|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
|
|
KARAR
|
|
|
|
CANER ŞAFAK BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2024/41763)
|
|
|
|
Karar Tarihi: 8/7/2025
|
|
R.G. Tarih ve Sayı: 29/9/2025 - 33032
|
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
Başkanvekili
|
:
|
Basri BAĞCI
|
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
|
Muhterem İNCE
|
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
|
|
|
Ömer ÇINAR
|
|
|
|
Metin KIRATLI
|
|
Raportör
|
:
|
Olcay ÖZCAN
|
|
Başvurucu
|
:
|
Caner ŞAFAK
|
|
Vekili
|
:
|
Av. Yılmaz ÇOLAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, özel hukuk kişileri arasındaki borç
ilişkisinden doğan alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğramasından
kaynaklı zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı
olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2024 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevap sunmuştur.
4. Birinci Bölüm tarafından 27/5/2025 tarihinde yapılan
toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar şöyledir:
6. Başvurucu 1974 doğumlu olup İstanbul'da ikamet
etmektedir.
A. İcra Takibi
ve İtirazın İptali Davası Süreci
7. Başvurucu, T. Bankası A.Ş. (Banka) aleyhine 9/11/2010
tarihinde Şişli 3. İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) 48.854 TL asıl alacak üzerinden
icra takibi başlatmıştır. Yapılan itiraz üzerine takip durmuş ve başvurucu,
davalı Bankanın itirazının iptali ve asıl alacağa ticari faiz işletilmesi
talebiyle dava açmıştır. Bu davada, dava dışı B. Konut İnş. Taah. Tic. A.Ş.nin
(Şirket) inşa etmeyi taaahhüt ettiği konutu satın almak üzere Bankadan konut
finansman kredisi kullandığını, Şirkete 20.000 TL ve Bankaya da 28.854 TL ödeme
yaptığını, konutun teslim edilmeyeceğinin anlaşıldığını, bu nedenle dava dışı
Şirkete ve Bankaya yaptığı tüm ödemeden Bankanın müteselsilen sorumlu olduğunu
ileri sürmüştür.
8. İstanbul 2. Tüketici Mahkemesi (2. Tüketici Mahkemesi)
30/1/2020 tarihinde, dava dışı Şirketin bu krediye kefil olması ve kredinin
bağlı kredi olması nedeniyle Şirket ile Bankanın tüketici olan başvurucuya
karşı müteselsilen sorumlu oldukları gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne,
davalının itirazının iptaline, takibin 48.854 TL asıl alacak ve asıl alacağa
takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar işleyecek yıllık %9 temerrüt
faizi uygulanmak suretiyle devamına, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve
İflas Kanunu'nun 67. maddesi gereğince asıl alacak tutarının %20 oranında
takdir edilen 9.770.80 TL icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak
başvurucuya verilmesine, fazlaya ilişkin 738 TL'lik talebin reddine karar
vermiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek 1/7/2020 tarihinde
kesinleşmiştir.
9. Bireysel başvuru dosyasına sunulan 19/6/2020 tarihli
icra dosyası kapak hesabında faizin 42.667,61 TL olduğu belirtilmiştir. Banka
tarafından 2/7/2020 tarihinde toplam 119.114,76 TL icra dosyasına yatırılmış ve
borç ödenmiştir. Ödemeye ilişkin reddiyat makbuzunda alınması gerekli harçlar
düşüldüğünde başvurucuya ödenecek bedelin toplamda 115.866,48 TL olduğu
anlaşılmıştır.
B. Bireysel
Başvuruya Konu Munzam (Aşkın) Zarar Davasına İlişkin Süreç
10. Başvurucu 17/12/2020 tarihinde Banka aleyhine
İstanbul 10. Tüketici Mahkemesinde (10. Tüketici Mahkemesi) dava açmıştır. Bu
davada lehine hükmedilen icra inkâr tazminatı, vekâlet ücreti ve yargılama
gideri toplamı 17.028 TL dâhil olmak üzere toplamda 119.114,76 TL tahsil
edilmesine rağmen asıl alacak ve faiz bedeli toplamının ödeme tarihinde
yaklaşık 92.822,60 TL olduğunu ve alacağının faizi aşan şekilde değer kaybına
uğradığını belirterek 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
122. maddesi uyarınca munzam zararına karşılık fazlaya ilişkin hak ve alacak
talebi saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL'nin 2/7/2020 tarihinden itibaren
işletilecek faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir.
11. 10. Tüketici Mahkemesi 9/3/2021 tarihinde davayı
reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun itirazın iptali davasında
temerrüt faizi istediği hâlde yasal faize hükmedildiği, bunu temyiz sebebi
yapmadığı, oysa tacir olan Banka yönünden ticari/avans faizine hükmedilmesinin
mümkün olabileceği, munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için
aranan kusurun borçlunun temerrüde düşmedeki kusuru olduğu, davalı Bankanın
temerrüde düşmedeki kusurundan ve munzam zarar şartlarının oluştuğundan
bahsedilemeyeceği ifade edilmiştir.
12. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 46. Hukuk Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi)
15/12/2022 tarihinde gerekçe değişikliğine gidilmiş ve hükmün ortadan
kaldırılarak farklı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın
gerekçesinde; munzam zarar iddiasının ileri sürüldüğü durumlarda sorumluluk
için diğer koşulların varlığı durumunda borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun
varlığının asıl olduğu, temerrüt sonrasında borçlunun temerrüde düşmedeki
kusurunun alacaklı tarafından ispatının gerekmeyeceği, aksine borçlunun
temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispatlamadıkça ortaya çıkan munzam zarardan
sorumlu olacağı ifade edilmiştir. Kusursuzluğu ispat yükünün Banka üzerinde
olduğu ancak asıl olanın ülkenin ekonomik şartlarına ilişkin soyut anlatımdan
ziyade alacaklının bizzat kendi özel şartlarına ilişkin zarar iddiasının
somutlaştırılması ve ispatlanması olduğu, bunun ispatlanamadığı, bu nedenle
munzam zarar şartlarının oluştuğundan bahsedilemeyeceği belirtilmiştir.
13. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Temyiz
dilekçesinde, alacağını geç alması ile bu süre zarfında paranın değer kaybına
uğraması arasında illiyet bağı olduğunu, ödeme yapılması gereken on yıllık
sürede döviz, altın ve enflasyon değerleri dikkate alındığında mal varlığında
zarar meydana geldiğini ve oluşan bu munzam zararın 6098 sayılı Kanun'un 122.
maddesi uyarınca davalı tarafça giderilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
14. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi(Anlatım kolaylığı açısından
sonraki bölümlerde Yargıtay Daireleri yönünden sadece Daire numaralarına yer
verilecektir.) 12/3/2024 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır.
Kararın gerekçesinde;
i. Munzam zararın varlığı için gereken ilk koşulun bir
para borcunda borçlunun temerrüdünün varlığı olduğu, para borcunun kaynağının
aşkın zararın talep edilebilirliği için herhangi bir önemi bulunmadığı, bu
anlamda 6098 sayılı Kanun'un 122. maddesinin kaynağı ne olursa olsun temerrüt
faizi yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma
olanağına sahip olduğu, borcun dayanağının haksız fiil, sözleşme, sebepsiz
zenginleşme, kanun yahut vekâletsiz iş görme olabileceği ve aşkın zarar
borcunun hukuki sebebinin asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka
aykırılık olması nedeniyle borçlunun aşkın zararı tazmin yükümlülüğünün asıl
borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya
başlayan asıl borcun ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden ve
asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borç olduğu,
ii. İkinci koşulun borçlunun temerrüdü nedeniyle temerrüt
faiziyle karşılanamayan alacaklı zararının mevcudiyetinin gerektiği, 6098
sayılı Kanun'un 122. maddesi kapsamına kanuni temerrüt faizinin yanında akdî
temerrüt faizinin uygulandığı borç ilişkilerinin de dâhil olduğu,
iii. Üçüncü koşulun borçlunun temerrüde düşmede kusurlu
olması gerektiği, zira aşkın zarar sorumluluğunun temerrüt faizinden
sorumluluktan farklı olarak kusur sorumluluğuna dayandığı, aranan kusurun ise
borçlunun temerrüde düşmekle ortaya çıktığı, diğer koşulların varlığı durumunda
borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun varlığının asıl olduğu, temerrüt
sonrasında borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun alacaklı tarafından ispatı
gerekmeyeceği, aksine borçlunun temerrüde düşmede kusursuz olduğunu
ispatlamadıkça ortaya çıkan aşkın zarardan sorumlu olduğu,
iv. Son koşulun ise borçlunun temerrüdü ile alacaklının
munzam zararı arasındaki illiyet bağının mevcudiyeti olduğu, bu çerçevede
alacaklının borçlunun temerrüde düşmesi ile ileri sürdüğü aşkın zarar olgusu
arasındaki illiyet bağını ispatla yükümlü olduğu,
v. Asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde
bulunulması veya dava açılmasıyla aşkın zararın sona ermeyeceği gibi icra
takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep
edilmemesi hâlinde dahi takip veya davanın konusuna dâhil bir borç olarak da
kabul edilemeyeceği, bu nedenle asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline
yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu
gösteren bir ihtirazi kayıt dermeyanına da gerek olmadığı ve ayrı bir dava ile
de zamanaşımı süresi içinde her zaman istenmesinin mümkün olduğu,
vi. Aşkın zarar alacaklısının tazminat talebinde
bulunabilmesi için öncelikle kaynağı ne olursa olsun bir alacağı olduğunu,
borçlunun temerrütte bulunduğunu, illiyet bağını ve bu alacağını tahsil
edememesinden veya geç ödeme yapılmasından doğan ve duruma göre mal varlığında
azalma veya engellenen kazançlardan oluşan zararını kanıtlamak zorunda olduğu,
varlığı iddia olunan zararın yine alacaklı tarafından yasal ispat vasıtalarıyla
somut, inanılır ve açık bir biçimde ispatlaması gerektiği, bu itibarla salt
ülkenin ve piyasanın içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan olan enflasyon,
yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı olarak ileri sürülen
aşkın zarar talebinin alacaklının bu sebeple zarara uğradığını açık ve somut
bir biçimde iddia ve ispat etmediği müddetçe 6098 sayılı Kanun'un 122. maddesi
kapsamında aşkın zararın kanıtı olarak ileri sürülemeyeceği ve anılan şartlar
sebebiyle ortaya çıkan olumsuzlukların alacaklı zararı olarak kabul
edilemeyeceği, yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz
oranlarının yüksek oluşu, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma gibi
nedenlerin davacıyı ispat yükünden kurtarmayacağı gibi herhangi bir ispat
kolaylığı da sağlamayacağı, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan
hareketle ileri sürülen soyut ve varsayıma dayalı zarar iddialarının hükme esas
alınamayacağı,
vii. Ayrıca bir para borcunun ödenmesinde temerrüde
düşülmesinden dolayı alacaklının zarara uğrayacağı kabul edilerek bu zararın
ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum dikkate alınarak belli bir oranda
olacağının benimsendiği ve 6098 sayılı Kanun'un 120. maddesi yollaması ile
4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun
hükümleri çerçevesinde temerrüt faiz oranlarının belirlendiği, buradan
hareketle kanun koyucunun tüm bu ekonomik olumsuzlukları değerlendirip bunların
doğuracağı zarar dolayısıyla tazminat oranını Anayasa’dan aldığı kanun yapma
yetkisine dayanıp temerrüt faizi olarak belirlemiş iken zımnen bu takdirin
yerinde olmadığı ileri sürülüp sadece aynı ekonomik göstergelere dayanılarak
tazmin edilecek zararın geçmiş günler faizinden fazla olduğunun kabul
edilemeyeceği,
viii. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (Hukuk Genel Kurulu)
29/3/2022 tarihli ve E.2021/11-938, K.2022/401 sayılı kararında belirtildiği
üzere uğranıldığı iddia olunan zararın yetkili mercinin belirlediğinden fazla
olduğunun ileri sürülmesi hâlinde ise artık açılmış olan davaya özgü somut
vakıalara dayanılması gerektiği, bunların da yasal, elverişli ve geçerli
delillerle, geçerli ispat kuralları dairesinde kanıtlanması gerektiği,
kanıtlanacak olguların geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı doğuran
vakıalar ve bu vakıalar nedeniyle uğranılan fiilî zarar olduğunun açıklandığı,
ix. Temyizen incelenen kararın tarafların karşılıklı
iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken
hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına,
yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere ve özellikle
Hukuk Genel Kurulunun 29/3/2022 tarihli kararında açıklandığı üzere munzam
zarar koşullarının somut olayda gerçekleşmediği, aşkın zararın genel ekonomik
olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları,
mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında
davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerektiği, yüksek
enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek
oluşu ve paranın satın alma gücünde meydana gelen azalmanın davacıyı ispat
yükünden kurtarmayacağı gibi herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamayacağı, davacının
geç ödeme ile maruz kaldığı zararı doğuran vakıaların dosya kapsamında ispat
edilemediği ifade edilmiştir.
15. Başvurucu, nihai kararı 10/6/2024 tarihinde
öğrenmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat
Hükümleri
16. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar
Kanunu'nun "Munzam zarar" başlıklı 105. maddesi şöyledir:
“Alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş
günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiç bir kusur isnat
edilemiyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.
Bu munzam zarar derhal takdir
olunabilirse hakim, esasa dair karar verir iken bu zararın miktarını dahi tayin
edebilir.”
17. Bu Kanun'u ilga eden 6098 sayılı Kanun'un
"Aşkın zarar" başlıklı 122. maddesi şöyledir:
"Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir
zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat
etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Temerrüt faizini aşan zarar miktarı
görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas
hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder."
