TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
M.O. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/22180)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Melek ŞAHAN
|
Başvurucu
|
:
|
M.O.
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin AYGÜN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/10/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki
iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun
tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8.Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar
birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere
dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine
devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel
Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu
değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve
diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık,
ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik
olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 12).
10. Başvurucu, en son Danıştay tetkik hâkimi olarak görev
yapmıştır.
11. Darbe teşebbüsü sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 18/7/2016 tarihinde
gözaltına alınmıştır.
12. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında
müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle öğretim hayatı
boyunca FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı okulda ve dershanede okumadığını,
yurtlarında veya evlerinde kalmadığını, 2006 yılında başladığı üniversite
eğitiminin ilk altı ayında akrabasında kaldığını, sonrasında arkadaşlarıyla ev
kiraladığını, 2010 yılında mezun olduğunu, aynı yıl sınavı kazandığını ve hâkim
adayı olarak mesleğe başladığını, bu süreden önce olduğu gibi bu süreden
sonrada örgüt ile bağlantısının olmadığını, Bank Asya hesabının olmadığını,
2014Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde bir görevinin veya
ziyaretinin olmadığını, Adalet Akademisinde herhangi bir görevinin olmadığını,
yurt dışına hiç çıkmadığını belirtmiştir.
13. Başsavcılık başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan tutuklanması istemiyle 21/7/2016 tarihinde Ankara 7. Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu müdafi huzurunda yaptığı savunmasında
önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur.
14. Başvurucu, Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan
sorgusunun ardından 21/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Şüpheliler Ü.A., R.T., M.O.(Başvurucu),
M.Y., H.A., B.B.A., B.Ö. ve A.A. üzerlerine atılı bulunan Silahlı Terör
Örgütüne Üye Olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, yakın tehdidin halen
devam ediyor olması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin
bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından, 2802
Sayılı Yasanın 94, CMK’nun 100. maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS 5.
maddesindeki tutuklama şartları kapsamında, isnat olunan suç ile orantılı
olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101. maddeleri uyarınca
şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]"
15. Başvurucunun söz konusu tutuklama kararına itiraz etmesi
üzerine Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliği itirazı değerlendirmiş ve 21/9/2016
tarihli kararıyla itirazın kabülüne ve başvurucunun tahliyesine karar
vermiştir. Tahliye kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Şüpheliler ... ile M.O.nun (Başvurucu)
üzerine atılı müsnet suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin var olduğu
ancak şüpheli M.O.nun eşinin hamile olduğu ... sabit ikametgah sahibi olması,
an itibariyle tutuklu kaldıkları süre gözetilerek Ankara 7. Sulh Ceza
Hâkimliği'nin 21/7/2016 gün ve 2016/98 sorgu sayılı tutuklama kararına yapmış
oldukları itirazın kabulü ile şüpheliler ... ve M.O. hakkındaki tutuklama
kararının kaldırılmasına ve başka suçtan hükümlü veya tutuklu değil ise derhal
salıverilmesine, şüpheliler ... ve M.O.nun CMK 109/3-a maddesi gereğince yurt
dışını çıkışının yasaklanması suretiyle adli kontrol altına alınmasına... [karar verildi.]"
16. Başvurucu 21/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
17. Soruşturma aşamasında 18/10/2016 tarihinde şüpheli sıfatıyla
dinlenen U.E. özetle İstanbul'da üniversiteyi okuduğunu, burada cemaat yurdunda
ve evlerinde kaldığını, 2010 yılında mezun olduktan sonra Ankara'ya adli ve
idari yargı sınavlarına hazırlanmak için geldiğini ve örgütün sınavlara
hazırlık evinde kaldığını, hâkim adayı olarak mesleğe başladığında da bu
evlerde kalmaya devam ettiğini, kimlerle birlikte bu evlerde kaldığını, kendi
evleriyle irtibatlı bir başka evde kimlerin kaldığını, birlikte yaptıkları
sohbet, yemek organizasyonlarında neler konuşulduğunu, evlerde kimlerin ne
görevleri olduğunu, evlerin sorumlularının kimler olduğunu anlattıktan sonra
aşağıdaki ifadelere yer vermiştir:
"... Ayrıca ben bizim dönemden bu yapıya
müzahir olduğunu bildiğim diğer şahısların isimlerini de söylemek istiyorum.
