TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
TAYFUN KAHRAMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2023/98215)
|
|
Karar Tarihi: 31/7/2025
|
R.G. Tarih ve Sayı: 17/10/2025 - 33050
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Basri BAĞCI
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Muhterem İNCE
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
|
|
Ömer ÇINAR
|
|
|
Metin KIRATLI
|
Raportörler
|
:
|
Kübra ÇİFTÇİ
|
|
|
Hasan HÜZMELİ
|
Başvurucu
|
:
|
Tayfun KAHRAMAN
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Cansu ÇİFÇİ
|
|
|
Av. Evren İŞLER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, usule ilişkin güvencelerin ihlal edilmesi sonucu yargılamanın hakkaniyetinin bir bütün olarak zedelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/10/2023 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
4. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Şehir plancısı olan başvurucu, Taksim Yayalaştırma Projesi'ni protesto etmek amacıyla 28 Mayıs-30 Ağustos 2013 tarihleri arasında Gezi Park'ında düzenlenen eylemlerin ülke çapında kitlesel şiddet olaylarına dönüşmesi nedeniyle yürütülen ve Gezi Parkı davası olarak bilinen ceza davasının sekiz sanığından biridir. Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Genel Merkez Yönetim Kurulunda şube başkanı olan başvurucu, aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Koruma Bölge Kurulunda da kültür ve turizm uzman yardımcısıdır. 2014 yılından itibaren ise bir üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.
A. Gezi Parkı Olaylarına İlişkin Genel Bilgiler
7. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (6/4/2016 tarihli ve 6701 sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu'yla Kurumun adı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olarak değiştirilmiştir.) tarafından 2014 yılı Ekim ayında yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitler şöyledir:
i. Gezi Parkı, İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı yakınında bulunan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları ile gündeme gelmiş, konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yürütülmüştür.
ii. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı'nda bulunan Gezi Parkı'nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak amacıyla -düzenleme yapacak olan iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesi üzerine- 27/5/2013 tarihinde başlamış ve Haziran-Temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye'nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.
iii. Kamuoyunda olayların çevreci bir saikle başladığını ve bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamunun ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur.
iv. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013-6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde, Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5.532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş; bu eylem ve etkinliklere 3.611.208 kişi katılmış, olaylara ilişkin olarak 104.519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164'üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili olarak adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylarda gözaltına alınan 5.513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır (Mehmet Osman Kavala [GK], B. No: 2018/1073, 22/5/2019, § 9; Gezi Parkı olaylarına ilişkin özet bilgi için ayrıca bkz. Yonca Verdioğlu Şık [2. B.], B. No: 2014/17177, 19/4/2018, § 8; Özge Özgürengin [2. B.], B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10).
8. Gezi Parkı olayları ile ilgili davalarda sanıkların bir kısmına Taksim Dayanışması adı verilen bir platformdaki faaliyetleri nedeniyle sorumluluk yüklenmiştir. Eldeki başvuruda başvurucuya yönelik isnatların büyük bir kısmı da yine bahsi geçen platformla ilişkilidir. Taksim Dayanışması, Taksim Yayalaştırma Projesi'ne karşı çıkan çeşitli sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, sendikalar ve siyasi parti temsilcilerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir platformdur. Bu platform, Gezi Parkı protestolarının başlangıcından itibaren aktif rol almış; eylemlerin duyurulması, katılımcıların organize edilmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi konularında çalışmalar yürütmüştür. Platformun temsilcileri, protestocuların taleplerinin formüle edilmesinde ve hükûmetle yapılan görüşmelerde görev almışlardır. Hâlen varlığını sürdüren bu platformun resmî internet sitesinin bulunmadığı, Taksim Dayanışması'yla ilgili duyuruları, basın açıklamalarını ve etkinlik bilgilerini platformu oluşturan çeşitli sivil toplum kuruluşları ile meslek odalarının web siteleri ve sosyal medya hesapları üzerinden paylaştığı görülmüştür (Yargıtayın Taksim Dayanışması'yla ilgili değerlendirmeleri için bkz. § 24/ii).
B. Başvurucu Hakkında Gezi Parkı Olaylarıyla İlgili Olarak Yürütülen Adli Soruşturmalar
9. Gezi Parkı olayları 27/5/2013-30/8/2013 tarihleri arasında yaşanan birçok olayla ilişkilidir. 8/7/2013 tarihinde saat 18.30 sıralarında gerçekleşen olayda Taksim Dayanışmasının organizasyonunda Galatasaray Meydanı'nda toplanan bir grup, Gezi Parkı olaylarına ilişkin süreçle ilgili çeşitli taleplerini duyurmak amacıyla Taksim Meydanı'na yürümek istemiştir. Güvenlik güçleri tarafından yürüyüşün kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle gruba dağılmaları yönünde yasal uyarılar yapıldığı, uyarılara rağmen grubun yürüyüşte ısrar etmesi üzerine de kademeli şekilde müdahalede bulunularak gözaltı işlemi uygulandığı belirtilmiştir. Bu olay sebebiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu 31 şüpheli hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılma ve ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama ile görevi yaptırmamak için direnme suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/96961 numaralı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda başvurucuya isnat edilen suçlar yönünden kamu davası açılmasına yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle 30/1/2014 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
10. Yine 8/7/2013 tarihli eylemde bir siyasi partiye ait aracın yakılması nedeniyle mala zarar verme, bir şahsa para karşılığında polise taş attırılmasına azmettirme ve söz konusu eylemde görevli memura direnme suçlarından başvurucunun da aralarında bulunduğu 57 şüpheli hakkında ayrı bir soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının2014/25504 numaralı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen soruşturmada ilk iki iddia yönünden yeterli delil bulunmadığı, görevli memura direnme suçundan ise müşteki olarak bir kamu görevlisinin dosya içinde ifadesinin bulunmadığı gerekçesiyle 27/2/2014 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda ayrıca şüphelilerin eylem sonrasında dağılmamaları ve yaralayıcı maddeler atmak suretiyle güvenlik güçlerine karşı koymalarına yönelik fiillerin 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 33. maddesindeki suçun unsurlarından biri olduğu belirtilmiştir. Yukarıda bahsi geçen 2013/96961 numaralı (bkz. § 9) ve 2014/25504 numaralı soruşturmalar bazı kişiler yönünden devam etmiştir. Devam eden süreçte bu iki soruşturma birleştirilmiş ve akabinde İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır (Bu dava tüm sanıklar yönünden beraat kararıyla sonuçlanmış, karar kesinleşmiştir.).
11. Cumhuriyet Başsavcılığı Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak aralarında başvurucunun da olduğu çok sayıda kişi hakkında ise2014/40852 numaralı dosya üzerinden başka bir soruşturma yürütmüştür. Bu dosyada aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı şüpheliler yönünden 18/12/2018 tarihinde tefrik kararı verilmiştir. Bu karar sonrası soruşturma 2018/210299 numaralı dosya üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. Bu soruşturma kapsamında, Gezi Parkı olayları olarak bilinen ve ülke geneline yayılan kitlesel gösteriler ile bu gösteriler kapsamında gerçekleştirilen eylemler nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu 16 şüpheli hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçunun yanı sıra çeşitli suçlardan 19/2/2019 tarihli iddianameyle İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
C. Başvurucu Hakkındaki Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci
12. Başvurucu hakkındaki ceza yargılamasına dayanak teşkil eden 19/2/2019 tarihli iddianame üç bölümden oluşmakta olup ilk bölümde olayların nasıl kurgulandığı ve geliştiği ile ülkede yaşanan kalkışmanın kronolojisine yer verilmiştir. İddianamenin ikinci bölümünde şüphelilerin bu süreçteki eylemleri ile meydana gelen şiddet olaylarındaki etkilerine, son bölümde ise yaşanan şiddet içerikli eylemlerle birlikte bu olaylara ilişkin hukuki değerlendirmelere yer verilmiştir. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:
i. Gezi Parkı olaylarında Occupy Hareketi olarak bilinen ve teorisyenliğini Gen.S.nin (pasif direniş teorisi ve yöntemleri üzerine çalışan Amerikalı siyaset bilimci) yaptığı sivil başkaldırı yönteminin kullanıldığı, söz konusu yöntemlerin OTPOR (Sırbistan'da 1998-2004 yılları arasında faaliyet gösteren, dönemin lideri S.M.nin devrilmesine neden olan sokak hareketlerinin önemli bileşenlerinden bir gençlik hareketi) ve CANVAS (Centre for Applied Nonviolent Action and Strategies/Şiddet İçermeyen Eylem ve Stratejiler Uygulama Merkezi, eski OTPOR liderlerinden S.D. ve S.P. tarafından 2004 yılında kurulan bir sivil toplum örgütü) adı verilen gruplar tarafından Arap dünyasındaki kalkışma hareketleri sırasında uygulandığı ileri sürülmüştür. Geo.S.nin Orta Doğu ve Baltık ülkelerinde gerçekleşen ve özgürlükçü hareket olarak nitelenen halk hareketleri kapsamında OTPOR/CANVAS'a finans desteği sağladığı belirtilmiştir. CANVAS'ın aralarında Türkiye'nin de bulunduğu birçok ülkede faaliyet gösterdiği, OTPOR/CANVAS denetiminde bir halk hareketi için Türkiye'de de nabız yoklandığı belirtilmiştir.
ii. Bu kapsamda 2012 yılı Aralık ayında Orta Doğu Teknik Üniversitesinde başlayan öğrenci eylemleri sırasında Occupy/Turkey adlı hareketin kurulduğu, bu hareketin sosyal medya faaliyetleri yürüttüğü iddia edilmiştir. Occupy/Turkey'den önce 2011 yılında Ayaklan İstanbul/Occupy İstanbul adıyla bir internet sayfası oluşturulduğu, bu harekete üye olan kişilerce çeşitli aralıklarla eylemler düzenlendiği, Gezi eylemleri başlamadan önce M.A.A. gibi bir kısım şüphelinin 2011 yılı içinde Taksim Gezi Parkı'nda çekilmiş eylem video ve görüntülerinin bulunduğu, M.A.A.nın da yer aldığı bu görüntülerde "Ayaklan İstanbul" ibaresinin olduğu, Gezi Parkı'nda eylemde bulunma daveti yapıldığı, bu nedenle 2011 yılında gündem oluşturma çabalarının başladığı ve 2013 yılındaki Gezi olaylarına uygun ortam hazırlandığı ileri sürülmüştür. Gezi Parkı olayları sırasında da Occupy/Turkey hareketinin etkili olduğu, özellikle sosyal medya üzerinden eylem çağrılarında bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede yaşanan olayların Arap Baharı ile benzerliği ve Occupy Hareketine ilişkin bilgiler şu şekilde açıklanmıştır:
"Arap Baharı, Arap Dünyasında meydana gelen büyük siyasi sonuçları olan harekettir. 2010 yılında başlayan ve günümüzde de süren, Arap coğrafyasında yaşanan halk hareketlerine verilen ortak addır. Arap Baharı; Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıkmış; bölgesel, toplumsal bir siyasi ve silahlı bir harekettir. Protestolar, mitingler, gösteriler ve iç çatışmalar yaşanmıştır. Halklar, özgürlük mücadelesi adı altında hükûmetleri resmen devirmiştir. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap Dünyasında baş gösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalardır. Bu süreçte İslami demokrasi talepleri artmıştır. Birçok siyaset bilimci bu eşi görülmemiş halk hareketini, Arap dünyasında yaşanan en büyük değişim olarak adlandırmaktadır.
Ülkemizde ise bu olayların farklı bir yansıması ve uyarlaması olarak, hakkında iddianame tanzim olunan şüphelilerce İstanbul Taksim Bölgesi Yayalaştırma projesi kapsamında, Taksim Gezi Parkındaki bazı ağaçların 27.05.2013 tarihinde başka yere nakledilmesi bahanesi ile başlayan protesto eylemleri, provokasyonlarla birlikte ülke çapında olaylara ve şiddet içerikli eylemlere ve hükümete yönelik bir kalkışmaya dönüşmüştür. ... 28 Mayıs’ta başlayan Taksim Gezi Parkı protestolarının o tarihte halen devam ettiği, bu zamana kadar 78 ilde 746 gösteri yapıldığı, olaylarda yapılan tespitlerde 280 iş yeri, 259 özel araç, 103 polis otosu, 1 konut, 1 polis merkezi, 5 kamu binası, birisi Cumhuriyet Halk Partisi, 11’i de AK Parti teşkilatlarına ait 12 parti binasında hasar meydana geldiği, çok sayıda mobese kamerası, sinyalizasyon sistemi, aydınlatma direği, otobüs durağı, reklam panosu, trafik levhası, park ve peyzaj düzenlemesi, çöp konteyneri ile polis noktasında önemli zararların meydana geldiği,
Yine açık kaynaklardan yapılan çalışmada; İçişleri Bakanlığınca valiliklerden gelen bilgilere göre hazırlanan hasar tespit raporunda; 58 kamu binası, 68 mobese kamerası, 337 iş yerinin tahrip edildiği, 90 Belediye otobüsü, 214 özel araç, 240 polis aracı ve 45 ambulansın 24 kullanılamaz hale getirildiği, birisi CHP binası olmak üzere 14 parti binasının zarar gördüğü, toplam zararın 140 milyon TL olduğunun açıklandığı görülmüştür. Yaşanan olaylar neticesinde, biri emniyet görevlisi olmak üzere 5 vatandaşımız yaşamını yitirmiş, onlarca emniyet görevlisi ve vatandaş yaralanmıştır.
Olayların hükümete yönelen kalkışma hareketine dönüştürülme süreci ve planının Ekim 2011 tarihinde Wall Street eylemlerinin başladığı dönemde 'Ayaklan İstanbul/Occupy İstanbul' isimli facebook sayfasının oluşturulması ve sayfa üyelerine bu tarihten itibaren çeşitli aralıklarla 'Revolt (Ayaklan) İstanbul' eylemleri düzenlenmesi çağrılarının yapılması ve Kasım 2011 tarihinde de 'Ayaklan İstanbul' ismi ile yayınlanan video ile çağrısı yapılan, bu kapsamda da 2011 Kasım ayında İstanbul-Taksim'de yapılan bir gösteride [M.A.A, A.P.Ö ve H.M.A.nın] Arap Baharının bölgesel olmadığı, küresel olduğu, eninde sonunda ülkemizde de olmasını arzu ettiklerini açıkça dile getirmeleri ile başladığı, devam eden süreçte 27 Mayıs 2013 tarihi ise Gezi parkı olayları olarak adlandırılan kalkışma hareketinin sahada yoğun biçimde başladığı tarih olmuştur. O gün başlayan ve birkaç haftalık süreçte 27 Mayıs 1960 darbesi öncesini hatırlatan gelişmeler yaşanmış, halkın oylarıyla işbaşına gelmiş olan hükûmet tıpkı 27 Mayıs darbesi öncesinde olduğu gibi sokak hareketleriyle baskı altına alınmak ve devrilmek istenmiştir. Olayların başlama nedeni şüphelilerce Taksim Gezi Parkı düzenlemesi ve Topçu Kışlasının ihyası çalışmaları olarak bahane edilmiştir. Ancak ilk polis müdahalesinin ardından olayların inanılmaz bir hızla ve organizasyon çerçevesinde dakikalar içinde çok sayıda şehre yayılması da eylemlerin bir kalkışma gayreti ile planlandığını göstermektedir. Güvenlik güçlerinin bu dönemde tespit ettiği haberleşme trafiği de dikkat çekmiştir. Zello sistemi adı verilen internet tabanlı cep telefonu görüşmeleri, aynı anda çok sayıda ilde patlak veren olayların anlık gelişmediğini, planlı şekilde bir güç tarafından hükümete yönelik işlenen suçlar kapsamında yönlendirildiğini göstermiştir. Kalkışma hareketinin asıl sebebinin Adalet ve Kalkınma Partisinin izlediği iç ve dış politikalar ve ayrıca ülkemizde inşa edilmeye çalışılan büyük alt yapı atılımları ve projeleri olduğu anlaşılmıştır.
Bu süreçte, bazı gruplarca Twitter üzerinde #occupygezi (işgal etmek) ve #DirenGeziParki gibi hashtagler açılarak 'GEZİ PARKI' simgeleştirilmiş ve ısrarla 'direniş, ayaklanma vb.' çağrılar ile anılır hale getirilmiştir. Günümüzde meydana gelen bu olayları ve terörün yeniden tırmandırılmasını da değerlendirdiğimizde, yapılan bu eylemlerin hiç birinin tesadüfi olmadığı ve dış destekli, Türkiye Cumhuriyeti Devletine diz çöktürme operasyonu olduğu çok açık ve net olarak gözükmektedir. Bu kapsamdaki olaylar ile ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılan soruşturmada;
Soruşturma kapsamında elde edilen deliller ve ülke çapında meydana gelen olaylara genel olarak bakıldığında; söz konusu eylemlerin gelişi güzel ortaya çıkmadığı, bir organizasyon dahilinde, sistemli ve planlı olarak yürütüldüğü, görünürde demokratik hak ve masum protesto gösterileri şeklinde lanse edilmesine rağmen, asıl amacın; yurt genelinde kaos ve kargaşa ortamı meydana getirilmesi ve bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı kalkışmanın amaçlandığı anlaşılmıştır.
...
Gezi Parkı kalkışmasında; 'OCCUPY (İŞGAL)' hareketi olarak bilinen teorisyenliğini [Gen.S.nin] yaptığı sözde 'Sivil Başkaldırı' yönteminin kullanıldığı görülmüş, 'Sivil Başkaldırı' yönteminin uygulamasında ise OTPOR (Direniş) adlı örgütün uluslararası eylem eğitimleri veren birimi CANVAS'nin ön planda olduğu anlaşılmış, finansörünün de [Geo.S.nin] olduğu basında yer almıştır. [Gen.S.nin] yazdığı 'Diktatörlükten Demokrasiye' isimli kitapta yer alan (198) maddelik eylem faaliyetlerinin, Türkiye’de yapılan GEZİ EYLEMLERİ (KALKIŞMASI) kapsamında birebir uygulandığı tespit edilmiştir.
