlerine karşı bireysel başvuruda
bulunulmasının öngörülmediği gerekçesiyle, konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
3.
Bireysel başvuru yolu, bireylerin, Anayasa’da
düzenlenmiş temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu
gücü tarafından, ihlâl edilmesi halinde, bu ihlâlin giderilmesi için Anayasa
Mahkemesine başvurabilme yetkisi tanıyan olağanüstü bir kanun yoludur.
4. Bireysel başvuru yolu, bireylerin maruz kaldığı temel hak
ihlallerinin tespit edildiği ve tespit edilen ihlalin ortadan kaldırılması için
etkin araçları içeren anayasal bir güvencedir. Ancak, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa'ya
aykırılığının ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir. 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, “yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler
aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılması” kabul edilmemiştir.
Kanun koyucu hükümde “doğrudan”
ifadesini kullanarak, yalnızca ulusal hukuku değiştirmeyi veya toplumun
menfaatinin korunmasını amaçlayan ve “halk
davası” (actio popularis)
olarak adlandırılan başvuruların yapılmasını engellemek istemiştir. Ancak,
kişilere uygulanmış ve uygulanma olasılığı yüksek olan yasama işlemlerine karşı
bireysel başvuru yapılması mümkündür.
5.
Bir yasama işlemi veya düzenleyici idari işlemin, temel hak ve özgürlüğün
ihlaline neden olması durumunda, bireysel başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere
değil ancak yasama veya düzenleyici idari işlemin uygulanması mahiyetindeki
işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilecektir (B. No. 16/4/2013,
2013/469, §§ 15, 17; B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37).
6. Bir kanunun veya genel düzenleyici işlemin bir hak
veya özgürlüğü ihlâl etmesi halinde, bireysel başvuru doğrudan bu işlemlere
karşı değil, bunların somut olaya uygulanmasına ilişkin bireysel nitelikteki
kamu gücü işlemlerine karşı olabilir. Düzenleniş
itibariyle doğrudan sonuç doğuran kanun hükümlerinden dolayı ilgililerin temel
hakları ihlal edilmiş ise, bireysel başvurunun diğer koşulları da yerine
getirilmek koşuluyla, koruma mekanizmasının geçerli olduğu kabul edilmelidir.
Ancak bazı hallerde, bir kanun hükmünün ilgililer hakkında sonuç doğurması ve
hak ihlâline neden olabilmesi için idarenin bireysel bir işlemine de gerek
bulunmayabilir. Bu nedenle, doğrudan ve güncel bir temel hak ihlali söz konusu
olmaksızın soyut olarak bir kanun hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasına
yönelik “halk davası” (actio popularis) niteliğindeki başvurularla, dayanağı kanun hükmü olmakla
birlikte aynı zamanda ilgili hakkından sonuç doğuran, onun doğrudan ve güncel
bir temel hakkının ihlaline yol açtığı iddialarını içeren başvuruların
birbirinden ayrılması gerekir.
7.
Anayasa’nın 148. maddesinde belirtilen “kamu
gücü” kavramının kapsamına, kişilere doğrudan uygulanmış ve yakın
gelecekte uygulanma olasılığı yüksek olan yasama işlemlerinin de girdiği
kuşkusuzdur. 6216 sayılı Kanun’un yasama çalışmaları sırasındaki
tartışmalardan, soyut başvuruların yasaklanmasının sebebinin, Anayasa’da bunlar
yönünden ayrı bir denetim (iptal davası) mekanizmasının öngörülmesi olduğu
anlaşılmaktadır. Kamu gücünden kaynaklanan ve bireylerin temel hak ve
özgürlüklerinin ihlaline yol açan birçok durumun kaynağı yasama işlemi
olabilir. Konu bakımından
yetkisizliğin geniş yorumlanması, kaynağı yasama işlemi olan geniş bir alanın
bireysel başvuru denetim alanından çıkarılması sonucunu doğurur ki, Anayasa ve
yasa koyucunun bunu amaçladığı söylenemez. Böyle bir kabulün sonucu, bireylerin
temel hak ve özgürlüklerinin ihlaline yol açan birçok durum bakımından Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru yolunun etkisiz bir yol olarak görülmesi
olacaktır.
8.