18. 3095 sayılı Kanun'un "Kanuni faiz"
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret
Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit
edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır.
Cumhurbaşkanı, bu oranı aylık olarak
belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya
yetkilidir."
19. 3095 sayılı Kanun'un "Temerrüt faizi"
başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"(Değişik : 15/12/1999 - 4489/2 md.)
Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi
kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre
temerrüt faizi ödemeye mecburdur.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının
önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı,
yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari
işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz
oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz
oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran
geçerli olur.
Temerrüt faizi miktarının sözleşmede
kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda
öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az
olamaz."
2. Anayasa
Mahkemesi Kararları
20. Anayasa Mahkemesinin 15/12/1998 tarihli ve E.1997/34,
K.1998/79 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...
İTİRAZIN KONUSU: 4.12.1984 günlü, 3095
sayılı 'Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un 1., 2. ve 4.
maddelerinin, Anayasa'nın 2., 5. ve 10. maddelerine aykırılığı savıyla iptali
istemidir.
...
Eser sözleşmesine aykırılık nedeniyle
açılan alacak davasında davacı vekilinin Anayasa'ya aykırılık savını ciddi
bulan Mahkeme, 3095 sayılı Yasa'nın 1., 2. ve 4. maddelerinin iptali için
başvurmuştur.
....
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
4.12.1984 günlü, 3095 sayılı Kanuni Faiz
ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un iptali istenilen maddeleri şöyledir:
1-'Madde 1-Borçlar Kanunu ve Türk
Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile
tespit edilmemişse faiz ödemesi senelik yüzde otuz oranında yapılır.
Bakanlar Kurulu, ekonomik şartları
dikkate alarak bu oranın yüzde seksenine kadar artırma ve eksiltme yapabilir.
Bakanlar Kurulunun bu konudaki kararı, kararın alınmasını izleyen takvim yılı
başından itibaren uygulanır.'
2-'Madde 2-Bir miktar paranın
ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça,
geçmiş günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye
mecburdur.
Bakanlar Kurulu Kararı ile bu oran 1
inci maddesindeki oran dahilinde artırılabilir veya eksiltilebilir.
Ödeme yerinde ve ödeme zamanındaki banka
iskontosu yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile,
ticari işlerde temerrüt faizi T.C. Merkez Bankasının kısa vadeli krediler için
öngördüğü reeskont faiz oranına göre istenebilir.
Temerrüt faizi miktarının sözleşmede
kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda
öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az
olamaz.'
...
3095 sayılı Yasa'nın genel gerekçesinde
:
"Türk parasının değerinin önemli
ölçüde azalmadığı, enflasyon oranının çok düşük olduğu devirlerde yürürlüğe
giren Borçlar Kanunu'nun 72 ve 103 üncü maddeleriyle kanunî faiz ve temerrüt
faizi yüzde beş olarak tespit edilmiştir. Türk Ticaret Kanununun 9 uncu
maddesiyle de kanunî faiz yönünden Borçlar Kanununun sözü edilen maddesine
atıfta bulunularak aynı oran benimsenmiş, temerrüt faizi ise ticarî işler için
yüzde on olarak kabul olunmuştur.
10 Mayıs 1984 gün ve 18397 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tebliği ile vadeli
mevduat faizleri yüzde elli ikiye varan oranlarda tespit edilmiştir. Diğer bir
ifadeyle zamanında hakkını elde edemeyen bir alacaklı parasını bankaya veya
Devlet tahviline yatıramamaktan ötürü yukarıda açıklanan miktara varan bir kâr
mahrumiyeti ile karşı karşıya bulunmakta, buna karşılık yüzde beş ve yüzde on
oranında kanunî faiz ve temerrüt faizi alabilmektedir. Alacaklı kişi aynı
zamanda paraya ihtiyacı bulunduğunda kredi sağlama yoluna gitmekte ve bu sefer
daha da yüksek oranda bir faiz borcu altına girmektedir. Bu durumda borçlu,
borcunu zamanında ödememesinden kazançlı çıkmakta, dava ve icra yoluna
başvurulmadan ödemede genellikle bulunulmamaktadır. Zira dava ve takip
sırasında geçecek her süre borçlunun lehine çalışmaktadır.
Belirtilen durumun dava ve icra
takiplerini artırdığı açıktır. Borçlular sadece haklarında dava açılmasına ve
icra takibinde bulunulmasına sebebiyet vermekle kalmayıp bunların uzaması için
her türlü yola başvurmaktadırlar.
Tasarı kötü niyetli kişilerin bu
davranışlarının önüne geçilmesi, kanunî faiz ve temerrüt faizinin günün
koşullarına uydurulması için düzenlenmiştir.
Temerrüt faizi ile ilgili olarak Borçlar
Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu dışındaki diğer kanunlarda da hükümler
bulunduğundan, bunların tamamının değiştirilmesi güçlük arz edeceğinden ve
ayrıca ilerde enflasyon oranının düşmesi sonucu kanunlarımızdaki eski oranlara
kolaylıkla dönüşü sağlama açısından düzenlemenin ilgili kanunlarda değişiklik
suretiyle yapılması yoluna gidilmemiş, ayrı bir kanunla yapılmasının yerinde
olacağı düşünülmüştür"
denilmektedir.
...
2- Yasa'nın 1. Maddesiyle 2. Maddesinin
Birinci ve İkinci Fıkralarının İncelenmesi
Mahkeme, itiraz konusu kuralların,
Anayasa'nın 2. ve 5. maddelerine aykırılığını ileri sürmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesindeki hukuk
devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve
Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Anayasa'nın 5. maddesinde, 'Devletin
temel amaç ve görevleri ...; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.' denilmektedir. Buna
göre Devlet, bireyin yaşamını kolaylaştırmak, insan onuruna yaraşır bir ortam yaratmakla
yükümlüdür.
3095 sayılı Yasa'nın 1. ve 2.
maddelerinin birinci fıkralarında, yasal ve temerrüt faiz oranı senelik % 30
olarak belirlenmiş, maddelerin ikinci fıkralarında da belirli koşulların
gerçekleşmesi durumunda, bu oranın % 80'ine kadar artırma ve eksiltme yetkisi
Bakanlar Kurulu'na verilmiştir.
Bakanlar Kurulu bu yetkiye dayanarak
1.1.1998 gününden geçerli olmak üzere % 30 oranını % 50'ye çıkarmıştır. Bu
artırmaya karşın, yasal ve temerrüt faiz oranları banka mevduat faiz
oranlarının çok gerisinde kalmıştır.
Hazine'nin iç borçlanma aracı olarak
kimi zaman çıkardığı tahvil ve bonolara ödediği faizler de yasal faiz oranının
çok üzerinde gerçekleşmiştir. Dövizin Türk lirası karşısında kazandığı yıllık
değer de yasal faiz oranlarının çok üstünde olmuştur.
Hazine Müsteşarlığı verilerine göre
1984-1998 yıllarının 14 yıllık ortalama artışı Toptan Eşya Fiyat Endeksi'ne
göre % 65, Tüketici Fiyat Endeksine göre % 68'dir. T.C. Merkez Bankası'nca
belirlenen ağırlıklı mevduat faiz oranları 1992 yılında % 74,24, 1993 yılında %
74,68'dir.
Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan
döviz kuru, mevduat faizi, hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının
sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi borçlunun
yararlanması alacaklının zarara uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle,
borçlu, süresinde borcunu ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı
sürecini uzatma gayreti göstermekte, böylece yargı mercilerindeki dava ve
takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak almak düşüncesi
yaygınlaşarak, kamu düzeni bozulmakta kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır.
İtiraz konusu kuralların borçlu
yararına, alacaklı zararına sonuçlar doğurması, ekonomik ve sosyal yaşamı
olumsuz yönde etkilediği gibi Hukuk Devleti ilkesini de zedelemektedir.
Açıklanan nedenlerle, Yasa'nın incelenen
kuralları Anayasa'nın 2. ve 5. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
...''
21. ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. ([GK] B. No:
2014/2267, 21/12/2017) kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...
1. Başvuru, mahkemece hükmedilen
alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının;
yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
...
74. Başvurucunun baraj inşaatı
sözleşmesi çerçevesinde alacağının tahsili istemiyle açtığı dava Mahkemece
19/4/2002 tarihinde kısmen kabul edilmiş, temyiz üzerine hüküm Yargıtay 15.
Hukuk Dairesince 6/6/2002 tarihinde onanmıştır. Buna göre derece
mahkemelerince, başvurucunun baraj inşaatı sözleşmesi çerçevesinde yaptığı
işlerin karşılığı olarak 62.969,69 TL alacağının DSİ'den tahsili gerektiği
kabul edilmiştir. Ancak başvurucunun bu alacağının tespit edilmiş olması tek
başına mağdur sıfatını ortadan kaldırmamaktadır. Başvurucunun mağdur sıfatının
ortadan kaldırılabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanı hem de mağdurun
bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi
gerekmektedir.
75. Somut olayda başvurucuya 62.969,69
TL asıl alacağı yanında 348.027,70 TL tutarında faiz ödemesi yapılmıştır.
Bununla birlikte başvurucu, alacağına geç kavuştuğundan ve bu süreçte ülkede
yaşanan enflasyonist ortamda alacağının değer kaybettiğinden yakınmaktadır.
76. Yukarıda da değinildiği üzere
Anayasa Mahkemesinin daha önce gerek norm denetimi kapsamında gerekse de
bireysel başvuru kapsamında verdiği çeşitli kararlarında alacakların da
mülkiyet hakkı kapsamında olduğu, devlet tarafından alacakların geç ödenmesi
hâlinde enflasyon oranları altında olmayan bir faiz ödenmesinin gerek bireyin
hakları gerekse de kamu düzeni bakımından önem taşıdığı belirtilmiştir (bkz. §§
71-73). Anayasa Mahkemesi bu bağlamda kişilerin mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilen alacaklarının kamu kurumlarınca makul olmayan bir sebeple geç
ödenmesi yüzünden değer kaybına uğratılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol
açtığını kabul etmiştir (bkz. § 73).
77. Başvuru konusu olayda derece
mahkemelerince, başvurucunun alacağı yönünden dört ayrı kalemde farklı temerrüt
tarihleri esasları tespit edilmiş; buna göre başvurucunun 486,69 TL tutarındaki
alacağının 10/10/1990 tarihi, 2.870,82 TL tutarındaki alacağının 9/6/1988
tarihi, 55.569,36 TL tutarındaki alacağının 16/3/1995 tarihi ve KDV düşüldükten
sonra kalan 4.041,82 TL tutarındaki alacağının ise yine 16/3/1995 tarihi esas
alınarak hak kazanıldığı belirlenmiştir. Başvurucuya bu alacaklarının toplamı
olan 62.968,91 TL ise 348.027,70 TL tutarında işlemiş faiz ile birlikte
23/9/2002 tarihinde ödenebilmiştir.
78. Merkez Bankası verilerine göre
enflasyonda meydana gelen artış oranları şöyledir:
- Haziran/1988 - Eylül/2002 : %203.613
(1988 yılı Haziran ayındaki 100 TL'nin 2002 yılı Eylül ayındaki gerçek
karşılığı 203.512,50 TL'dir.).
- Ekim/1990 - Eylül/2002 : %60.427 (1990
yılı Ekim ayındaki 100 TL'nin 2002 yılı Eylül ayındaki gerçek karşılığı
60.326,70 TL'dir.).
- Mart/1995 - Eylül/2002 : %4.392 (1995
yılı Mart ayındaki 100 TL'nin 2002 yılı Eylül ayındaki gerçek karşılığı
4.291,59 TL'dir.).
79. Buna karşılık başvurucunun mülkiyet
hakkı kapsamında değerlendirilen toplam 62.968,91 TL tutarındaki alacağı için
aynı dönemde başvurucuya 348.027,70 TL tutarında faiz ödemesi yapılmıştır. Bu
verilere göre, ödenen faiz tutarına rağmen aynı dönemde enflasyonun yaklaşık
kümülatif olarak %13.254 oranında arttığı, diğer bir deyişle başvurucunun alacağı
%1'inden bile daha az bir miktara düştükten sonra enflasyon karşısında bu
alacağın önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği görülmektedir.
Nitekim Mahkemece alınan bilirkişi raporunda da başvurucunun alacağının
enflasyon karşısında değer kaybetmiş olduğunun açıkça belirtildiği
görülmektedir (bkz. § 24).
80. Diğer taraftan kural olarak
kişilerin kamudan olan alacaklarının herhangi bir yargısal sürece veya icra
takibine gerek olmadan ödenmesi beklenir. Somut olayda ise başvurucunun
alacağının geç ödenmesinin makul bir gerekçesi mevcut olmadığı gibi, derece
mahkemelerinin geriye dönük olarak tespit ettiği başvurucunun alacağını kamu
makamlarının ancak yapılan yargılama sonucu ödeyebildiği ve yargılamanın uzun
sürmesi nedeniyle yine kamu makamlarının yarar sağlamış olduğu anlaşılmaktadır.
81. Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet
hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına
uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan
dışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır. Bu tespite rağmen derece
mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği
yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamunun yararı ile
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil
dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu değerlendirilmiştir.
82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın
35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
...''
