TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET CİHAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/23740)
|
|
Karar Tarihi: 2/12/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet CİHAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan GİRİT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlilerinin Gezi Parkı eylemlerine
katılan gruba müdahale etmesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi olayıyla
ilgili etkili soruşturma yürütülmemesi ve olaydan dolayı oluşan zararların
tazmini amacıyla açılan davanın reddedilmesi nedenleriyle kötü muamele yasağı
ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 15/5/2017 ve 11/9/2018 tarihlerinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2018/28111 numaralı bireysel başvuru ile mevcut
başvuru arasında hukuki ve fiili irtibat olduğu değerlendirilerek başvuruların
birleştirilmesine karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
10. 1954 doğumlu ve avukat olan başvurucu 16/6/2013
tarihinde İstanbul'da gerçekleşen Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen
gösteride İnsan Hakları Derneği (İHD) gözlemcisi olarak görev yaptığını dile
getirmektedir.
11. Başvurucunun anlatımına göre olay tarihinde
gerekmediği hâlde yoğun miktarda biber gazı kullandıkları için kolluk
görevlilerini uyarmasından dolayı görevlilerin sözlü ve bedensel şiddetine
maruz kalmış, bu nedenle sol ayak kemiğinin kırılması suretiyle yaralanmıştır.
12. Başvurucu hakkında Adli Tıp Kurumu İstanbul Adli Tıp
Şube Müdürlüğü tarafından 9/1/2014 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir.
Raporun ilgili kısmı şöyledir:
"Ahmet Cihan'a ait Özel [Y.] Hastanesinin 23.09.2013 tarihli
yazısı ekindeki 1815 nolu epikrizinde; 05.07.2013 tarihinde ayak bileğinin
burkulması nedeniyle geldiği, harici muayenesini gösterir rapor bulunmadığı,
Med-Mar görüntüleme merkezinin 17.06.2013 tarihli raporunda; 5.metatars tabanı
inferiolateral köşesinde minimal ayrışma ile gelen fraktür hattı bildirildiği,
arızasının;
Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,
Basit bir tıbbi müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,
Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi
Orta (2) derece olduğu"
A. Kolluk
Görevlileri Hakkında Yapılan Soruşturma Süreci
13. Başvurucu, yaralanmasından sorumlu olan kolluk
görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette
bulunmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; Gezi olayları olarak bilinen
protesto eylemleri sırasında İHD gözlemci heyeti içinde bulunduğunu, yapılan
polis müdahalesi sonucu İHD binasının içi yoğun gazla dolduğu için yaka kartını
göstererek bina dışına çıktığını, polislere bina içinde hastaların olduğunu ve
bu bölgede gaz kullanmamalarını söylemesi üzerine polislerin bir kısmının
uyarılarını dikkate alarak gaz bombası atmaktan vazgeçtiğini, ancak içlerinden robokop
kıyafetli bir polisin kendisine hakaret ederek saldırdığını ve gaz bombası
attığını, bu nedenle yaralandığını ifade etmiştir. Dilekçede başvurucu ayrıca
eylem içerisinde olmadığını, İHD binası önündeki sokağa giren yaklaşık 20 Çevik
Kuvvet polisi bulunduğunu fakat bu kişilerden sedece ikisinin kendisine
fiziksel müdahalede bulunduğunu belirtmiş; polislerin kasklarında numara
olmaması nedeniyle kimseyi teşhis edemeyeceğini beyan etmiştir.
14. Savcılık olay yerini ve anını gösteren kamera
kayıtlarını araştırmışsa da başvurucunun yaralanmasını gösterir herhangi bir
görüntüye ulaşamamıştır.
15. Başvurucunun tanık olarak bildirdiği Ü.E., S.H. ve
N.O.nun olaya ilişkin bilgileri Savcılıkça tespit edilmiştir. Tanıklar, başvurucunun
yaralanmasına neden olan olaya karışan polisleri görmediklerini ve bu nedenle
kimseyi teşhis edemeyeceklerini beyan etmişlerdir.