Belirtilen durum çerçevesinde, bireysel başvuruda 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen, yasama işlemleri ile düzenleyici
idari işlemler aleyhine doğrudan bir başvuru yapılmış olup olmadığının
belirlenmesi başvuru formu ve dilekçesindeki sonuç ve taleplere bakılarak
belirlenmelidir. Başvurucu, yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler
aleyhine doğrudan başvuruda bulunmuş ise “konu
bakımından yetkisizlik” sözkonusu olacak,
doğrudan bu işlemler aleyhine olmaksızın bunların
somut olaya uygulanmasına ilişkin bireysel nitelikteki kamu gücü işlemlerine
karşı başvuruda bulunmuş ise bireysel başvurunun konu bakımından kapsamında bir
başvurudan bahsedilecektir.
9.
Eldeki işte, başvuru dilekçeleri incelendiğinde sonuç olarak;
-
Büyük Birlik Partisinin başvurusunda, seçim barajının %10 gibi yüksek bir
düzeyde olmasının ölçüsüz olduğu, bu durumun temsilde adalet ve eşitlik
ilkelerini zedelediği, siyasi partiler arasında fırsat eşitsizliğine yol
açtığı, anılan hükmün 2011 genel seçimlerinde kendileri aleyhine uygulandığı,
2015 yılında yapılacak seçimlerde de uygulanmasının kuvvetle muhtemel
olduğundan işlemden potansiyel mağdur olarak etkilenecekleri belirtilerek, bu
hususun hak ihlaline neden olduğunun tespitinin istendiği ve Anayasa’nın 2.,
10., 13., 67. ve 68. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğinin ileri
sürüldüğü,
-
Saadet Partisinin başvurusunda, 2839 sayılı Kanun’un 33. maddesinde yer alan
%10’luk seçim barajı sebebiyle demokratik seçilme ve temsil haklarının ihlal
edildiği, yakın gelecekte de kesin olarak ihlal edileceğinin tespiti talebinde
bulunulduğu,
- Demokratik
Sol Partinin başvurusunda, genel seçimlerde uygulanan ülke seçim barajı
uygulaması nedeniyle "seçme-seçilme hakkı" ve "ifade
hürriyetinin" ihlal edildiğinin tespitine ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmesine, bir ihlalin tespit
edilmesi durumunda buna neden olan kamu gücü işlemi Anayasa'ya açıkça aykırı
olan 2834 sayılı Kanun'un 33. maddesi hükmünün uygulanmasından
kaynaklandığından, bu davaya bakan "Bölüm"ün,
Anayasa'nın 152. maddesi bağlamında bir davaya bakmakta olan mahkeme sıfatıyla,
dosyanın, söz konusu hükmün iptali için "Genel Kurul"a
gönderilmesine karar verilmesinin istenildiği görülmektedir.
10.
Açıkça anlaşıldığı üzere, her üç başvurucunun asıl talebi "seçme-seçilme
hakkı" ve "ifade hürriyetinin" ihlal edildiğinin tespitine
yöneliktir. Her ne kadar başvuru dilekçelerinde kuralın Anayasa’ya aykırılığı
iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesi Genel Kuruluna başvurulması talebine
de yer verilmiş ise de, başvurucuların asıl
taleplerinin, bu hükmün uygulanması mahiyetindeki işlemler sonucunda geçmişte
gerçekleşen ve gelecekte gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel olan hak ihlallerinin
tespitine yönelik bulunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Başvurucuların, ihlal
iddialarına ek olarak ileri sürdükleri, “kuralın Anayasa’ya aykırılığı
iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesi Genel Kuruluna başvurulması” talebinin
incelenmesi ise kabul edilebilirlik evresinden sonra incelenebilecek bir
husustur.
11.
Somut olayda başvurucular, kendilerine geçmişte uygulanmış ve gelecekte
uygulanacak bir yasama işlemi nedeniyle geçmişte uğradıkları ve gelecekte
uğrayacakları hak ihlalinin tespiti talebiyle başvuruda bulunmuşlardır. Diğer
bir deyişle, herhangi bir uygulama işlemine gerek olmaksızın, uygulanmış ve
uygulanacak bir yasama işlemine karşı bireysel başvuru yapılmıştır. Dolayısıyla
bireysel başvuru yoluyla soyut ve doğrudan yasama işlemine değil, geçmişte
uygulanmış ve yakın gelecekte uygulanması halinde uğrayacakları hak ihlaline
yönelik olarak başvuruda bulunduklarından, başvuruların Anayasa Mahkemesinin “konu bakımından yetkisi” kapsamında
olduğunun kabulü gerekir.
12.
Başvurucular, seçim barajının siyasi partiler arasında fırsat eşitsizliğine
sebep olduğunu, baraja ilişkin düzenlemenin 2015 yılında yapılacak seçimlerde
uygulanmasının kuvvetle muhtemel olduğunu ve işlemden potansiyel mağdur olarak
etkileneceklerini belirtmişlerdir.