Bunlardan ... ve M.O. Emek mahallesinde aynı evde oturmaktaydı. (...)"
18. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17/9/2018 tarihli
iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı
terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası
açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili yapılan değerlendirmeler şöyledir:
"Şüphelinin adı geçen örgütle irtibatlı
olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı ve bu kararın
kesinleştiği,
Alınan kararlar doğrultusunda yapılan
aramalarda ayrıntıları tutanaklarda belirtilen dijital materyaller (cep
telefonu ve bilgisayar) dışında suç unsurunun
ele geçmediği, dijitallerle ilgili imaj alma işlemlerinin yapılıp emanete
kaydının yapıldığı ancak raporun henüz dosyaya girmediği, gelince mahkemeye
gönderileceği,
Cumhuriyet Başsavcılığımız bylock bürosunca
düzenlenen 14/9/2018 tarihinde evrak ve ekindeki belgelerde; şüphelinin bylock
kaydının bulunmadığının belirtildiği, Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne veri havuzu
sorgulama raporunun düzenlenmesi için yazılan talimatın henüz dönmediği, HTS
analiz çalışmaları neticesinde düzenlenen raporda; şüphelinin kullandığı
telefon ile; haklarında FETÖ kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım
kişilerle görüşmesinin bulunduğunun belirtildiği ancak bu kişilerin genellikle
yargı mensubu olduğu ve örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair de bir
tespite yer verilmediği,
Şüphelinin 7. Dönem İdari Yargı Yıllık Kurulu
Üyesi olarak adaylık döneminde görev aldığı,
Şüpheliyle ilgili ifadelerden; U.E.
ifadesinde;
kendisinin 2011 yılında hakim adayı olarak
göreve başladığını ve yapıya ait evde kaldığını, şüphelinin de kendisiyle aynı
dönem ve yapının mensubu olduğunu, şüphelinin de yapıya ait Emek' de bulunan
evde İ.E.G., C.D., M.B. ve Ş.Y. ile birlikte kaldıklarını beyan ettiği,
şüphelinin suçlamayı kabul etmediği
anlaşılmıştır."
19.Ankara 27. Ağır Ceza Mahkemesi 2/10/2018 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/525 sayılı dosya üzerinden
kovuşturma aşaması başlamıştır.
20.Tanık U.E.nin başvurucu ile aynı evde kaldığını iddia ettiği
kişilerin kovuşturma aşamasında talimatla alınan ifadelerinin ilgili kısımları
şöyledir:
i. M.B.: "Adalet
Akademisinde aynı dönem 50 kişilik bir grup olduğumuz için ortak alanlarda
görüşüp konuşuyorduk, bu nedenle M.O.yu tanıyorum, ayrıca Danıştay'da farklı
dairelerde olsak da aynı binada olduğumuz için tanıyorum, M.O.nun bu yapı ile
ilgili bağlantısı olduğuna şahit değilim, ben de uyandırdığı izlenim daha çok
iktidar yanlısı bir arkadaş olduğudur, ben kendisi ile aynı evde kalmadım,
nerede kaldığını da bilmiyorum."
ii. İ.E.G.: "Şüpheli benim dönem arkadaşım olur. (...) Ben
kendisiyle hiçbir zaman aynı evde kalmadım. Ben kendi evimde kalıyordum.
Sanığın ise o tarihlerde nerede ikamet ettiğini bilmiyorum. Sanıkla çok samimi
değildim. Dolayısıyla kendisinin Fetö PDY Terör örgütü ile bir irtibatının olup
olmadığını bilmiyorum. Ankara ili Emek Mahallesinde örgüte ait bir evde
kesinlikle beraber kalmadım. Ben o tarihlerde Ankara İdare Mahkemesinde
çalışıyordum. Kendisi Danıştay'daydı sadece staj döneminde kendisiyle tanıştık.