OTPOR örgütünün sembolü olan 'Havaya Kaldırılmış Yumruk' ambleminin eylemlerde yoğun bir şekilde göze çarptığı ve sosyal medya araçlarının kitleleri harekete geçirmek için etkin bir şekilde kullanıldığı görülmüştür. Halk ayaklanmaları neticesi devrimlerin gerçekleştirildiği eski Doğu Bloku ülkeleri ve Arap ülkelerinde yaşanan süreçlerle ülkemizde yaşanan Gezi Parkı Eylemleri (Kalkışması) sürecinin birebir örtüşmesi, ülkemizde yaşanan olayların da uluslararası destekli yapılanmalar tarafından düzenlendiğini göstermiştir.
Eski Doğu Bloku ülkeleri ve Arap ülkelerinde yaşanan halk ayaklanmalarında uluslararası finans spekülatörü olarak tanınan [Geo.S.nin] önemli bir aktör olduğu, bu ülkelerde yaşanan devrim süreçlerine [Geo.S.nin] çok büyük finansal destek sağladığı basına da yansımıştır. [Geo.S.nin] kurduğu, dünya çapında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşu OPEN SOCİETY INSTITUTE'nin Türkiye’de [A.T.] Vakfı bünyesinde faaliyetlerini devam ettirdiği bilinmektedir. [Geo.S.nin] GEZİ Kalkışması sürecine etkisi gerek basında gerekse siyasi ve akademik çevrelerde çokça konuşulmuş, bu nedenle [A.T.] Enstitüsü kurucusu [Geo.S.nin] ayaklanmaların yaşandığı diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde yaşanan Gezi Kalkışması sürecinde de etkin olduğu anlaşılmıştır.
..."
iii. Gezi Parkı olaylarında ön plana çıkan şahıslar ile OTPOR/CANVAS eğitmenleri arasında irtibat olduğu ifade edilmiştir. Bu bağlamda OTPOR yöneticilerden I.M.nin 18-21 Haziran 2012 tarihlerinde Türkiye'ye geldikten sonra 7-15 Temmuz 2012 tarihlerinde Mısır'a gittiği, aynı tarihlerde Gezi olaylarında ön planda bulunan M.A.A.nın vebu şahısla birlikte hareket eden A.P.A., D.A., H.M.A. ve M.O.E.nin I.M.den halk ayaklanmasıyla ilgili olarak eğitim almak üzere Mısır'da bulundukları ileri sürülmüştür. Aynı zaman dilimi içinde M.O.K.nın da -yaklaşık yirmi beş günlük süreçte- Gezi olaylarının koordine edilmesi maksadıyla Belçika, Almanya ve ABD'ye gittiği vurgulanmıştır. M.O.K.nın daha sonraki süreçte de Fransa, Belçika, Ermenistan, Macaristan ve Fas'a gittiği iddia edilmiştir.
iv. İddianameye göre M.A.A. ve birlikte hareket ettiği A.P.A., D.A., H.M.A. ve M.O.E. Mısır'dan Türkiye'ye döndükten hemen sonra (30/7/2012 tarihinde) “Mi Minör” isimli bir tiyatro oyununun provaları başlamıştır. Şüphelilerden H.M.A.nın yazdığı ve M.A.A.nın yönetmenliğini yaptığı oyunda izleyici sosyal medya aracılığı ile temsilî ülkenin başkanına karşı ayaklanmaya teşvik edilmektedir (Oyunda Pinima adlı bir ülke ve bu ülkenin başında zalim bir diktatör bulunmaktadır. Diktatörün itici demokrasi konuşmaları, tutuklamalar, adam öldürmeler, susturmalar, bağrışmalar halkın canını sıkar ve halk, başkana karşı ayaklanır. Bu esnada seyirciler tarafından akıllı telefonlar aktif olarak kullanılır ve sosyal medyada izleyiciler başkan aleyhine mesajlar yazarak isyan ederler.). Bu oyun ile Gezi olaylarının provasının yapıldığı iddia edilmiştir.
v. Gen.S.nin belirlediği ve OTPOR/CANVAS hareketinin uygulandığı 198 şiddetsiz protesto ve ikna yönteminin Gezi olayları sırasındaki eylemlerle bire bir eşleştiği iddia edilmiştir. Geo.S.nin finanse ettiği OTPOR'un da bu olaylarda ön planda yer aldığı, M.O.K.nın da Geo.S.nin Türkiye'deki bağlantısı ve A.T. Vakfı üzerinden para aktardığı kişi olduğu ifade edilmiştir. OCCUPYTURKEY ve AYAKLAN İSTANBUL faaliyetleri iddianamede aşağıdaki şekilde anlatılmıştır.
"Kalkışmanın başladığı ilk tarihlerde gösteri grubunun önünde polisle tartışan bazı kişilerin taktığı kasklarda ve giydikleri tişörtlerde #OCCUPYTURKEY yazısı yer almaktadır. Gösterilerin temel olarak örgütlendiği alan olan Twitter‘da en çok kullanılan etiketlerden birisi #occupyturkey’dir. Söz konusu hashtag 28 Mayıs 2013 günü başlatılmış ve hashtag’in altında toplam 500.000 civarında Twit atılmıştır. Türkiye ve dünya gündemi Twitter listesinde ise günler boyunca en üstte #DirenGeziParkı hashtag’i bulunmaktadır.
Facebook'ta ise #OccupyTurkey adlı sayfa, bu kalkışma hakkında en hızlı bilgilerin paylaşıldığı, güncel gelişmelerin aktarıldığı sayfa olmuştur. Kalkışmanın gidişatının yönlendirildiği sayfaya bir iki gün içerisinde on binlerce üye kaydolmuştur.
Gezi kalkışmasının, başından itibaren en etkili bir parçası olan 'OccupyTurkey' sayfasının tam adresine bakıldığında; facebook.com/DirenAnadolu ibaresi karşımıza çıkmaktadır. Görüldüğü üzere sayfa Aralık 2012'de kurulduğunda 'DirenAnadolu' bağlantı adını seçerken, livestream adlı video-yayın sitesindeki hesaplarının adı da 'revoltistanbul'dur. 'Revolt' İngilizce; 'ayaklan' veya 'diren' demektir. Yani sayfa ilk kurulduğunda "diren" sözü belirlenmiştir. Türkiye'de ve dış dünyada en çok kullanılan #DirenGeziParkı" hashtag’i de buradan çıkmıştır.
'Occupy Turkey' sayfası, ODTÜ'de 18 Aralık 2012 tarihinde başlayan ve günlerce süren öğrenci eylemleri sırasında kurulmuştur. Kamuoyunu günlerce meşgul eden ve polisin uygulamalarının Gezi kalkışmasında da olduğu gibi tartışma konusu yapıldığı o tarihteki paylaşımlara bakıldığında söz konusu grubun ODTÜ'ye destek eylemlerine de yön vermeye çalıştığı gözlenmiştir. Grubun ODTÜ olaylarına karşı gelişen tepkilerle de bir halk hareketi oluşturmayı düşündükleri ve sayfayı o dönemde açtıkları değerlendirilmiştir. Kısaca ülkemizde 2012 yılı içerisinde OTPOR/CANVAS denetiminde, şüphelilerin oluşturduğu kolektif yapı tarafından bir halk hareketi için defalarca nabız yoklanmıştır. [Occupy Turkey’in 15 Mayıs 2013 tarihli eylem çağrısı görüntüsüne yer verilmiştir.] Aslında 'OccupyTurkey' facebook sayfası Aralık 2012 tarihinde kurulmadan çok önce, Wall Street eylemlerinin başladığı dönemde ülkemizde Ekim 2011’de "Ayaklan İstanbul/Occupy İstanbul" adıyla başka bir sayfa daha oluşturulmuştur. Sayfa üyeleri bu tarihten itibaren çeşitli aralıklarla'Revolt (Ayaklan) İstanbul' eylemleri düzenlemişlerdir. [Occupy İstanbul’un 29 Mayıs 2011 tarihli eylem çağrısına yer verilmiştir.]. OTPOR/CANVAS’ın ülkemizde uygulamayı planladığı senaryonun aktörleri genel olarak kamuoyunda muhalif kimlikleri ile tanınan sanatçılar, reklamcılar, ajans sahipleri çalışanları ile sosyal medya ve bilişim uzmanlarıdır. Söz konusu şahısların Otpor lideri [İ.M.] isimli ve Sırp uyruklu şahsın öncülük ettiği bir grup tarafından eğitildiği, kalkışma öncesinde farklı mecralarda çeşitli oyun, etkinlik ve eylemlerle prova yaptıkları ve Gezi kalkışmasının ilk gününden itibaren meydanlarda ve sosyal medyada en önde oldukları görülmüştür.
Ülkemizde gerçekleşen kalkışmada ön plana çıkan şahıslar ile farklı ülkelerde meydana gelen olayları organize ettikleri bilinen OTPOR/CANVAS eğitmenleri arasında irtibat olduğu tespit edilmiş olup, bu bağlamda; OTPOR yöneticilerden [İ.M.in], 18-21 Haziran 2012 tarihleri arasında ülkemizde bulunduğu, devam eden süreçte şahsın Mısır ülkesinde olduğu sırada Gezi Parkı Eylemlerinde ön planda bulunan [M.A.A.] ve birlikte hareket ettiği şahısların 07-15 Temmuz 2012 tarihleri arasında Mısır’ın başkenti Kahire’de bulundukları anlaşılmıştır. Aynı zaman dilimi içerisinde [A.T.] Vakfı yönetim kurulu üyesi olan [M.O.K.nın] da yaklaşık 25 günlük süreç içerisinde önce Belçika ardından Almanya ülkesine ardından da Amerika Birleşik Devletlerinde ve sonrasında da yeniden Almanya ülkesinde olduğu tespit edilmiştir.
Dolayısıyla şahısların Kahire'de bulundukları bu dönemde OTPOR yöneticisi [İ.M.den] halk ayaklanması ile ilgili eğitim aldıkları, yine [M.O.K.nın] ise bahsi geçen seyahatleri ile kalkışma hareketinin bir başka ayağının koordinesi maksadıyla Belçika, Almanya ve Amerika Birleşik Devletlerinde bulunduğu tespit edilmiştir.
..."
vi. İddianamede 16 şüphelinin hiyerarşik ve iş bölümüne dayanan ama çok sıkı olmayan bir ilişki içinde bulunduğu, Gezi Parkı eylemlerini toplumsal eylem ve kaosa dönüştürülmek istenen olaylar sürecinin başlangıç noktası olarak belirlediği ve bu doğrultuda çalıştığı ileri sürülmüştür. Profesyonel eylemci yetiştirmek amacıyla gizli ve açık toplantılar düzenledikleri, eğitim çalışmaları yürüttükleri, sosyal etkinlikler düzenledikleri, Avrupa kurumlarında görev yapan kişilerle görüşerek Gezi eylemleri lehine kamuoyu oluşturma çabasına giriştikleri iddia edilmiştir.
vii. Başvurucunun TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde bulunduğu, ayrıca Taksim Dayanışmasının sözcülerinden biri olduğu, M.O.K., H.H.G. ve A.M.Y. ile irtibatlı olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun aşağıda belirtilen dosyanın diğer sanıkları olan kişilerle belirtilen tarihler arasında iletişim kurduğu tespit edilmiştir. Bu kapsamda A.M.Y. ile 25/1/2011-10/6/2013 tarihleri arasında beş, Ç.M.U. ile 12/6/2013-28/6/2013 tarihleri arasında yirmi iki, H.H.G. ile 26/6/2013-29/6/2013 tarihleri arasında beş, M.A.A. ile 4/6/2013-7/6/2013 tarihleri arasında altı, M.O.K. ile 10/6/2013-11/6/2013 tarihleri arasında dört, Ş.C.A. ile 2/6/2013-27/6/2013 tarihleri arasında on yedi arama ve aranma kaydı bulunduğu belirtilmiştir. Bu kayıtlara dayanılarak başvurucunun Gezi Parkı olaylarının başladığı 28/5/2013 tarihinden önce diğer şüphelilerle irtibat kurduğu ve birlikte çeşitli faaliyetlerde bulunduğu ileri sürülmüştür.
viii. Öte yandan soruşturma belgelerinde, M.O.K.nın yönlendirmesiyle H.H.G. ve Y.A.nın "Gezi Parkı eylemlerini derinleştirmek, yaygınlaştırmak ve profesyonel eylemci yetiştirmek" amacıyla çeşitli çalışma gruplarında yer aldıkları ve Gezi olayları sonrası oluşan toplumsal hareketliliği amaçları doğrultusunda yönlendirme gayesiyle İstanbul ve Türkiye genelinde düzenlenen forumlara katıldıkları belirtilmiştir. Bununla birlikte Taksim semtinde yer alan "Garaj İstanbul" adlı mekânda farklı tarihlerde düzenlenen forum ve toplantılara Taksim Dayanışması üyeleri olan başvurucu ve Ş.C.A.nın da katıldığı, Taksim Dayanışmasının forumların tek çatı altında toplanmasına yönelik koordinasyon çalışmaları yaptığı [bu konudaki Yargıtay değerlendirmesi için bkz. § 24/iii, (1)], alınan kararların Taksim Dayanışmasına ait sosyal medya hesaplarından paylaşıldığı, bu kapsamda başvurucunun A.B.A.dan sosyal medya hesabının şifresini istediğine dair bir telefon görüşmesinin [bu konudaki Yargıtay değerlendirmesi için bkz. § 24/iii, (4)] mevcut olduğu belirtilmiştir.
ix. Ayrıca başvurucunun Taksim Dayanışmasının yönetim toplantılarına katıldığı, Gezi Parkı eylemlerinde aktif görev aldığı, basın açıklamaları yaptığı ve şahsına ait sosyal medya hesabı üzerinden eylemlere katılım çağrısı içeren, provokatif nitelikte olduğu iddia edilen paylaşımlarda bulunduğu iddia edilmiştir.
x. İddianameye konu teknik takip çalışmalarında başvurucu hakkında bazı tespitlerde bulunulmuştur. Bu tespitler ve bazı tespitlere konu basın açıklamaları şöyledir.
- 5/7/2013 tarihinde başvurucunun bir şahısla birlikte saat 15.25 sıralarında Beşiktaş ilçesindeki ofisinin bulunduğu binaya girdikleri, akabinde saat 19.11 sıralarında Fransız bir gazetecinin yanındaki iki şahısla birlikte başvurucunun ofisinin bulunduğu binaya girdikleri tespit edilmiştir.
- 6/7/2013 tarihinde İstiklal Caddesi civarında başvurucu ile Ş.C.A.nın Taksim Dayanışması pankartı taşıyan ve polis önünde slogan atan bir grubun yanında basın açıklaması yapan kişilerle birlikte bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu aynı zamanda 6/7/2013 tarihinde basın açıklaması da yapmıştır. Açıklamanın içeriği şöyledir:
"Gezi Parkı, park olarak kalmalıdır. Taksim Gezi Parkı’na Top[ç]u Kışlası adı altında ya da başka herhangi bir yapılaşma olmayacağını, projenin iptal edildiğine dair resmî bir açıklama yapılmasını, Atatürk Kültür Merkezinin yıkılmasıyla ilgili girişimlerin durdurulmasını, Taksim Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı direnişten başlayarak halkın en temel demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan ve uygulayan, binlerce insanın yaralanmasına, yurttaşlarımızın ölmesine neden olan sorumlular, başta İstanbul, Ankara, Hatay valileri ve Emniyet müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmasını, gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanımının yasaklanmasını, ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımızın derhâl serbest bırakılmasını, haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin açıklama yapılmasını, 1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarda, kamusal alanlarda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiilî engellemelere son verilmesini, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz."
-31/8/2013 tarihinde İzmir Aliağa'da düzenlenen Barış ve Emek Şenlikleri kapsamında başvurucunun Ş.C.A. ile birlikte etkinliğe katılarak konuşma yaptığı belirtilmiştir.
- Başvurucu, ayrıca 16/11/2013 tarihinde B.E.nin babası ve avukatının açıklamaları akabinde basın açıklaması yapmıştır. Açıklamanın içeriği şöyledir:
"Merhabalar arkadaşlar, bugün [B.] için buradayız ve [B.] için adalet istiyoruz. Taksim Dayanışması olarak, hepinizin bildiği gibi, kaybettiğimiz yedi canımız ve şu anda hastanede yatmakta olan [B.] için ve bunların sorumlularının yargılanması için bizler mücadele etmeye devam edeceğiz. Bizler bugüne kadar Taksim’de ve tüm Türkiye’de her zaman barışçıl, hoşgörü içindeki gösterilerimizde şiddet gördük ve şiddetle karşılaştık. Şu anda bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Bir arkadaşımız şu anda eminiz ki bizi oradan görerek ve buradaki sesimizi duyarak bizim yanımıza gelmek istiyor ama bunun için adalet istiyoruz. Özellikle sorumlular hakkında, az önce avukat arkadaşımızın açıkladığı gibi, tüm sorumluların yargılanmasını bekliyoruz. Taksim Dayanışması’nın talepleri hâlâ karşılanmadı. Bu taleplerin takipçisi olduğumuzu ve kaybettiğimiz arkadaşlarımızın, hâlâ yaralı olan arkadaşlarımızın yanımıza dönmesi için çaba sarf edeceğimizi ve sorumluların bir an önce yargılanması için her türlü yolu deneyeceğimizi buradan tekrar ifade etmek istiyorum."