13.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru
hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel
başvuru yapabileceği sayılmış olup, anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına
göre; bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç
temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu önkoşullar, başvuruya
konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden
ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun “güncel
bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların
sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur”
olduğunu ileri sürmesi gerekir.
14.
Bireysel başvuruda “mağdur”
kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız
bir şekilde yorumlanmaktadır (Gorraiz Lizarraga ve Diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00,
10/11/2004, § 35). Ayrıca “mağdur”
kavramının yorumu, günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup, bu
kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmaktadır (Gorraiz Lizarraga ve
Diğerleri/İspanya, § 38). AİHS, kişilerin yalnızca iç hukuktaki bir
düzenlemenin, kendilerini doğrudan etkilemeksizin, Sözleşme’yi
ihlal ettiği gerekçesiyle bu düzenlemeden şikâyet etmelerine de izin
vermemektedir (Sejdić ve Finci/Bosna-Hersek, [BD], B. No:
27996/06 ve 34836/06, 22/12/2009, § 28).
15.
Diğer taraftan, kendilerinin belirli bir işlemden doğrudan etkilenme tehdidiyle
ya da tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını ve dolayısıyla potansiyel olarak
mağdur olduklarını iddia eden başvurucular ile yalnızca ulusal hukukları
değiştirmeyi veya toplumun menfaatinin korunmasını amaçlayan başvurular
arasında dikkatli bir ayrım yapılmalıdır (B.No:
2014/11438, 23/7/2014, § 20). Yukarıda açıklandığı üzere, doğrudan (soyut
nitelikte) yasama işlemlerine veya düzenleyici işlemlere karşı bireysel başvuru
yapılması mümkün olmamakla beraber, yasama işleminin birel
etki doğuracak biçimde doğrudan uygulanması ile gerçekleşen mağduriyet ya da bu
işlemin ilerdeki muhtemel etkilerine maruz kalma riski nedeniyle oluşacak
potansiyel mağduriyet halinde AİHM içtihatları kapsamında bireysel başvuru
olanaklıdır. Nitekim potansiyel mağdurluk, “mağdur”
statüsünün bu ağır koşullarının hafifleştirilmesi için AİHM tarafından
geliştirilmiş bir kavramdır. Buna göre, kişiler kendileri hakkında yakın
gelecekte uygulanması kuvvetle muhtemel olan kanun veya düzenleyici işlemlere
karşı da bireysel başvuruda bulunabilirler (bkz. Klass ve Diğerleri/Almanya, B.No:
5029/71, 6/9/1978, § 34, Open Door ve Dublin Well Woman/ İrlanda, B. No: 14234/88, 29/10/1992, §
44; Burden/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 13378/5, 29/4/2008, § 34; Altuğ
Taner Akçam/Türkiye, B. No: 27520/07, 25/10/2111, § 68).
16.
Bir potansiyel mağdurluk statüsünün oluşması için, yasama işlemi veya
düzenleyici işlemin bizatihi varlığının başvurucunun haklarını ihlal etmesi,
ihlal tehlikesinin yakın olması, yasama işleminin veya düzenleyici işlemin
uygulanmasının kuvvetle muhtemel olması ve nihayet ciddi ve telafisi güç zarar
riskinin doğması gerekir. Bu şartlar kümülatif olduğundan, aynı somut olayda
hepsinin birlikte bulunması gerekir. Ayrıca, başvurucu tarafından işlemin
kendisini kişisel olarak etkileyeceğine dair makul ve ikna edici delillerin de
ortaya konması gerekir.
17.
Başvuru konusu olay bu açıdan değerlendirildiğinde; sözü edilen hüküm,
başvurucu partiler hakkında geçmişteki birçok seçimde uygulanmasına karşın,
2015 yılı genel seçimleri yönünden başvurucular aleyhine henüz uygulanmamış
olsa bile, yakın gelecekte bu hükmün uygulanma olasılığının başvurucu
partilerde, seçmen tercihlerinin tam olarak parlamentoya taşınmayacağı, oyların
boşa gideceği korkusuyla seçmenlerin başka partilere yöneleceği endişesi
oluşturduğu kabul edilebilir. 2839 sayılı Kanun'un 33. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen %10'luk barajın varlığının başvurucuların serbest seçim
hakkına yönelik ihlal tehlikesi içerdiğinde, aynı hükmün 2015 yılı genel
seçimlerinde uygulanacak olmasının başvurucu partilerin yasama organına
milletvekili gönderememesine sebep olacağından ciddi ve telafisi güç zarar
riski doğurduğunda ve ihlal tehlikesinin yakın olduğunda şüphe yoktur. Dolayısıyla
ilgili kanun hükmünden kişisel olarak etkilediğine dair makul ve ikna edici
deliller ortaya koyan başvurucuların potansiyel mağdur statüsünde olduklarının
kabulü gerekir.