3. Özel Hukuk
Kişileri Arasındaki Uyuşmazlıklarda Munzam Zarara İlişkin Yargıtay Kararları
22. Hukuk Genel Kurulunun 10/11/1999 tarihli ve
E.1998/13-353, K.1999/929 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir (benzer
yöndeki kararlar için bkz.13. Hukuk Dairesinin 1/6/1995 tarihli ve E.1995/267, K.1995/5451;
13. Hukuk Dairesinin 13/2/1997 tarihli ve E.1996/9985, K.1997/810; 11. Hukuk
Dairesinin 14/2/2000 tarihli ve E.1999/10052, K.2000/1010;Hukuk Genel Kurulunun
7/2/2007 tarihli ve E.2007/11-55, K.2007/53; 13. Hukuk Dairesinin 19/6/2007
tarihli ve E.2007/4821, K.2007/8754; 7. Hukuk Dairesinin 9/3/2010 tarihli ve
E.2009/8308, K.2010/1227; 15. Hukuk Dairesinin 25/4/2018 tarihli ve
E.2017/2736, K.2018/1742; 11. Hukuk Dairesinin 16/9/2021 tarihli ve
E.2019/5372, K.2021/5538; 3. Hukuk Dairesinin 18/10/2021 tarihli ve
E.2020/10700, K.2021/10183; 6. Hukuk Dairesinin 14/11/2024 tarihli ve
E.2023/1766, K.2024/4097; 6. Hukuk Dairesinin 13/1/2025 tarihli ve E.2024/3534,
K.2025/15 sayılı kararları):
''...
Borçlu para borcunu vadesinde
ödemediğinde (temerrüdü oluştuğunda) sözleşme veya yasada belirlenen 'gecikme
faizi' ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK. 103 uyarınca alacaklının
mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O nedenle
alacaklıya, uğradığı zararı isbat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun,
kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme
hakkı tanınmıştır.
...
BK. 105, kaynağı ne olursa olsun,
temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında
uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz
zenginleşme, kanun, vekaletsiz işgörme olabilir.
...
Ülkemizde süregelen hiperenflasyonun
yüzde yüzlerde seyrettiği, vadeli mevduatların en az bu oranlarda gelir
getirdiği, yabancı para değerinin (kurların) her zaman temerrüt faiz oranlarını
aştığı, banka kredilerinin yüzde iki yüze kavuştuğu, paranın iç alım (satım)
alma değerinin büyük ölçüde azaldığı tartışmasız, yaşanan bir gerçek olduğu çok
açıktır.
Böyle bir enflasyonist ortamda bireyin
parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve
girişimlerde bulunması örneğin en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı
yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesi, olayların normal akışına, hayat
tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur.
Gerçekte de, anlatılan enflasyonist
ortamda yaşayan makul, normal bir kişinin parasını atıl biçimde elde
tutmayacağı, gelir getirici bir yatırıma dönüştüreceği, insan yapısının ve
menfaatlerini koruma içgüdüsünün de tabii bir sonucudur.
Hal böyle olunca, enflasyonist
ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en
önemlisi gerekli olduğu taktirde bilinebilmesinin, kolayca
gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerinde bilgisi altında olan vakıalar olarak.
kabulü gerekir. Yasal deyimi ile 'MARUF VE MEŞHUR' vakıalardır ve bunların.
isbatına gerek yoktur (HUMK. md. 238/2).
Yine Bankalar Kanununun 37. maddesiyle,
121.1 sayılı Merkez Bankası Kanununun 4 ve 40 maddeleri gereğince, Hükümet ve
Merkez Bankasınca ilan edilen vadeli mevduat faizleri ile Resmi Gazetede
yeralan 'T.C. Merkez Bankası'nca Belirlenen Döviz Kurları ve Devlet İç
Borçlanma Senetlerinin Günlük Değerleri' şeklinde gösterilen ve tüm günlük
gazetelerde T.R.T. ile özel televizyonlarda da tekrarlanan ilanlar; hukuki
güvenlik nedeni ile gerçeği aksettirdiği ve aksi sabit oluncaya kadar yazılı
delil oluşturacağı da göz ardı edilemeyecek bir realitedir (MK. md. 7, 29, İİK.
md.8/son f).
Bunların yanında; 20.10.1989 T. K.3
sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında 'para her zaman kullanılması mümkün ve
temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu
muhakkaktır' şeklindeki kabülde az yukarıda açıklanan hukuki tesbit ve
bulguları doğrulamaktadır. Şu durum karşısında, alacaklının davasında dayandığı
maddi olgulara uygulanması zorunlu görülen HUMK. md.238/2, ve MK.7 anlamında
belirlenen delillerle alacaklı zararının kanıtlandığına ilişkin karinenin vücut
bulduğu ve böylece davacının zararını isbat yükümünü ifa ettiği açıktır. Bu
aşamadan sonra subut bulan karinenin aksini kanıtlayarak, sorumluluktan
kurtulmak isteyen borçlunun; somut olayın özellikleri nedeni ile ya alacaklının
bir zarara uğramadığını, yada borcunu zamanında ifa etmiş olsa idi .dahi
alacaklının borç konusu miktarı değeri düşmeyecek bir biçimde
değerlendiremeyeceğini ispat etmesi gündeme gelebilir.
Az yukarıda açıklananların ışığında,
mahkemece özel dairenin bozma kararında tesbit edilen yöntem ve araştırmalar
eksiksiz yerine getirilmeli BK. 42 ve 43/2. maddeleri hükümleri de dikkate
alınmak suretiyle toplanan deliller değerlendirilmeli ve hasıl olacak uygun
sonuç çerçevesinde belirlenecek munzam zarara hükmedilmelidir.
...''
23. Hukuk Genel Kurulunun 29/3/2022 tarihli ve
E.2021/11-938, K.2022/401 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir (benzer
yöndeki kararlar için bkz.13. Hukuk Dairesinin 26/4/1984 tarihli ve
E.1984/2506, K.1984/3157; 15. Hukuk Dairesinin 27/1/1995 tarihli ve
E.1994/4985, K.1995/363; 15. Hukuk Dairesinin 21/3/2005 tarihli ve E.2004/4662,
K.2005/1596; 19. Hukuk Dairesinin 20/3/2006 tarihli ve E.2005/11377,
K.2006/2827; Hukuk Genel Kurulunun 31/10/2007 tarihli ve E.2007/11-668,
K.2007/798; 14. Hukuk Dairesinin 8/7/2008 tarihli ve E.2008/5486, K.2008/9057;
15. Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/1049, K.2016/2737; 19. Hukuk
Dairesinin 2/4/2019 tarihli ve E.2018/1690, K.2019/2185; 17. Hukuk Dairesinin
25/3/2021 tarihli ve E.2020/2916, K.2021/3278; 3. Hukuk Dairesinin 10/3/2022
tarihli ve E.2022/691, K.2022/2136; 11. Hukuk Dairesinin 28/9/2022 tarihli ve
E.2019/4241, K.2022/6411; 9. Hukuk Dairesinin 1/11/2023 tarihli ve
E.2023/11296, K.2023/16397; 2. Hukuk Dairesinin 17/1/2024 tarihli ve E.2023/7422,
K.2024/292; 10. Hukuk Dairesinin 27/11/2024 tarihli ve E.2023/13690,
K.2024/11814; 3. Hukuk Dairesinin 24/4/2025 tarihli ve E.2024/3150, K.2025/2368
sayılı kararları sayılı kararları):
''...
16. Borcun ifasının geciktirilmesi
borçlunun temerrüdü sonucunu doğuracaktır. Borçlunun temerrüdü hâlinde ise
ortaya çıkacak olan hukukî sonuçlar TBK’nın 117 ve devamındaki maddelerde
düzenlenmiştir. Bu sonuçlar arasında uyuşmazlığın niteliği itibariyle önem arz
edenlerden ilki; TBK’nın 122. maddesinde düzenlenen aşkın (munzam) zarar
kavramıdır. Öte yandan aşkın (munzam) zararın anlaşılabilmesi için öncelikle,
borçlu temerrüdünün bir diğer sonucu olan temerrüt faizinin hukuksal niteliği
üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
17. Temerrüt faizi, borçlunun para borcunu
zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine TBK’nın 120. maddesi gereği
kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı süresince varlığını
sürdüren bir karşılık olması itibariyle zamanında ifa etm olgusuyla doğrudan
bir bağlantı içerisindedir. Bu kapsamda borçlu, kusurlu olsun veya olmasın
borcunu zamanında ifa etmemiş olması durumunda temerrüt faizi ödemekle yükümlü
olup bu durum ve temerrüt faiz oranları, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt
Faizine İlişkin Kanun’un (3095 sayılı Kanun) 2. maddesinde 'Bir miktar paranın
ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça,
geçmiş günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye
mecburdur.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının
önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı,
yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari
işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz
oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz
oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran
geçerli olur.
Temerrüt faizi miktarının sözleşmede
kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda
öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az
olamaz.' şeklinde düzenlenmiştir.
18. Buna göre hukukumuzda alacaklıya,
zararın varlığını, miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın
temerrüt faizini talep edebilme hakkı tanınmıştır. Ayrıca temerrüt faizi
yükümlülüğünün doğumu için borçlunun alıkoyduğu paradan yarar sağlaması şart
olmadığı gibi bu yararların iadesi amacı da bulunmaz. Temerrüt faizi talep
edebilmek için borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması şart değildir.
Borçlu, bu konuda kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ileri sürerek ve
bunu kanıtlayarak faiz ödeme yükümlülüğünden kurtulamaz. Bunun yanında temerrüt
faizi, sözleşmeden doğan para borçlarının yanı sıra, sözleşme dışı hukukî
ilişkiden kaynaklanan para borçlarında da uygulama alanı bulur (Barlas, Nami;
Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Temerrüt Açısından Düzenlenen
Genel Sonuçlar, İstanbul 1992, s. 127).
19. Uyuşmazlık konusunun temelini
oluşturan aşkın (munzam) zarara ilişkin olarak ise TBK’nın 122. maddesi 'Alacaklı,
temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir
kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Temerrüt faizini aşan zarar miktarı
görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas
hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.' hükmünü haizdir. Bu
hükümle uygulamada munzam zarar, kanunî tanımı ile aşkın zarar olarak
adlandırılan hukukî kurum düzenleme altına alınmış olup mülga 818 sayılı
Borçlar Kanunu’nun (BK) 105. maddesi de bu hususta aynı yönde düzenleme
içermektedir.
20. Aşkın (munzam) zarar, para borcunun
ifasında borçlunun kusuruyla temerrüde düşmesi nedeniyle alacaklı nezdinde
ortaya çıkan zararın temerrüt faiziyle karşılanamaması hâlinde söz konusu olan
bir zarar olup bu zarar, borçlunun temerrüdü ile borcun ödendiği tarih
aralığındaki dönemi kapsamaktadır. Bu anlamda aşkın (munzam) zarar, temerrüt
faizini aşan ve kusur sorumluluğuna dair ilkelere bağlı bir zarar türü olarak
kabul edilir (Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt I,
2012, s. 810). Aşkın (munzam) zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş
olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda
ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır.
21. Aşkın (munzam) zararın varlığı için
gereken ilk koşul, bir para borcunda borçlunun temerrüdünün varlığıdır. Bu para
borcunun kaynağının, aşkın (munzam) zararın talep edilebilirliği için herhangi
bir önemi bulunmamaktadır. Bu anlamda TBK’nın 122. maddesi, kaynağı ne olursa
olsun temerrüt faizi yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para
borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil,
sözleşme, sebepsiz zenginleşme, kanun yahut vekâletsiz iş görme olabilir. Öte
yandan hemen belirtilmelidir ki; aşkın (munzam) zarar borcunun hukukî sebebi,
asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. Bu nedenle
borçlunun aşkın (munzam) zararı tazmin yükümlülüğü, asıl borç ve temerrüt faizi
yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun,
ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen
bağımsız yeni bir borçtur.
22. Aşkın (munzam) zararın varlığı için
gereken ikinci koşul; borçlunun temerrüdü nedeniyle temerrüt faiziyle karşılanamayan
alacaklı zararının mevcudiyetidir. Ancak alacaklının zararının temerrüt
faizinden az yahut temerrüt faizine eşit olması durumunda, zararın temerrüt
faiziyle karşılanacak olması sebebiyle aşkın (munzam) zararın varlığından söz
edilemez. Bu aşamada önemle belirtilmelidir ki; TBK’nın 122. maddesi kapsamına
kanunî temerrüt faizinin yanında akdi temerrüt faizinin uygulandığı borç
ilişkileri de dâhildir. Eş söyleyişle alacaklının, borçlu ile arasındaki hukukî
ilişkiden doğan temerrüt faizinin akdi yahut yasal olması, aşkın (munzam)
zararın talep edilebilirliğine engel teşkil etmez. Burada önem arz eden husus
alacaklının temerrüt faiziyle karşılanamayan zararının mevcudiyetinin
ispatıdır.
23. Aşkın (munzam) zararın varlığı için
gereken üçüncü koşul; borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olmasıdır. Zira aşkın
(munzam) zarar sorumluluğu, temerrüt faizinden sorumluluktan farklı olarak
kusur sorumluluğuna dayanmakta olup burada aranan kusur, borçlunun temerrüde
düşmekteki kusurudur. Ancak aşkın (munzam) zarar iddiasının ileri sürüldüğü
durumlarda sorumluluk için, diğer koşulların varlığı durumunda borçlunun
temerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Başka bir anlatımla temerrüt
sonrasında borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun alacaklı tarafından ispatı
gerekmez. Aksine borçlu, temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispatlamadıkça
ortaya çıkan aşkın (munzam) zarardan sorumludur.
24. Aşkın (munzam) zararın varlığı için
gereken son koşul ise; borçlunun temerrüdü ile alacaklının aşkın (munzam)
zararı arasındaki illiyet bağının mevcudiyetidir. Bu çerçevede alacaklı,
borçlunun temerrüde düşmesi ile ileri sürdüğü aşkın (munzam) zarar olgusu
arasındaki illiyet bağını ispatla yükümlüdür.
