TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BİŞAR YUSUFOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/2784)
|
|
Karar Tarihi: 10/2/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 3/3/2021-31412
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Tuğba TUNA IŞIK
|
Başvurucu
|
:
|
Bişar YUSUFOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Ferit KAVŞUT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, usulüne uygun tefhim yapılmadığı hâlde istinaf
süresinin tefhimden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Batman 1. İcra Müdürlüğünde kambiyo
senedine dayalı icra takibi başlatmıştır.
9. Başvurucu aleyhine Batman İcra Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) söz konusu icra takibine itiraz davası açılmıştır. Dava dilekçesinde,
ödeme emrinin usulüne uygun tebliğ edilmediği iddia edilmiş ve borcun olmadığı
belirtilerek takibin iptali ile %20 kötü niyet tazminatına karar verilmesi
istenmiştir.
10. Mahkeme 28/4/2017 tarihli kısa kararında davacı
borçluya gönderilen ödeme emrinin usulsüz tebliğ edilmesi sebebiyle borçlunun
ödeme emrinin tebliğ tarihinin 30/11/2016 tarihi olarak tespitine ve icra
takibinin iptaline hükmetmiştir. Kararda, karara karşı tefhim tarihinden
itibaren on gün içinde istinaf kanun yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.
11. Mahkemenin gerekçeli kararında ise kısa kararda yer
alan hükme ilave olarak başvurucu aleyhine alacak miktarı olan 470.000 TL'nin
%20'si oranında 94.000 TLtazminata hükmedildiği belirtilmiştir.
12. Başvurucu vekili Mahkemeye UYAP üzerinden 20/5/2017
tarihli dilekçe ile mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna ilişkin süre
tutum dilekçesi sunmuştur.
13. Başvurucu 26/5/2017 tarihli dilekçe ile tavzih
talebinde bulunmuştur. Dilekçede; gerekçeli kararın 22/5/2017 tarihinde
yazıldığı, kısa kararda hükmedilmeyen %20 icra inkâr tazminatına gerekçeli
kararda hükmedilmesi sebebiyle çelişki meydana geldiği belirtilmiştir.
14. Gerekçeli karar 2/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir. Başvurucu vekili 5/6/2017 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesini
sunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, mahkeme kararının hukuka aykırı
olduğunu belirtmekle birlikte 28/4/2017 tarihli kısa karar ile gerekçeli
kararın aynı olmadığını vurgulamıştır. Kısa kararda yer almayan %20 icra inkâr
tazminatına gerekçeli kararda hükmedildiği ifade edilmiştir.
15. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi
(Bölge Mahkemesi) 15/11/2017 tarihli kararında, başvurucuya 28/4/2017 tarihinde
tefhim edilen karara karşı yasal süre dolduktan sonra 20/5/2017
tarihinde süre tutum dilekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurulduğunu
belirterek süre aşımı nedeniyle istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar
vermiştir.
16. Nihai karar 18/1/2018 tarihinde başvuruya tebliğ
edilmiştir. Başvurucu 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Mevzuat
17. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas
Kanunu'nun 363. maddesinin "İstinaf yoluna başvurma ve
incelenmesi" kenar başlıklı birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"... İstinaf yoluna başvuru süresi
tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür."
18. 2004 sayılı Kanun'un "İtirazın
incelenmesi" kenar başlıklı 169/a maddesinin altıncı fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
"Borçlunun itirazının icra mahkemesince
esasa ilişkin nedenlerle kabulü hâlinde kötü niyeti veya ağır kusuru bulunan
alacaklı, takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere; takip
muvakkaten durdurulmuş ise bu itirazın reddi hâlinde borçlu, diğer tarafın
isteği üzerine takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere
tazminata mahkûm edilir..."
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun "Hükmün kapsamı" kenar başlıklı 297. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait
herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen
hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında;
açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
20. 6100 sayılı Kanun'un "Hüküm" kenar
başlıklı 321. maddesi şöyledir:
''(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra,
mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini
bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca
süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme
ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir.
Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek
suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu
durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması
gerekir.''