-Başvurucu, ulusal bir haber kanalında yayımlanan tarihi belli olmayan bir basın açıklaması yapmıştır. Açıklamanın içeriği şöyledir:
"Arkadaşlar, Gezi Parkı, park olarak kalmalıdır. Taksim Gezi Parkı’na Top[ç]u Kışlası adı altında ya da başka herhangi bir yapılaşma olmayacağını, projenin iptal edildiğine dair resmî bir açıklama yapılmasını, Atatürk Kültür Merkezinin yıkılmasıyla ilgili girişimlerin durdurulmasını, Taksim Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı direnişten başlayarak halkın en temel demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan ve uygulayan, binlerce insanın yaralanmasına, yurttaşlarımızın ölmesine neden olan sorumlular, başta İstanbul, Ankara, Hatay valileri ve Emniyet müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmasını, gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanımının yasaklanmasını, ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımızın derhâl serbest bırakılmasını, haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin açıklama yapılmasını, 1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarımızda, kamusal alanlarımızda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiilî engellemelere son verilmesini, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
Bunun yanı sıra 27 Mayıs 2013 saat 22.00'dan bu yana ülkemizin meydanlarında, caddelerinde, sokaklarında ve tüm kamusal alanlarında yükselen tepkilerin içeriğinin, ruhunun, beklentilerinin, taleplerinin yetkililer tarafından fark edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yaşananları marjinallikle açıklamaya çalışmak, görmezden gelmek anlamına gelir. Gezi Parkı'na müdahaleyle simgeleşen iktidar anlayışının yurttaşlarımızda yaşam tarzına ve inançlarına müdahale ve hor görülme biçiminde algılandığı ve buna, kadını, erkeği, genci, yaşlısıyla büyük bir toplumsal tepki gösterdikleri; 'Biz varız, buradayız ve taleplerimiz var.' biçiminde yanıt verdikleri görülmektedir.
Yükselen bu tepkinin içeriğinin, başta 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul, AOÇ ve HES’ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve güncel olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’na ilişkin itirazların; ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşun ve barış talebinin; kadın bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakâr erkek politikalarına karşı yükselen sesin; üniversite, yargı ve sanatçılarımız üzerindeki baskılara karşı direncin; başta Türk Hava Yolları işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin; tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin; yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması istemleri olduğunu iktidar sahiplerine iletmek istiyoruz. Taksim Dayanışması."
xi. İddianamede, Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde Taksim Dayanışmasına ait sosyal medya hesabından yapılan çeşitli paylaşımlara yer verilmiş olmakla birlikte başvurucunun kendi sosyal medya hesabından paylaştığı ve iddianamede delil olarak gösterilen paylaşımlar şunlardır:
- “Bugün 19.00 da Gezi Parkını savunmak için Taksim Gezi Parkı Harbiye Bölümünde buluşuyoruz.” (28 Mayıs 2013)
- “Gezi Parkı, Kanal İstanbul derken Bir Kent Cinayeti 3. Köprü İhalesi bugün yapılıyor. Spoi.st.org/odadan-haberle” (29 Mayıs 2013)
- “#DirenGeziParkı Saat 10’da Taksim dayanışması, Divan Oteli önünde basın açıklaması yapacak, gelin ve Taksime sahip çıkın.” (30 Mayıs 2013)
- “Bugün Saat 19.00 da Taksim Dayanışması Taksim Meydanında yeniden buluşuyor ve Gezi Parkına yürüyor.” (31 Mayıs 2013)
- “#direngeziparkı Tüm Türkiye Taksim Dayanışmasına destek için sokağa çıkıyor. Her neredeysen haydi sen de polis şiddetine karşı ses çıkar.” ( 31 Mayıs 2013)
- “#direngeziparkı İstanbul Taksim için direniyor, bu gece tüm İstanbul ayakta ve pencerelerinden tencere tava çalıyor.” (31 Mayıs 2013)
- “DUYURU: Taksim Dayanışması Taksimde Makina Muh. Odasında Beşiktaş Yıldızda Elektrik Muh. Odasında tıbbi acil yardım sağlıyor #direngeziparkı” (1 Haziran 2013)
- “Taksim Dayanışması saat 3 te Gezi Parkı halka açılmalı, polis şiddeti sona erdirilmeli talepleri ile sizi meydana çağırıyor #direngeziparkı” (1 Haziran 2013)
-“DUYURU: Taksim dayanışmasının gözaltılar konusunda hukuk danışma bürosu tel. 02122448917 İstiklal cad. Mis sokak.” (01 Haziran 2013)
- “#direngeziparkı saat 14.00 da gezi parkında şenliğimizde buluşuyoruz. Gezi parkını, taksimi dans ederek şarkılarımızla savunuyoruz.”(02 Haziran 2013)
- “Ankara’da ve diğer tüm kentlerimizde devam eden polis şiddeti derhal son bulmalı. #direnturkiye” (02 Haziran 2013)
- “Taksim Dayanışması yarın saat 16.00 da halkın sesini ve taleplerini aktarmak için bir miting düzenliyor. #milyonlartaksime” (15 Haziran 2013)
- “Gezi Parkı ahalisi, Taksim Dayanışması’nda kendilerinin temsilinin sağlanması amacıyla forumlarda temsilcilerini belirliyor.” (19 Haziran 2013)
- “Polis müdahalesi Taksim Dayanışması görüşme süreci, polisin alan baskını ve şiddeti hakkında basın açıklaması yaparken şiddetlendi.” (15 Haziran 2013)
- “İnsanlar tazyikli su ile yanıyor, revir onu vücudu yanık insanlarla dolu. Su içinde asit olduğu söyleniyor.” (16 Haziran 2013)
- “DİSK ve KESK yarın için genel grev kararı aldı. TMMOB, TTB ve TDB yarınki genel grev kararını desteklediğini açıkladı. #direngeziparkı” (16 Haziran 2013)
- “Bugün 21’de Beşiktaş ahalisi Abbasağa Parkı’nda, Elmadağ - Harbiye ahalisi Maçka Parkı’nda, Kadıköy ahalisi Yoğurtçu Parkı’nda, Cihangir’de…”(24 Haziran 2013)
- “Ahalisi Cihangir Parkı’nda. Ümraniye ahalisi Çarşı Parkı’na ses çıkarıyor ve özgür forumlarda buluşuyorlar.”(24 Haziran 2013)
- “Bağdat Cad. ahalisi Göztepe Parkı, Bahçelievler ahalisi Egemenlik Parkı’nda olacak. Diğer mahalle forumlarını Taksim Dayanışması’na bildirin.” (24 Haziran 2013)
- “Yarın saat 14’te Galata sakinlerinin operasyonu ile Galata Kulesi’nde ayakkabılarımızı bırakıyor, anmaya katılıyoruz.”(25 Haziran 2013)
- “Taksim’de olamayıp, yürekleri Taksim’de atanlara; Taksim’den canlı yayın: odatv.com/n.php?n=taksim…” (22 Haziran 2013)
- “Foti Benlisoy’dan Gezi Parkı Hareketi’nin siyasi geleceği hakkında. Kalemine sağlık Foti.” (23 Haziran 2013)
- “Tencere tava sesleri ile Abbasağa Parkı forumu başlıyor. İlk günkü heyecanla forumlar devam ediyor.” (24 Haziran 2013)
- “Kenti için, barış ve demokrasi için sokağa çıkanlar bugün Lice için sokakta. ‘Barış sürecini tıkıyorlar’ diyenler nerede? #direnlice” (28 Haziran 2013)
- “Bugün eşcinsel dostlarımız Taksim’de yürüyor. Ben gelmiyorum ama siz yalnız bırakmayın. Haydi kalkın ayol, bir saat kaldı. #direnayol” (30 Haziran 2013)
- “@selimucarcam bu tespitiniz ile suç duyurusunda bulunabilirsiniz. Biz yarın Çağlayan’da kendimizi ihbar ediyoruz. Bekleriz.”(01 Temmuz 2013)
- “Kayıplarımızı anmak, taleplerimizi hatırlatmak, şiddeti kınamak üzere Cumartesi 19.00’da mahkemenin gerekçeli kararıyla Taksim’de buluşuyoruz.” (05 Temmuz 2013)
- “Taksim Dayanışması yarın sabah 10.30’da Taksim Hill Otel’de bugün yaşanan polis şiddeti ve gözaltılar hakkında basın açıklaması yapacak.”(07 Temmuz 2013)
- “Gaziantepliler de Çamlık Parkı’nı geri aldı. Vali açıklama yaptı fakat imar planlarının da değişmesini bekliyoruz. #direncamlıkparkı”(08 Temmuz 2013)
- “Gaziantepliler bu akşam saat: 20.30’da Çamlık Parkı’nda yaşanan gelişmeleri tartışmak üzere Çamlık Forumu’nda toplanıyor. #direncamlıkparkı”(08 Temmuz 2013)
- “@Pendikbosnafrm tabii ki memnuniyetle lakin şu an Gaziantep’teyim. @spoiist ile iletişim kurabilir misiniz?” (12 Temmuz 2013)
- “@Atilla_Atilla tepkiler çok güzel, çok güzel insanlarla tanıştım, çok güzel sofralara konuk oldum. Memleketin her kentinde mücadele sürüyor.” (14 Temmuz 2013)
- “Taksim Dayanışması’nın bugün için yapmış olduğu bir çağrı yok. Bu yöndeki haberler gerçek dışı ve yapılan çağrılar kurumsal değil.”(24 Ağustos 2013)
xii. İddianamenin 490. ve devamı sayfalarında başvurucunun iletişiminin dinlenmesine ilişkin çok sayıda kayda yer verilmiş olmakla birlikte bu konuşma kayıtlarının somut olayla bağlantısına dair herhangi bir değerlendirme veya açıklamada bulunulmamıştır.
13. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada (E.2019/74) başvurucunun Mahkemeye sunduğu 25/6/2019 tarihli savunması özetle şöyledir:
i. İddianamenin içinde bulunulan dönemin koşullarında hukuki güvenceler gözetilmeksizin hazırlandığını, bir meslek odası yöneticisi olarak yürüttüğü görev kapsamında ve kentsel mekâna sahip çıkma çerçevesinde gerçekleştirdiği faaliyetler nedeniyle yargılandığını ifade etmiştir. Taksim Meydanı'nı ve Gezi Parkı'nı koruma amacıyla bir kent suçuna karşı verilen mücadelenin sonucu olarak hakkında cezai sürecin başlatıldığını beyan etmiştir. Şehir ve bölge planlama alanında lisans eğitimini tamamladıktan sonra meslek ilke ve sorumluluklarını esas alarak TMMOB Şehir Plancıları Odasına üye olduğunu, ardından İstanbul Şubesi Yönetim Kurulunda sekreter yardımcısı olarak görev yaptığını belirtmiştir. 2010 yılında Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanlığına seçildiğini ve bu görevi sürdürdüğünü, Gezi Parkı eylemleri öncesinde Kültür ve Turizm Bakanlığında görev yaptığını, hâlihazırda Mimar Sinan Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştığını ifade etmiştir.
ii. Gezi Parkı'na ilişkin gelişmelerin söz konusu alana dair yapılaşma tehdidinin gündeme gelmesiyle birlikte planlama ilkeleri doğrultusunda başlatılan hukuki süreçler neticesinde kamuoyunun dikkatine sunulduğunu, bu süreçte Taksim Dayanışması çatısı altında bir araya gelen kurumlar arasında yer alan TMMOB ve Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi adına sürece dâhil olduğunu belirtmiştir. Gezi Parkı'nın kent merkezindeki son kamusal yeşil alanlardan biri olması sebebiyle yapılaşmaya karşı bir mücadele yürütüldüğünü, bu kapsamda İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından askıya çıkarılan imar planlarına karşı meslek odası olarak her yıl çok sayıda dava açtıklarını beyan etmiştir.
iii. Taksim Dayanışmasının Gezi Parkı'nda yapılaşmayı öngören imar planlarının askıya çıkarılması üzerine demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla 29/2/2012 tarihinde kurulduğunu ifade etmiştir. Dayanışmanın temel hedefinin Taksim Gezi Parkı'nın yapılaşmaya açılmasının önlenmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi olduğunu belirtmiştir. Taksim Dayanışmasının yöneticisiz ve lidersiz bir yapıya sahip olduğunu, birçok kurumun Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'nı korumak amacıyla ortak bir çatı altında bir araya geldiğini, ortak kararlar alınarak uygulamaya geçirildiğini ifade etmiştir. Dayanışmanın sekretaryasının iki meslek odası olan Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası tarafından yürütüldüğünü, ayrıca TMMOB, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve İstanbul Tabip Odasının (İTO) da genişletilmiş sekretarya bünyesinde yer aldığını açıklamıştır. Dayanışmanın herhangi bir hiyerarşik yapılanma taşımadığını, katılımın bireysel değil kurumsal temsil yoluyla gerçekleştiğini, alınan kararların ortaklaştığını ve bu kararların kamuoyuna iletilmesinde koordinasyon görevi üstlenildiğini, kendisinin ve diğer meslek odalarının da bu çerçevede sürece dâhil olduğunu belirtmiştir.
iv. Gezi Parkı'nda ağaçların kesilmesi yönündeki fiilî müdahalenin başlamasının ardından tamamen barışçıl yöntemlerle Gezi Parkı'nın korunmasına yönelik faaliyetlere geçildiğini ve açıklamalar yapılarak kamuoyunun bilgilendirilmesinin amaçlandığını dile getirmiştir. Gezi Parkı sürecinde Taksim Dayanışması aracılığıyla kamuoyuna altı başlık altında iletilen taleplerin, barışçıl ve demokratik nitelikte olduğunu belirtmiştir. Bu talepler şöyledir: Gezi Parkı park olarak kalmalı, Topçu Kışlası projesinin iptal edildiği açıklanmalı, olaylarda sorumluluğu bulunan yetkililer istifa etmeli ya da haklarında soruşturma başlatılmalı, gaz bombası kullanımı yasaklanmalı, gözaltına alınan vatandaşlar serbest bırakılmalı, ifade özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Bu taleplerin hiçbirinin şiddet içermediğini, mevcut olayları sonlandırmayı amaçladığını ve demokratik hak kullanımı kapsamında dile getirildiğini, iddianamede bu açıklamalara yer verilmediğini ifade etmiştir. Toplumun vicdanını harekete geçiren, kamu gücünün orantısız şekilde kullanılması sonucu ortaya çıkan mağduriyetlerin ve ifade edilen hak taleplerinin Anayasa'nın güvencesi altında olduğunu savunmuştur.
v. Dosya kapsamında temin edilen -niteliği dosyadaki bilgi ve belgeler kapsamında anlaşılamayan- analiz raporunda Taksim Dayanışmasından ve kendisinden bahsedilmediğini, hükûmeti devirmeye teşebbüs suçunu işlediğine dair herhangi bir eyleminin veya yönlendirmesi olmadığını, tüm açıklamaların demokratik hak taleplerini ifade etmeye yönelik olduğunu, söz konusu yapıların hiçbir şekilde hükûmete karşı kalkışma ya da cebir kullanma niyeti taşımadığını vurgulamıştır. Sürece ilişkin olarak kamuoyuyla paylaşılan açıklamaların tamamının demokratik düzlemde yapıldığını, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin hedef alınmadığını, aksine devlet yetkilileriyle diyalog yollarının açık tutulduğunu ifade etmiştir. Dayanışmanın yalnızca tercümanlık ve kamuoyuna duyuru görevini üstlendiğini, yasa dışı bir örgütlenme niteliği taşımadığını, hiyerarşik yapılanması olmadığını, katılımın gönüllü ve kurumsal düzeyde gerçekleştiğini belirtmiştir. Ayrıca Taksim Dayanışması bileşenlerinin hiçbirinin kamu malına zarar verilmesiyle ilgili bir yönlendirmede bulunmadığını, meydana gelen zararların kimin tarafından gerçekleştirildiğinin belirlenemediğini, kamuya ait alanlarda meydana gelen tahribatın Gezi Parkı'nı savunan yapılarla ilişkilendirilmesinin ve Gezi olayları esnasında yaşananları kontrol etmesinin hukuken ve fiilen mümkün olmadığını savunmuştur.
vi. Gezi Parkı eylemleri sürecinde Taksim Dayanışmasının ve meslek odalarının katılımının ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında gerçekleştiğini, bu faaliyetlerin tamamının barışçıl ve demokratik sınırlar içinde kaldığını ileri sürmüştür. Dayanışmanın amacının kent merkezinde yapılaşmaya açılması planlanan Gezi Parkı'na ilişkin olarak kamuoyunu bilgilendirmek ve kamuoyunda farkındalık oluşturmak olduğunu belirtmiştir. Eylemler sırasında herhangi bir cebir, şiddet veya kamu düzenini bozmaya yönelik çağrıda bulunulmadığını, Dayanışmanın herhangi bir yasa dışı örgütle bağlantısı olmadığını ve hükûmete yönelik bir kalkışma ya da darbe teşebbüsünde bulunduğuna ilişkin iddiaların tamamının somut delilden yoksun olduğunu belirtmiştir. Bu süreçteki konumunun sadece temsil ettiği meslek odasındaki görevi çerçevesinde olduğunu, Taksim Dayanışmasının bir karar alma ve yürütme organı değil, farklı kurumların ortak açıklamalarını kamuoyuyla paylaşan bir platform olduğunu vurgulamıştır.