25. Aşkın (munzam) zarar bu hukukî
niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra
takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi
veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep
edilmemiş olması hâlinde dahi (TBK m. 122/2) takip veya davanın konusuna dâhil
bir borç olarak da kabul edilemez. Bu nedenle asıl alacağın faizi ile birlikte
tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı
tutulduğunu gösteren bir ihtirazî kayıt dermeyanına da gerek bulunmamakta olup
ayrı bir dava ile de zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi
mümkündür.
26. Uyuşmazlık çerçevesinde üzerinde
durulması önem arz eden bir diğer husus ise, aşkın (munzam) zararın ispatı olup
esasen aşkın zararın ispatına ilişkin yükümlülük, bu zararın varlığını iddia
eden alacaklının üzerindedir. Bu bağlamda aşkın (munzam) zarar alacaklısı,
TBK’nın 122. maddesine dayalı olarak tazminat talebinde bulunabilmesi için
öncelikle kaynağı ne olursa olsun evvela bir alacağı olduğunu, borçlunun
temerrütte bulunduğunu, illiyet bağını ve bu alacağını tahsil edememesinden
veya geç ödeme yapılmasından doğan ve duruma göre malvarlığında azalma veya
engellenen kazançlardan oluşan zararını kanıtlamak durumundadır.
27. Aşkın (munzam) zararın talebinde
varlığı iddia olunan zararın, yine alacaklı tarafından yasal ispat
vasıtalarıyla somut, inanılır ve açık bir biçimde ispatlaması gerekir. Başka
bir anlatımla alacaklı tarafça aşkın (munzam) zarar olgusu, 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 194. maddesi gereğince ispata elverişli şekilde somutlaştırılarak
ileri sürülen iddianın ispatı için gerekli tüm deliller somut olarak ortaya
konulmalıdır. Bu itibarla salt ülkenin ve piyasanın içinde bulunduğu ekonomik
olumsuzluklardan olan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi
olgulara dayalı olarak ileri sürülen aşkın (munzam) zarar talebi, alacaklının
bu sebeple zarara uğradığını açık ve somut bir biçimde iddia ve ispat etmediği
müddetçe, TBK’nın 122. maddesi kapsamında aşkın (munzam) zararın kanıtı olarak
ileri sürülemez ve anılan şartlar sebebiyle ortaya çıkan olumsuzluklar alacaklı
zararı olarak kabul edilemez. Dolayısıyla TBK’nın 122. maddesinde karşılanması
öngörülen faizi aşan aşkın zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari
enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın
satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut
vakıalarla ispatlanması gerekir. Başka bir anlatımla yüksek enflasyon, dolar
kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın
satın alma gücünde meydana gelen azalma, davacıyı ispat yükünden kurtarmayacağı
gibi herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamaz. Bu itibarla ülkenin içinde
bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan hareketle ileri sürülen soyut ve varsayıma
dayalı zarar iddiaları hükme esas alınamaz (Uygur, s. 816).
28. Ayrıca bir para borcunun ödenmesinde
temerrüde düşülmesinden dolayı alacaklının zarara uğrayacağı kabul edilerek bu
zararın, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum dikkate alınarak belli bir
oranda olacağı benimsenmiş ve TBK’nın 120. maddesi yollaması ile 3095 sayılı
Kanun’un hükümleri çerçevesinde temerrüt faiz oranları belirlenmiştir. Buradan
hareketle kanun koyucu tüm bu ekonomik olumsuzlukları değerlendirip, bunların
doğuracağı zarar dolayısıyla tazminat oranını T.C. Anayasası’ndan aldığı yasa
yapma yetkisine dayanıp temerrüt faizi olarak belirlemiş iken, zımnen bu
takdirin yerinde olmadığı ileri sürülüp sadece aynı ekonomik göstergelere
dayanılarak tazmin edilecek zararın geçmiş günler faizinden fazla olduğu kabul
edilemez.
29. Uğranıldığı iddia olunan zararın,
yetkili merciin belirlediğinden fazla ve bu nedenle TBK’nın 122. maddesine
dayanılarak aşkın (munzam) zarar istenilmesi hâlinde ise artık açılmış olan
davaya özgü somut vakıalara dayanılması gerekir. Bunlar da yasal, elverişli ve
geçerli delillerle, geçerli ispat kuralları dairesinde kanıtlanmalıdır. Burada
kanıtlanacak olgular geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı doğuran
vakıalar ve bu vakıalar nedeniyle uğranılan fiili zarardır.
30. Yapılan açıklamalar ışığında somut
olay değerlendirildiğinde; davacı tarafından 09.12.1999 tarihinde toplam
450.000TL’nin ... A.Ş.’nin Fatih Şubesi’ne yatırıldığı, anılan bedelin ... Off
Shore Ltd. adlı bankaya ait hesaba aktarılması sonrasında davacı tarafından bu paranın
tahsili için açılan davada yapılan yargılama sonucunda İstanbul 14. Asliye
Ticaret Mahkemesinin 12.02.2015 tarihli ve 2014/1304 E., 2015/64 K. sayılı
kararı ile 450.000TL’nin 09.12.1999 tarihinden itibaren işlemiş avans faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verildiği, anılan kararı müteakip davacı
tarafından İstanbul 22. İcra Müdürlüğünün 2015/4956 E. sayılı dosyası ile
başlatılan icra takibi sonrasında 09.05.2016 tarihinde mahkemece hüküm altına
alınan bedelin faiziyle davalıdan tahsil edildiği anlaşılmaktadır.
31. Dava dilekçesinde; davacının hüküm
altına alınan alacağının 16 yıl sonrasında avans faiziyle tahsiline karar
verildiği, sadece anaparaya işletilen avans faizi sonrasında temerrüt faiziyle
karşılanamayan bir zararın ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğu, bu suretle
paranın satın alma gücünün azaldığı, enflasyon oranın temerrüt faiz oranından
fazla olması nedeniyle aradaki farkın aşkın (munzam) zararı oluşturduğu,
ekonomik olumsuzlukların mevcut olduğu bir durumda bireyin parasını atıl tutmak
yerine döviz, altın, devlet tahvili, gayrimenkul gibi yatırım araçlarına
yönlendirerek yahut bir yıllık vadeli hesaba yatırıp enflasyonun olumsuz
etkisinden korunacağı, bu sebeple benzer yatırım araçlarının getirisinin
ortalaması bulunarak davacının aşkın (munzam) zararının belirlenmesi gerektiği
iddiasıyla aşkın zararın tahsili talep edilmiştir.
32. Her ne kadar bozma kararında,
ülkemizde belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklar nedeniyle
paranın satın alma değerinin önemli derecede azaldığı, böyle bir ortamda
bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için girişimlerde
bulunmasının olayların normal akşına, genel hayat tecrübelerine uygun düşen bir
karine olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, enflasyonist ekonominin olumsuz
etki ve sonuçlarının kamu tarafından bilindiği yahut bilinebileceğinden bu
durumun mahkemelerin bilgileri dâhilinde olduğu, bu sebeple aşkın (munzam)
zararın oluşumundaki zaman diliminin ekonomik koşullarının farklılığı
gözetilmeksizin tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçeyle sonuca
gidilmesinin hatalı olduğu belirtilmiş ise de; davacı tarafından talep edilen
aşkın (munzam) zararın dayanağı olarak ileri sürülen iddia, geç ödeme nedeniyle
kendisince, bizzat ve somut olarak uğranılan zarar iddiasından ziyade ekonomik
koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücündeki meydana gelen
azalmanın aşkın (munzam) zararı oluşturduğu yönündedir. Başka bir anlatımla
davacı tarafından, ülkemizdeki belirli dönemlerdeki ekonomik koşullarda mevcut
olumsuzluklardan hareketle, kendi durumuna özgü şekilde açık ve somut olarak
oluşan bir zarar olgusuna dair bir iddiada bulunulmadığı gibi bu yönde ispata
yeter herhangi bir delil de sunulmamıştır. Açılan davada sadece, ekonomik
koşullardaki olumsuzluklardan hareketle davacının durumunda olan bir bireyin
elindeki varlığını koruma amacıyla belirli yatırımlara yönlendireceğine dair
faraziyeye dayalı olarak aşkın (munzam) zararın ortaya çıktığı ileri
sürülmüştür.
33. Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi
kapsamında aşkın (munzam) zararın talep edilebilirliğinin bir koşulu da
alacaklı yönünden mevcut olan zararın açık ve somut bir biçimde ispatıdır. Bu
bağlamda ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma
gücünde meydana gelen azalma, alacaklı yönünden aşkın (munzam) zarar olarak
nitelendirilemeyeceği gibi salt bu olguya dayanılması neticesinde zararın
ispatına dair koşulun gerçekleştiği söylenemez. Zira burada zararın olgusunun,
HMK’nın 194. maddesi kapsamında ispata elverişli bir şekilde somutlaştırılarak
zarar iddiasının ispatı için gerekli tüm deliller ortaya konulmalıdır.
34. Bu itibarla davacı tarafından ileri
sürülen, ülkemizdeki belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklardan
enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı aşkın
(munzam) zarar talebi, zarar olgusunun delili olarak kabul edilemez. Zira
ülkemizdeki belirli dönemlerde var olan ekonomik koşullardaki olumsuzluklar
nedeniyle paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma, tek başına davacının
temerrüt faizi dışında bir zararının varlığının ispatı değildir. Dolayısıyla
ekonomik şartlar sebebiyle ortaya çıkan yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki
dalgalanma, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın satın
alma gücünde meydana gelen azalma gibi olumsuzluklar, bir karine olarak kabul
edilip davacıyı, kendi somut durumuna özgü vakıalarla oluştuğu iddia olunan
zararı ispat yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi davacıya bu yönde herhangi bir
ispat kolaylığı da sağlamaz.
35. Hâl böyle olunca, TBK’nın 122.
maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan aşkın (munzam) zararın, genel
ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz
kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma)
dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerekir. Burada
kanıtlanacak olgular; ekonomik şartlar sonucu ortaya çıkan olumsuzluklar gibi
genel ve soyut hususlardan ziyade geç ödeme nedeniyle davacının kendisinin,
şahsen ve somut olarak uğradığı zarardır. Ancak mahkemece yapılan yargılama
sırasında, davacı tarafından yukarıda belirtildiği şekilde bir zarar olgusunun
ileri sürülüp yasal çerçevede ispatlandığı söylenemez.
...''
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek
1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" başlıklı 1.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve
mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse,
ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası
hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin,
mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin
ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.
..."
25. Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı"
başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme’de tanınmış olan
hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin
ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir
merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Kararları
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek
1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu
olmadığı özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda-
mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü
içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel
kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet
haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekir.
Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar
yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma
oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında
ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil
bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. AİHM bu gerekliliğin
sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü
incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna,
B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00,
3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01,
11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99,
24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, §
47).
27. Ayrıca AİHM Sözleşme'nin 13. maddesi uyarınca temel
hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun
var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 13. maddesi
yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin
esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç
hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolu teoride
olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olmalıdır (İlhan/Türkiye [BD],
B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96,
26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82).
28. AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde
savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin mahkemelerce etkili bir şekilde
incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli
olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157;
Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç
hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek
şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan,
§ 36).
29. Hazine arazisi üzerine inşa edilen bir gecekondunun
etrafındaki çöplüğün patlaması üzerine zarar meydana gelmesi olayının ele
alındığı Öneryıldız/Türkiye ([BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004)
kararında AİHM, mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükler yönünden ihlal
edildiğine karar verdiği gibi meseleyi etkili başvuru hakkına ilişkin 13. madde
yönünden de ele almıştır. AİHM'e göre Sözleşme'nin 13. maddesi, ulusal hukuk
sistemlerinin yetkili ulusal otoritelere Sözleşme kapsamında ileri sürülebilir
bir şikâyetin özünü ele almalarına salahiyet tanıdığı etkili bir hukuk yolunu
erişilebilir kılmasını gerektirir. Bunun amacı ise uluslararası şikâyet
mekanizmasını AİHM önünde harekete geçirmek zorunda kalmadan önce bireylerin
Sözleşme haklarının ihlalleri için ulusal düzeyde uygun bir telafi elde
edebilecekleri bir yol sağlamaktır (Öneryıldız/Türkiye, § 145). Bununla
birlikte AİHM 13. madde ile sağlanan korumanın herhangi bir özel çözüm yöntemi
gerektirecek kadar ileri gitmediğini, taraf devletlerin bu hüküm kapsamındaki
yükümlülüklerini yerine getirme konusunda belirli bir takdir aralığının
olduğunu kabul etmiştir (Öneryıldız/Türkiye, § 146). AİHM, başvurucunun
evinin ve eşyalarının kaybı yönünden tazminat yolu etkili bir şekilde
işletilmediği için Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile
bağlantılı olarak 13. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir (Öneryıldız/Türkiye,
§§ 156, 157).
30. AİHM, özel hukuk kişileri arasındaki alacağın değer
kaybına uğratılmasına ilişkin şikâyeti Ahmet Nihat Özsan Anonim
Şirketi/Türkiye (B. No: 62318/09, 9/2/2021) kararında incelemiştir. Ahmet
Nihat Özsan Anonim Şirketi/Türkiye kararına konu olayda başvurucu şirket
ile müşterilerinden biri arasında 1992 yılında cebri icra prosedürüyle başlayan
bir uyuşmazlığın ardından 2002 yılında sözleşmeye dayanan sorumluluk kapsamında
başvurucuya bir miktar tazminatın gecikme faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmiştir. Başvurucu alacağına uygulanan faiz oranının enflasyon oranından
düşük olduğunu ve zararını karşılamak için yeterli olmadığını belirterek
olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte olan 818 sayılı mülga Kanun'un
105. maddesine dayanarak munzam zarar davası açmıştır. Ticaret Mahkemesi, 11.