16. Savcılıkça olay yerine yakın bölgelerde
görevlendirilen Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personellerinden gaz/savuma/Zed tüfeği
kullanmakla görevli oldukları belirtilenlere ait 16/6/2013 tarihli görev
listeleri ile görevlendirilen grupların başlarında bulunan ve kullanılacak araç
gereçleri tayin eden rütbeli personelleri gösterir isim listeleri ilgili kolluk
birimlerinden temin edilmiş, bu listelere göre şüpheli polis memurlarının
kimlikleri belirlenmiş ve olayla ilgili savunmaları alınmıştır.
17. Şüpheli polisler savunmalarında genel olarak
suçlamaları kabul etmemiş, yaralamanın meydana geldiği olay yerinde hiç görev
almadıklarını, bu nedenle de olayla bir ilgilerinin olmadığını belirterek hiç
kimseyi yaralayacak şekilde davranmadıklarını ve hakaret etmediklerini ifade
etmişlerdir.
18. Savcılıkça 6/6/2018 tarihinde, kimliği tespit edilen
şüpheli polisler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin ek
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Müştekinin şikayetine konu
olarak, müştekiyi yaralayan ve hakaret eyleminde bulunan şüphelinin yukarıda
açık kimlik ve adres bilgileri yazılı polis memurları olduklarına ve
üzerilerine atılı suçları işlediklerine dair haklarında kamu davası açmayı
haklı kılacak yeterli delil elde edilemediğinden kamu adına Kovuşturmaya Yer
Olmadığına "
19. Başvurucunun Savcılığın ek kararına itirazı, İstanbul
7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş, anılan karar
başvurucuya 16/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Savcılık tarafından kimliği belirlenen sekiz polis
memuru hakkında kovuşturmama kararıyla birlikte aynı tarihte, başvurucunun
yaralanmasına neden olan kimliği belirlenemeyen faillerin araştırması amacıyla
daimî arama kararı verilmiştir.
21. Başvurucu bu sürece ilişkin olarak 11/9/2018
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 2018/28111 numarasını
alan söz konusu bireysel başvurusu aralarındaki bağlantı nedeniyle incelenen bu
başvuruyla birleştirilmiştir.
B. Vali ve İl
Emniyet Müdürü Hakkında Yapılan Soruşturma Süreci
22. Başvurucu, yaralanmasından sorumlu olan kolluk
görevlilerinin yanı sıra İstanbul Valisi ve İl Emniyet Müdürü hakkında da
Savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur.
23. Savcılıkça, Vali ve İl Emniyet Müdürü yönünden
soruşturmanın ayrılması suretiyle görevsizlik kararı verilerek soruşturma
dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
24. Hakkında suç duyurusunda bulunulan kişilerin kamu
görevlisi olduğu gerekçesiyle soruşturma izni verilmesi için dosya Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İçişleri Bakanlığına gönderilmiş, İçişleri
Bakanlığınca 14/3/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar
verilmiştir.
25. Bu karara yapılan itirazın Danıştay Birinci
Dairesinin 7/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma 24/6/2014 tarihinde kayıttan düşürülmüştür.
C. Tam Yargı
Davası Süreci
26. Başvurucu, kolluk görevlileri hakkındaki soruşturma
devam ederken -Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma izni
verilmemesinden hemen sonra- 21/4/2014 tarihinde İstanbul Valiliğine (İdare)
başvurarak kolluk görevlilerinin haksız eylemleri nedeniyle uğradığı maddi ve
manevi zararlarının tazmin edilmesini talep etmiştir.
27. İdarenin başvurucunun talebine cevap vermemesi
üzerine başvurucu 8/9/2014 tarihinde İdare aleyhine tam yargı davası açmıştır.
Başvurucu ayak bileği tarak kemiğinin kırılması nedeniyle İdarenin hizmet
kusuru bulunduğunu, bu nedenle maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi
gerektiğini iddia etmiştir.