vii. Gezi Parkı'na ilişkin müdahalenin projede yer almayan bir yaya yolunun açılması amacıyla Asker Ocağı Caddesi üzerindeki ağaçların kesilmesiyle başladığını, ilk gün bu ağaçların kesilmesinin gönüllüler tarafından engellendiğini ancak ertesi gün polis gözetiminde iş makinelerinin yeniden alana geldiğini, müdahaleye rağmen ağaçların kökleriyle birlikte değil koparılarak yerlerinden çıkarıldığını gözlemlediklerini belirtmiştir. Bu gelişmeler üzerine parkta bulunan topluluğun şantiye şefiyle görüşmek istemesi sırasında herhangi bir taşkınlık ya da arbede yaşanmamasına rağmen polis tarafından biber gazı sıkıldığını ve fiziksel şiddet uygulandığını, bu orantısız müdahaleyle birlikte kalabalığın artmaya başladığını, kamuoyunun yaşananlara tepki gösterdiğini, İBB tarafından ağaçların başka bir yere taşındığı yönünde açıklama yapılsa da ağaçların teknik olarak sökülmeyip koparılarak yerlerinden çıkarıldığını belirtmiştir.
viii. Aynı gün Başbakan tarafından düzenlenen temel atma töreninde yapılan açıklamalarda Gezi Parkı'nda yapılan eylemlere ilişkin olarak “Biz laf üretmiyoruz, biz iş üretiyoruz. Ne yaparsanız yapın, karar verdik, yapacağız.” şeklindeki açıklamaların hemen ardından 30/5/2013 gecesi saat 05.00 sıralarında parkta bulunan gruba karşı yeniden biber gazı ve şiddet içeren müdahalede bulunulduğunu, bunun üzerine kişilerin parkın orta alanında pasif bir oturma eylemi başlattığını ancak burada bulunanlara da tekrar biber gazı sıkıldığını, kişisel eşyalarının yakıldığı ve iş makinelerinin çalışmalarına devam ettiğini ifade etmiştir. Taksim Dayanışması tarafından kamuoyuna yapılan açıklama sırasında da polisin tazyikli su ve biber gazıyla müdahalede bulunduğunu, bu durumun kamuoyunun tepkisini büyüttüğünü ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi'ne yönelik itirazların toplumsal düzeyde kitleselleşmesine neden olduğu dile getirmiştir. Ortaya çıkan bu geniş katılımlı tepkinin herhangi bir organizasyon ya da siyasi yapı tarafından yönlendirilmediğini, farklı inançlardan, kimliklerden ve ideolojik yapılardan bireylerin kendiliğinden sokağa çıktığını, yaşananlara karşı toplumsal vicdanın harekete geçtiğini belirtmiştir. İddianamede yer verilen sol yumruk işaretinin sadece başkaldırı ve hoşnutsuzluğa hayır anlamına geldiğini ifade ederek Gezi Parkı olaylarının çeşitli kurumlardan gelen destek çağrılarından ziyade dönemin hükûmet yetkililerinin gerilimi yatıştırmaktan uzak açıklamaları nedeniyle büyüdüğünü iddia etmiştir.
ix. İddianamede ileri sürülen suçlamaların önemli bir kısmının kişisel ve mesleki ilişkiler çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin suçla irtibatlandırılmasına dayandığını ancak bu çıkarımların somut delilden yoksun olduğunu iddianamede yer alan Ş.C.A. ve A.M.Y. ile mesleki faaliyetler çerçevesinde düzenli olarak görüştüğünü, birlikte yürütülen mesleki çalışmalar nedeniyle doğal bir temas içinde bulunduğunu, Ç.M. ile sosyal çevreden kaynaklanan arkadaşlık ilişkisi bulunduğunu, M.A.A. ile ise yalnızca Gezi süreciyle ilgili olarak irtibat kurduğunu, M.O.K.yı ise yalnızca medyadan iş insanı olarak tanıdığını, kendisiyle yalnızca bir kez görüştüğünü belirtmiştir. Tek bir görüşmeyle irtibatlı olduğunun iddia edilemeyeceğini savunmuştur. Ayrıca Karaburun Bilim Kongresi'ne konuşmacı olarak katılım sağladığını, kamuya açık bir akademik etkinlik kapsamında yapılan konuşmanın içeriğinin iddianamede "Olayları Türkiye geneline yayma isteği" biçiminde sunulduğunu, bu tür bir yorumun dayanaktan yoksun olduğunu, ayrıca oda başkanı sıfatıyla sıklıkla yapılan röportajlardan birinin Fransız bir gazeteciyle yapılmasının da suç unsuru olarak değerlendirilmesinin kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir.
x. Ayrıca Gezi Parkı olayları sürecinde park boşaltıldıktan sonra halkın kendi semtlerinde oluşturduğu forumlara ilişkin olarak ise bu oluşumlarda güncel konuların görüşüldüğünü, bu forumların suçu öven veya teşvik eden bir faaliyetlerinin de olmadığını, forumlarda kendiliğinden bir araya gelindiğini, Taksim Dayanışması tarafından bu forumların yönlendirilmediğini, forumların içeriğine dair M.O.K. ile herhangi bir koordinasyonun bulunmadığını, böyle bir ilişkinin varlığı iddia edilse dahi bundan birlikte hareket edildiği sonucunun çıkarılamayacağını belirtmiştir. İddianamede delil niteliği taşımayan soyut çıkarımlarla bir ilişki ağı kurulmaya çalışıldığını ancak ne iletişim verilerinde ne de delil olarak sunulan diğer şeylerde bu yöndebir kanıt bulunmadığını ifade etmiştir. Garaj İstanbul toplantısına da herhangi bir dahlinin bulunmadığını, bu toplantıya ilişkin olarak somut bir delilin iddianameye yansıtılamadığını belirtmiştir. Sosyal medya paylaşımlarına ilişkin olarak ise paylaşımlarının herhangi bir şiddet çağrısı veya suç işlemeye tahrik içermediğini, iddianamede ODTÜ ve Hatay'da yaşanan olaylara ilişkin video kayıtlarının hatalı biçimde değerlendirildiğini dile getirmiştir. Taksim Dayanışması ve Taksim Platformunun sürekli olarak birbirine karıştırıldığını, ayrıca bu iki oluşumla ilgisi bulunmayan Taksim Dayanışması Platformu adında kurgusal bir organizasyonun da iddianamede yer aldığını savunmuştur.
xi. İddianamede yer verilen hükûmeti devirmeye teşebbüs suçlamasının hiçbir somut olguya dayanmadığını, Gezi süreci boyunca hükûmet yetkilileriyle yapılan görüşmelerin de bu suçlamayı çürüttüğünü ifade edilmiştir. Hükûmetin doğrudan davetiyle yapılan 5 ve 13 Haziran 2013 tarihli toplantılara katıldığını, bu görüşmelerin içeriklerinin iddianamede yer aldığını ancak kendisinin de bu görüşmelerde yer almasına rağmen isminin dosyaya geçirilmediğini belirtmiştir. Ayrıca Gezi sürecine ilişkin olarak Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan raporda provokasyonun anlatıldığını, o dönemde kamu gücünü kullanan bazı yetkililerin sonradan görevden alındığını ya da Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliğinden mahkûm edildiğini, eylemler sırasında meydana gelen kamu malı zararlarının cebir unsuru olarak kabul edilemeyeceğini, şiddeti öven ve savunan faaliyeti olmamasına rağmen cebir kullanarak kalkışmaya teşebbüs ettiği kabulünün mümkün olmadığını, hükûmetin dayanışmayı meşru olarak tanımasının da hükûmeti devirmeye teşebbüsün olmadığının kanıtı olduğunu savunmuştur. Sonuç olarak sürece dâhil olmasının meslek ilkeleri doğrultusunda meslek odası yöneticisi sıfatıyla demokratik katılım ilkesi çerçevesinde gerçekleştirildiğini, tüm faaliyetlerin anayasal hakların kullanımından ibaret olduğunu ve suç teşkil etmediğini ileri sürmüştür.
14. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi 18/2/2020 tarihinde aralarında başvurucunun da bulunduğu dokuz sanık hakkında beraat kararı (E.2019/74, K.2020/34) vermiştir. Beraat kararındaki tespit ve değerlendirmeler şöyledir:
i. Anılan kararda delillerin büyük bölümünün ilgili tape kayıtlarına dayandığı belirtilerek bu delillerin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 135. maddesi kapsamında hukuki niteliği değerlendirilmiştir. Mahkeme, soruşturma aşamasında 5271 sayılı Kanun'un 135. maddesi uyarınca 53 dinleme kararı verildiğini, ilk dinleme kararının 18/6/2013 tarihinde, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddesinde düzenlenen suç örgütü kurma ve yönetme suçuna ilişkin olarak verildiğini, 5237 sayılı Kanun'un 312. maddesinde düzenlenen hükûmete karşı suç yönünden verilmiş bir dinleme kararının ise bulunmadığını tespit etmiştir. Ayrıca anılan kararda; hükûmete karşı suçun dinleme kararlarının alındığı tarihlerde 5271 sayılı Kanun'un 135. maddesinin (8) numaralı fıkrasında yer alan yasal dinlemeye konu suçlar arasında bulunmadığını, bu suçun ancak 2/12/2014 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un 135. maddesine eklendiğini, bu tarihten sonra verilmiş bir dinleme kararının da mevcut olmadığını belirtmiştir. Bu çerçevede Mahkeme; dinleme kayıtlarının 5271 sayılı Kanun'un 206/2-a, 217/2 ve 230/1-b maddeleri ile Yargıtayın yerleşik içtihatları uyarınca hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu, "Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir." ilkesi uyarınca yasak delil kapsamında kaldığını değerlendirmiştir. Kararda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/11/2018 tarihli ve E.2016/18-1097, K.2018/591; 13/6/2006 tarihli ve E.2006/4.MD-122, K.2006/162; 3/7/2007 tarihli ve E.2007/5.MD-23, K.2007/167; 22/1/2008 tarihli ve E.2007/5.MD-101, K.2008/3 sayılı ilamları ile Yargıtay 2., 4., 13. ve 15. Ceza Dairelerinin çeşitli kararlarını dayanak olarak göstermiştir. Ayrıca dosya kapsamında yer alan ve yine soruşturma aşamasında 5271 sayılı Kanun'un 140. maddesi uyarınca alınan teknik araçla izleme kararlarının da aynı gerekçelerle hukuka aykırı olduğunu değerlendirmiştir.
ii. Mahkeme ayrıca yukarıda belirtilen gerekçesine ek olarak Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak diğer mahkemelerde görülen davalardaki tespit ve hükümlere de değinmiştir. Bu davalardan ilki, mevcut dosyada da sanık sıfatıyla yargılanan A.M.Y.nin de aralarında bulunduğu beş sanık hakkında Gezi Parkı eylemleri nedeniyle suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davadır. Bahsi geçen Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihli ve E.2014/88, K.2015/145 sayılı kararıyla sanıkların eylemlerinin anayasal toplanma, örgütlenme hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, ayrıca Taksim Dayanışması'nın suç örgütü olduğuna ilişkin olarak herhangi bir delil bulunmadığını belirterek sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar vermiştir. Anılan karar 1/6/2015 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
iii. Mahkemenin dayandığı ikinci dava ise Başbakanlık Dolmabahçe çalışma ofisi önünde toplanan grubun ofisi korumakla görevli güvenlik güçlerine yaralayıcı maddelerle saldırıda bulunması nedeniyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davadır. Davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi E.2014/201 sayılı dosyada sanıklar hakkında terör örgütü kurmak, yönetmek ve üye olmak ile Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından beraat kararı vermiştir. Anılan karar sanıkların bir kısmı yönünden kesinleşmiş, bir kısmı yönünden ise - İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin karar tarihi (18/2/2020) itibarıyla- temyiz aşamasındadır [Eldeki başvurunun incelendiği tarih itibarıyla anılan davada tüm sanıklar yönünden Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan verilen beraat kararı temyiz incelemesinde bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yeniden yapılan yargılamada da İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/12/2024 tarihli ve E.2022/17, K.2024/259 sayılı kararıyla anılan suç yönünden tüm sanıklar hakkında beraat kararı verilmiştir. Anılan kararın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iki sanık yönünden temyiz edildiği, diğer sanıklar yönünden ise temyiz edilmeksizin kesinleştiği görülmüştür.].
iv. Soruşturma evresinde tanık olarak beyanı alınan M.E. 25/11/2019 havale tarihli dilekçesiyle, tehdit edildiğini ve takip edildiğini belirterek 5271 sayılı Kanun'un 58. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca duruşmada hazır bulunma hakkına sahip olanların yokluğunda dinlenme talebinde bulunmuş; bu talebin kabulü üzerine beyanı bu şekilde alınmıştır. Tanığın ifadesine ilişkin duruşma tutanağı taraflara derhâl tebliğ edilmiş ve beyana karşı soru sormaları amacıyla taraflara iki haftalık süre tanınmış ancak bu süre zarfında herhangi bir soruya yer verilmediği anlaşılmıştır. Anılan tanığın Gezi olaylarına ilişkin olarak sanıklara isnat edilen eylemlerle ilgili olarak doğrudan bilgi ve görgüsünün bulunmadığı, sadece Gezi olayları sırasında edindiğini ileri sürdüğü bir gaz maskesini -iddianamenin düzenlenmesinden üç gün önce- Cumhuriyet Savcılığına götürdüğü, Başsavcılığın yönlendirmesi üzerine maskeyi kolluk birimine teslim ettiği anlaşılmıştır. Tanık; 2013 yılı Haziran ayındaki olaylar sırasında gaz maskesinin sanık M.O.K.ya ait olduğu iddia edilen C. adlı restorandan getirildiğini ismini bilmediği kişilerden duyduğunu, bu hususa ilişkin olarak kişisel bir görgüsünün olmadığını beyan etmiştir. Öte yandan söz konusu gaz maskesi üzerinde herhangi bir kriminal inceleme yapılmadığı gibi kolluğun cevabi yazısında da maskenin teminine ilişkin olarak herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı görülmektedir. Ayrıca tanıklar E.O.A. ve H.G.nin beyanlarında da sanıklara isnat edilen şiddet içerikli eylemlere ilişkin olarak somut bilgi veya görgülerinin bulunmadığını beyan ettikleri belirtilmiştir.
v.Son olarak karar kesinleştiğinde sanıklar hakkında halkı suç işlemeye alenen tahrik ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından kamu davası açılması için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir.
15. Anılan beraat kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi 22/1/2021 tarihli ve E.2020/573, K.2021/54 sayılı kararıyla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Dairenin bozma gerekçeleri özetle şu şekildedir:
i. İddianamede yer verilen; çeşitli basın açıklamaları, dijital materyal inceleme raporları, sosyal medya paylaşımları, HTS kayıtları, Gezi Parkı olayları sürecinde ve sonrasında katıldıkları eylem ve etkinlikler ile bu süreçte atıldığı iddia edilen sloganlar, iletişimin tespiti/dinlenilmesine ilişkin kayıtlar, fiziki takip tutanakları ve bu kayıtları doğrular nitelikteki beyanlar hükmün gerekçesinde değerlendirilmemiştir.
ii. Başbakanlık Dolmabahçe çalışma ofisi önünde "Çarşı grubu" ve diğer bazı marjinal gruplarca ofisi korumakla görevli güvenlik güçlerine karşı yaralayıcı maddelerle gerçekleştirildiği belirtilen saldırıya ilişkin olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/201 esas sayılı dosyası üzerinden görülen davada sanıklara isnat edilen eylem ile mevcut davada sanıklara isnat edilen Dolmabahçe çalışma ofisi önünde gerçekleştirilen söz konusu saldırıyı organize edip yönettikleri şeklindeki eylem arasında bağlantı bulunduğu (Her iki eylemde de sanıklar Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan yargılanmışlardır.), söz konusu dosyanın hâlihazırda Yargıtay incelemesinde derdest olduğu, bu nedenle ilgili dosyanın bir suretinin mevcut dosyaya celbi, anılan dosya hakkında verilecek kararın sonucuna göre ve gerekirse birleştirme yönü değerlendirilerek tüm delillerin birlikte takdiri suretiyle sonuca varılması gerekirken bu husus gözetilmemiştir.
iii. Suç duyurularına ilişkin olarak ise; iddianamede yer alan ve suç duyurularına konu fiiller bakımından bir anlatım bulunduğunun kabulü hâlinde bu suçlara ilişkin yasal sevk maddelerine yer verilmemesinin bu suçlardan kamu davası açılmadığı anlamına gelmeyeceği, dolayısıyla bu suçların dava konusu kabul edilerek diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dava açılmadığının kabulü hâlinde ise anılan fiiller yönünden gereğinin takdir ve ifası için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması ve kamu davası açılması hâlinde açılan davaların mevcut dosyayla birleştirilerek sonucuna göre hüküm kurulmasının gerekli olduğu ifade edilmiştir.
16. Anılan bozma kararının ardından İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin 2021/17 esas numarasına kaydedilen davada başvurucu 21/5/2021 tarihli savunmasında, Bölge Adliye Mahkemesinin bozma kararının hukuki bir temele dayanmadığını belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir. İddianamenin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş ve gerçekle bağdaşmayan delillere dayandığını iddia etmiştir. Gezi Parkı sürecinin ve bu sürece katılanların yargılanmasının demokratik bir hak arayışının cezalandırılmasına dönüştüğünü ve bu durumun kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. İlk derece mahkemesi tarafından verilen beraat kararının hukuka uygun olduğunu ve bu kararda direnilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca yargılamanın başka dosyalarla birleştirilmesine ilişkin talebe muvafakat etmediklerini ifade etmiştir.
17. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi bozma kararının gereğini yerine getirmek amacıyla davanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/201 (bozma sonrası E.2021/178) sayılı dosyasında görülen davayla birleştirilmesi yönünde öneride bulunmuştur. Nitekim İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/201 sayılı dosyada verdiği kararın temyiz incelemesini yapan (Kapatılan) Yargıtay 16. Ceza Dairesinin bozma gerekçelerinden birisi de dosyanın İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen E.2019/74 sayılı dosya ile birleştirilerek görülmesine ilişkindir. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi birleştirme önerisine Yargıtayın anılan bozma kararını gerekçe olarak göstermiştir.