Hukuk Dairesinin içtihadına yer vermiş ve daha büyük bir zarar kanıtlanmadığı
sürece borçluya ihtarın yapıldığı tarihle alacağın ödendiği tarih arasında
alacaklının uğradığı alım gücü kaybı ile gecikme faizi arasındaki farkın munzam
zarara ilişkin tazminat olarak belirlenmesi gerektiğini belirterek faizi ile
birlikte davayı kabul etmiştir. Yapılan temyiz talebini inceleyen 15. Hukuk
Dairesi 2006 yılında alım gücü kaybı (enflasyon oranı) ile alacağa uygulanan
faiz oranı arasındaki farkın ileri sürülen munzam zararın varlığını kanıtlamak
için yeterli olmadığı ve davacının ödemenin gecikmesi nedeniyle bir zarara
uğradığını somut bir şekilde kanıtlaması gerektiği gerekçesiyle kararı
bozmuştur. Ticaret Mahkemesi bozmaya uyarak davayı reddetmiş ve karar yasal
yollardan geçerek 2009 yılında kesinleşmiştir. Bunun yanında başvurucu 818
sayılı mülga Kanun'un 105. maddesinin yorumunda Yargıtay Dairelerinin ve Hukuk
Genel Kurulu içtihatlarında bir farklılığın bulunduğunu belirterek içtihatların
birleştirilmesini talep etmiş ancak Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu (Yargıtay
Başkanlık Kurulu) 22/9/2008 tarihinde, 1999 yılında bu türden bir talebe
ilişkin olarak daha önce verilen karara atıfta bulunarak talebi reddetmiştir (Ahmet
Nihat Özsan Anonim Şirketi/Türkiye, §§ 4-14).
31. AİHM; başvurucunun Yargıtay içtihatlarında sürekli
bir tutarsızlığın bulunduğu iddiasıyla ilgili şikâyetini, Sözleşme’nin 6.
Maddesinin birinci fıkrasının kapsamında incelemiştir. AİHM; somut olayda
farklılığın munzam zararın tanımına ve özel kişilerle ilgili davalarda ispat
yüküne ilişkin olarak hukukun uygulanmasında olduğunu, dosyaya eklenen mahkeme
kararlarının iki ayrı içtihat yaklaşımının varlığını açıkça ortaya koyduğunu
belirtmiştir. Birinci içtihat yaklaşımında, enflasyon oranının alacağın
ödenmediği dönemdeki gecikme faizi oranından daha yüksek olmasının zarar karinesi
oluşturmak ve ispat yükünü tersine çevirmek için yeterli olduğu kanısına
varıldığı hâlde ikinci içtihat yaklaşımında ise enflasyon oranı ile faiz oranı
arasındaki farkın munzam zararın ispatı için yeterli olmadığı, faizlerle
karşılanan zararın ötesinde somut ve maddi bir zararın ortaya konulması
gerektiği görüşünün benimsendiği ifade edilmiştir. Derin ve sürekli içtihat
farklılıklarının varlığının Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasının
ihlali olarak nitelendirilmesi için tek başına yeterli olmadığını, ulusal
mevzuatın bu tutarsızlıkların ortadan kaldırılmasına imkân veren mekanizmaları
öngörüp öngörmediğinin, bu mekanizmaların uygulanıp uygulanmadığının tespit
edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Somut olayda içtihat farklılıklarının hem
Hukuk Daireleri hem de Hukuk Genel Kurulu ile ilgili olduğunu, ulusal hukukun
bu türden bir farklılığa son vermeye yönelik olarak Yargıtay Başkanlık Kurulu
tarafından Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kuruluna (YİBGK) başvurulması
yönünde bir mekanizma sunduğunu ancak bu yöndeki talebin ileri sürülen
farklılıkların her davanın kendine özgü koşullarından kaynaklandığı ve munzam
zarara ilişkin tek bir ispat yöntemini kabul ederek hâkimin takdir yetkisini
engellemeye gerek olmadığı gerekçesiyle kabul edilmediğini, başvurucunun
içtihatların birleştirilmesine ilişkin talebinin de aynı YİBGK kararına atıfla
reddedildiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla iç hukuk tarafından öngörülen
mekanizmanın söz konusu olan farklılığı sona erdirmeye imkân vermediğini
belirtmiş veSözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiği
sonucuna varmıştır (Ahmet Nihat Özsan Anonim Şirketi/Türkiye, §§ 60-74).
32. Bununla birlikte başvurucu, enflasyonun etkisiyle
alacağının değer kaybetmesi ve ulusal mahkemelerin farklı bir içtihada dayanarak
tazminat ödemeyi reddetmeleri nedeniyle mülküne saygı hakkının ihlal
edildiğinden de şikâyetçiolmuştur. AİHM, daha önce Sözleşme’ye ek 1 No.lu
Protokol’ün 1. maddesinin ilke olarak, devletlere, enflasyonun etkilerini
telafi etmek ve alacakların veya diğer varlıkların değerini korumak için
tedbirler alma yükümlülüğü getirdiği şeklinde yorumlanamayacağını birçok defa
ifade ettiğini (diğer kararlar arasından bkz. Todorov/Bulgaristan (k.k.),
B. No: 65850/01, 13/5/2008; Cular/Hırvatistan (k.k.), B. No: 55213/07,
22/4/2010), başvurucunun ileri sürdüğü Akkuş/Türkiye (B. No: 19263/92,
9/7/1997) davasının kamulaştırmayla ilgili olduğunu, bu kararda mülkü
kamulaştırılan kişi tarafından sonunda tahsil edilen meblağın kişinin yoksun
bırakıldığı mülkün değeriyle makul bir şekilde ilişkili olduğunu tespit etmeyi
amaçladığını ancak somut olayın ticari bir dava olup kamulaştırmaya ilişkin
tedbirlerin uygulanması gerekmediğini, enflasyonun etkilerini telafi etmek ve
alacakların değerini korumak için tedbirler alma yükümlülüğü bulunmamasına
rağmen devletin enflasyona bağlı bazı zararları tazmin etmeye yönelik yasal bir
düzenlemeyi kabul etmesi hâlinde bu düzenlemenin mümkün olduğunca ilgili hukuki
konulara ilişkin olarak hukuki güvensizlikten ve belirsizlikten kaçınmak amacıyla
makul bir açıklık ve tutarlılıkla uygulanması gerektiğini, başvuran şirketin
özellikle tutarsızlığa dayanan şikâyetinin devletin pozitif yükümlülükleriyle
ilgili olduğunu oysa Sözleşme’nin 6. Maddesinin birinci fıkrası kapsamında
vardığı sonuçları dikkate alarak bu şikâyetin kabul edilebilirliği ve esası
hakkında karar verilmesinin gerekli olmadığını ifade etmiştir (Ahmet Nihat
Özsan Anonim Şirketi/Türkiye, §§ 75-80).
33. Son olarak AİHM Denizci/Türkiye (B. No:
57031/12, 17/3/2022) kararında; özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara
ilişkin başvuruda, başvurucunun aldığı tazminatın yüksek değer kaybına
uğradığından şikâyet ettiği ancak makul başarı şansı sunduğu değerlendirilen ve
başvurucunun tüketmesi gereken 6098 sayılı Kanun'un 122. maddesine dayanan
hukuk yolunu tüketmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar
vermiştir.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
34. Anayasa Mahkemesinin 8/7/2025 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
35. Başvurucu; yaklaşık on yıllık süreçte döviz ve altın
fiyatlarının önemli oranda yükseldiğini, uyuşmazlığın makul bir süreyi aşar
şekilde çözümlenmesi sonucunda borcun geç ödenmesi nedeniyle temerrüt faizini
aşan zararının bulunduğunu, benzer davalarda uygulanan ispat kriterlerinin
uygulanmadığını ve katı bir yöntem benimsendiğini, ANO İnşaat ve Ticaret
Ltd. Şti. kararında belirtilen ilkelere aykırı bir yargılama yapıldığını ve
devletin mülkiyetin korunmasına ilişkin yükümlülüğünü yerine getirmediğini
belirterek eşitlik ilkesi, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
36. Bakanlık görüşünde, başvurucunun temel şikâyetinin
munzam zararının varlığının ispatlanması hususunda Yargıtay kararları arasında
çelişki bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
olduğu ifade edilmiştir. Özel hukuk kişileri arasındaki munzam zarar davasının
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin şikâyeti inceleyen AİHM'in Ahmet Nihat Özsan Anonim
Şirketi/Türkiye başvurusunda konuyu adil yargılanma hakkı kapsamında
incelediği ve şikâyetin mülkiyet hakkı bakımından incelenmesini gerekli
bulmadığı, bu nedenle başvurucunun şikâyetinin adil yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun itirazın iptali davasında
temerrüt faizi istemesine rağmen ilk derece mahkemesince yasal faize
hükmedildiği, başvurucunun ise bu kararı temyiz etmediği, tacir olan banka
yönünden daha yüksek faiz oranı olan ticari faiz talep edebilecekken buna
tevessül etmediği ifade edilmiştir. Ayrıca AİHM'in Sözleşme’ye ek 1 No.lu
Protokol’ün 1. maddesinin ilke olarak devletlere enflasyonun etkilerini telafi
etmek ve alacakların veya diğer varlıkların değerini korumak için tedbirler
alma yükümlülüğü getirdiği şeklinde yorumlanamayacağının Todorov/Bulgaristan;
Cular/Hırvatistan; Taşkaya/Türkiye ((k.k), B.No: 14004/06, 13/2/2018)
kararlarında belirtildiği, dolayısıyla başvurunun konu bakımından yapılacak
kabul edilebilirlik incelemesinde bu hususun dikkate alınmasının faydalı
olacağı belirtilmiştir. Yargılama mercilerinin ilgili hukuk kurallarını
yorumlayarak vardığı sonuç ve bu sonuca ilişkin gerekçelerinin açıkça keyfî
olduğu veya bariz bir takdir hatası içerdiğinin söylenip söylenemeyeceğinin kabul
edilebilirlik incelemesinde değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin atıfta bulunduğu ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti.
kararının kamudan olan alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesine ilişkin
olduğu, somut başvurunun ise özel hukuk kişileri arasındaki bir uyuşmazlık
olduğu, devletin müdahalesinin bulunmadığı ve başvurunun devletin pozitif
yükümlülükleri kapsamında incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda
mülkiyetin korunmasına yönelik belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin ve buna dayalı olarak yerleşik yargısal içtihatların mevcut
olduğu, bireysel başvuruya konu yargılama süreci bir bütün olarak dikkate
alındığında mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü yönünden başvurucunun usule
ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının sağlandığı, kararlarda yer
verilen tespit ve gerekçelere göre yargısal makamların takdir yetkilerinin
sınırının aşılmadığı sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık
görüşüne karşı sunduğu cevabında önceki iddialarını tekrar etmiştir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı"
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”
38. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
korunması" başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir."
39. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (içtüzük) “Pilot
karar usulü” başlıklı 75. maddesi şöyledir:
"(1) Bölümler, bir başvurunun
yapısal bir sorundan kaynaklandığını ve bu sorunun başka başvurulara da yol
açtığını tespit etmeleri ya da bu durumun yeni başvurulara yol açacağını
öngörmeleri hâlinde, pilot karar usulünü uygulayabilirler. Bu usulde, konuya
ilişkin Bölüm tarafından pilot bir karar verilir. Benzer nitelikteki başvurular
idari mercilerce bu ilkeler çerçevesinde çözümlenir; çözümlenmediği takdirde
Mahkeme tarafından topluca görülerek karara bağlanır.
(2) Bölüm, pilot karar usulünü resen,
Adalet Bakanlığının ya da başvurucunun istemi üzerine başlatabilir.
(3) Pilot karar uygulaması için seçilen
başvuru, gündemin öncelikli işleri arasında sayılır.
(4) Bölüm pilot kararında, tespit
ettiği yapısal sorunu ve bunun çözümü için alınması gereken tedbirleri
belirtir.
(5) Bölüm pilot kararla birlikte, bu
karara konu yapısal soruna ilişkin benzer başvuruların incelenmesini erteleyebilir.
İlgililer erteleme kararı hakkında bilgilendirilirler. Bölüm, gerekli gördüğü
takdirde ertelediği başvuruları gündeme alarak karara bağlayabilir."
40. Başvurucunun şikâyetinin özü, yargılama sonunda
faiziyle ödenen bedelin enflasyon nedeniyle meydana gelen değer kaybını
karşılamadığına ve bu zararın karşılanması maksadıyla açtığı munzam zarar
davasında ise enflasyon olgusunun davanın ispatı için yeterli görülmeyerek
davanın reddedilmesine ilişkindir. Başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40.
maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Mülkün
Varlığı
42. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet
hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsar (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul
ve gayrimenkul mallarla bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri [2. B.], B. No:
2014/11441, 1/2/2017, § 60). Somut olayda başvurucunun alacağının varlığı
mahkeme kararı ile kesinleşmiştir. Kesinleşmiş alacaklar icra edilebilir
nitelik kazandığından Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk teşkil etmektedir
(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fatma Yıldırım [1. B.], B.