18.
Bununla birlikte ne Anayasa’da ne de 6216 sayılı Kanun’da “potansiyel mağdur” sıfatını taşıyan
gerçek ya da tüzel kişilerin ilgili hak ihlalleri iddiaları nedeniyle bireysel
başvuruda bulunabileceklerine dair açık bir düzenleme bulunmadığı gibi henüz bu
hususta Anayasa Mahkemesinin yerleşmiş bir içtihadı da bulunmamaktadır.
19.
Açıklanan gerekçelerle “potansiyel mağdur”
sıfatıyla yapıldığı anlaşılan başvuruların “kişi
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez bulunması gerektiği
düşüncesinde olduğumdan karar sonucuna belirttiğim farklı gerekçe ile
katılmaktayım.
|
|
|
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
KARŞIOY YAZISI
10/6/1983
tarihli ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 33. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “Genel seçimlerde ülke
genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların %10’unu geçemeyen partiler
milletvekili çıkaramazlar” hükmünün temsilde adaleti gerçekleştirmeyecek şekilde yüksek
olduğu savıyla yapılan bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu
çoğunluğunca “konu bakımından yetkisizlik”
gerekçesiyle reddedilmiştir.
Bireysel
başvuru, 12.9.2010 günü yapılan referandumla kabul edilen, 7/5/2010 tarih ve
5982 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle Anayasanın 148 maddesine eklenen üçüncü,
dördüncü ve beşinci ek fıkralarda düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler arasında
yasama işlemlerine karşı bireysel başvuru yapılmasını engelleyen bir hüküm yer
almamakla birlikte, bireysel başvuruya ilişkin usul ve esasların kanunla
düzenleneceğini öngören beşinci fıkra gereğince çıkartılan 30/3/2011 tarih ve
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında “yasama işlemleri
ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru
yapılamayacağı” belirtilmiştir.
Başvurunun
bir “yasama işlemine” karşı yapıldığı ve bu nedenle olayda konu bakımından
yetkisizlik bulunduğu görüşüne aşağıdaki nedenlerle katılmıyorum.
1. Öncelikle, “yasama işlemi”nin ne
olduğu hakkında şu tespitlerde bulunmak gerekir:
Anayasa’nın
6. maddesine göre,
“Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara
göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye,
zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”
Anayasa’nın
7. maddesine göre,
“Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin kuruluşu, üyeliği, görev yetkileri, Anayasa’nın 75-100.
maddelerinde düzenlenmiştir.
Anayasa’nın
bu hükümleri karşısında “yasama işlemleri”nin ancak
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen kanunlar, kararlar ve
Anayasa ile belirlenen işlemler olduğu, başka herhangi bir kişi, organ, merci
veya heyet tarafından vazedilen kuralların, normların, şekli anlamda “kanun”
olsalar bile Anayasal anlamda bir“yasama
işlemi” sayılamayacağı açıktır.
Kanun
hükümlerinin özelliği, egemenliği elinde bulunduran güç tarafından konulmaları,
bunlara uyulması konusunda toplumda bir “zarurilik fikri - opinii necessitatis” bulunması
ve uyulmaması halinde yaptırım öngörülmesidir. Bu açıdan bakıldığına bir
toplumda geçerli kabul edilen kanun hükümleri, mutlaka anayasal ve demokratik
meşruiyeti olan bir kanun koyucunun eseri olmayıp, mesela bir yabancı işgal
otoritesinin, uluslararası toplum adına hareket eden çok uluslu bir yönetimin
veya darbe ile idareyi ele geçirmiş olan bir cuntanın eseri olabilir. Bu tür
normların uygulandığı sürece geçerli sayılması ve genel olarak kabul görmesi,
anayasal anlamda “yasama tasarrufu” sayılmaları için yeterli neden değildir.
Red ve inkarı
mümkün olmayan bu gerçekleri tespit ettikten sonra, % 10 seçim barajına ilişkin
başvuru konusu normun “yasama tasarrufu” niteliğini sorgulamak gerekir.