18. Birleştirme talebini değerlendiren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama konusu eylemler arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğunu kabul etmiş ve 28/7/2021 tarihinde birleştirme talebine muvafakat vermiştir. Bunun üzerine İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi 2/8/2021 tarihinde davaların birleştirilmesine ve davanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2021/178 sayılı dosyası (bozma sonrası yeni esas) üzerinden devamına karar vermiştir. Ancak Mahkemenin bir üyesi, 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davanın Gezi Parkı olaylarına ilişkin ana dosya niteliğinde olduğunu, buna karşılık 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamanın yalnızca Çarşı grubu ile sınırlı olduğunu dolayısıyla mevcut yargılamanın kapsam itibarıyla daha geniş olduğunu belirterek birleştirme kararına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmamıştır.
19. Dava devam ederken İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme),21/2/2022 tarihli duruşmada daha önce birleştirme kararı verilen Çarşı grubu davasının ana dosyadan tefrikine karar vermiş; bu doğrultuda 35 sanığın dosyası ayrılarak yargılamaya devam edilmiştir.
20. Mahkeme 25/4/2022 tarihli ve E.2021/178, K.2022/178 sayılı kararıyla, başvurucunun da aralarında bulunduğu yedi sanığın Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçuna yardım etme suçundan 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve tutuklanmalarına karar vermiştir. Mahkeme bunun yanı sıra, kamu davasına konu diğer suçlara ilişkin eylemlerin, mahkûmiyet hükmüne esas alınan suçun kanuni unsuru olan cebir ve şiddet kapsamında kaldığı gerekçesiyle bu suçlara ilişkin olarak ayrıca hüküm kurulmasına yer olmadığına hükmetmiştir. Aynı karar kapsamında sanık M.O.K., Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmıştır.
21. Mahkeme, mahkûmiyet kararının gerekçesinde sırasıyla; önce tüm sanıklar hakkında iddianamede yer verilen genel nitelikte tespit ve değerlendirmeleri özetlemiş (s.491-493), daha sonra isnat edilen suçların tanımı ve kanuni unsurlarını doktrin ve Yargıtay içtihatları çerçevesinde açıklamış (s.493-503), son olarak da başvurucunun mahkûmiyetine esas teşkil eden özel gerekçelere yer vermiştir (s.527-528).
i. Mahkeme gerekçesinde, Cumhuriyet Savcılığının iddianamesi tüm sanıklar yönünden şu şekilde özetlenmiştir:
(1) İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Taksim Yayalaştırma Projesini 16/9/2011 tarihinde kabul etmesinin ardından 2011 yılı Ekim ayında dosyanın sanıklarının bir sosyal medya hesabından "Ayaklan İstanbul" adlı sayfayı oluşturdukları,
(2) 11 Kasım 2011 tarihinde ise dosyada haklarında tefrik kararı verilen sanıklardan M.A.A., A.P.A. ve H.M.A.nın yaptıkları röportajlarda "Arap Baharı’nın bölgesel olmadığını, küresel olduğunu, eninde sonunda ülkemizde de olmasını arzu ettiklerini" açıkça ifade ettikleri,
(3) 17/1/2012 tarihinde haber.sol.org.tr isimli internet sitesinde "Yeni Taksim Meydanı Diktatörlüğün Simgesi Olacak" şeklinde haber yapıldığı,
(4)2/3/2012 tarihinde Taksim Yayalaştırma Projesine karşı olarak sivil toplum kuruluşlarının Taksim Platformu Dayanışmasını (başvurucunun bu adla bir organizasyon olmadığına ilişkin savunması için bkz. 13/x) kurdukları ve 6 Haziran 2012 tarihinde ilk protestolarını gerçekleştirdikleri,
(5) Haziran 2012'de Gezi eylemlerinde işgal hareketi olarak bilinen ve teorisyenliğini Gen.S.nin yaptığı sivil başkaldırı yönteminin kullanıldığı, bu hareketin saha uygulayıcısının OTPOR ve Sırp asıllı I.M. tarafından kurulan CANVAS adlı grup olduğu, anılan oluşumun Gürcistan ve Arap dünyasında yaşanan ayaklanma ve devrimlerde etkin rol oynadığı, sosyal medyayı etkin bir şekilde kullandıkları, bu kapsamda OTPOR lideri I.M.nin 18/6/2012-21/6/2012 tarihleri arasında Türkiye'de bulunduğu,
(6) Temmuz 2012'de firari sanıklardan M.A.A., A.P.A., H.M.A. ve üçüncü şahıslar M.O. ile D.A.nın 7/7/2012 ve 15/7/2012 tarihleri arasında yurt dışında I.M. ile birlikte bulundukları, Türkiye'ye döndükten sonra 30/7/2012 tarihinde provalarına başladıkları "Mi Minör" isimli tiyatro oyununda; "Pinima adlı bir ülkede ve bu ülkenin başında zalim bir diktatör bulunduğu, bunun itici konuşmaları, adam öldürmeleri, halkın bu durumdan rahatsız olduğu ve başkana karşı ayaklandığı, seyircilerin akıllı telefonları aktif olarak kullanarak sosyal medyada başkan aleyhine mesajlar yazdığı ve isyana teşvik edildiği" şeklinde içeriklerin bulunduğu,
(7) Ayrıca firari sanıkların bazı ulusal haber kanallarına çıkarak "Twitter’la devrim olasılığı var, 140 karakterle ülkeler devriliyor, Pinima çok yabancısı olduğumuz bir yer değil, yapılamayanların bir alıştırması olur ve tiyatroya telefonlarınızla gelin" dedikleri,
(8) 13/4/2013 tarihinde "Ayağa Kalk" festivali düzenledikleri, 7/5/2013 tarihinde ise Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında bazı ağaçların sökülmesi üzerine eylemler düzenlemeye başladıkları, firari sanık M.A.A.nın; "Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı?" şeklinde paylaşım yaptığı,
(9) Taksim Dayanışmasına ait Twitter hesabından 27/5/2013 tarihinde "Sabah 7.30’dan itibaren iş makinelerine engel olmak için Taksim Gezi Parkı’nda toplanıyoruz.", 30/5/2013 tarihinde "Direniş sokaklarda devam ediyor, Taksim Gezi Parkı’na her yerden girebilirsiniz, bu daha başlangıç mücadeleye devam.", 31/5/2013 tarihinde "Polis Taksim Meydanı’nı savaş alanına çevirdi, basın açıklaması yaparken saldırdı." şeklinde paylaşımlarda bulunulduğu, "Direne direne kazanacağız, Taksim bizimdir bizim kalacak. O.Ç... Polis Park’tan defol, Hükümet istifa, Tayyip istifa..." şeklinde slogan atıldığı,
(10) 1/6/2013 tarihinde "Taksim Dayanışması, Taksim Gezi Parkı’ndaki bütün barikatları açıyor, haydi parka, evlerinizi yaralılara ve direnişçilere açın...", 2 Haziran 2013 tarihinde "Saat 14.00’te Taksim’de buluşuyoruz, Gezi Parkı direnişi kaldığı yerden devam, Gezi Parkı’nı geri aldık, taleplerimiz gerçekleşene kadar nöbetimize devam ediyoruz.", 4-5-6/6/2013 tarihlerinde "Yarın iş bırakılacak, tüm meydanlar dayanışmayla dolacak, herkesi sabah erkenden Gezi’ye bekliyoruz. Taksim Dayanışması tüm Türkiye’yi akşam 21.00’de bulunduğu yerden ses çıkarmaya çağırıyor. 21.00’de tencere tava direnişin 10. günündeyiz.", "İstanbul’u katledecek 3. köprü, 3. havaalanı, Kanal İstanbul projelerine karşı bir itiraz var, taleplerimizi almadan hiçbir yere gitmiyoruz." şeklinde mesajlar yayımlandığı, 13, 16, 17 ve 18/6/2013 tarihlerinde sürekli olarak halkı yasal olmayan toplantılara davet eden paylaşımlarda bulunulduğu,
(11) Sanıkların Gezi olaylarını organize ettikleri, bu olayların alt yapısını oluşturdukları, olayların ağaçların sökülmesiyle fiilî boyuta taşındığı, 78 ilde 746 gösteri gerçekleştirildiği, olaylar neticesinde kamuya ve özel kişilere ait çok sayıda taşınır ve taşınmaz mala zarar verildiği, bir emniyet görevlisi dâhil beş kişinin hayatını kaybettiği, yüzlerce vatandaşın yaralandığı, sanıkların bu hareket tarzıyla sosyal yapıyı analiz ederek toplumu amaçları doğrultusunda yönlendirdikleri ve bu suretle cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ettikleri değerlendirmelerine yer verilmiştir.
ii. Mahkeme,5271 sayılı Kanun'un 135. ve 140. maddeleri kapsamında verilen iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirlerinin hukukiliğini değerlendirirken, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/12/2013 tarihli ve E.2013/10-483, K.2013/599 sayılı kararındaki tespit ve değerlendirmelere atıfta bulunmuştur. Yargıtayın anılan kararında soruşturma evresinde iletişimin tespiti kararı alınırken belirlenen suç vasfının kovuşturma evresinde değişmiş olmasının tek başına söz konusu iletişim kayıtlarının hukuka aykırı delil olarak kabul edilmesini gerektirmeyeceği belirtilmiştir. Ceza muhakemesinin dinamik yapısı gereği, soruşturmanın ilerleyen aşamalarında suçun vasfında değişiklik olabileceği, bu nedenle tedbir kararının hukuka uygunluğunun kararın alındığı andaki şartlara göre değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda suç vasfındaki değişikliğin elde edilen iletişim kayıtlarının delil olarak kullanılmasına engel teşkil etmeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
iii. Mahkemenin başvurucunun cezalandırılmasına esas gerekçesi özetle şöyledir:
(1) Taksim Dayanışmasının, Gezi olayları başlamadan önce (2/3/2012 tarihinde) başvurucu ile diğer sanıklar A.M.Y. ve Ş.C.A.nın öncülüğünde kurulduğu, ilk basın açıklamasının ise Haziran 2012'de Gezi Parkı'nda gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Başvurucunun Gezi olaylarının sahadaki koordinasyonunu üstlendiği ve Taksim Dayanışmasının karar alma süreçlerinde etkin rolü olanlardan biri olduğu ifade edilmiştir.
(2) Taksim Dayanışmasının 2012 yılından itibaren sosyal medya aracılığıyla halkı eyleme davet eden ve tahrik niteliği taşıyan paylaşımlarda bulunduğu, 27/5/2013 tarihinde Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi Parkı'ndaki bazı ağaçların başka yerlere taşınmak üzere sökülmesi üzerine başvurucu ve diğer üyelerin iş makinelerinin önünü keserek parkta çadır kurdukları ve sosyal medya üzerinden halkı parka davet ettikleri, bu çağrılara başta marjinal gruplar olmak üzere çok sayıda grubun uyarak eylemlere katıldığı, bu eylemlerin zamanla kolluk kuvvetlerine yönelik saldırılara ve parkın işgaline dönüştüğü, böylece Gezi olaylarının başladığı ve Gezi Parkı'nın sembol hâline geldiği belirtilmiştir.
(3) Gezi olaylarının başlamasıyla birlikte Taksim Dayanışması üyelerinin yazılı, görsel ve sosyal medya aracılığıyla yoğun bir dezenformasyon faaliyeti yürüttükleri, kamuoyunu yanıltan paylaşımlarda bulundukları, emniyet teşkilatına yönelik yasa dışı eylemlere katılım çağrısında bulundukları değerlendirilmiştir.
(4) İddianameye ve dosya içeriğine atıf yapılarak başvurucunun Taksim Dayanışması yönetim toplantılarında eylemlerin yönlendirilmesinde aktif rol aldığı, sosyal medya hesabı üzerinden halkı Gezi eylemlerine katılmaya teşvik eden provokatif içerikler paylaştığı, yine Taksim Dayanışması çatısı altında yaptığı açıklamalarda gerçeğe aykırı bilgilerle halkı emniyet güçlerine karşı kışkırttığı ve eylemlere katılmaya davet ettiği tespit edilmiştir. Ayrıca Gezi olaylarının kamuoyu desteğini kaybetmeye başlaması üzerine başvurucunun çeşitli illerde eylemlere ilişkin olarak provokatif konuşmalar yaptığı belirtilmiştir.
(5)Başvurucunun H.H.G. ve Y.A.nın organizasyonunda gerçekleştirilen Garaj İstanbul toplantılarına sanık Ş.C.A. ile birlikte Taksim Dayanışması adına katıldığı ve forumların tek bir çatı altında toplanmasına ilişkin olarak koordinasyon faaliyetlerinde yer aldığı belirtilmiştir.
(6) HTS kayıtlarının analizine göre başvurucunun dosya kapsamındaki diğer sanıklarla iletişim kurduğu tespit edilmiştir (iletişim kayıtlarının ayrıntısı için bkz. § 12/vii). Bu kapsamda başvurucunun Gezi olaylarının başlamasının ardından M.A.A. ile 4/6/2013 tarihinde, M.O.K. ile 10/6/2013 tarihinde, ayrıca sanık M.O.K.nın sahibi olduğu A.K. adlı şirkette danışman olarak görev yaptığı belirtilen Ç.M.U. ile 12/6/2013 tarihinde ve H.H.G. ile 26/6/2013 tarihinde iletişim kurduğu belirlenmiştir. Başvurucunun A.M.Y. ile ise 25/1/2011 tarihinden itibaren iletişim kurduğu ifade edilmiştir. Ayrıca Gezi olaylarına ilişkin olarak hem toplumsal hem de küresel düzeyde algı oluşturulması amacıyla başvurucunun film, belgesel ve video çekimlerini koordine ettiği belirtilmiştir.
(7) Mahkeme, bu irtibatlar ve eylemler çerçevesinde başvurucunun Gezi olaylarının başlamasından önce de diğer sanıklarla birlikte hareket ettiğini, bu kapsamda bir plan ve senaryo doğrultusunda yürütülen kalkışma hareketinin başlatılması ve ülke geneline yayılması amacıyla faaliyette bulunduğunu, kalkışma sürecindeki provokatif paylaşımları ve çağrılarıyla şiddet olaylarının artmasına zemin hazırlayan Taksim Dayanışmasının en etkili üyelerinden biri olduğunu, bu hâliyle hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilen M.O.K.nın asli fail olduğu, suçun işlenmesine yardım ettiğini ve suçun icrasını kolaylaştırdığını değerlendirmiştir.
(8) Mahkûmiyete ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan hâkim, muhalefet şerhinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararında yer alan gerekçelerle dinleme kayıtlarının delil olarak kabul edilemeyeceğini, aksi kabul edilse dahi söz konusu kayıtları destekleyen herhangi bir somut kanıtın mevcut olmadığını ve bu kayıtların tek başına sanıkların mahkûmiyeti için yeterli olmadığını belirtmiştir. Ayrıca hâkim, sanıkların cezalandırılmasına yetecek nitelikte her türlü şüpheden uzak, somut, kesin ve inandırıcı başka bir delilin de dosyada yer almadığını ifade ederek beraat kararı verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.
22. Anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, tüm sanıklar hakkında verilen mahkûmiyete yönelik kararlarda usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurularının esastan reddine karar vermiştir.
23. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Ceza Dairesi, sanıklar A.H.A., Y.A.E. ve A.M.Y. hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçuna yardım etme fiilînden mahkûmiyetlerini gerektiren kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle anılan sanıklar yönünden mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına karar vermiştir. Öte yandan başvurucunun da aralarında bulunduğu diğer sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerini ise onamıştır.