No: 2014/6577, 16/2/2017, § 45).
b. Genel
ilkeler
43. Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru
hakkı, temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla oluşturulan idari ve
yargısal mekanizmalara yapılan başvuruların mutlaka başvurucu lehine
sonuçlanmasını güvence altına almamaktadır. Bu bağlamda ilgili idari ve
yargısal mercilere düşen ödev, başvurucunun şikâyetinin esasını inceleyerek
ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karara bağlamaktır. Bununla birlikte
mahkemelerin yorum ve değerlendirmelerinin söz konusu başvuru yoluna müracaat
edilmesini anlamsız kılacak, başarı şansını zayıflatacak derecede keyfîlik
içermesi ya da açıkça makul olmayan bir muhakemeye dayanması hâlinde etkili
başvuru hakkı ihlal edilebilir (Seyfettin Şimşek [2. B.], B. No:
2019/21111, 30/3/2022, § 41).
44. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal
edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını
inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini
engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli
idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak
tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat
Haliç [1. B.], B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).
45. Bu hak tek başına, bağımsız olarak kullanılması mümkün
olmayan ancak Anayasa’da güvence altına alınan başka bir temel hak ve
özgürlüğün ihlal edildiği iddiasının bulunması hâlinde kullanılabilecek
tamamlayıcı nitelikte bir haktır. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkının
ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için hangi temel hak ve özgürlük
konusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verilmesi gerekir
(Onurhan Solmaz [1. B.], B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34; Sıtkı
Güngör [2. B.], B. No: 2013/5617, 21/4/2016, § 86).
46. Etkili başvuru hakkı, Anayasa’ya aykırılığı iddia
edilen bir husustan kendisinin zarar gördüğünü düşünen kişinin hem iddiaları
hakkında karar verilmesini hem de mümkünse zararının giderilmesini sağlamak
için hukuki bir yola başvurabilmesini gerektirir. Başka bir deyişle Anayasa’da
düzenlenen temel hak ve özgürlüklerden birinin savunulabilir düzeyde ihlal
edilmesinden dolayı mağdur olduğunu ileri süren herkes Anayasa’nın 40. maddesi
kapsamında etkili başvuru hakkına sahiptir (Sıtkı Güngör, § 87).
47. Kişilerin etkili başvuru hakkı açısından sahip
oldukları güvencenin kapsamı ihlal iddiasına konu edilen hakkın niteliğine göre
değişmektedir. Fakat genel olarak ifade edilmelidir ki Anayasa’nın 40. maddesi
uyarınca sağlanması gereken başvuru yolunun hem teoride hem de uygulamada ileri
sürülen ihlali önlemesi, ihlal devam etmekte ise sonlandırması, gerçekleşip
sona ermiş ihlallere yönelik olarak ise makul bir tazmin imkânı sunması gerekir
(K.A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 71).
48. Şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve
gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması
ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre
kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta
yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de
başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen
koşullar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden
kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddialar bu doğrultuda geniş şekilde
değerlendirilmeli; koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu
durum yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanmalıdır
(İlhan Gökhan [2. B.], B. No: 2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).
49. Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru,
mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve
temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi; borçlunun yararlanması,
alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu
borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini
uzatma gayreti göstermekte, böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler
çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak almak düşüncesi
yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır
(AYM, E.1997/34, K.1998/79, 15/12/1998). Mülkiyet hakkı kapsamında alacağın geç
ödenmesi durumunda aradan geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde
oluşan hissedilir aşınmayla mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin
tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da yoktur.
Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa
uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).
50. Anayasa Mahkemesi tespit edilen kamulaştırma bedeline
işletilecek faizi düzenleyen 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun 10. maddesinin dokuzuncu fıkrasının Anayasa’nın 2., 5., 35. ve 46.
maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan iptal başvurusunu incelemiştir.
Kararda, 3095 sayılı Kanun’un 1. maddesinde ''Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret
Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit
edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır./Cumhurbaşkanı,
bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına
kadar artırmaya yetkilidir.'' hükmüne yer verildiği ve kanuni faizin yüzde
yirmi dördü aşamadığı ifade edilmiştir. İtiraz konusu kuralla geç ödenen kamulaştırma
bedeli için sadece kanuni faiz ödeneceğinin belirtildiği, enflasyon nedeniyle
uğranılacak ve kanuni faizi aşan zararlarla ilgili herhangi bir düzenlemeye ise
yer verilmediği belirtilmiştir. Özellikle yüksek enflasyonist dönemlerde
devletin kamulaştırma nedeniyle borçlu olduğu tutar ile alacaklı hak sahibi
tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan
değer kayıplarını gidermenin mümkün olmayacağı ve hak sahibinin kamulaştırılan
taşınmazının bedelini gerçek karşılık ölçütüne uygun olarak aldığından da söz
edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bu gerekçelerle hükmün Anayasa’nın 13., 35. ve
46. maddelerine aykırı olduğu sonucuna ulaşılmış ve iptaline karar verilmiştir
(AYM, E.2022/83, K.2023/69,5/4/2023).
51. Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma ve kamulaştırmasız el
atma bedellerinin enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmasına ilişkin
şikâyetleri Ali Şimşek ve diğerleri ([1.B.], B. No: 2014/2073,
6/7/2017), Mehmet Akdoğan ve diğerleri ([1.B.], B. No: 2013/817,
19/12/2013), Kadir Çakar ([1.B.], B. No: 2015/18908, 21/3/2018),
Hanım Çeyiz ve Mehmet Gündüz ([1.B.], B. No: 2015/19289, 17/7/2018), Türkan
Poyraz ([ 1.B. ], B. No: 2015/15388, 13/9/2018) ve Emine Dilek Onaran ve
diğerleri ([1.B.], B. No: 2017/19987, 12/2/2020) kararlarında incelemiş ve
uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede kamulaştırma ve
kamulaştırmasız el atma bedellerinin enflasyon karşısında önemli ölçüde değer
kaybına uğratılmasının başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir
külfet yüklediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşmıştır.
52. Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma ve kamulaştırmasız el
atma bedelleri dışındaki kamu kurumlarından olan çeşitli para alacaklarının
enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmasına (veya uğratılarak ödenmesine)
ilişkin şikâyetleri inceleyerek uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu
çerçevede kamu makamlarından olan alacakların enflasyon karşısında önemli
ölçüde değer kaybına uğratılmasının başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan
dışı bir külfet yüklediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği
sonucuna ulaşmıştır (bir sosyal güvenlik ödemesi yönünden bkz. Ferda
Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017; ihale alacağı yönünden bkz. ANO
İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti.; vergi iadesi alacağı yönünden bkz. Akel
Gıda San. ve Tic. A.Ş. [2. B.], B. No: 2013/28, 25/2/2015; deprem nedeniyle
tazminat yönünden bkz. Abdulhalim Bozboğa [1. B.], B. No: 2013/6880,
23/3/2016; Yıldız Korkut [2. B.], B. No: 2016/8532, 9/5/2019; açığa
alınan memurun maaş farklarının iadesi yönünden bkz. Vildan Utku Atalay
[1. B.], B. No: 2015/4812, 7/2/2019).
53. Anayasa Mahkemesi ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti.kararı
sonrasında özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin alacağın değer
kaybına uğradığına yönelik şikâyeti Esen Mepa ve diğerleri ([1.B.], B.
No: 2019/28945, 18/1/2022) kararında incelemiştir. Anılan kararda etkili bir
giderim sağlama kapasitesi sunduğu değerlendirilen munzam zarar davası yoluna
başvurulmaksızın Anayasa Mahkemesine başvuru yapılması nedeniyle başvurunun
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmiştir.
c. İlkelerin
Olaya Uygulanması
54. Somut olayda başvurucunun 9/11/2010 tarihinde
başlattığı icra takibine Banka tarafından itiraz edilmiş ve icra takibi
durmuştur. Başvurucu, itirazın iptali davası açmış; yargılama sonunda borçlunun
itirazının iptaline, takibin 48.854 TL asıl alacak üzerinden ve asıl alacağa
takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar işletilecek yıllık %9 temerrüt faizi
uygulanmak suretiyle devamına, 2004 sayılı Kanun'un 67. maddesi uyarınca asıl
alacak tutarının %20'si oranında takdir edilen 9.770,80 TL icra inkâr
tazminatının davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, fazlaya ilişkin 738
TL'lik talebin reddine karar verilmiştir. Bu karar taraflarca temyiz
edilmeyerek 1/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Karar sonrası borçlu, 2/7/2020
tarihinde toplam 119.114,76 TL yatırmış ve borcu ödemiştir.
55. Başvurucu; borçlu aleyhine açtığı ve bireysel
başvuruya konu edilen davada, yaklaşık on yıllık sürede ödenen yasal faizin
alacağın enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını karşılamadığını belirterek
6098 sayılı Kanun'un 122. maddesi uyarınca munzam zararına karşılık fazlaya
ilişkin hak ve alacak talebi saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL'nin 2/7/2020
tarihinden itibaren işletilecek faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir.
Yargılama sonunda munzam zarar koşullarının gerçekleşmediği, aşkın zararın
genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken
döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen
azalma) dışında başvurucunun durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması
gerektiği, yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz
oranlarının yüksek oluşu ve paranın satın alma gücünde meydana gelen azalmanın
başvurucuyu ispat yükünden kurtarmayacağı gibi herhangi bir ispat kolaylığı da
sağlamayacağı, başvurucunun geç ödeme ile maruz kaldığı zararı doğuran
vakıaları dosya kapsamında ispat edemediği gerekçeleriyle dava reddedilmiştir.
Dolayısıyla zararın ispatı için enflasyon olgusu dışında başka somut olguların
varlığının arandığı anlaşılmıştır (ayrıntılı değerlendirme için bkz.§ 14).
56. Borçluların yargılama sonunda ödemekle yükümlü
tutulacakları faizin enflasyon oranının önemli ölçüde altında kalması ve bu
zararın başka bir hukuki yolla telafi edilmesinin mümkün olmaması hâlinde,
borçların zamanında ödenmemesi olasılığı artacaktır. Bu durum, özel hukuk
kişilerinin taraf olduğu uyuşmazlık ve dava sayılarında önemli bir artışa
sebebiyet verecektir. Borçlular zamanında ödemedikleri borçlar nedeniyle
enflasyonun altında faiz ödemesi yapacak, dolayısıyla borcu ödememekle kârlı
çıkmış olacaktır (bazı farklılıklarla birlikte bkz. AYM, E.1997/34, K.1998/79,
15/12/1998). Anayasa’nın 35. ve 40. maddeleri, devlete özel hukuk kişileri
arasındaki alacakların enflasyon karşısında uğrayacağı önemli ölçüdeki değer
kayıplarını giderecek hukuki altyapı ve mekanizmaları oluşturma sorumluluğu
yüklemektedir. Bir başka deyişle devlet, özel hukuk kişileri arasındaki
uyuşmazlıklarda tarafların menfaatleri arasındaki adil dengenin sağlanmasına
yönelik tedbirleri almakla yükümlüdür.
57. Alacaklının alacağını geç tahsil etmesi halinde,
enflasyon karşısında meydana gelen değer kaybının giderilmemesi, alacağına
gerçek değeriyle ulaşmasını engellemekte; borçlunun ise borcunu gerçek
değerinin altında ödemesine yol açmaktadır. Bu durum, taraflar arasındaki adil
dengeyi alacaklı aleyhine bozmakta ve alacaklıya ölçüsüz bir külfet
yüklemektedir. Adil dengenin kurulabilmesi için borçlunun borcunu gerçek değeri
üzerinden ödemesi gerekir. Nitekim bu yükümlülüğün borçluya orantısız veya
aşırı bir külfet yüklemeyeceği açıktır.
58. Anayasa Mahkemesi, öncelikle başvurucunun mülkü
kapsamındaki kesinleşmiş alacağının önemli ölçüde değer kaybına uğratılmaksızın
tahsil edebilmesine imkân tanıyan etkili bir başvuru yolunun bulunup
bulunmadığını inceleyecektir. Etkili bir başvuru yolunun bulunduğunu tespit
etmesi hâlinde ise teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bu yolun pratikte
başarı şansı sunup sunmadığını belirleyecek, son olarak bu hukuk yoluna
başvuran tarafların menfaatleri arasında aşırı bir dengesizlik bulunup
bulunmadığını tespit edecektir.
59. Kanun koyucunun geç ödenen alacakların enflasyon
etkisiyle uğradığı değer kaybının telafisi ve tazmini için 3095 sayılı Kanun
ile bir hukuk yolu oluşturduğu, bu Kanun'da kanuni ve temerrüt faizine ilişkin
düzenlemelere yer verdiği görülmektedir. 3095 sayılı Kanun'un 1. maddesinde,
Borçlar Kanunu'na ve Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hâllerde
miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödemenin yıllık yüzde on iki oranı
üzerinden yapılacağı ve Cumhurbaşkanının bu oranı aylık olarak belirlemeye,
yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkili olduğu
belirtilmiştir. Aynı Kanun'un 2. maddesinde ise temerrüt faizinin 1. maddede
belirlenen orana göre belirleneceği, ticari işlerde ise Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankasının (TCMB) önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için
uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise temerrüt faizinin
bu oran üzerinden istenebileceği ifade edilmiştir. Kanun'un genel gerekçesi
incelendiğinde borçlunun borcunu zamanında ödememesinden kazançlı çıktığı, dava
ve icra yoluna başvurulmadan ödemede genellikle bulunulmadığı zira dava ve
takip sırasında geçecek her sürenin borçlunun lehine çalıştığı, belirtilen
durumun dava ve icra takiplerini artırdığı, borçluların sadece haklarında dava
açılmasına ve icra takibinde bulunulmasına sebebiyet vermekle kalmayıp bunların
uzaması için her türlü yola başvurduğu, tasarının kötü niyetli kişilerin bu
davranışlarının önüne geçilmesi, kanuni faiz ve temerrüt faizinin günün
koşullarına uydurulması için düzenlendiği ifade edilmiştir. Dolayısıyla kanun koyucunun
iradesinin enflasyonun neden olduğu sorunları ortadan kaldırmak olduğu açıktır
(ayrıntılı değerlendirme için bkz. § 20). Ancak Kanun'un 1. maddesine göre
kanuni faiz yüzde yirmi dördü aşamaz. Dolayısıyla anılan düzenlemeler ile
farklı hukuki konular için bir kısım oranların tespit edildiği anlaşılmakla
birlikte bu düzenlemelerin enflasyon oranları ile bağlantısının kurulmadığı
görülmüştür. Bir başka deyişle enflasyon karşısında alacakların değer kaybının
önlenmesi maksadıyla düzenlenen 3095 sayılı Kanun'da yer verilen faize ilişkin
hükümlerin teorik düzeyde dahi değer kaybının önlenmesine ilişkin başarı şansı
sunma kapasitesinin bulunmadığı anlaşılmıştır.