Kendisiyle özellikle buluşmamız olmadı. Ancak Danıştay da denk geldiğinde
görüşmemiz oldu".
iii. C.D.: "Sanığı 2011
yılında idari hakimlik stajı döneminden tanırım. Fetö/Pdy silahlı terör örgütü
ile irtibatına dair bilgim ve görgüm yoktur. (...) U.E.nin beyanında geçtiği
üzere ben sanıkla hiçbir zaman sanıkla aynı evde kalmadım. Staj döneminde ben
evliydim kendi evimde kalıyordum."
21. Başvurucu 22/2/2019 tarihinde Mahkemeye yazılı savunmasını
sunmuştur. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı özetle şöyledir:
"... Aleyhine olan beyanın gerçeği
yansıtmadığını, kolluk raporlarının lehine olduğunu, bylock ve Bank Asya
kaydının olmadığını, hayatının hiçbir dönemimde Fethullahçı ideolojiyi
benimsemediğini, sohbet toplantılarına katılmadığını, bu yönde aleyhinde tanık beyanının
olmadığını, bu kapsamda herhangi bir eylemine rastlanmadığını, hakim adaylığı
döneminde örgütün evinde kalmadığını, örgüt telkiniyle veya suç işlemek
kastıyla yıllık kurulunda görev almadığını, iradesini örgüte terk etmediğini,
aleyhe tanıkla üniversiteden tanışıklığının olmadığını kendisinin Ankara
Üniversitesi mezunu olduğunu, tanığın ise İstanbul Üniversitesi mezunu
olduğunu, staj döneminde aynı sınıfta olması nedeniyle tanışıklıklarının
olduğunu, kendisiyle mesleki faaliyet kapsamında veya özel hayatta hiçbir
irtibatının olmadığını, HTS kayıtlarından anlaşılacağı üzere hiç bir
görüşmelerinin olmadığını, tanığın 18/10/2016 tarihli ek beyanında kendisiyle
aynı dönemden yapıya muzahir olduğunu bildiği isimleri söylemek istediğini,
bunların İ.E.G., C.D., M.B. ve Ş.Y. ile M.O.(Başvurucu) olduğunu, bunların
Emekte aynı evde kaldığını beyan etmiştir. Hayatının hiçbir döneminde Emek
Mahallesinde ikamet etmediğini, öğrenim hayatı ve staj eğitimi boyunca
kendisine ait evde kaldığını, aynı evde kaldığı iddia edilen C.D.nin staj
döneminde evli olduğu ve kendi evinde kaldığı, ayrıca üniversiteleri ve
memleketleri farklı olan 5 hakimin aynı evde kalmasını aklın, izanın ve
mantığın kabul edemeyeceği bir iddia olduğunu ve aleyhe beyanın gerçeği
yansıtmadığını savunmuştur. Adalet Akademisi II. Dönem sonunda hatıra kalması
amacıyla sosyal bir faaliyet olarak yıllık kurulunda bulunduğunu, meslekte
kaldığı 4 yıllık süre boyunca aynı dairede tetkik hakimi olarak çalıştığını,
odasını bile değiştirmediğini, hiçbir özel göreve atanmadığını, yurt içinde
veya dışında dil kurslarına gönderilmek, burslu yurt dışı eğitimine gönderilmek
gibi hiçbir ön plana çıkarılma veya kamu bürokrasisine refere edilme gibi eylem
yaşamadığını, yargı bürokrasisine kendini tanıtma amacının olmadığını
belirtmiştir ..."
22. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. İlgili hukuk için bkz.
Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597,
31/10/2019, §§ 33-48 ve ilgili Yargıtay kararları için bkz. A.L., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§
33-35.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın gerekçesiz bir kararla
tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama nedenlerinin
bulunduğunun somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin olmadığını,
tüm bu nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde özetle öncelikle etkili bir başvuru yolu
olan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde
düzenlenen tazminat davası yolu tüketilmeden başvuru yapıldığından bahisle
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi
gerektiği, Anayasa Mahkemesi tarafından esastan inceleme yapılacak olması
durumunda ise somut olayda soruşturma makamlarınca ileri sürülen olgularla
kuvvetli suç şüphesinin ortaya konulduğu, tutuklama kararının verildiği andaki
genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile sulh ceza hâkimlikleri
tarafından verilen kararların içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu
yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin
olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir. Bakanlık
görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin
niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun savunulamayacağı ileri
sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate alınarak başvurucunun
tutuklanmasında herhangi bir keyfîliğin bulunmadığı hususuna vurgu yapılmış ve
tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği ifade edilmiştir.
27. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel olarak
başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
28. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
29. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi
gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
31. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da,
savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
32. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 187-191).
33. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama
tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki
yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa
Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
34. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242;
Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Recai AKYEL bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
36. Tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde dikkate alınacak
genel ilkeler için bkz. Metin Evecen, B.
No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52.
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
37. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu
belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında
silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi
uyarınca tutuklanmıştır.
38. Diğer taraftan başvurucu, bir hâkim olarak mesleğinden
kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
39. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu
teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları
incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya
görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu
nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse
diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak
soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat
edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı
gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve
hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni dayanaktan
yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Adem Türkel, §§ 52-59; Erdem Doğan, B. No: 2017/25955, 7/3/2019
§§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak- hâkim ve
Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü
hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için
bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda belirtilmiştir (Mustafa Özterzi, § 93). Somut başvuruda
anılan kararlardan yer alan değerlendirmelerden ve varılan sonuçtan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır (aynı yönde değerlendirme için bkz. Zafer Özer, § 48).
40. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim
olması nedeniyle Anayasa veya 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve
Savcılar Kanunu'ndan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın, kanuna aykırı
olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
41. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
42. Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında,
başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna
genel olarak değinilmiş; bu olgulara ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir
(bkz. § 14).
43. İddianamede ise başvurucunun meslekten ihraç edilmesine,
FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında işlem yapılan kişilerle telefon görüşmesi
yapmasına, U.E. adlı tanığın başvurucunun FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığına
ilişkin beyanına ve başvurucunun Adalet Akademisinde 7. dönem İdari Yargı
Yıllık Kurulu üyesi olarak adaylık döneminde görev almasına dayanılmıştır.
44. Buna göre başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan
suçlamanın dayanaklarından biri, başvurucunun meslekten ihraç edilmesidir.
45. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda görevden
uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki idari
kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara muhatap
olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu anlamına
gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354,
4/4/2018, § 70; Mustafa Açay, B.
No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A.,
B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş,
B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa
Özterzi, § 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden
uzaklaştırma veya meslekten çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda
başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve değerlendirme bulunmadığından
bunların -tek başına- suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü
mümkün değildir.
46. Diğer taraftan başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçu
kapsamında işlem yapılan kişilerle telefon görüşmesi yapmasına dayanılmıştır.
Başvurucu, bu kişilerin aynı yerde çalışırken görüştüğü meslektaşları olduğunu
ifade etmiştir. Başvurucunun hayatın olağan akışına uygun bu savunmasının
karşısında soruşturma makamlarınca bu görüşmelerin örgütsel bir görüşme
olduğuna ve açılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olduğuna yönelik bir
iddia ileri sürülmediği gibi bu yönde bir delil de ortaya konulmamıştır.