24.Yargıtay kararının başlangıç kısmında Gezi Parkı olaylarının hazırlık süreci (s.3, 4), OTPOR grubu ve CANVAS yapılanması (s.4-6), "Mi Minör" isimli tiyatro oyunu (s.6, 7), Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) olayları (s.7), Arap Baharı hareketleri ile Gezi Parkı olaylarını destekleyen ve yönlendiren oluşumlar arasında A.T. Vakfı (s.8, 9), A.K. A.Ş. (s.9, 10), Taksim Platformu (s.10, 11), Taksim Dayanışması (s.11, 12), Forumlar Koordinasyonu (s.14), Gezi Parkı olayları sırasında gerçekleştirilen uluslararası girişimler (s.14-18) ve Gezi Parkı eylemlerinin finansmanı (s.18, 19) konularında ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Kararın devamında ise Gezi Parkı olayları kapsamında gerçekleştirilen eylemler (s.19-40) ile Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı suçlara ilişkin ulusal mevzuat çerçevesinde yapılan hukuki değerlendirmelere (s.40-42), ayrıca delillerin hukuka uygunluğu (s.43-45) ile Gezi Parkı eylemlerinin planlanması ve organize edilmesinde sorumluluğu bulunduğu değerlendirilen başvurucunun eylemlerine (s.68-70) ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Anılan kararın başvurucunun mahkûmiyetine esas teşkil eden gerekçesi ise özetle şu şekildedir:
i. Yargıtay, delillerin -özellikle iletişimin dinlenilmesine ilişkin koruma tedbirlerinin- hukuka uygunluğu bakımından ilk derece mahkemesinin kararında yer verilen tespit ve değerlendirmelere yer vermiştir. Ayrıca sanıklar hakkında soruşturma evresinde alınan iletişimin denetlenmesine ilişkin kararların 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçu kapsamında verildiği ancak yargılama sürecinde toplanan deliller ile olayların gelişim seyri birlikte değerlendirildiğinde sanıkların eylemlerinin 5237 sayılı Kanun'un 312. maddesinde düzenlenen hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu kapsamında kaldığının tespit edildiği ifade edilmiştir. Yargıtay; bu iki suç tipi arasında geçişli ve dönüşebilir nitelikte bir ilişki bulunduğunu, dolayısıyla suçun vasfındaki bu değişikliğin iletişimin denetlenmesine ilişkin koruma tedbirlerini hukuka aykırı hâle getirmediğini belirtmiştir. Bu bağlamda iletişimin dinlenmesine ilişkin tedbir kararlarının alındığı tarihte mevcut olan delil durumu ve hukuki vasıf dikkate alınarak verildiğini, dolayısıyla hukuki geçerliliğini koruduğunu değerlendirmiştir. Yargıtay ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Klass ve diğerleri/Almanya (B. No:5029/71, 6/9/1978 ) kararına da atıfla iletişimin denetlenmesine ilişkin tedbirlerin demokratik toplum düzeninde ulusal güvenliğin korunması ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla uygulanmasının mümkün olduğunu vurgulamıştır. Gezi Parkı olaylarının başlangıçta sınırlı bir protesto niteliği taşımasına karşın kısa sürede ülke genelinde organize biçimde yayılması ve cebir ile şiddet yoluyla meşru hükûmeti ortadan kaldırmaya yönelik bir harekete dönüşmesi nedeniyle soruşturmanın başlangıcında öngörülen suç tipi ile kovuşturma aşamasında ulaşılan suç tipi arasında dönüşebilir bir yapı bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklara ilişkin olarak alınan 53 dinleme kararının tamamının 5271 sayılı Kanun'un 135. maddesinde öngörülen usul ve şartlara uygun şekilde verildiği, suçun niteliğindeki değişikliğin veya dinleme kararlarının dayandığı hukuki vasfın farklılaşmasının bu delillerin hukuka uygunluğunu ortadan kaldırmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
ii. Taksim Dayanışması, Taksim Yayalaştırma Projesi'ne tepki amacıyla 2012 yılında çeşitli meslek odaları, sendikalar ve siyasi yapılar tarafından kurulmuş ve ilk eylemini Gezi Parkı'nda yapmıştır. Bu oluşum, 2012'den itibaren sosyal medya üzerinden halkı eyleme çağıran ve kamuoyunu yönlendiren paylaşımlarda bulunmuştur. 27/5/2013 tarihinde Gezi Parkı'ndaki ağaçların taşınması girişimine karşı çadır kurarak direniş başlatılmış ve bu eylem geniş kesimlerce benimsenerek ülke genelinde yayılmıştır. Başlangıçta çevre duyarlılığıyla temellendirilen eylemlerin kısa sürede şiddet içeren kalkışma hâline dönüştüğü, bu süreçte kolluk kuvvetlerine yönelik saldırılar gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. Taksim Dayanışmasının sosyal medya ve basın yoluyla yayımladığı dezenformasyon içerikli, provoke edici ve devleti hedef alan açıklamalarla halkı kolluk görevlilerine karşı yasa dışı eylemlere teşvik ettiği anlaşılmıştır. Bu açıklamalarda halk sıkıyönetim varmış gibi yönlendirilmiş, Gezi Parkı simgeleştirilerek hükûmete karşı direniş çağrıları yapılmıştır. Özellikle "sokakta birleşme" ve "sokakta kazanma" gibi söylemlerle kitlesel kalkışma teşvik edilmiştir. Hükûmetin geri adım atmaması, gözaltıların kaldırılmaması gibi talepler öne sürülerek sürecin yatışması engellenmiştir. Yapılan açıklamalarda mevcuthükûmet doğrudan hedef alınmış, "Hükûmet istifa" sloganı kurumsal açıklamalarda yer bulmuştur. Taksim Dayanışmasının çağrıları, marjinal grupların şiddet eylemlerine yönelmesine sebep olmuş; polisle çatışmalar artmış ve kamu mallarına ciddi zararlar verilmiştir. Bu süreçte birçok vatandaş ve kolluk görevlisi yaralanmış, bazı kişiler yaşamını yitirmiştir. Şiddet olaylarının engellenememesi durumunda hükûmetin devrilmesi amacı güdüldüğü ancak bu gerçekleşmeyince desteği yeniden canlandırmak için Park Forumları adı altında yeni bir örgütlenmeye gidildiği anlaşılmıştır. Forumlar aracılığıyla toplumsal itaatsizlik yaygınlaştırılmaya ve profesyonel eylemci eğitimi verilmeye çalışılmıştır. Taksim Dayanışması bu süreçte İstanbul dışındaki şehirlerde de etkinlikler düzenleyerek kalkışmayı ülke geneline yaymayı hedeflemiştir. Bu doğrultuda Gezi Parkı olaylarında Taksim Dayanışmasının eylemlerinin çevresel hassasiyetten uzaklaştığı, hükûmeti antidemokratik yollardan işlevsiz hâle getirme amacı taşıyan örgütlü bir halk hareketine dönüştüğü değerlendirilmiştir.
iii. Yargıtay başvurucunun mahkûmiyet kararının onanmasına ilişkin gerekçesinde, ilk derece mahkemesi gerekçesine [bkz. §21/iii- (1), (2), ( 3), (4), (5)] ek olarak aşağıdaki hususlara yer vermiştir:
(1) Gezi Parkı eylemleri sürecinde kamuoyu desteğinin azalmasının ardından başvurucunun Gezi ruhunu yaşatmak amacıyla farklı illerde provokatif nitelikte konuşmalar yaptığı, Gezi Parkı olaylarının ivmesinin düşmemesi ve Anadolu'ya yayılarak sürmesi için Türkiye genelinde belirli aralıklarla Kent Forumu toplantılarının düzenlendiği, bu kapsamda Taksim Dayanışmasının Forumlar Koordinasyonu adı altında toplantılar yaparak bazı kararlar aldığı, forumların ortak bir çatı altında toplanarak kontrol altına alınmasının ve eş zamanlı eylemler gerçekleştirilmesinin hedeflendiği, forum yöneticileriyle bu doğrultuda toplantılar yapıldığı ve ortak eylem kararlarının alınarak uygulandığı ifade edilmiştir. Sanık M.O.K.nın H.H.G. aracılığıyla Taksim Dayanışmasından Ş.C.A. ve başvurucu üzerinden söz konusu forum koordinasyonuna müdahil olduğu belirtilmiştir.
(2) Ayrıca başvurucunun 6/7/2013 tarihli Gezi Parkı gösterisine katıldığı ve burada yaptığı basın açıklamasında provokatif söylemlerde bulunduğu 16/11/2013 tarihinde Çağlayan Adliyesi önünde (B.E.nin babasının ve avukatının basın açıklaması sonrası) yapılan basın açıklamasında Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak kışkırtıcı beyanlarına devam ettiği ve grubun slogan atmasını sağladığı belirtilmiştir.
(3) Gezi Parkı eylemleri sırasında başvurucunun "Şu an biz insan zinciri yapıyoruz Taksim Dayanışması olarak, metro çıkışı ve buradaki çadırlarımızı içe alacak şekilde ve tüm arkadaşlarımız bu zincirin arkasında toplanıyorlar, polis arkadaşlarımız da bu alandan çekiliyor arkadaşlar bu kadar." şeklindeki yönlendirmesiyle eylemcilerin kol kola girerek zincir oluşturdukları da tespit edilmiştir.
(4) İletişimin dinlenmesine ilişkin kayıtlarda;
10/9/2013 tarihli telefon görüşmesinde;
[T.C.] "Abi bir şey söyleyeceğim orada genel eğilim ne veya bizim sekretaryadaki arkadaşlar ne düşünüyor yani orada'',
[Başvurucu] ''...şimdi bekliyorum abi toplayacağız sekretaryayı'',
[T.C.] ''Yani böyle bir eğilim var mı şöyle yapalım böyle yapalım diye",
[Başvurucu] "Abi şuanda bir eğilim ya da şey yok herkes şuanda şey dağılmış durumda ve şimdi ben toplayacağım'',
[T.C.] ''Peki sen ne düşünüyorsun ne önermeyi düşünüyorsun'',
[Başvurucu] ''Abi bu saatten sonra ne yapılabilir ki yani bu saatten sonra yapacak bir şey yok, sokağa çıkacağız yani sokakta olacağız başka bir şey yok",
[T.C.] ''...sokağa... eve mi...'',
[Başvurucu] ''Evet sokakta olacağız abi, insanlar gibi insanlar nasıl sokakta ise biz de sokakta olacağız yani'',
[T.C.] ''Olacağız ya buralardayız yani'',
[Başvurucu] ''Sokakta olmaktan başka bir şansımız yok ki yani şuan sadece sokakta duracağız, yapacak bir şeyimiz yok",
[T.C.] ''Tamam tamam oldu tamam'' şeklinde beyanlarda bulundukları, sanığın bu şekilde başkaca görüşmelerinin de olduğu,
2/10/2013 tarihli görüşmesinde;
[Başvurucu] ''İyidir ne olsun, ne diyeceğim, Dayanışma'nın şey tweet hesabının ne şeyini, şifresini Whatsapp'tan yollar mısın bana'',
[A.B.] ''Tamam yollarım''.
(5) Başvurucunun 3-5/9/2013 tarihlerinde Aliağa Belediyesi tarafından düzenlenen emek ve barış şenliklerine konuşmacı olarak katıldığı ve burada Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak provokatif bir dille açıklamalarda bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun cezalandırmaya dayanak kabul edilen konuşması şöyledir:
"Taksim direnişi; Taksim Meydanı'nda 'efendi' bir söylemle kentine ve ağacına sahip çıkmak isteyenlere yapılan polis müdahalesine karşı barışçıl bir sesleniş oldu. Toplumun vicdanı Taksim'de yaşananlara ve polis şiddetine karşı boş durmadı. Binlerce kişi kısa sürede sokağa döküldü. Orada hoşgörü ile birlikte, bugüne kadar birbirine karşı taş atanların birbirleri ile nasıl halay çekebileceklerini gördük. Tüm Dünya'ya birlikte nasıl yaşayabileceğimizi gösterdik. İşte oradaki hoşgörü Gezi direnişini bu kadar büyük ve inanılmaz kıldı".
(6)Tanık beyanları:
-Tanık E.O.A. olay tarihinde emniyet teşkilatında başkomiser olarak görev yaptığını, başvurucuyu Gezi Parkı eylemleri kapsamında Taksim Meydanı ile Mimarlar Odası civarında özellikle Mis Sokak üzerindeki eylem ve basın açıklamaları sırasında hatırladığını ve başvurucunun Taksim Dayanışması grubunda yer aldığını beyan etmiştir.
- Tanık H.G. olay tarihinde Emniyet Müdürlüğü güvenlik şube müdür yardımcısı olarak görev yaptığını, başvurucuyu Gezi sürecinde Taksim Meydanı ve çevresinde gerçekleştirilen basın açıklamaları sırasında gördüğünü ifade etmiştir.
(7) Yargıtay yukarıda belirtilen deliller çerçevesinde başvurucunun Gezi Parkı olaylarının bir plan ve organizasyon dâhilinde başlatılması ve ülke genelinde yaygınlaştırılarak derinleştirilmesi sürecindeki eylemleri, bu süreçte yaptığı provokatif paylaşımlar ve eylem çağrılarıyla Taksim Dayanışmasını yönlendirmesi ve şiddet olaylarının tırmanmasına neden olması, ayrıca eylemlerin organizasyonunda başaktör olarak değerlendirilen ve finansmanını sağlayan sanık M.O.K. ile irtibatlı şekilde ve birlikte hareket etmesi nedeniyle eylemlerinin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğu kanaatine varmıştır. Bununla birlikte ilk derece mahkemesinin delillerin takdirinde yanılgıya düşmesi sonucu başvurucu hakkında yardım etme suçundan mahkûmiyet hükmü kurduğunu ancak bu hususun aleyhe temyiz konusu yapılmaması nedeniyle Yargıtay tarafından bozma nedeni olarak gözetilmediğini belirtmiştir.
25. Başvurucu, Yargıtayın nihai kararını 28/9/2023 tarihinde öğrenmiş; süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı Yönünden
26. 5237 sayılı Kanun'un 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir."
B. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkeleri Yönünden
27. 5271 sayılı Kanun'un başvuruyu ilgilendiren hükümleri şöyledir:
"Madde 209 - (1) Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada anlatılır.
Madde 215 -(1) Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur.
Madde 216 - (1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
Madde 217 - (1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir."
C. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
28. 5271 sayılı Kanun'un başvuruyu ilgilendiren hükümleri şöyledir:
"Madde34 - (1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.
Madde 230- (1)Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62 nci maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29.Anayasa Mahkemesinin 31/7/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30.Başvurucu, bireysel başvuru formunda yargılama süreciyle ilgili olarak özetle;
i. Cezalandırmaya dayanak olarak gösterilen tanık M.P.nin can güvenliği gerekçesiyle kapalı oturumda dinlenmesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının kullanılması imkânı tanınmadığını, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak açıklamalarda bulunan siyasiler ile iddianamede mağdur sıfatıyla yer alan şahısların, olaylara ilişkin bilgi sahibi olan siyasilerin ve dönemin İstanbul valisinin tanık olarak dinlenmesi yönündeki taleplerinin Mahkeme tarafından karşılanmadığını belirterek tanık dinletme hakkının,
ii. Duruşmalı temyiz incelemesi talebinin reddedildiğini belirterek sözlü yargılanma hakkının,
iii. Yapılan ilk yargılamada hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu kabul edilen ve yasa dışı delil olarak nitelendirilen telefon dinlemeleri ile fiziki takiplerin somut olayda mahkûmiyet kararına esas alındığını, talep edilmesine rağmen dinleme kayıtlarının dosyaya dâhil edilmediğini, dinleme kayıtlarına ilişkin kabulüne yönelik bir beyanı olmamasına rağmen yargı mercilerinin aksi yönde değerlendirme yaparak mahkûmiyet hükmü kurduğunu belirterek hakkaniyete uygun yargılanma hakkının,
iv. Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının gözetilmediğini belirterek hakkaniyete uygun yargılanma hakkının,
v. İlk derece mahkemesinin beraat kararını bozan istinaf mahkemesinin bozma gerekçeleri dikkate alınmaksızın hüküm kurulduğunu belirterek gerekçeli karar hakkının,
vi. Daha önce İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda, Gezi eylemlerinin anayasal hak kapsamında değerlendirildiğini ve Taksim Dayanışmasının suç örgütü olduğuna dair herhangi bir delil bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar verildiğini, ayrıca aynı olayla ilgili olarak hakkında başlatılan diğer soruşturmalarda da kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek yeni bir delil sunulmadan aynı eylemler nedeniyle tekrar yargılanıp mahkûm edilmesi nedeniyle aynı fiilden dolayı iki kez yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin,
vii. İktidar partisinden milletvekili aday adayı olan bir hâkimin sonradan yargılamaya katılması ve davaların birleştirilmesine yönelik süreçteki usulsüzlükler nedeniyle doğal hâkim ilkesi ile bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının,
viii. Cezalandırmaya gerekçe olarak gösterilen eylemlerin kişiselleştirilmediğini, kararda sabit kabul edilen veya edilmeyen delillerin açıkça gösterilmediğini ve eylemlerle hüküm arasında illiyet bağının kurulmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının vesuçta ve cezada kanunilik ilkesinin,
ix. Şiddeti teşvik ettiğine dair herhangi bir delil olmadığını, eylemlerinin tamamı barışçıl nitelikte olduğu hâlde bu eylemler gerekçe gösterilerek mahkûm edildiğini belirterek ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının,
x. Hukuka aykırı dinleme kararları nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının,
xi. Yargılama sürecini yakından takip ettiği hâlde tutuklanması nedeniyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31.Bakanlık görüşünde, başvurucunun ileri sürdüğü ihlal iddialarıyla ilgili olarak Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile Anayasa Mahkemesi içtihadına yer verilmiş; ayrıca yapılacak incelemede somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
32. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuruya konu hükümde cebir ve şiddet içeren eylemlerle kendi fiilleri arasında herhangi bir bağ kurulmadığını, yürütme erkinin işlemlerine karşı düşünce açıklamasının ve örgütlenmenin hükûmete karşı işlenen bir suç olarak değerlendirildiğini, mahkûmiyet kararında bireyselleştirme yapılmadığını ve suç oluşturan somut eylemlerin açıklanmadığını ifade etmiştir. Ayrıca katıldığı toplantılar ile isnat edilen suçlar arasında herhangi bir ilişki kurulmadan, örgütlenme özgürlüğü kapsamında olan ve şiddet çağrısı içermeyen fiillerin cebir ve şiddet niteliğinde kabul edilerek hükûmete karşı bir suç teşkil ettiği gerekçesiyle cezalandırıldığını belirterek bireysel başvuru formunda yer verdiği iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
33. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesi şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun ihlal iddiaları, adil yargılanma hakkının pek çok güvencesine temas etmektedir. Bu sebeple iddialar, yargılamanın bütünü dikkate alınarak adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma güvencesi yönünden incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35.Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. İncelemenin Kapsamı
36.Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı; maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler, başka bir deyişle adil bir yargılama sürecini sağlamaya yönelik teminatlar içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını güvence altına almamaktadır. Bu bağlamda adil yargılanma hakkı, temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (bazı ekleme ve değişikliklerle birlikte bkz. M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
37.Dolayısıyla bu bağlamda aşağıda yapılacak değerlendirmelerin adil yargılanma hakkı kapsamında sağlanması gereken usule ilişkin güvencelere yönelik olduğuna ve bu değerlendirmelerden hareketle yargılamanın esası bakımından bu aşamada bir çıkarım yapılamayacağına dikkat çekmek gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkına İlişkin Genel İlkeler
38.Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun olarak gerçekleşmesi için gereklidir (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, § 42).