60. 3095 sayılı Kanun ile öngörülen hukuk yolunun somut
olaya etkisi yönünden yıllık faiz oranları ve enflasyon verilerinin incelenmesi
suretiyle enflasyonun başvurucu üzerinde olumsuz bir etkiye yol açıp
açmadığının tespit edilmesi gerekir. Buna göre 3095 sayılı Kanun ve TCMB
verilerine göre şikâyete konu ve günümüze kadarki döneme ilişkin kanuni faiz,
temerrüt faizi ve ticari temerrüt faizi oranları şöyledir:
|
Tarih Aralığı
(gün, ay, yıl)
|
Kanuni Faiz Oranı (%)
|
Sözleşmeyle Tespit Edilmemişse
Temerrüt Faiz Oranı(%)
|
TCMB Tarafından Belirlenen, Avans İşlemlerinde Uygulanacak
Faiz Oranları (%)
|
|
22/12/2009-29/12/2010
|
9
|
9
|
16
|
|
30/12/2010-28/12/2011
|
9
|
9
|
15
|
|
29/12/2011-18/6/2012
|
9
|
9
|
17,75
|
|
19/6/2012-19/12/2012
|
9
|
9
|
16,50
|
|
20/12/2012-20/6/2013
|
9
|
9
|
13,75
|
|
21/6/2013-26/12/2013
|
9
|
9
|
11
|
|
27/12/2013-13/12/2014
|
9
|
9
|
11,75
|
|
14/12/2014-30/12/2016
|
9
|
9
|
10,50
|
|
31/12/2016-28/6/2018
|
9
|
9
|
9,75
|
|
29/6/2018-10/10/2019
|
9
|
9
|
19,50
|
|
11/10/2019-20/12/2019
|
9
|
9
|
18,25
|
|
21/12/2019-12/6/2020
|
9
|
9
|
13,75
|
|
13/6/2020-18/12/2020
|
9
|
9
|
10
|
|
19/12/2020-30/12/2021
|
9
|
9
|
16,75
|
|
31/12/2021-30/12/2022
|
9
|
9
|
15,75
|
|
31/12/2022-23/6/2023
|
9
|
9
|
10,75
|
|
24/6/2023-31/8/2023
|
9
|
9
|
16,75
|
|
1/9/2023-27/9/2023
|
9
|
9
|
26,75
|
|
28/9/2023-31/10/2023
|
9
|
9
|
31,75
|
|
1/11/2023-30/11/2023
|
9
|
9
|
36,75
|
|
1/12/2023-22/12/2023
|
9
|
9
|
41,75
|
|
23/12/2023-31/3/2024
|
9
|
9
|
44,25
|
|
1/4/2024-31/5/2024
|
9
|
9
|
51,75
|
|
1/6/2024-27/12/2024
|
24
|
24
|
51,75
|
|
28/12/2024-7/3/2025
|
24
|
24
|
49,25
|
|
8/3/2025 tarihinden itibaren
|
24
|
24
|
44,25
|
61. Bunun yanında enflasyon oranlarının tespiti için
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri dikkate alınmalıdır. Şikâyete konu ve
günümüze kadarki döneme ilişkin yıllık tüketici fiyat endeksi (TÜFE) oranları
şöyledir:
|
Tarih Aralığı (ay, yıl)
|
Yıllık % Değişim
|
|
12/2009-12/2010
|
6,4
|
|
12/2010-12/2011
|
10,45
|
|
12/2011-12/2012
|
6,16
|
|
12/2012-12/2013
|
7,4
|
|
12/2013-12/2014
|
8,17
|
|
12/2014-12/2015
|
8,81
|
|
12/2015-12/2016
|
8,53
|
|
12/2016-12/2017
|
11,92
|
|
12/2017-12/2018
|
20,30
|
|
12/2018-12/2019
|
11,84
|
|
12/2019-12/2020
|
14,60
|
|
12/2020-12/2021
|
36,08
|
|
12/2021-12/2022
|
64,27
|
|
12/2022-12/2023
|
64,77
|
|
12/2023-12/2024
|
44,38
|
62. Yukarıda yer verilen tablolardaki verilere göre 3095
sayılı Kanun'da belirlenen faiz oranlarının enflasyon oranlarının altında
kaldığı, bu nedenle başvurucunun-borçlunun borcunu vadesinde ifa etme
yükümlülüğünü yerine getirmemesinden kaynaklı olarak geç kavuştuğu- alacağının
enflasyon karşısında değer kaybına uğradığı açıktır.
63. 3095 sayılı Kanun'daki düzenlemelerin alacağın
enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını önlemeye elverişli olmaması
nedeniyle faizi aşan zararlar 818 sayılı mülga Kanun'un 105. ve 6098 sayılı
Kanun'un 122. maddesi uyarınca munzam zarar davası yoluyla giderilmeye
çalışılmıştır. 1980'li yıllardan bu zamana kadar bazı yargı kararlarında
enflasyon olgusunun zararın ispatı için yeterli görülerek bu davaların kabul
edildiği ancak bazı kararlarda ise munzam zarar talebinin enflasyon etkisi
dışında somut bir zarara ilişkin olması gerektiği gerekçesiyle reddedildiği
görülmektedir (bkz.§§22, 23).
64. Anayasa Mahkemesi ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. kararında
alacağın enflasyon nedeniyle değer kaybına uğraması ve 3095 sayılı Kanun ile
belirlenen faiz oranları ile bu zararın karşılanamaması durumunda faizi aşan
zararın 818 sayılı mülga Kanun'un 105. ve 6098 sayılı Kanun'un 122. maddeleri
kapsamında munzam zarar davası yoluyla talep edilebileceğini ifade etmiştir.
Ayrıca Esen Mepa ve diğerleri (B. No:2019/28945, 18/1/2022) kararında
özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin alacağın değer kaybına
uğradığına yönelik şikâyette, etkili bir giderim sağlama kapasitesi sunduğu
değerlendirilen munzam zarar davası yoluna başvurulmaksızın Anayasa Mahkemesine
başvuru yapılması nedeniyle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Fakat ANO İnşaat ve
Ticaret Ltd. Şti. ile Esen Mepa ve diğerleri kararları sonrasında bu
davanın ispatı açısından iki farklı görüşün sürdürüldüğü ve son olarak Hukuk
Genel Kurulunun 29/3/2022 tarihli kararı ile munzam zararın aslında enflasyon
olgusundan bağımsız ayrı ve somut bir zararın karşılanmasına ilişkin hukuk yolu
olduğu ifade edilmiştir. Anılan Hukuk Genel Kurulu Kararı sonrasında 6. Hukuk Dairesi
dışındaki hukuk dairelerinin bu görüşe uygun karar verdikleri anlaşılmıştır.
65. Dolayısıyla 818 sayılı mülga Kanun'un 105. ve 6098
sayılı Kanun'un 122. maddeleri kapsamında munzam zarar davasının alacakların
enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına
almadığı ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde
gelişme göstermediği görülmüştür. Bu nedenle alacağın enflasyon nedeniyle
uğradığı değer kaybının tazmin edilmesi açısından 818 sayılı mülga Kanun'un
105. ve 6098 sayılı Kanun'un 122. maddeleri kapsamında munzam zarar davasının
da teorik düzeyde başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığı
değerlendirilmiştir. Sonuç olarak hukuk sisteminde başvurucunun alacağının
enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini sağlayacak
etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40.
maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
VI. GİDERİM
A. Genel
İlkeler
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
68. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
69. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
70. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi
gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemlerden, yargısal işlemlerden veya
yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun
giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan,
§ 57).
71. İhlal, Anayasa Mahkemesine başvuru yapmadan önce
başvuru yapılabilecek idari veya yargısal başvuru yoluna ilişkin açık kanun
hükmünün bulunmamasından kaynaklanabilir. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün
sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi ancak ihlale yol açan konuda
açık kanuni düzenleme yapılması veya ilgili hükümlerin yeni ihlallere yol
açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ile mümkün olur. Bunun yanında kanuni
düzenleme yapılması veya ilgili hükümlerin değiştirilmesinin ihlalin tüm
sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeterli olabilmesi mağdurların
ihlalden kaynaklanan maddi ve manevi zararlarını telafi edici birtakım
tedbirlerin alınmasını da gerektirebilir ( Nevriye Kuruç [GK], B. No:
2021/58970, 5/7/2022, § 105).
72. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasını temin eden yollardan biri de İçtüzük'ün 75.
maddesinde öngörülen pilot karar usulünün işletilmesidir. İhlalin yapısal bir
sorundan kaynaklandığının tespiti ile bu sorunun başka başvurulara, bir diğer
ifadeyle yeni ihlallere sebebiyet verdiğinin anlaşılması veya bu durumun yeni
başvurulara sebebiyet verebileceğinin öngörülmesi hâlinde sadece somut olay
bakımından alınan bir ihlal kararı temel hak ve özgürlüklere yönelik gerçek bir
koruma sağlamaktan uzak kalacaktır (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418,
30/5/2019, § 69).
73. Böyle bir durumda Anayasa Mahkemesi, resen veya
Bakanlığın ya da başvurucunun istemi üzerine pilot karar usulünü
başlatabilecektir. Pilot karar usulünün başlatılması hâlinde yapısal sorunun
tespiti ve bunun çözüm önerilerinin ortaya konulması gerekir (Y.T., §
70).
74. Pilot karar usulünün benimsenmesindeki en önemli
amaç, benzer başvuruların tamamının ihlalle sonuçlanması yerine ilgili
mercilerce çözüme kavuşturulması ve bu suretle ihlalin kaynağının ortadan
kaldırılarak yapısal sorunun düzeltilmesinin sağlanmasıdır (Y.T., §
71).
75. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi, pilot kararında
belirttiği yapısal sorunun ortadan kaldırılması ve benzer başvuruların çözüme
kavuşturulması için belirli bir süre öngörüp bu süre zarfında diğer
başvuruların incelenmesini erteleyebilir. Ancak bu durumda erteleme kararı
hakkında bilgilendirme yapılması gerekir. Anayasa Mahkemesi tarafından
öngörülen süre içinde yapısal sorunun ve bu kapsamda kalan şikâyetlerin ilgili
mercilerce çözülmemesi hâlinde benzer nitelikteki başvuruların artık topluca
karara bağlanması mümkün olacaktır (Y.T., § 72).
B. İlkelerin
Olaya Uygulanması
76. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama
yapılması ile 250.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde
bulunmuştur.
77. İncelenen başvuruda, alacağın enflasyon karşısında
değer kaybına uğraması nedeniyle meydana gelen zararın karşılanması için hukuk
sisteminde etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı değerlendirilmiştir. Bu durumun
Anayasa'nın 35. maddesiyle bağlantılı olarak 40. maddesinde düzenlenen etkili
başvuru hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.
78. Bu kapsamda özel hukuk kişileri arasındaki alacağın
enflasyon karşısında değer kaybına uğraması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali
iddiası ile yapılan başvuruların sayısı her geçen gün artmakta, bu konuda çok
sayıda şikâyet Anayasa Mahkemesi önüne bireysel başvuru yolu ile
getirilmektedir.
79. Anayasa Mahkemesi tarafından mevcut başvuru ve diğer
derdest başvurular bakımından ihlal kararı verilerek Anayasa'nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40.
maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilse de
bu durum benzer başvuruların yapılmasını önlemeyeceği gibi özel hukuk kişileri
arasındaki alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğramasından kaynaklanan
ihlalleri de sonlandırmayacaktır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel
başvurunun ikincilliği ilkesi dikkate alınarak, özel hukuk kişileri arasındaki
alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğraması dolayısıyla meydana gelen
zararların tazmin edilmesini sağlayacak başvuru yollarının bulunmamasından
kaynaklı ihlaller nedeniyle ortaya çıkan ve yapısal sorun teşkil eden durumun
telafi edilebilmesi için açık bir kanuni bir düzenleme yapılması gerekmektedir.
Oluşturulacak başvuru yolunun hâlihazırda yapılan ve bundan sonra yapılacak
başvurular açısından özel hukuk kişileri arasındaki alacağın enflasyon
karşısında değer kaybına uğramasını önleyecek nitelikte olması gerektiği
açıktır.