47. İddianamede ayrıca başvurucunun idari yargıda 7. dönem
Yıllık Kurulu üyesi olması suçlamanın dayanağı olarak gösterilmiştir. Yıllık
Kurulu üyeliğinin örgütsel ilişki bakımından kuvvetli belirti olarak kabul
edilmesi ancak kişilerin örgütten aldıkları talimat uyarınca ve örgütsel bir
tavırla buralarda görev aldıklarına dair birtakım delil ve olguların bulunması
hâlinde mümkün olabilir. Aksi durumda salt bu kurullara üyeliğin varlığı, bunun
örgütsel ilişki kapsamında gerçekleştiğinin kabulünü gerektiren bir husus
değildir. Başvurucu; örgüt talimatıyla bu görevi almadığını, sosyal bir
aktivite olarak Yıllık Kurulunda bulunduğunu savunmuştur. Başvurucunun
savunmasının aksini gösteren ve örgütten aldığı talimatla veya örgütsel bir
tavır olarak bu Kurulda görev aldığına ilişkin bir tespitin olmadığı
görülmektedir.
48. Son olarak iddianamede tanık U.E.nin başvurucunun (2011 ve
2012 yılına tekabül eden) hâkim adaylığı yıllarında FETÖ/PDY'ye ait evlerde
kaldığını bildiğine ilişkin beyanına dayanılmıştır. Anayasa Mahkemesi
kararlarında (benzer yönde değerlendirme için bkz. A.L., § 60) FETÖ/PDY'nin gerçek yüzünü ortaya koyan
operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından tartışılır
hâle geldiği, üst düzey Hükûmet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından
yapılan açıklamalarda paralel yapı
veya terör örgütü olduğuna
ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, Millî Güvenlik Kurulu tarafından da
aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı, süreçten önce icra edilen faaliyetlerin
nitelik, içerik ve mahiyeti itibarıyla silahlı terör örgütünün amacına hizmet
ettiğinin somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet
kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilmiştir. Somut olayda başvurucunun
belirtilen tarihten önce FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığını bildiğini beyan eden
tanığın somut olgulara dayanmayan bu iddiası dışında gerek bu tarihten önce
gerekse bu tarihten sonra herhangi bir örgütsel faaliyette bulunduğuna ilişkin
bir delil ortaya konulamamıştır.
49. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve
değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli
belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
50. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
51. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
52. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel
hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
53. Anayasa Mahkemesi daha önceki pek çok kararında olağanüstü hâl döneminde temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen
Anayasa'nın 15. maddesinin suç işlendiğine dair belirtilerin varlığı ortaya
konulmadan gerçekleştirilen tutuklamaları meşru kılmadığına, suç işlendiğine
dair belirti olduğu ortaya konulmadan tutuklama tedbirinin uygulanmasının
durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale olmadığına karar vermiştir (Mehmet Hasan Altan (2) [GK], §§ 152-157; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972,
11/1/2018, §§ 83-89; Mustafa Baldır,
§§ 83-88).
54. Somut olayda bu kararlardan ayrılmayı gerektiren bir yön
bulunmamaktadır. Bu nedenle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde- Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
55. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
5. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
57. Başvurucu 20.000 TL maddi, 300.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
58.Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
59.Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine
karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz
edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
60. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. 21/9/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiş ve
başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
61. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
62. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL vekâlet ücretinden oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması
talebinin KABULÜNE,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Kadir ÖZKAYA ve Recai AKYEL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 27. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2018/525) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/6/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 21.07.2016 tarihinde tutuklanan başvurucunun suç
isnadına bağlı tutulma durumu, 21.09.2016 tarihinde serbest bırakılmasıyla
(tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır.
Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç
isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş
bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı
yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak
lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun
dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin
tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. Maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin
ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça
gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası
incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketil¬memesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen
kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği
iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar
edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği
gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat
yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen
böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya
koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm
getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal
düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında
yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama
tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği
veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun
etkililiği açısından elbetteki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda,
kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet
hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek
yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş
olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali
Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet
kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar
vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine
mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük
sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece
para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar
hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini
beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona
ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların,
CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde
düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da
uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu
aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte
devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim
Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup
esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama
nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama
nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği
şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini
inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri
kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği
itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil,
141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi
de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma
gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için
tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığımız gerekçelerle başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümüzden
çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne
katılmadık.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
|
ÜYE
Recai AKYEL
|