2. 12 Eylül 1980 askeri rejiminin yasa koyucu sıfatıyla
vazettiği normların hukuki niteliği:
12
Eylül 1980 günü saat 04.00 itibariyle silahlı kuvvetlerce yönetime el konulup 1961
Anayasasının askıya alınmasını takiben ülke bir süre askeri rejimin emir,
bildiri ve duyuruları ile yönetilmiştir. Tam hukuksuzluk dönemi olan bu icraata
bir ölçüde “kanunilik” kazandırmak amacıyla 27/10 /1980 tarihli ve 2324 sayılı
Anayasa Düzeni Hakkında Kanun kabul edilmiş, bu Kanun da geriye yürütülerek,
darbe anından itibaren yapılan icraata hukukilik
değilse bile kanuni dayanak sağlanmaya çalışılmıştır.
1982
Anayasasının Geçici Madde 2’siyle, Anayasaya dayalı olarak hazırlanacak Siyasi
Partiler Kanunu ile Seçim Kanununa göre yapılacak ilk genel seçimler sonucu
Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıp Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar,
“Milli Güvenlik Konseyi”nin 2324 sayılı Anayasa
Düzeni hakkında Kanun’a göre görevlerini devam ettireceği, yani “yasama”
görevini yapmaya devam edeceği öngörülmüştür. Anayasa Düzeni Hakkında Kanun,
daha sonra Anayasanın Geçici Madde 3’ünün (a) bendi ile yürürlükten kalkmıştır.
Başvuru
konusu norm, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 33. maddesinin birinci
fıkrasında yer almakta olup, bu ara dönemde “Milli Güvenlik Konseyi” tarafından
vazedilmiş bir kanun hükmüdür. Maddenin birinci fıkrası her ne kadar 23/5/1987
tarihli ve 3377 sayılı Kanunla yeniden düzenlenmiş ise de %
10 barajına ilişkin bölüm değişikliğe uğramamış, yani normu koyan 12
Eylül askeri yönetiminin iradesi ortadan kaldırılmamıştır.
Anayasa’nın
Geçici 2. maddesi karşısında, sırf şekli bir bakışla, başvuru konusu normun
anayasal bakımdan geçerli bir “yasama işlemi” olduğunu ileri sürmek mümkündür.
Ancak, Anayasa’nın verdiği yetkiye dayanılarak 6216 sayılı Kanunla alt
düzenlemeleri yapılan bireysel başvuru müessesesinin Anayasamıza girmesini
sağlayan 12/9/2010 tarih ve 5982 sayılı Kanunla yapılmış Anayasa
değişikliklerinin bütününe, yani referandumla tecelli eden tali kurucu iktidar
iradesine bakılmadan, “yasama işlemi” kavramını yorumlamak mümkün olamaz.
2010
referandumuyla, sadece bireysel başvuru sistemi getirilmemiş, aynı zamanda 12
Eylül 1980 darbesi yönetimine ve “Milli Güvenlik Konseyi”ne
hukuki ve cezai dokunulmazlık sağlayan Anayasa’nın
Geçici Madde 15’i de tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Geçici
Madde 15’in yürürlükten kaldırılma gerekçesi, “demokrasi ve hukuk devleti
ilkelerine aykırı olması”dır. Buna göre, dönemin
meşruiyeti her yönden sorgulanabilir hale gelmiş ve hangi eylem ve işlemlerin
suç teşkil ettiği, kimlerin suç işledikleri, tümüyle yargı organlarının
tasarrufuna bırakılmıştır. Kurucu iktidarın bu tercihinden, dönemin
meşruiyetinin yasal olarak sorgulanması yolunu açmak istediği anlaşılmaktadır.
Bireysel
başvurunun yasama işlemlerine karşı doğrudan yapılamayacağı şeklindeki kural,
aynı referandumla ortaya konan tali kurucu iktidar iradesinin öngördüğü üzere,
yasayla düzenleme sonucu 6216 sayılı Kanun’da yer almıştır. Bu kanunda geçen
tabirlerin anlamlarının, 1982 Anayasasının tüm ek ve değişikliklerinin ve
özellikle 12/9/2010 değişikliklerinin birlikte değerlendirilmesi ile
belirlenebileceği açıktır. Buna göre, 2010 referandumu ile yapılan
değişiklikler kapsamında askeri darbe yönetiminin sivil idareye ve serbest
seçimlere geçerken önceki dönemin icraatına kanunilik kazandırmak amacıyla
yaptığı düzenlemeler Millet iradesince kabul görmemiş, ara dönem icraatlarının
yargı önünde sorgulanabileceği kabul edilmiştir.