39.Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin ve buna ilişkin AİHM içtihadının da gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz [1. B.], B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22). Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir (Orhan Kılıç, § 43).
40. Bununla birlikte Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam [2. B.], B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
41.Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda mahkemelerin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
42. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin rolü yargı mercilerinin hangi delile dayanarak karar vermeleri gerektiğinin tespiti değilse de sonuca etkili iddia, savunma ve delillerin kararın gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığı adil yargılanma hakkı çerçevesinde yapılacak incelemenin haricinde bırakılamaz. Dosyaya sunulan delillerle sanık hakkındaki tespitler arasında ne şekilde bağ kurulduğu mahkûmiyet kararından anlaşılmalıdır. Diğer bir ifadeyle eylemlerin sübutuna dayanak teşkil eden deliller açıkça ve eylemlerle ilişkilendirilerek açıklanmalıdır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. İlyas Başak [2. B.], B. No: 2013/5662, 21/4/2016, §§ 38, 39).
43. Anayasa Mahkemesi, önüne gelen birçok başvuruda gerekçeli karar hakkının kapsam ve içeriğini belirlemiştir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı, kişilerin hakkaniyete uygun bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve bu amaca uygunluk yönünden yargılamanın denetlenmesini amaçlamaktadır. Mahkeme kararlarının davanın temel maddi ve hukuki sorunları ile taraflarca ileri sürülen ve davanın sonucunu etkileyen iddia ve itirazlar hakkında delillerle bağ kurulmak suretiyle yeterli gerekçe içermesi zorunludur. Uyuşmazlığın hukuki ve maddi sorunlarıyla ilgisiz değerlendirmelere kararda yer verilmesi de gerekçeli karar hakkıyla bağdaşmamaktadır. Karar gerekçesinin belirtilen unsurları taşıması, yargılamanın adil yargılanma hakkı güvencelerine uygun şekilde yürütülüp yürütülmediğinin taraflarca öğrenilmesini sağladığı gibi ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (bazı eklemeler ve farklılıklarla birlikte bkz. Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
44. Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsurlarından biri de yargılamanın çelişmeli olmasıdır. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara dosyadaki deliller hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenilmemesi, onlara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Ahmet Turko [2. B.], B. No: 2013/5949, 12/3/2015, § 33). Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi ise davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan [2. B.], B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Çelişmeli yargılama ilkesi silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır (Tahir Gökatalay [2. B.], B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 25).
45. Bu nedenlerle hakkaniyete uygun bir yargılama; delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesini, delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olmasını da zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi de delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onlara yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir (Orhan Kılıç, §§ 47, 48).
46. Öte yandan adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini de gerektirir. Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir (Özlem Terzioğlu [2. B.], B. No: 2014/19341, 21/11/2017, § 39; Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 44). Hukuk devletinin gereklerinden birini hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010; E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012).
47.Hukuk devleti ilkesi, yargı organlarının aynı maddi veya hukuki olgularla ilgili olarak çelişkili kararlar vermekten mümkün olduğunca kaçınmasını gerekli kılar. Aynı maddi veya hukuki vakıalarla ilgili olarak farklı kararlar verilmesi hukuk devleti ilkesini zedeleyebileceği gibi kişilerin hukuka olan inancını da zayıflatabilir. Dolayısıyla bir maddi veya hukuki vakıa ile ilgili olarak yargısal nitelikte bir karar verildikten sonra aynı olgu hakkında bu karardan farklı bir sonuca ulaşılmaması kişilerin hukuka olan güvenlerinin sarsılmaması için hayati öneme sahiptir (gerekçeli karar hakkı bağlamında benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Okyar [2. B.], B. No: 2017/38342, 13/2/2020, § 29; Mehmet Köz [2. B.], B. No: 2018/23430, 27/1/2021, § 27; Kemal Karanfil (4) [2. B.], B. No: 2021/54151, 5/6/2024, § 13).
c. İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Somut olayda Mahkemeler başvurucunun Gezi Parkı olaylarının bir plan ve organizasyon dâhilinde başlatılması, koordine edilmesi, ülke genelinde yaygınlaştırılarak derinleştirilmesinde, şiddet olaylarının meydana gelmesinde ve şiddet olaylarının bastırılmasının ardından Gezi ruhunun yaşatılmasında aktif rol oynadığını kabul etmiştir. Mahkemeler, bu süreçte hem başvurucunun şahsi sosyal medya hesabından hem de Taksim Dayanışmasının (Taksim Dayanışmasıyla ilgili ayrıntılı açıklamalar için bkz. § 8) sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımların provokatif eylem çağrısı niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Ceza Mahkemesi, başvurucunun Taksim Dayanışmasının sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarla olan bağlantısını, Taksim Dayanışmasında genel olarak üstlendiği role bağlarken Yargıtay bu bağlantıyı iletişimin dinlenmesine ilişkin kayıtlarda başvurucunun A.B.A.dan Taksim Dayanışmasının sosyal medya hesabının şifresini istemesine bağlamıştır. Sonuç olarak başvurucu, gerek Ceza Mahkemesince gerekse de Yargıtayca söz konusu platformun sosyal medya hesabından yapılan paylaşımlardan sorumlu tutulmuştur. Başvurucunun cezalandırılmasına esas alınan ikinci husus ise bazı basın açıklamalarında sarf ettiği ifadelerdir. Yargı mercileri, başvurucunun bu açıklamalarını da sosyal medya paylaşımlarında olduğu gibi provokatif olarak değerlendirmiş ve anılan söylemlerin şiddet olaylarının yaygınlaşmasında etkili olduğu kanaatine varmıştır [bkz. §§21/iii-(4), 24/iii].
49. Bununla birlikte Mahkemeler cezalandırmaya dayanak olarak gösterilen sosyal medya paylaşımları ile basın açıklamalarını yalnızca tırnak içinde aktarmış, paylaşımlarda yer alan ifadelerin genel olarak provokatif nitelikte olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Dolayısıyla yargı mercileri kararlarında mahkûmiyet kararına esas alınan çok sayıda sosyal medya paylaşımından hangisinin doğrudan şiddeti teşvik eden ya da şiddete özendiren yahut cebir ve şiddet kullanarak hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yönelik ifadeler içerdiğini gösteren bir gerekçeye yer vermemiştir. Paylaşım ve açıklamaların şiddet içeren olaylarla olan illiyet bağı tartışılmamıştır. Sonuç olarak Mahkemelerin yaptığı değerlendirmelerden tam olarak hangi sözlerin kışkırtıcı nitelikte olduğu anlaşılamadığı gibi bu paylaşım ve açıklamaların akabinde bunlarla bağlantı kurulabilir nitelikte nasıl bir şiddet olayının meydana geldiği ya da bunların somut olarak hangi şiddet olaylarına yol açtığı da anlaşılamamıştır. Öte yandan ilk derece mahkemesi başvurucunun Gezi olaylarına ilişkin olarak toplumsal ve küresel düzeyde algı oluşturulması amacıyla film, belgesel ve video çekimlerini koordine ettiğini belirtmiş ancak hangi filmde hangi ifadelerle nasıl bir algı oluşturduğuna dair herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu tespitler neticesinde şiddet olaylarının meydana gelmesinde başvurucuya yüklenen aktif rolün ne olduğu karardan anlaşılamamaktadır.
50.Gerçekten de Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde bazı yerlerde ciddi şiddet olayları yaşanmış, bu olayların bir kısmında yaralanmalar hatta ölümler meydana gelmiştir (bkz. § 7/iv). Ancak başlamış bir toplantı ve gösteri eylemi sürecinde ortaya çıkan şiddet olaylarının salt varlığı, kendi eylemleriyle bu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurulmadığı müddetçe kişileri doğrudan sorumlu tutabilmek için yeterli değildir. Mahkemeler, mahkûmiyet kararlarının gerekçelerinde sanığın cebir ve şiddet kullanarak hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme olarak nitelendirilebilecek eylemlerinin ne olduğunu açık bir biçimde ortaya koymalıdır. Buna ilişkin eylemlerin açıkça gösterilmediği durumlarda, verilen mahkûmiyet kararının gerekçesinin yeterli olduğunun değerlendirilmesi mümkün değildir.
51. Öte yandan Yargıtay başvurucunun Taksim Dayanışmasının sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarla olan bağlantısını, başvurucunun A.B.A.dan sosyal medya hesabının şifresini istediği yönündeki iletişim kaydına dayandırmıştır. Ancak Yargıtay, Taksim Dayanışmasının sosyal medya hesaplarından aktif biçimde yapıldığını kabul ettiği paylaşımlardan [bkz. § 21/i-(9), (10)] hangisinin başvurucuyla bağlantılı olduğuna dair bir belirleme yapmamıştır. Diğer taraftan iddianamede Taksim Dayanışmasının sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımların daha çok Gezi Parkı olaylarının yaşandığı Mayıs-Haziran aylarına ilişkin olduğunun belirtildiği görülmektedir. Bununla birlikte söz konusu şifre talebinin ise 2/10/2013 tarihli olduğu dikkat çekmektedir [bkz. § 24/iii, (4)]. Sosyal medya paylaşımlarının tarihi ile şifre talebinin tarihi dikkate alındığında söz konusu iletişim kaydının anılan paylaşımların sorumluluğuna delil teşkil edip edemeyeceği hususunda oluşan ciddi tereddütler, yargı mercilerinin sunduğu gerekçelerle giderilememiştir. Dolayısıyla şifre isteme olayı ile provokatif kabul edilen paylaşımlar arasında nasıl bir ilişki kurulduğu da karardan anlaşılamamaktadır. Bu itibarla yargı merciince başvurucuya atfedilen eylemler ile mahkûmiyete esas alınan mevcut deliller arasında somut bir bağ kurulamadığı sonucuna varılmıştır.
52. Diğer taraftan bu durum, Yargıtayın mahkûmiyet hükmünü onama kararında ilk derece mahkemesi kararında mahkûmiyetin gerekçesi olarak yer verilmeyen iletişimin dinlenmesine ilişkin bazı kayıtlara [bkz. § 24/iii, (4)] dayanıldığını ve bu kayıtlara atıfla başvurucunun mahkûmiyet kararının onandığını göstermektedir. Bu hâliyle mevcut durum başvurucunun temyiz aşamasında mahkûmiyetine esas teşkil eden bir delile karşı savunma yapma imkânından yoksun bırakılması sonucunu doğurmuştur. Anayasa Mahkemesi bundan önceki birçok kararında yargılamanın esasını etkileyebilecek ağırlıktaki delilin ve olgunun ilk kez kanun yolu aşamasında değerlendirmeye esas alınması, bu delile ve olguya karşı savunma hakkı tanınmaması hâlinde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edileceğini değerlendirmiştir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Yıldıray Özbey ve diğerleri [2. B.], B. No: 2014/18932, 8/9/2015, § 88; Özkan Sarı [1. B.], B. No: 2020/5353, 19/1/2023, §§ 24-29). Nitekim böyle bir durumda suç isnadı altındaki kişilerin kanun yolu mercilerinin dayandığı delillere karşı iddialarını ileri sürme, aleyhe kabulü çürütebilme veya savunmalarını güncelleme ya da hukuki durumlarını değiştirme imkânı fiilen ortadan kalkmaktadır. Kaldı ki başvurucu, söz konusu dinleme kayıtlarının tüm taleplerine rağmen yargılamanın hiçbir aşamasında dosya kapsamına dâhil edilmediğini ileri sürmüştür (bkz. § 30/iii). Mahkûmiyet hükmünün onanması kararında Yargıtayın başvurucunun bu şikâyetini karşılayacak bir gerekçe oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla somut olayda başvurucunun mahkûmiyetine esas teşkil eden dinleme kayıtları, ilk kez kanun yolu aşamasında ve başvurucuya bu delillere karşı savunma yapma imkânı tanınmadan hükme esas alınmıştır. Bu durumun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleriyle bağdaşması mümkün görünmemektedir.
53. Ayrıca her ne kadar Yargıtayın mahkûmiyet hükmünü onama kararında emniyet teşkilatı bünyesinde görev yapan bazı kişilerin tanık beyanlarına yer verilmişse de bu beyanların yalnızca başvurucunun Taksim Dayanışması grubunda yer aldığı ve bu sıfatla basın açıklamaları yaptığı yönünde, başvurucunun da inkâr etmediği hususlara ilişkin olduğu açıktır [bkz. § 24/iii, (6)]. Bu hâliyle anılan tanık beyanlarının mahkûmiyet hükmüne nasıl birkatkı sağladığı hususunda da yeterli bir açıklama bulunmamaktadır.
54.Diğer yandan mahkûmiyet hükmünün gerekçelerinden biri de başvurucunun ve sanıklardan bir kısmının Gezi Parkı olaylarının öncesinde bir plan ve organizasyon dâhilinde hareket etmiş olmasıdır. Ancak Mahkemeyi bu şekilde düşünmeye iten bulgunun tam olarak ne olduğu karardan anlaşılamamaktadır. Başvurucu hakkındaki iletişim tespiti kayıtlarına bakıldığında (bkz. § 12/vii) Gezi Parkı olaylarından önce yargılamanın diğer sanıklarından yalnızca biriyle (Bu kişinin de henüz kesinleşmemiş olmakla birlikte mevcut yargılamada isnat edilen suçlardan beraat ettiği anlaşılmıştır.) iletişiminin olduğu görülmektedir. Yine bu iletişimin içeriğine ve yoğunluğuna dair bir bilgi de kararda yoktur. Dolayısıyla olayların başvurucu tarafından önceden planlandığı şeklindeki bir sonuca ulaşabilmek için başvurucu yönünden eldeki tek bulgu olaylardan önce sanıklardan biriyle mevcut olan iletişimidir. Ancak bu bulgunun tek başına önceden bir plan dâhilinde hareket edildiği sonucuna ulaşmak için yeterli olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
55. Bunun yanı sıra ilk derece mahkemesi ve Yargıtay, Gezi Parkı olaylarının devam ettirilmesi amacıyla Türkiye genelinde belirli aralıklarla Park Forumları/Forumlar Koordinasyonu adı altında gerçekleştirilen toplantılara başvurucunun da katıldığını ve asli fail olarak kabul edilen M.O.K.nın yargılamadaki başka bir sanık aracılığıyla başvurucu üzerinden bu forumların koordinasyonunu sağladığını belirtmiştir (bkz. § 21/iii, (5); 24/ii) ancak anılan değerlendirme; başvurucunun somut olarak ne zaman hangi forum toplantılarına katıldığı, bu toplantılarda ne tür kararlar alındığı, alınan kararların şiddet olayları üzerindeki etkisi ve özellikle bu forumların organizasyonu ile ortaya çıkan şiddet eylemleri arasında nasıl bir bağlantı bulunduğu hususlarında herhangi bir açıklık içermemektedir. Üstelik kararlarda başvurucu ile M.O.K. ve diğer sanıklar arasında başvurucunun savunmasının aksine (bkz. § 13) anılan forum faaliyetleriyle irtibat kurulmasını mümkün kılacak somut ilişkinin ne olduğu yönünde de yeterli değerlendirme yapılmamıştır. Dolayısıyla bu kapsamda isnat edilen eylemlerin başvurucunun cezai sorumluluğunu ne şekilde doğurduğu yeterli biçimde gerekçelendirilmemiştir.
56. Son olarak başvurucu, esas numarasını da belirterek İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesinde Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak başka sanıkların yargılandığı bir davada Gezi eylemlerinin anayasal hak kapsamında değerlendirildiğini, ayrıca Taksim Dayanışmasının suç örgütü olduğuna dair herhangi bir delil bulunmadığı tespitlerine yer verildiğini ve bu kararın kesinleştiğini belirtmiştir. Somut olayda başvurucunun kendi davasında aynı konunun neden farklı yorumlandığına dair Mahkemelerce yeterli bir gerekçe de ortaya konulmamıştır.
57.Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki yukarıda zikredilen bazı usule ilişkin güvencelere (bkz. §§ 38-47) yargılamada uyulmamasının bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.
İrfan FİDAN, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI bu sonuca katılmamışlardır.
58. Bu sonuç karşısında başvurucunun adil yargılanma hakkının usule ilişkin diğer güvenceleri ile bunun dışında kalan temel hak ve özgürlükler bağlamında ileri sürdüğü ihlal iddialarının ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
VI. GİDERİM
59. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması ile 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
60. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerinin yapması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürüteceği yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
61. Öte yandan Anayasa Mahkemesince verilen bu hak ihlali kararı, uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup ihlal kararı üzerine yeniden yapılacak yargılamada beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma, bunları değerlendirip sonuç çıkarma ve bu sonuca dayalı olarak beraate ve mahkûmiyete karar verme yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
62.İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE İrfan FİDAN, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
D. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2021/178, K.2022/178) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 2.220,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 32.220,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/7/2025 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucunun İddiaları
1. Başvurucu; yapılan ilk yargılamada hukuka aykırı delil niteliğinde kabul edilen ve yasa dışı delil olarak nitelendirilen telefon dinlemeleri ile fiziki takiplerin, somut olayda mahkûmiyet kararına esas alındığını, talep edilmesine rağmen dinleme kayıtlarının dosyaya dâhil edilmediğini, dinleme kayıtlarının kabulüne ilişkin bir beyanı olmamasına rağmen yargı mercilerinin aksi yönde değerlendirme yaparak mahkûmiyet hükmü kurduğunu, Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının gözetilmediğini belirterek hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Olay ve Olguların Özeti
2. Somut olayda başvurucu hakkında yapılan yargılama sonunda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/4/2022 tarihli kararıyla, başvurucunun da aralarında bulunduğu yedi sanığın Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçuna yardım etme suçundan 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve tutuklanmalarına karar vermiştir. Mahkeme bunun yanı sıra, kamu davasına konu diğer suçlara ilişkin eylemlerin, mahkûmiyet hükmüne esas alınan suçun kanuni unsuru olan "cebir ve şiddet" kapsamında kaldığı gerekçesiyle bu suçlara ilişkin ayrıca hüküm kurulmasına yer olmadığına hükmetmiştir.