28. İstanbul 3. İdare Mahkemesince (İdare Mahkemesi)
5/1/2016 tarihinde başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Olayda ; 16.06.2013 tarihinde
İstanbul ili Taksim çevresinde meydana gelen olaylarda kalabalığa müdahale eden
güvenlik güçlerinin kullandığı biber gazı fişeğinin davacıya isabet etmesi
sonucu yaralandığından bahisle maddi ve manevi tazminat talepli iş bu dava
açılmıştır.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden
hareketle; 16/06/2013 günü Taksim Meydan ve çevresinde meydana gelen olayların
yasadışı izinsiz eylem ve gösteri mahiyetinde olduğu ve bu sebebe binaen
emniyet güçlerince olaya müdahale edildiği ve bedenî kuvvetin dışında basınçlı
su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller ile sair hizmet
araçlarının müdahale aracı olarak kullanıldığı, kamuoyunun da malumu olduğu
üzere olayların o güne özel değil günlerce sürecek şekilde süreklilik arz
ettiği anlaşılmaktadır.
Bu noktada dosyadaki belgelerden
hareketle; davacının, güvenlik güçlerinin haksız sözlü ve fiili saldırısına
uğradığından bahisle sol ayak bilek tarak kemiği kırıldığı iddia edilmiş ise de
sunulan raporlardan ve sair belgelerden olayın bu sebebe binaen olduğu açık ve
net ortaya konulamadığından idareyi kusurlu kılacak bir husustan söz
edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davanın
reddine..."
29. Başvurucu, İdare Mahkemesi kararına karşı istinaf
talebinde bulunmuş, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 9. İdare Dava Dairesi
tarafından istinaf talebi 27/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun
anılan kararın düzeltilmesi talebi, yine aynı Daire tarafından 28/3/2017
tarihinde reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 13/4/2017 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
30. Başvurucu 15/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
31. Mahkemenin 2/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele
Yasağının İhlâl Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucu,
- Gezi Parkı eylemlerinde kolluk görevlileri tarafından
yaralandığını iddia ederek sorumlulukları olduğunu ileri sürdüğü İstanbul Valisi
ile İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma izni verildiğini,
- Diğer taraftan kolluk görevlileri ile ilgili yürütülen
soruşturmada delillerin toplanmaması nedeniyle bir kısım şüpheli polis hakkında
kovuşturma yapılmamasına karar verildiğini ifade ederek yaşam hakkı, maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı, ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlık, görüşünde olay tarihinde gerçekleşen
eylemlerin yasa dışı ve barışçıl nitelikten çıkmış şiddet olayları olduğu, her
ne kadar eylemlere katılmadığını iddia etse de başvurucunun da olayların tam
merkezinde bulunduğunu, kolluk ekiplerinin olayın durum ve gereklerine orantılı
olacak şekilde müdahalede bulunduğunu, dolayısıyla somut olayın kötü muamele
yasağının ihlali teşkil edebilmesi için gerekli olan asgari ağırlık eşiğini
aşacak bir muamelenin mevcut olmadığını belirtmiştir.
34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru
formunda dile getirdiği hususları yinelemiştir.
2. Değerlendirme
35. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz."
36. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun iddialarının özü, kolluk görevlilerinin toplumsal olaya
müdahaleleri sırasında yaralanmasına rağmen zararlarının tazmin edilmemesi ile
sorumlulukları olduğunu ileri sürdüğü kamu görevlileri hakkında soruşturma veya
kovuşturma yapılmamasına ilişkindir. Bu nedenle söz konusu iddialar,
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kalan kötü muamele yasağı
ile 36. maddesi kapsamında kalan adil yargılanma hakkı yönünden incelenmiştir.
38. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin
negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul
boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif
yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da
cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem
bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir
soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu
(soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi
boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta, pozitif
yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu
oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve
diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No:
2014/7703, 2/2/2017, § 49).
39. Başvurucu, birleşen her iki başvurusunda da bir
kolluk görevlisinin eylemisonucu yaralanması nedeniyle anayasal haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda devletin negatif yükümlülüğüne
aykırı hareket edildiğini ancak buna rağmen zararlarının karşılanmadığını iddia
ederek mağduriyetinin devam ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca olayın
faili kolluk memurlarıyla olayda sorumluluğu bulunan Vali ve İl Emniyet Müdürü
hakkında soruşturma/kovuşturma yapılmaması nedeniyle devletin pozitif
yükümlülüğü kapsamındaki soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini iddia
etmiştir. Başvurucunun koruma yükümlülüğü kapsamında bir iddiası veya
şikâyetinin olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvuru, kötü muamele yasağının
negatif ve usul yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.