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru konusu
yapılamayacak yasama işlemlerinin de ancak meşru olarak Milletçe kabul edilmiş
T.C. Anayasasına (aynı zamanda 1924 ve 1961 anayasalarına) göre teşekkül etmiş,
demokratik usullerle çalışan yasama organlarınca vazedilen yasa kuralları
olduğu, demokrasi ve hukuk dışı yöntemlerle mevzuata eklenmiş normların teknik
olarak “kanun” adını taşısalar ve hukuk aleminde varlıklarını sürdürseler bile
Anayasal anlamda yasama işlemi sayılamayacakları sonucuna varmak gerekmektedir. Milletvekili Seçimi
Kanunu’nun 33. maddesindeki kural da şeklen kanunilik taşımakta, ancak
hukukilik taşımamaktadır. Bireysel başvurunun, hukukilik vasfı bulunmayan
yasama işlemlerine karşı da yapılamayacağını kabul etmek, amacı hak ve
özgürlükleri korumak olan bireysel başvurunun kendi mantığına da aykırıdır.
Nitekim başvuru konusu norm, bireysel başvuru dışında bir yolla Anayasa
Mahkemesi önüne getirilemeyecektir.
Sonuç
olarak, başvuru konusu kural, kaynağı itibariyle demokrasi ve hukuk devleti
ilkelerine aykırı olduğundan bireysel başvuru yasağı kapsamında bir “yasama
işlemi” değildir. Başvurunun konu bakımından kabul edilmez bulunmasına
yukarıdaki nedenlerle katılmamaktayım.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞI GÖRÜŞ
Başvurucular,
2839 sayılı Kanun’un 33. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen % 10
oranındaki seçim barajının çok yüksek olduğunu, siyasi partiler arasında
eşitsizliğe sebep olduğunu, temsilde adaleti engellediğini, 2015 yılında
yapılacak seçimlerde de uygulanmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, bu durumdan
mağdur olduklarını, Anayasa’nın 2.10.,13.,67.ve 68. maddelerinde düzenlenen
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve söz konusu hükmün Genel Kurula
sevk edilerek iptalini talep etmişlerdir.
2839
sayılı Kanun’un 33. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir: “Genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde seçim
yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların % 10 ‘unu
geçmeyen partiler milletvekili çıkaramazlar”.
Mahkememiz
çoğunluğu, yapılan başvuruları, 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin
3.fıkrasında, yasama işlemlerine karşı bireysel başvuruda bulunulmasının
öngörülmediği gerekçesiyle, konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.
Öncelikle
tespit etmek gerekir ki, başvurucuların şikayeti ilk
plânda seçim barajının yüksek olduğu, bu durumun Anayasa m. 67’de düzenlenen
seçme ve seçilme hakkının ihlâl edildiğinin tespitidir. İhlâl tespit edilmesi
halinde, söz konusu kanun hükmünün iptali için Genel Kurula sevk edilip
edilmemesi konusu, daha sonraki aşamalarda incelenebilecek bir konudur. O
nedenle yapılan başvuruyu, kanun hükmünün iptali talebini esas alarak değil,
normal bir bireysel başvuruda olduğu gibi, değerlendirmeye tâbi tutmak
gereklidir.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin 3.fıkrası
şu şekildedir: “Yasama işlemleri ile
düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı
gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında
bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”
Görüldüğü
gibi, Kanun koyucu, “yasama işlemleri
…aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı” nı kabul etmiştir. Öncelikle bu hüküm gereği, Kanun koyucu,
genel olarak bir kanun maddesi aleyhine bireysel başvuru yapılamayacağını kabul
ederek, bu yolun actio popularis
olmasını uygun görmemiştir. Bir kanun hükmüne karşı doğrudan bireysel başvuruda
bulunulamaz. Kanun’un Anayasa’ya aykırılığını ileri sürmek için itiraz ve iptal
davası yolları kabul edildiği için, Kanun koyucu tekrar bu yolun da açılmasını
gerekli görmemiştir. Buna göre kural olarak, soyut genel bir kanun maddesi
idare tarafından, yargı mercileri tarafından olaya uygulandıktan sonra hak
ihlâli ortaya çıkmışsa, başvurulacak idari ve yargısal yollar da tüketildikten
sonra bireysel başvuruda bulunulabilecektir. 6216 sayılı Kanunun öngördüğü
sistem genel olarak bu şekildedir. Nitekim 6216 sayılı Kanunun 45. maddesinin
gerekçesinde de “bu yola başvurulabilmesi
için öncelikle diğer yargısal ve idarî başvuru yollarının tüketilmesi
zorunludur” ifadesine yer verilerek bu husus gerekçede de teyit
edilmiştir.