80. Anayasa'nın "Başlangıç" bölümünde,
kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına
gelmediği ancak belli yetki ve görevlerin kullanılmasından ibaret olduğu,
erkler arasında medeni bir iş bölümü ve iş birliği ilişkisinin bulunduğu
belirtilmiştir. Bunun yanında Anayasa'nın 5. maddesinde kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak ve insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak
devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Bu kapsamda Anayasa
Mahkemesi, Anayasa ile verilen yetki ve görevlerini yerine getirerek özel hukuk
kişileri arasındaki alacağın enflasyon karşısında değer kaybının tazmin
edilmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığını tespit etmiş ve
başvuru yapılabilecek etkili bir yolun ihdas edilmesi gerektiğini ifade
etmiştir. Dolayısıyla kararın bir örneğinin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak
koruma alanında yer alan bir temel hak ve hürriyetin ihlaline yol açtığı tespit
edilen söz konusu yapısal sorunun çözümü için Türkiye Büyük Millet Meclisine
(TBMM) de bildirilmesi gerekir.
81. Bu bağlamda İçtüzük'ün 75. maddesinin (5) numaralı
fıkrası uyarınca işbu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar özel
hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin alacağın enflasyon karşısında
değer kaybına uğraması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış
olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki
başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren
altı ay süreyle ertelenmesine karar verilmesi gerekir.
82. Diğer taraftan kararın bir örneğinin yasama organına
gönderilmesi somut başvuru bağlamında başvurucunun ihlalden kaynaklanan
mağduriyetini bütünüyle gidermemektedir. Buna göre ihlalin sonuçlarına ilişkin
eski hâle getirme kuralı çerçevesinde başvurucunun varsa zararlarının
giderilmesi için bir imkân tanınması gerekmektedir (bazı farklılıklarla
birlikte bkz. Sabri Uhrağ [GK], B. No: 2017/34596, 29/12/2020, § 79).
Somut başvuru açısından bu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum
bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu bu durumda olan
kişilerin zararlarının giderilmesine imkân tanıyacak şekilde düzenleme
yapılması hususunda keyfiyetin TBMM'ye bildirilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ, Muhterem İNCE ve Ömer ÇINAR bu görüşe
katılmamıştır.
83. Başvurucunun da aralarında olduğu bu durumdaki
kişilerin zararlarının giderilmesine imkân tanıyacak şekilde düzenleme
yapılması hususunda keyfiyetin TBMM'ye bildirilmesine karar verildiğinden
başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen
etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. İhlalin yapısal sorundan kaynaklandığı anlaşıldığından
PİLOT KARAR USULÜNÜN UYGULANMASINA Selahaddin MENTEŞ, Muhterem İNCE ve Ömer
ÇINAR'ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Yapısal sorunun çözümü için keyfîyetin Türkiye Büyük
Millet Meclisine BİLDİRİLMESİNE Selahaddin MENTEŞ, Muhterem İNCE ve Ömer
ÇINAR'ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
E. Kararın yayımlandığı tarihe kadar mülkiyet hakkının
ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek
aynı konuda yapılan ve karardan sonra yapılacak başvuruların incelenmesinin
kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren ALTI AY SÜREYLE ERTELENMESİNE
Selahaddin MENTEŞ, Muhterem İNCE ve Ömer ÇINAR'ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
F. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
G. 3.518,70 TL başvuru harcı ve 30.000 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 33.518,70 TL yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
H. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
İ. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 10. Tüketici
Mahkemesine (E.2020/412, K.2021/143) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/7/2025
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvuru, özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlığa
ilişkin alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olup, Anayasa Mahkemesi
Genel Kurulu’nun çoğunluğu tarafından Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde
düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ve ihlalin yapısal sorundan
kaynaklandığı anlaşıldığından pilot karar usulünün uygulanmasına, yapısal
sorunun çözümü için durumun TBMM’ye bildirilmesine ve kararın yayımlandığı
tarihe kadar mülkiyet hakkının ihlal iddiası ile yapılmış olan başvurular ile
bu tarihten sonra kaydedilecek aynı konuda yapılan ve karardan sonra yapılacak
başvuruların incelenmesinin kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından itibaren
altı ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir.
Alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması
nedeniyle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının ihlal edildiği açısından çoğunluk görüşüne katılmakla
birlikte, aşağıda belirttiğimiz nedenlerle, giderim açısından ihlalin yapısal
sorundan kaynaklandığı ve pilot karar usulünün uygulanması gerektiği yönündeki
çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Şöyle ki;
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (m.118), temerrüde
düşen borçlunun, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat etmedikçe, borcun
geç ifasından dolayı alacaklının uğradığı zararı gidermekle yükümlü olduğu
düzenlenmiştir. Aynı Kanunda (m.120), para borçlarında temerrüde düşülmesi
halinde borçlunun kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın alacaklının temerrüt
faizi isteyebileceği, uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranının, sözleşmede
kararlaştırılmamışsa faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat
hükümlerine göre belirleneceği, sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt
faizi oranının, sözleşmede belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını
aşamayacağı, akdî faiz oranı kararlaştırılmakla birlikte sözleşmede temerrüt
faizi kararlaştırılmamışsa ve yıllık akdî faiz oranı da yasal mevzuatta
belirtilen faiz oranından fazla ise, temerrüt faizi oranı hakkında akdî faiz
oranının geçerli olduğunu düzenlenmiştir.
Türk Borçlar Kanunu’nun faizin belirlenmesi konusunda
atıf yaptığı yasal mevzuat 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin
Kanun olup, söz konusu Kanun’un 1. maddesinde, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret
Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit
edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılacağı,
Cumhurbaşkanı’nın, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar
indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkili olduğu, aynı Kanun’un 2.
maddesinde ise, bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlunun,
sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1 inci maddede
belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecbur olduğu, Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankasının önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için
uyguladığı faiz oranının, yukarıda açıklanan miktardan fazla olması halinde,
arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizinin bu oran üzerinden
istenebileceği, söz konusu avans faiz oranının, 30 Haziran günü önceki yılın 31
Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise
yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olacağı, temerrüt faizi miktarının
sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdî faiz miktarı yukarıdaki
fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizinin, akdî faiz miktarından
az olamayacağı düzenlenmiştir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesinde ise, alacaklının
temerrüt faizini aşan bir zarara (munzam veya aşkın zarar) uğramış olması
halinde, borçlunun kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu
zararı da gidermekle yükümlü olduğu, temerrüt faizini aşan zarar miktarının
görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkimin,
esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmedeceği
belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen yasal mevzuat hükümleri birlikte
değerlendirildiğinde, alacaklı, para borcunun ifasında geciken borçludan
herhangi bir zararı olduğunu ispat etmek zorunda olmaksızın asıl alacak ile
birlikte temerrüt faizini de isteyebilecek olup, borçlu kusurlu olmadığını
ispat ederek bu faizi ödemekten kurtulamayacaktır. Ancak, alacaklının temerrüt
faizini aşan bir zararı varsa, borçlu temerrüde düşmekte kusurlu olmadığını
ispat etmedikçe, borçlu bu zararı da tazmin ile yükümlüdür. Enflasyonun çok
yüksek seyir izlediği dönemlerde kanuni temerrüt faizinin enflasyona göre daha
düşük kalması halinde borçlunun faiz ile enflasyon arasındaki farkı Türk
Borçlar Kanunu’nun 122. maddesine göre istemesi mümkündür. Söz konusu
düzenlemede borçlunun temerrüt faizini aşan bir zararı olduğunu ispat etmesi
aranmamakta sadece borçluya kusurlu olmadığını ispat ederek aşkın zararı
tazminden kurtulma hakkı tanınmaktadır. Kanun koyucu temerrüt faizi ile aşkın
zararın talep edilebilmesi açısından borçlunun kusurunun rolünü farklı
düzenlemiş, ancak aşkın zararın alacaklı tarafından ispatı için özel bir
düzenleme öngörmemiştir. Hal böyle olunca, temerrüt faizinin düşük kaldığı
enflasyonist dönemlerde alacaklının aşkın zararını isteyebilmesi için ayrıca
zararın varlığını da ispat etmesi gerektiği TBK’nın 122. maddesinde yer alan
bir kural veya koşul değildir. Alacağın enflasyon karşısında önemli ölçüde
değer kaybına uğramasına rağmen, alacaklıya aşkın zararın varlığını ispat
zorunluluğu yüklenmesi tamamen Yargıtay içtihatları çerçevesinde gelişmiş bir
uygulama olup, bu bağlamda kanunilikten ziyade bir uygulama sorunu olarak
ortaya çıkmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin Ano İnşaat Ve Ticaret Ltd. Şti.
başvurusu’na (Başvuru Numarası: 2014/2267, Karar Tarihi: 21/12/2017, R.G.
Tarih ve Sayı: 25/1/2018-30312) ilişkin kararında, başvurucunun mülkiyet
hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına
uğratılarak ödenmesine karşın, derece mahkemelerinin başvurucunun zarara
uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut
olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması
arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu
belirtilerek, başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet
yüklendiği, bun nedenle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin
bu kararından sonra bazı Yargıtay Daireleri içtihatlarını değiştirmiş ve aşkın
(munzam) zarara hükmedilmesi için alacaklının ispat yükümlülüğü bulunmadığına
karar vermiştir.
Örneğin, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 6.12.2018 tarihli
ve E. 2018/3765 K. 2018/4907 sayılı kararında, “…Dairemizce uzun yıllar
munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda
olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel
başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 Sayılı başvuru
numaralı kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki
alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak
ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet
yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara
uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay
bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında
kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet
hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş
olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut
delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik
koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması
Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak
enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet
tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte
getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının
karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir…”denilerek,
enflasyonist dönemlerde aşkın zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi
gerektiği vurgulanmıştır.
Yine Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 13.01.2025 tarihli,
2024/3534 E. ve 2025/15 K. sayılı kararında, kişinin mal varlığında meydana
gelen azalmanın mülkiyet hakkının ihlâli niteliğinde olduğu munzam zarar ispatı
konusunda katı ispat kurallarına bağlı kalındığında ihlâl kararları verildiği
ve tazminata hükmedildiği yine yüksek enflasyonist dönemlerde borçlunun borcunu
ödemeyerek düşük temerrüt faizinden yararlanarak haksız kazanç elde ettiği ve
borçlunun borcunu ödememesi, direngen durumda olması nedeniyle mahkemelerdeki
dava sayısının hızla arttığı görüldüğü, bu nedenle yüksek enflasyonist dönemde
soyut yöntemin dikkate alınması tüm bu sakıncaları ortadan kaldırarak, adaletin
gerçekleşmesini sağlayacağı, her somut olayın özelliği de dikkate alınarak
bulunulacak zarar miktarının TBK'nun 50 ve 51. maddeleri (mülga BK'nın 42 ve 43
md) kapsamında değerlendirilerek belirlenmesi gerektiği, mahkemece konusunda
uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan yukarıda belirtilen ekonomik unsurlar
dikkate alınarak oluşturulan sepet hesabına göre davacı alacaklının temerrüt
faizini aşan bir zarara uğrayıp uğramadığı tespit edilerek, varsa bu zarar
miktarından da davacı tarafından tahsil edilen temerrüt faiz miktarı
çıkartılarak, davacının munzam zarar miktarı bulunup davacı alacaklının aşkın
zararının (munzam) tahsiline karar verilmesi gerekirken, davacının somut olarak
zararını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru
görülmediği ve kararın bozulması gerektiği belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay
içtihatlarına rağmen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve bazı Yargıtay Dairelerinin
içtihatları, enflasyonist dönemlerde bile alacaklının temerrüt faizini aşan
munzam (aşkın) zararının varlığını ispatlaması gerektiği yönünde devam
etmiştir. Nitekim somut olayda Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 12.03.2024 tarihli
kararı ile başvurucunun munzam zarar talebini reddetmiştir. Kararda Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 29.03.2022 tarihli 2021-11-938 E. ve 2022/401 K. sayılı
kararının da bu yönde olduğu belirtilmiştir. Munzam zarar için alacaklıyı ispat
külfeti altına sokan diğer kararlara gerekçe kısmında yer verildiğinden burada
ayrıca değinilmeyecektir.
Söz konusu içtihat farklılıklarının, Türk Borçlar
Kanunu’nun 122. maddesinin yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin olduğu açık
olup, Türk Hukukunda paranın enflasyon karşısında değer kaybına uğraması
nedeniyle alacaklının başvurabileceği etkin bir mekanizmanın bulunmadığının
kabul edilmesi mümkün değildir. Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi
alacaklının aşkın zararını tazmin etmesine imkan veren bir düzenleme olup,
yerel mahkemelerin katı bir yorum benimsemesi ve alacaklıya olağandışı bir
külfet yüklenmesi durumunda Anayasa Mahkemesi, Ano İnşaat Ve Ticaret Ltd. Şti.
başvurusunda olduğu üzere Anayasa’nın 35. maddesi çerçevesinde hak ihlali
kararı vererek, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesi uyarınca mülkiyet hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak
üzere ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verebilecektir.
Somut başvuruda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edilmesi, çoğunluk görüşünde iddia edildiğinin aksine yapısal bir sorundan
kaynaklanmamakta olup, mahkemelerin Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesini
Anayasa’ya uygun yorumlamamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerle somut başvuru
açısından pilot karar uygulaması yapılarak TBMM’ye bildirimde bulunulması ve
benzer başvuruların görüşülmesinin kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından
altı ay sonraya ertelenmesi yerine 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 1. ve 2.
fıkraları uyarınca yeniden yargılama yapılmak ve ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun, Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte, giderim yönünden yeniden yargılamaya
hükmedilmesi kanaatinde olduğumuzdan, ihlalin yapısal bir sorundan
kaynaklandığı ve pilot karar uygulaması yapılması yönündeki çoğunluk görüşüne
katılmıyoruz.
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Ömer ÇINAR
|