3. Mahkeme, tüm dosya kapsamı, irtibatlar ve eylemler çerçevesinde başvurucunun Gezi olaylarının başlamasından önce de diğer sanıklarla birlikte hareket ettiğini, bu kapsamda bir plan ve senaryo doğrultusunda yürütülen kalkışma hareketinin başlatılması ve ülke geneline yayılması amacıyla faaliyette bulunduğunu, kalkışma sürecindeki provokatif paylaşımları ve çağrılarıyla şiddet olaylarının artmasına zemin hazırlayan Taksim Dayanışması'nın en etkili üyelerinden biri olduğunu, bu hâliyle hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilen M.O.K.nın asli fail olduğu suçun işlenmesine yardım ettiğini ve suçun icrasını kolaylaştırdığını değerlendirmiştir (bkz. § 12-22).
4. Anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, tüm sanıklar hakkında verilen mahkûmiyete yönelik kararlarda usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurularının esastan reddine karar vermiştir.
5. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Ceza Dairesi, sanıklar A.H.A., Y.A.E. ve A.M.Y. hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçuna yardım etme fiilînden mahkûmiyetlerini gerektirir kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle anılan sanıklar yönünden mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına karar vermiştir. Öte yandan başvurucunun da aralarında bulunduğu diğer sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerini ise onamıştır.
6. Yargıtay kararının başlangıç kısmında Gezi Parkı olaylarının hazırlık süreci (s. 3-4), OTPOR grubu ve CANVAS yapılanması (s. 4-6), "Mi Minör" isimli tiyatro oyunu (s. 6-7), Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) olayları (s. 7), Arap Baharı hareketleri ile Gezi Parkı olaylarını destekleyen ve yönlendiren oluşumlar arasında A.T. Vakfı (s. 8-9), A.K. A.Ş. (s. 9-10), Taksim Platformu (s. 10-11), Taksim Dayanışması (s. 11-12), Forumlar Koordinasyonu (s. 14), Gezi Parkı olayları sırasında gerçekleştirilen uluslararası girişimler (s. 14-18) ve Gezi Parkı eylemlerinin finansmanı (s. 18-19) konularında ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Kararın devamında ise Gezi Parkı olayları kapsamında gerçekleştirilen eylemler (s. 19-40) ile Türkiye Cumhuriyeti hükûmetine karşı suçlara ilişkin ulusal mevzuat çerçevesinde yapılan hukuki değerlendirmelere (s. 40-42), ayrıca delillerin hukuka uygunluğu (s. 43-45) ile Gezi Parkı eylemlerinin planlanması ve organize edilmesinde sorumluluğu bulunduğu değerlendirilen başvurucunun eylemlerine (s. 68-70) ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
7. Anılan kararın başvurucunun mahkûmiyetine esas teşkil eden gerekçesi ise özetle şu şekildedir:
(1) Yargıtay, delillerin -özellikle iletişimin dinlenilmesine ilişkin koruma tedbirlerinin- hukuka uygunluğu bakımından ilk derece mahkemesinin kararında yer verilen tespit ve değerlendirmelere yer vermiştir. Ayrıca sanıklar hakkında soruşturma evresinde alınan iletişimin denetlenmesine ilişkin kararların, 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçu kapsamında verildiği ancak yargılama sürecinde toplanan deliller ile olayların gelişim seyri birlikte değerlendirildiğinde sanıkların eylemlerinin 5237 sayılı Kanun'un 312. maddesinde düzenlenen hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu kapsamında kaldığının tespit edildiği ifade edilmiştir. Yargıtay, bu iki suç tipi arasında geçişli ve dönüşebilir nitelikte bir ilişki bulunduğunu, dolayısıyla suçun vasfındaki bu değişikliğin iletişimin denetlenmesine ilişkin koruma tedbirlerini hukuka aykırı hâle getirmediğini belirtmiştir. Bu bağlamda, iletişimin dinlenmesine ilişkin tedbir kararlarının, alındığı tarihte mevcut olan delil durumu ve hukuki vasıf dikkate alınarak verildiği, dolayısıyla hukuki geçerliliğini koruduğu değerlendirilmiştir. Yargıtay ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Klass ve Diğerleri/Almanya kararına da atıfla, iletişimin denetlenmesine ilişkin tedbirlerin demokratik toplum düzeninde ulusal güvenliğin korunması ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla uygulanmasının mümkün olduğunu vurgulamıştır. Gezi Parkı olaylarının başlangıçta sınırlı bir protesto niteliği taşımasına karşın kısa sürede ülke genelinde organize biçimde yayılması ve cebir ile şiddet yoluyla meşru hükûmeti ortadan kaldırmaya yönelik bir harekete dönüşmesi nedeniyle soruşturmanın başlangıcında öngörülen suç tipi ile kovuşturma aşamasında ulaşılan suç tipi arasında dönüşebilir bir yapı bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklara ilişkin olarak alınan 53 ayrı dinleme kararının tamamının 5271 sayılı Kanun'un 135. maddesinde öngörülen usul ve şartlara uygun şekilde verildiği, suçun niteliğindeki değişikliğin veya dinleme kararlarının dayandığı hukuki vasfın farklılaşmasının bu delillerin hukuka uygunluğunu ortadan kaldırmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
(2) Taksim Dayanışması, Taksim Yayalaştırma Projesi'ne tepki amacıyla 2012 yılında çeşitli meslek odaları, sendikalar ve siyasi yapılar tarafından kurulmuş ve ilk eylemini Gezi Parkı'nda yapmıştır. Bu oluşum, 2012'den itibaren sosyal medya üzerinden halkı eyleme çağıran ve kamuoyunu yönlendiren paylaşımlarda bulunmuştur. 27 Mayıs 2013 tarihinde Gezi Parkı'ndaki ağaçların taşınması girişimine karşı çadır kurarak direniş başlatılmış ve bu eylem geniş kesimlerce benimsenerek ülke genelinde yayılmıştır. Başlangıçta çevre duyarlılığıyla temellendirilen eylemlerin kısa sürede şiddet içeren kalkışma hâline dönüştüğü, bu süreçte kolluk kuvvetlerine yönelik saldırılar gerçekleştiği tespit edilmiştir. Taksim Dayanışması'nın sosyal medya ve basın yoluyla yayımladığı dezenformasyon içerikli, provoke edici ve devleti hedef alan açıklamalarla halkı kolluk görevlilerine karşı yasa dışı eylemlere teşvik ettiği anlaşılmıştır. Bu açıklamalarda halk sıkıyönetim varmış gibi yönlendirilmiş, Gezi Parkı simgeleştirilerek hükûmete karşı direniş çağrıları yapılmıştır. Özellikle "sokakta birleşme" ve "sokakta kazanma" gibi söylemlerle kitlesel kalkışma teşvik edilmiştir. Hükûmetin geri adım atmaması, gözaltıların kaldırılmaması gibi talepler öne sürülerek sürecin yatışması engellenmiştir. Yapılan açıklamalarda mevcut hükûmet doğrudan hedef alınmış, "hükûmet istifa" sloganı kurumsal açıklamalarda yer bulmuştur. Taksim Dayanışması'nın çağrıları, marjinal grupların şiddet eylemlerine yönelmesine sebep olmuş, polisle çatışmalar artmış ve kamu mallarına ciddi zararlar verilmiştir. Bu süreçte birçok vatandaş ve kolluk görevlisi yaralanmış, bazı kişiler yaşamını yitirmiştir. Şiddet olaylarının engellenememesi durumunda hükûmetin devrilmesi amacı güdüldüğü, ancak bu gerçekleşmeyince desteği yeniden canlandırmak için Park Forumları adı altında yeni bir örgütlenmeye gidildiği anlaşılmıştır. Forumlar aracılığıyla toplumsal itaatsizlik yaygınlaştırılmaya ve profesyonel eylemci eğitimi verilmeye çalışılmıştır. Taksim Dayanışması bu süreçte İstanbul dışındaki şehirlerde de etkinlikler düzenleyerek kalkışmayı ülke geneline yaymayı hedeflemiştir. Bu doğrultuda Gezi Parkı olaylarında Taksim Dayanışması'nın eylemlerinin çevresel hassasiyetten uzaklaştığı, hükûmeti antidemokratik yollardan işlevsiz hâle getirme amacı taşıyan örgütlü bir halk hareketine dönüştüğü değerlendirilmiştir.
(3) Yargıtay, başvurucunun mahkûmiyet kararının onanmasına ilişkin gerekçesinde, ilk derece mahkemesi gerekçesine [bkz. §21/iii- (1), (2), ( 3), (4), (5)] ek olarak aşağıdaki hususlara yer vermiştir:
(4) Gezi Parkı eylemleri sürecinde kamu desteğinin azalmasının ardından başvurucunun "Gezi ruhunu" yaşatmak amacıyla farklı illerde provokatif nitelikte konuşmalar yaptığı, Gezi Parkı olaylarının ivmesinin düşmemesi ve Anadolu'ya yayılarak sürmesi için Türkiye genelinde belirli aralıklarla Kent Forumu toplantılarının düzenlendiği, bu kapsamda Taksim Dayanışması'nın Forumlar Koordinasyonu adı altında toplantılar yaparak bazı kararlar aldığı, forumların ortak bir çatı altında toplanarak kontrol altına alınmasının ve eş zamanlı eylemler gerçekleştirilmesinin hedeflendiği, forum yöneticileriyle bu doğrultuda toplantılar yapıldığı ve ortak eylem kararlarının alınarak uygulandığı ifade edilmiştir. Sanık M.O.K.nın, H.H.G. aracılığıyla Taksim Dayanışması'ndan Ş.C.A. ve başvurucu üzerinden söz konusu forum koordinasyonuna müdahil olduğu belirtilmiştir.
(5) Ayrıca başvurucunun 6/7/2013 tarihli Gezi Parkı gösterisine katıldığı ve burada yaptığı basın açıklamasında provokatif söylemlerde bulunduğu 16/11/2013 tarihinde Çağlayan Adliyesi önünde (B.E.nin babasının ve avukatının basın açıklaması sonrası) yapılan basın açıklamasında Gezi Parkı olaylarına ilişkin kışkırtıcı beyanlarına devam ettiği ve grubun slogan atmasını sağladığı belirtilmiştir.
(6) Gezi Parkı eylemleri sırasında başvurucunun "Şu an biz insan zinciri yapıyoruz Taksim Dayanışması olarak, metro çıkışı ve buradaki çadırlarımızı içe alacak şekilde ve tüm arkadaşlarımız bu zincirin arkasında toplanıyorlar, polis arkadaşlarımız da bu alandan çekiliyor arkadaşlar bu kadar" şeklindeki yönlendirmesiyle eylemcilerin kol kola girerek zincir oluşturdukları da tespit edilmiştir.
(6) Başvurucunun 3-5/9/2013 tarihlerinde Aliağa Belediyesi tarafından düzenlenen Emek ve Barış Şenlikleri'ne konuşmacı olarak katıldığı ve burada Gezi Parkı olaylarına ilişkin provokatif bir dille açıklamalarda bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun cezalandırmaya dayanak kabul edilen konuşması şöyledir:
"Taksim direnişi; Taksim Meydanı'nda 'efendi' bir söylemle kentine ve ağacına sahip çıkmak isteyenlere yapılan polis müdahalesine karşı barışçıl bir sesleniş oldu. Toplumun vicdanı Taksim'de yaşananlara ve polis şiddetine karşı boş durmadı. Binlerce kişi kısa sürede sokağa döküldü. Orada hoşgörü ile birlikte, bugüne kadar birbirine karşı taş atanların birbirleri ile nasıl halay çekebileceklerini gördük. Tüm Dünya'ya birlikte nasıl yaşayabileceğimizi gösterdik. İşte oradaki hoşgörü Gezi direnişini bu kadar büyük ve inanılmaz kıldı".
(7)Tanık beyanları:
-Tanık E.O.A.; olay tarihinde emniyet teşkilatında başkomiser olarak görev yaptığını, başvurucuyu Gezi Parkı eylemleri kapsamında Taksim Meydanı ile Mimarlar Odası civarında özellikle Mis Sokak üzerindeki eylem ve basın açıklamaları sırasında hatırladığını ve başvurucunun Taksim Dayanışması grubu içerisinde yer aldığını beyan etmiştir.
- Tanık H.G.; olay tarihinde Emniyet Müdürlüğü güvenlik şube müdür yardımcısı olarak görev yaptığını, başvurucuyu Gezi sürecinde Taksim Meydanı ve çevresinde gerçekleştirilen basın açıklamaları sırasında gördüğünü ifade etmiştir.
8. Yargıtay yukarıda belirtilen deliller çerçevesinde, başvurucunun Gezi Parkı olaylarının bir plan ve organizasyon dâhilinde başlatılması ve ülke genelinde yaygınlaştırılarak derinleştirilmesi sürecindeki eylemleri; bu süreçte yaptığı provokatif paylaşımlar ve eylem çağrılarıyla Taksim Dayanışması'nı yönlendirmesi ve şiddet olaylarının tırmanmasına neden olması, ayrıca eylemlerin organizasyonunda baş aktör olarak değerlendirilen ve finansmanını sağlayan sanık M.O.K. ile irtibatlı şekilde birlikte hareket etmesi nedeniyle eylemlerinin, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğu kanaatine varmıştır. Bununla birlikte kararda, ilk derece mahkemesinin delillerin takdirinde yanılgıya düşmesi sonucu başvurucu hakkında yardım etme suçundan mahkûmiyet hükmü kurduğu ancak bu hususun aleyhe temyiz konusu yapılmaması nedeniyle Yargıtay tarafından bozma nedeni olarak gözetilmediği belirtilmiştir.
Değerlendirme
9. Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun olarak gerçekleşmesi için gereklidir. Bu bakımdan ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, § 42).
10. Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca değerlendirme yaptığı birçok kararında, kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin yargılamada kullanılmasıyla ilgili olarak ileri sürülen iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelemektedir. Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında bu konuda yapılan değerlendirmelerde Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrası da dikkate alınmaktadır (Orhan Kılıç, § 43).
11. Ancak bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa Yargıtay ve derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, Yargıtay ve derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Orhan Kılıç, § 44).
12. Hakkaniyete uygun bir yargılama, delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesini, delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi de delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onlara yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir (Orhan Kılıç, §§ 47, 48).
13. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
14. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
15. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda olağan kanun yollarında incelenmesi gereken konularda inceleme ve değerlendirme yapılamaz. Zira Anayasa Mahkemesi temyiz veya istinaf mercii değildir.
16. Somut olayda Yargıtayın mahkûmiyet hükmünü onama kararında, ilk derece mahkemesi kararında mahkûmiyetin gerekçesi olarak yer verilmeyen iletişimin dinlenmesine ilişkin bazı kayıtlara [bkz. § 24/iii, (4)] dayanıldığı ve bu kayıtlara atıfla başvurucunun mahkûmiyet kararının onandığı, bu hâliyle mevcut durumun başvurucunun temyiz aşamasında mahkûmiyetine esas teşkil eden bir delile karşı savunma yapma imkânından yoksun bırakılması sonucunu doğurduğu çoğunluk kararında belirtilmiş ise de anılan deliller ilk derece mahkemesi yargılaması aşamasında dava dosyası içinde bulunduğu, başvurucu ve müdafinin erişim ve itiraz etme imkanına sahip olduğu, dolayısıyla ilk defa Yargıtay aşamasında ortaya çıkan ve kabul edilen delil niteliğinde olmadığı, Yargıtay tarafından ilk derece yargılaması sırasında dosyaya giren ve başvurucu ve müdafinin erişebildiği ve itirazlarını ileri sürme imkânı bulabildiği bu delilin onama kararının gerekçesine ek gerekçe olarak ortaya konulduğu dikkate alındığında, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği söylenemez. Ayrıca başvurucunun mahkumiyetine ilişkin kararda yer verilen diğer deliller dikkate alındığında, mahkûmiyet kararının tek ve esaslı belirleyici delilinin iletişimin dinlenmesine ilişkin kayıtlar olmadığı dolayısıyla yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği de söylenemez.
17. Kaldı ki, Yargıtay 3. Ceza Dairesince, iletişimin dinlenmesine ilişkin kayıtların, başvurucu hakkındaki diğer tüm delillerle birlikte değerlendirildiğinde, eylemin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucu hakkında ise Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan mahkûmiyet kararı verilmiş, aleyhe temyiz olmadığı için bozma nedeni yapılmamış ve hüküm onanmıştır. Bir başka deyişle, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararındaki gerekçelerden yalnızca biri olan iletişimin dinlenmesine ilişkin kayıtlar, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunun delili olarak belirtilmiştir. Anılan kayıtların ve diğer delillerin tümünün bu suçu oluşturabileceği kararda açıkça ifade edilmiştir. Oysaki başvurucu hakkında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan ceza verilmiştir. Dolayısıyla anılan kayıtlara dayalı olarak hükmün onandığı da söylenemez.
18. Yukarıda yer verilen gerek İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekse Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararlarındaki detaylı gerekçeler dikkate alındığında, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçelerinde bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Mahkemenin ve Yargıtayın yukarıda da belirtildiği üzere iddia ve savunmalar ile tüm delilleri inceleyerek ve değerlendirerek karar verdiği anlaşılmış olup kararların gerekçesiz olduğu da söylenemez.
19. Açıklanan nedenlerle somut olay yönünden, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Yılmaz AKÇİL
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
Üye
Metin KIRATLI
|
|
|
|
|