40. Somut olayda kolluk memurları ile Vali ve Emniyet
Müdürü hakkındaki ceza soruşturmaları farklı yürütüldüğünden bu süreçler temel
alınarak yapılan başvurular kötü muamele yasağı yönünden iki ayrı başlık
altında incelenmiştir. Diğer taraftan başvurucu, tazminat davasının
reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri
sürdüğünden bu şikayeti ayrıca değerlendirilmiştir.
a. Vali ve
Emniyet Müdürü Hakkında Yürütülen Soruşturmaya Dayalı Tam Yargı Davası Sürecine
İlişkin Başvuru (B. No: 2017/23740) Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64. maddesinin (1)
numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği,
başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekir.
42. Anayasa Mahkemesi kolluk görevlilerinin güç kullanımı
sonucunda gerçekleştiği ileri sürülen kötü muamele yasağı ihlali iddialarını
incelediği birçok başvuruda, tüketilmesi gereken etkili hukuk yolunun ceza
soruşturması olduğunu belirtmiştir (birçok karar arasından bkz. Onur Cingil,
B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 52; Zeki Güngör, B. No: 2013/8491,
31/3/2016, § 39; N.T.U. ve N.T., B. No: 2014/4372, 19/12/2017, § 28; Seyfullah
Turan ve diğerleri, B. No: 2014/1982, 9/11/2017, § 140).
43. Başvurucu, yaralanması olayıyla ilgili sorumlulukları
bulunduğunu ileri sürdüğü Vali ve Emniyet Müdürü hakkında şikâyette
bulunmuştur. Bu kişiler hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle
soruşturmanın işlemden düşürülmesine karar verilmiştir. Başvurucu anılan
kararın ardından İdare aleyhine tazminat davası açmış, davanın reddedilmesi
üzerine başvuruda bulunmuştur.
44. Yukarıda değinildiği üzere kolluk görevlilerinin güç
kullanımı sonucunda gerçekleştiği ileri sürülen kötü muamele yasağına yönelik
şikâyetlerde -devletin negatif yükümlülüğü ile pozitif yükümlülüğünün
usul yükümlülüğü kısmına ilişkin olanlarda- etkili tek yargı yolu ceza
yoludur. Bu durumda ceza yolunun tüketilmesinden itibaren otuz gün içinde
yapılmayan başvuruların Anayasa Mahkemesince incelenmesi mümkün değildir.
45. Başvurucu, ceza yolunu tükettikten sonra bireysel
başvuruda bulunmamış; ceza soruşturmasından yaklaşık üç yıl sonra tam yargı
davasının reddedilmesi akabinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tam yargı
(tazminat) davaları kötü muamele şikâyetlerinin (negatif ve soruşturma
yükümlülüğü yönünden) incelenmesinde etkili yol olmadığından bireysel başvuru
süresinin ceza soruşturmasının tamamlandığının öğrenildiği tarihten başladığı
dikkate alınarak başvurunun süresinde yapılmadığı tespit edilmiştir.
46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kolluk Memurları Hakkında Yürütülen Soruşturma
Sürecine İlişkin Başvuru (B. No: 2018/28111) Yönünden
47. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası gereği ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
48. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği,
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
49. Bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi,-5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte
yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir
Canan, § 25). Ancak yürütülen bu soruşturma, belirli bir kişinin sorumlu
olup olmadığıyla sınırlı olmamalı; olayın tüm yönlerini ortaya koyacak kapsamda
ve nitelikte olmalıdır. Nitekim soruşturmanın etkili olup olmadığına ilişkin
değerlendirme -somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak- belirli
bir kişi hakkında verilen kararla sınırlı olarak değil yürütülen soruşturma bir
bütün olarak incelendikten sonra yapılabilecektir (Gülcan Keleş ve
diğerleri, B. No: 2014/797, 22/3/2017, § 30).