Bireysel
başvuru, bireylerin, Anayasada düzenlenmiş
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlâl edilmesi halinde, bu ihlâlin giderilmesi için Anayasa
Mahkemesine başvurabilme yetkisi tanıyan olağanüstü bir kanun yolu, şeklinde
tanımlanabilir. Ancak genel, soyut nitelikteki bir kamu gücü işleminin hakkı
ihlâl ettiği veya Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle bireysel başvuruda
bulunulamaz. Bir kanunun veya genel düzenleyici işlemin bir hak veya özgürlüğü
ihlâl etmesi halinde, bireysel başvuru doğrudan bu işlemlere karşı değil, bunların
somut olaya uygulanmasına ilişkin bireysel nitelikteki kamu gücü işlemlerine
karşı olabilir.
Soyut, genel kanun hükmü, genellikle hak ihlâline neden
olmaz. Bunun için kural olarak somut olaya idare veya mahkemeler tarafından
uygulanması gereklidir. İşte 6216 sayılı Kanunla öngörülen sistem de bu esas
üzerine kurulmuştur. Ancak bazı hallerde, bir kanun hükmünün ilgililer hakkında
sonuç doğurması ve hak ihlâline neden olabilmesi için idarenin bireysel bir
işlemine gerek kalmamaktadır. O nedenle de, bu gibi
kanunlara doğrudan uygulanan kanunlar denilmektedir. Bu gibi kanun hükümlerinin
düzenlediği hak ve özgürlükler için de, idarenin
bireysel bir işlem yapması ilgili idari ve yargısal yolların tüketilmesi ve
ondan sonra bireysel başvuruda bulunulmasını istemek doğru olmaz. Zira, kanunun
hüküm ve sonuç doğurması için idarenin yapması gereken bireysel nitelikte bir
işlem yoktur, keza bazı hallerde, somut olayda olduğu gibi, başvurulabilecek
etkili bir başvuru yolu da bulunmayabilir. Böyle bir durumda, hak veya özgürlük
ihlâli nedeniyle bireysel başvuruda bulunulduğunda, kanun hükmüne karşı
başvuruda bulunulduğu gerekçesiyle, yapılan başvuru konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle reddedilecek olursa, o kanun hükmüne konu olan hak veya özgürlük,
bireysel başvuruya konu olabilecek haklar kapsamında olmasına rağmen, bireysel
başvuru açısından korumasız kalabilecektir.
Dolayısıyla, kişinin bir kanun hükmünün soyut olarak
Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla, bu kanun hükmünün başka bir düzenleyici
veya idari işleme gerek olmadan doğrudan uygulanması sonucunda anayasal bir
hakkın ihlal edildiği iddiası arasında esaslı bir fark bulunmaktadır. Bireysel
başvuruda, başvuru konusu yapılabilecek hak ve özgürlüklerin etkin bir şekilde
korunması amaçlandığından, bu farkın mutlak surette göz önünde tutulması
gerekir. Aksi halde genel, soyut ve objektif olması gereken yasal düzenlemeler
yerine, temel hak ve hürriyetler üzerinde doğrudan etki gösteren kanuni
düzenlemeler yapılarak hak ve özgürlük alanının bireysel başvuru kapsamından
çıkarılması ihtimal dahilindedir. Şüphesiz bu yaklaşım, bireysel başvurunun
etkin koruma amacıyla bağdaşmaz.
Somut olay açısından değerlendirdiğimizde, hak ihlâline
neden olduğu ileri sürülen seçim barajına ilişkin hüküm, seçimi yürüten
organlarca oylar değerlendirilirken kendiliğinden dikkate alınması gereken bir
hüküm olduğundan, başvurucuların seçim öncesinde bu konuda yapabileceği yahut
yapması gereken bir şey yoktur. Seçim sonuçlandıktan sonra oyların sayımında
veya oy oranlarında yanlışlık yapıldığı iddiasıyla seçim kurullarına itiraz edilebilir.
Ancak burada da yapılan itiraz, yine şikayet edilen
kuralın esasına ilişkin olamamaktadır. İlgili seçim kurulları bir partinin
milletvekili çıkarıp çıkaramayacağını yine % 10 seçim
barajını dikkate alarak belirleyecektir. Sonuç açıklandığında da seçim yapılıp
tamamlanmış olmakta; bu duruma bağlı olarak da şikayet
edilen kural da sonucunu doğurmuş olmaktadır.