B. Yargıtay İçtihadı
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/3/2019 tarihli ve
E.2018/12-884, K.2019/363 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Hukuk Genel Kurulunda yapılan
görüşme sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön
sorun olarak ele alınmıştır.
I- Bu ön sorunlardan ilki, mahkemece
verilen şikâyetin reddine dair kararın 27.04.2018 tarihli duruşmada şikâyetçi vekilinin
yüzüne karşı tefhim edilmesi, gerekçeli kararın 31.05.2018 tarihinde tebliğ
edilmesi ve kararın 05.06.2018 tarihinde temyiz edilmesi karşısında, şikâyetçi
vekilinin temyizinin süresinde olup olmadığı hususudur.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nın
18. maddesinde icra mahkemesine arzedilen hususların ivedi işlerden sayılacağı
ve bu işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 01.10.2011 tarihinde
yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 316/1. maddesi
uyarınca kanunlarda açıkça belirtilen hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü
ile ilgili hükümlerinin uygulanacağı düzenlemesi karşısında icra mahkemelerinde
basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
Basit yargılama usulüne tabi
yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı HMK'nın 'Hüküm' başlıklı 321.
maddesinde aynen:
'(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra,
mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini
bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca
süre verilmez.
(2)
Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte
açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini
de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı
tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak
tebliğe çıkartılması gerekir.' hükmü düzenlenmiştir. 321. maddedeki 'hükme
ilişkin tüm hususlar' dan kastedilen HMK'nın 297. maddesindeki unsurlardır.
Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından
sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini
bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın
tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
HMK'nın 322. maddesi atfı ile
uygulanmakta olan HMK'nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde
düzenlenmiştir. Buna göre mahkeme gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde
taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve
tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın
harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası
altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir.
Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde hâkim bu durumun
sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa
yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay
içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK'nın 321.
maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile
birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ
edilmesi gereklidir.
İİK’nın 02.03.2005 tarihli ve 5311
sayılı Kanunla değişmeden önceki 363. maddesine göre konkordato talebi üzerine
verilecek mühlete karşı alacaklılar tarafından vukubulan itirazla konkordato
talebinin muvafık olup olmadığına ve mühletin kaldırılmasına dair olan talebin
kabul veya reddine ilişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen
kararları tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz
edilebilecektir. Maddedeki 'tefhim' kavramının 'hükme ilişkin tüm hususların
gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl' olarak anlaşılması zorunludur. Bu
nedenle yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa temyiz süresi tefhim
tarihinden itibaren, aksi hâlde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren
başlayacaktır.
Usul hukukunda yer almamakla birlikte
uygulamada tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden
sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunulmak suretiyle kararın temyiz edildiği
hâllerde kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine
dayanılması mümkün olduğundan gerekçeli kararın bu hâllerde de taraflara
tebliği gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de başvurucuya ilk derece
mahkemesinin kararının gerekçesini bilerek ve bu gerekçeye karşı iddialarını
sunacak şekilde temyiz başvuru yapma imkânı verilmeden ve gerekçeli karar
tebliğ edilmeden Yargıtayca temyiz aşamasında onama kararı verilmesini hak
ihlali olarak kabul etmiştir (Anayasa Mahkemesi, Vesim Parlak, B. No:
2012/1034, 20.03.2014).
Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında
da, ilk derece mahkemelerinin kısa kararını usul hükümlerine uygun olarak
tefhim etmesi, kanun yolu ve süresini doğru bir şekilde belirtmesi gerektiğine,
ayrıca gerekçesiz verilen kısa kararda, temyiz süresinin, gerekçeli kararın
tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve
mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğünün
bulunduğuna, başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde
ve kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam verilemeyeceğine,
başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünün zedelenemeyeceğine karar
vermiştir (Anayasa Mahkemesi, Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri
Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20.01.2016).