50. Bir ceza soruşturması veya yargılaması sürecinde kovuşturmasızlık,
beraat, mahkûmiyet veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları ile
farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunması durumunda -bu aşamaların tek
bir olay için farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde-
soruşturmaların bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekebileceğinden (S.D.,
B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 69) hareket eden Anayasa Mahkemesi; aynı olaya
ilişkin sorumluluğu bulunduğu iddia edilen, birden fazla kişi hakkında
yürütülen adli süreçlerin bir kısmı devam ederken bazı şüpheli/sanık bakımından
sürecin sona ermesi üzerine yapılan bireysel başvurularda somut olayın ve tüm
adli sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle başvuru
yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşmıştır (Bilal Turan ve diğerleri (3),
B. No: 2013/7418, 31/3/2016, § 72; Bülent Kurt, B. No: 2013/7408,
20/1/2016, § 40; Gülcan Keleş ve diğerleri, §§ 30, 31).
51. Başvuru yollarının tüketilmesi meselesine ilişkin
anılan içtihadın ortaya çıkışında, ihlal iddiasına konu olaya dair sorumluluğu
bulunduğu iddia edilen kişilerden her birine atfedilebilecek kusur durumu ile
her bir kişi için adli süreçte elde edilecek delil durumunun farklı
değerlendirilebileceğinin ve soruşturmanın etkililiği araştırılırken olayın tüm
boyutlarıyla ele alınarak bir bütün olarak irdelenmesi gerekliliğinin gözönünde
bulundurulduğu anlaşılmaktadır (Dilek Genç ve diğerleri [GK], B.
No: 2014/3944, 1/2/2018, §55).
52. Bu ilkeler ışığında somut başvuru
değerlendirildiğinde başvurucu, Savcılık tarafından bazı şüpheliler hakkında
haksız olarak kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin ekkarar verildiğini ileri
sürerek bireysel başvuruda bulunmuşsa da başvurucunun yaralanması olayıyla
ilgili soruşturmanın devam ettiği anlaşılmaktadır.
53. Bu durumda maddi olayın koşullarını belirleyebilecek,
sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte
olmadığına ilişkin bir veri yahut iddia bulunmayan başvuru konusu soruşturmada,
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen sekiz kolluk görevlisi ile
ilgili verilen kararla sınırlı olarak değil soruşturmanın tamamlanmasından
sonra bütünsel olarak etkili olup olmadığının değerlendirmesinin yapılabileceği
öngörülmüştür.
54. Diğer taraftan başvurunun temeli olan kovuşturma
yapılmamasına yönelik ek karardan sonra Savcılıkça soruşturmanın daimî aramaya
alınmasına karar verilmiştir. Daimî arama kararları sonrasında başvurucu,
soruşturmanın etkili yürütülmediğini ileri sürerek kötü muamele yasağının ihlal
edildiğine yönelik şikâyetlerini bireysel başvuru yoluyla her zaman
Anayasa Mahkemesine taşıyabilirse de söz konusu şikâyetlerin incelenmesi ancak
başvurucunun daimî arama kararından sonra soruşturmada ilerleme
kaydedilmediğine yönelik bir iddiasının bulunması ve Anayasa
Mahkemesinin soruşturmanın etkililiğini kaybettiği kanaatine varmasıyla mümkün
olabilmektedir.
55. Başvurucunun soruşturmanın daimî aramaya alınması
nedeniyle etkili olmadığı yönünde bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucunun
şikâyeti kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin ek karara dayanmaktadır. Ayrıca
başvurucu ek kararla ilgili sürecin tüketilmesinin akabinde bireysel başvuruda
bulunmuş, bu arada başvurusunda soruşturmanın daimî aramaya alınmasından
bahsetmemiştir. Dahası kendisini yaralayan kolluk memurunu teşhis edemeyeceğini
belirten başvurucu, başvuru veya soruşturma dosyasında talep ettiği hâlde
toplanmayan somut bir delilden bahsetmemiş; sadece delil toplanmaması nedeniyle
kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararından şikâyet etmiştir. Dolayısıyla
soruşturmanın etkililiğini kaybettiğine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesince bu
aşamada değerlendirme yapılmasını gerektiren olgu tespit edilmemiştir.