Seçim öncesinde
Yüksek Seçim Kuruluna bu amaçla başvurulması düşünülebilir, ancak Yüksek Seçim
Kurulu da ileri sürülen hak ihlâli açısından etkili bir başvuru yolu değildir,
yapabileceği hiçbir şey yoktur. Esasen, bu konuda Yüksek Seçim Kuruluna
başvurmayı öngören hukuki bir yol öngörülmemiştir. O nedenle Yüksek Seçim
Kurulu da söz konusu kanun hükmünü sadece uygulama konumunda olup, hak
ihlâllerini değerlendirebilecek ve ihlâl tespit edildiğinde giderebilecek
konumda değildir. Seçim barajına ilişkin hüküm, şu halde
doğrudan uygulanacak kanun niteliğindedir. Kanunun uygulanması ve başvurucular
açısından öngörülen sonuçların doğması için idare tarafından yapılması gereken
bireysel bir işleme ihtiyaç bulunmamaktadır. Nitekim, başvuruculardan Demokratik
Sol Parti, Yüksek Seçim Kurulu’na bu konuda bir başvuruda bulunarak, % 10 oranındaki ülke barajı uygulamasına son verilmesini
talep etmiştir. Ancak, Yüksek Seçim Kurulu’nun 25/9/2014 tarih ve 4025 sayılı
kararıyla, söz konusu talep, yasal düzenlemeyi gerektirdiği ve Kurulca
yapılacak bir işlemin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
Seçme ve seçilme hakkı da,
Anayasa’nın 67. maddesinde ve 1. Ek Protokol’ün 3. maddesinde düzenlendiğinden
ve bu Protokol de Türkiye tarafından kabul edildiğinden, bireysel başvuruya
konu olabilecek haklar arasındadır.
Yukarıda ifade edildiği üzere 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin 3. fıkrasında yasama işlemleri aleyhine “doğrudan” bireysel başvuru
yapılamayacağı kabul edilmiştir. Bu ifadenin mefhumu muhalifinden, yasama
işlemlerine karşı “dolaylı” olarak bireysel başvuruda bulunulabileceğinin kabul
edildiği anlaşılmaktadır. Bu duruma bağlı olarak, doğrudan kanun hükmüne değil de, kanun hükmünün uygulanması nedeniyle doğan sonuç hak
ihlâline neden oluyorsa, doğan bu sonuç nedeniyle bireysel başvuruda
bulunulabilmesi gerekir. Böyle bir durumda da,
doğrudan yasama işlemi aleyhine değil, yasama işleminin uygulanması nedeniyle
ortaya çıkan hak ihlâli sonucu nedeniyle bireysel başvuruda bulunulmuş
olmaktadır. Hükmün lafzı ve bireysel başvurunun amacı, 45. maddenin 3.
fıkrasının bu şekilde anlaşılmasına ve uygulanmasına uygundur. Nitekim Kanun
koyucu, yasama işlemleri aleyhine hiçbir şekilde bireysel başvuruda bulunulamaz
dememiştir. Eğer bu düşüncede olsa idi, bu takdirde, hiç bir
şekilde yasama işlemleri aleyhine bireysel başvuruda bulunulamayacağını
belirtirdi.
Başvurucular, daha önce gerçekleşen seçimlerde şikayet konusu seçim barajının kendilerine uygulandığını,
yakın bir gelecekte gerçekleşecek milletvekili seçimlerinde de uygulanmasının
beklendiğini, bu haliyle de Anayasa m. 67’de düzenlenen seçme ve seçilme haklarının
ihlâl edileceğini belirtmişlerdir. Buna göre başvurucular anılan Kanun hükmünü
soyut olarak bireysel başvuru konusu yapmış değillerdir. Bilakis, doğrudan
hüküm ifade eden bu kuralın potansiyel mağdurları olduklarını iddia
etmektedirler. Bu nedenle başvuruların konu bakımından bireysel başvurunun
kapsamında olduğu açıktır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 2839 sayılı Kanun’un 33.
maddesinde düzenlenen % 10 oranındaki seçim barajının
çok yüksek olduğu, seçme ve seçilme hakkını, bu kapsamda temsil hakkını ihlâl
ettiği gerekçesiyle yapılan başvuruların, konu bakımından kabul edilemez
bulunmayıp, diğer kabul edilebilirlik kriterleri açısından da incelenmesi
gerektiği kanaatinde olduğumdan, Mahkememiz çoğunluğunun görüşüne katılmam
mümkün olmamıştır.