Somut olayda mahkemece direnme kararının
verildiği 27.04.2018 günlü oturumda davanın reddine karar verilmiştir. Kısa
kararda '…yapılan yargılama sonunda, davacı vekilinin yüzüne karşı, hükmün tüm
esaslı unsurları açıklanmadığından kararın taraflara tebliğinden -Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki kararlarına rağmen bazı
istinaf dairelerinin tefhim yapılmış ise; gerekçe olmasa da istinaf süresinin
tefhimden itibaren başlayacağına ilişkin görüşleri de dikkate alınarak süre
tutum dilekçesi verilmesi hususunda takdir taraflara ait olmak üzere- itibaren
10 gün içinde Yargıtay ilgili hukuk dairesine gönderilmek üzere temyiz yolu
açık olduğu' yazılmıştır.
Bunun üzerine mahkemece gerekçeli karar
şikâyetçi vekiline 31.05.2018 tarihinde tebliğ edilmiş, şikâyetçi vekili
tarafından 05.06.2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesi verilmiştir.
Yukarıda gösterilen kanuni düzenlemeler
ve oluşturularak tefhim edilen kısa kararın usulüne uygun bir hüküm fıkrası
sayılıp sayılmayacağı ve bunun açıklanmasının, temyiz süresini başlatacak
nitelikte bir “tefhim” olup olmadığı değerlendirildiğinde; mahkemece kısa
kararda hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmadığı,
kanun yolu ve süresinin doğru bir şekilde belirtilmediği, tarafları yanıltacak
şekilde ifadeler kullanıldığı, bu hâliyle usulüne uygun ve tam bir tefhimden
söz edilemeyeceği tartışmasızdır.
Hâl böyle olunca Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 297/2. maddesine uygun olmaksızın oluşturulan hüküm fıkrasının
tefhimi ile temyiz süresinin başlamayacağının kabulü gerekir. Açıklanan durum
karşısında şikâyetçi vekilinin temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek
birinci ön sorun oy çokluğuyla aşılmıştır.
..."
22. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 28/4/2014 tarihli ve
E.2014/12068, K.2014/13652 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
İlk derece mahkemesince gerekçesi
açıklanmamış bir hükmün HMK kapsamında tefhim edilmiş bir hüküm olamayacağı ve
gerekçeli karar tebliğ edilmeden istinaf kanun yoluna başvurma süresinin
başlamayacağı yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi’nin kabulü usul ve yasaya
uygundur.''
23. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 28/10/2017 tarihli ve
E.2017/19842, K.2017/17025 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
321. maddedeki 'hükme ilişkin tüm
hususlar'dan kastedilen HMK.’un 297. maddesindeki unsurlardır. Madde
gerekçesinde tefhimin hüküm özetinin yazdırılması olduğu açıklanmıştır.
Bu nedenlerle basit yargılamada da
tefhim edilecek hüküm HMK.’un 297/2. maddesindeki unsurları taşımakla birlikte
HMK.’un 321. maddesi uyarınca gerekçeli olmak zorundadır. Ancak Mahkemelerin iş
yoğunluğu ve buna bağlı olarak duruşma dosyalarının çokluğu nedeni ile
gerekçenin duruşmada yazdırılamaması halinde gerekçeli kararın en geç bir ay
içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.
Bu yasal şekil yargıda açıklık ve netlik
prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere,
yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi
ve kurumların mağduriyetlerine sebebiyet verecek ve kamu düzeni ve barışını
olumsuz yönde etkileyecektir (Hukuk Genel Kurulu - 2007/14-778 E, 2007/611 K,
Dairemizin 01.04.2008 gün ve 2007/38353 Esas, 2008/7142 Karar sayılı ilamı).
Halen yürürlükte olan 5521 sayılı İş
Mahkemeleri Kanununun 8 inci maddesine göre, iş mahkemelerince verilen nihaî
kararlara karşı kanun yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî
kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden
itibaren sekiz gündür.
Taraflar hükmün tefhiminin HMK.’un
297/2. maddesinde sayılan unsurları taşımaması halinde hak ve borçlarını
bilemeyeceklerinden temyiz süresini kaçırmamak, hak kaybına uğramamak için
kararı gereksiz yere temyiz etmek zorunda kaldıkları bir gerçektir.