56. Anayasa Mahkemesince yapılan tespitlerin kişilerin
masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemesi
gerekliliği ifade edilmelidir. Bu bağlamda başvurucunun iddialarının ve olayla
ilgili soruşturmanın etkili yürütülüp yürütülmediğinin, yaralanma olayının
sebep ve koşulları yani gerçekleşme şartları adli makamlarca netleştirilmeden
Anayasa Mahkemesince bir bütün olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
57. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil
Yargılanma Hakkının İhlâl Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
58. Başvurucu, Gezi Parkı eylemlerinde kolluk görevlileri tarafından
yaralandığını iddia ederek sorumlulukları olduğunu ileri sürdüğü İstanbul
Valisi ile İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma izni verilmemesi sonrasında
tam yargı davası açtığını, dilekçede "hizmet kusuru" nedeniyle
tazminat talep etmesine rağmen yaralanması ile kolluk görevlilerinin eylemleri
arasında illiyet bağının ortaya konulamaması nedeniyle davanın reddedildiğini
ifade ederek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
59. Bakanlık adil yargılanma hakkı yönünden görüş
bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
60. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
61. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı, suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni
hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da
uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni
meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış
veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması
gerekir. İkinci olarak bu hakla ilgili olarak ilgili kişinin menfaatini
etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Öte yandan bu uyuşmazlık ihtilaf
konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir
nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942,
28/5/2019, § 28).
62. Somut olay açısından başvuruya konu şikâyetin medeni
hak ve yükümlülükler ile ilgili bir uyuşmazlık olup olmadığı adil
yargılanma hakkının kapsamının tespiti açısından önem taşımaktadır.
63. Kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen kötü
muamele niteliğindeki eylemlere ilişkin olarak hak ihlali iddiasında bulunan
tarafça açılan tam yargı davasının mağduriyetin giderilmesi adına önemli bir
işleve sahip olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte kötü muamele yasağının
kamu görevlilerinin kasti fiilleriyle ihlal edildiği şikâyeti yönünden etkili yol
ceza soruşturması olduğundan tam yargı davası üzerine bu şikâyetin incelenmesi
mümkün değildir. Ancak tazminat imkânının medeni bir hak niteliğinde olduğu
hususunda kuşku bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa'nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının kamu görevlilerinin kötü muamelede
bulundukları iddiasıyla açılan tam yargı davalarında uygulanabilir olduğu
açıktır (Bazı değişikliklerle Yılmaz Yakut [GK], B. No: 2016/7749,
5/11/2020, § 48).
b. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
64. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik
güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan
biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel
olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini
teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §
80).
65. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
66. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz
konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin
Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa
Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak
bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip
edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme "kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususun incelenmesi" olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay
(2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
67. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai
durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir
şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına
girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin
temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin
güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın
sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye
dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin
değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini
ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp
sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına
gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili
değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı
kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa
müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, §
149; M.B., § 83).
68. Somut olayda İdare Mahkemesi, başvurucunun
yaralanmasının bir kolluk görevlisi eyleminden kaynaklandığına ilişkin somut
delil bulunmadığını tespit ederek yaralanma ile İdarenin eylem veya hizmeti
arasında illiyet bağı kurulmadığı kanaatine ulaşmıştır. Soruşturma makamınca
İdare Mahkemesi kararının aksi ortaya konulmuş değildir. Başvuruya yansıyan
olgular bakımından başvurucu da yaralanmasıyla ilgili İdare Mahkemesince
dikkate alınmayan bir delilden bahsetmemiş veya mevcut bir delilin görmezden
gelindiğine ilişkin bir iddiada bulunmamış olup İdare Mahkemesince ulaşılan
sonucun adil yargılanma hakkındaki güvenceleri etkisiz hâle getiren bir
keyfîlik içermediği değerlendirilmiştir.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Vali ve Emniyet Müdürü hakkında yürütülen
soruşturmaya dayalı tam yargı davası sürecine ilişkin olarak (B. No: 2017/23740)
kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianınsüre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kolluk memurları hakkında yürütülen soruşturma
sürecine ilişkin olarak (B. No: 2018/28111) kötü muamele yasağının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
2/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.