Bu nedenlerle hükmün tefhimi sırasında
HMK.’un 297/2. maddesinde belirtildiği üzere taleplerden her biri hakkında
verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası
altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli ve
zorunludur.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu; Mahkemenin kısa kararda, davacı borçluya
gönderilen ödeme emrinin usulsüz tebliğ edildiğine ve borçlunun ödeme emrinin
tebliğ tarihinin yeniden tespitiyle takibin iptaline karar verdiği için
borçluya yeni bir tebligat yaparak takibi kesinleştirmek istediğini, bu nedenle
de tefhimden sonra kanun yoluna başvurma gereği duymadığını belirtmiştir.
Başvurucu tefhim edilen kararda yer verilmediği hâlde gerekçeli kararda icra
inkâr tazminatına hükmedildiğini görünce tebliğden itibaren süresinde istinaf
talebinde bulunduğunu ancak bu durum dikkate alınmaksızın sürenin tefhimden
başlatılması nedeniyle adil yargılanma, mahkemeye erişim, kanun önünde eşitlik
ve savunma hakları ile hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesinin ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, istinaf talebinin esasının Bölge Mahkemesi
tarafından incelenmemesine yönelik olduğundan başvuru adil yargılanma hakkının
güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin
Varlığı ve Hakkın Kapsamı
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini
belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B.
No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
30. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791,
7/11/2013, § 52).
31. Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına
yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun
yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer
temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir
mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına
almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak
ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun
yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil
yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Hasan İşten,
B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37).
32. Somut olayda istinaf başvurusunun süresinde
yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
33. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
34. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının
incelenmesi gerekir.
35. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin
ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60).
36. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî
manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun
adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere
müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan
düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına
bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün
bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali
Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
37. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının
da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve
diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı
olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme
yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin
yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık
keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun
amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun
hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti
hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan
Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
38. 6100 sayılı Kanun'da kararın tefhiminin mahkemenin
hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile
gerçekleşeceği belirtilmiş, zorunlu hâllerde -hâkimin bu durumun sebebini de
tutanağa geçirmek suretiyle- sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı
tefhim edebileceği düzenlenmiştir. Başvuruya konu olayda, Mahkeme tarafından
28/4/2017 tarihli celsede tefhim edilen kararda başvurucu aleyhine hükmedilen
%20 icra inkâr tazminatının yer almadığı görülmektedir. Başvurucu 20/5/2017
tarihinde süre tutum dilekçesi vermiş, gerekçeli kararın tebliği üzerine de
istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu tefhim edilen kısa karar ile
gerekçeli karar arasında çelişki bulunduğunu, gerek 26/5/2017 tarihli tavzih
talebinde gerekse de istinaf dilekçesinde belirtmiştir.
39. 2004 sayılı Kanun'da istinaf süresinin kararın tefhim
veya tebliğinden itibaren on gün olduğu belirtilmiştir. Somut olaydaki ihtilaf,
istinaf süresinin hangi durumda tefhim ya da tebliğden başlatılacağından
kaynaklanmaktadır. Yukarıda yer alan açıklamalara göre 6100 sayılı Kanun'un
297. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki zorunlu unsurları karşılamaması
nedeniyle ortada usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Böylece başvurucu açısından istinafa ilişkin hak ve yükümlülüklerin gerekçeli
kararın tebliği ile birlikte sonuç doğurmaya başlayacağı açıktır. Bu durum
kanun yollarına başvurunun etkililiğinin sağlanması yönünden de gereklidir.
40. Bu durumda Mahkemenin kısa kararının usul hükümlerine
uygun olarak tefhim edilmemesine rağmen istinaf süresini tefhim tarihinden
başlatarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddine karar veren Bölge
Mahkemesi kararının kanuni dayanağının bulunmadığı anlaşılmıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
43. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi
ve tazminat talebinde bulunmuştur.
44. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
45. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine
karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz
edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
46. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin
yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin
sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58,59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
47. İncelenen başvuruda, başvurucunun istinaf
başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla
ihlalin Bölge Mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
48. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Bölge Mahkemesine iletilmek üzere Batman İcra
Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
49. Başvuruda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
amacıyla Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesine (E.2017/2551,
K.2017/2583) iletilmek üzere Batman İcra Hukuk Mahkemesine (E.2016/312,
K.2017/91) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.