TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMAL TEMİZÖZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1005)
|
|
Karar Tarihi: 2/10/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Cemal TEMİZÖZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında
yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yasa önünde eşitlik, masumiyet
karinesi, suç ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek
Anayasa’nın 2., 6., 9., 11., 19., 36., 37., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 29/11/2012
tarihinde Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı
fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, 1958 doğumlu olup
Adalet Bakanlığı Silivri Ceza İnfaz Kurumunda hüküm özlü olarak bulunmaktadır.
6. “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife
görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçunu işlediği iddiasıyla, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 6/7/2010 tarih ve 2010/185 soruşturma,
2010/564 esas sayılı iddianame, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince kabul
edilerek başvurucu hakkında 19/7/2010 tarihinde kamu davası açılmıştır.
7. Başvurucunun, “dosyadaki delil durumu, kuvvetli suç şüphesini
gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanılmamış oluşu,
sanığın konumu itibariyle delillere etki yapma ihtimalinin olması, tanıkların
henüz dinlenilmemiş oluşu, atılı suçun CMK.100. maddesinde belirtilen katalog
suçlardan olması, belirtilen bu sebeplerle adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağı …” gerekçesiyle İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin 11/2/2011 tarihli kararıyla tutuklanmasına karar verilmiştir.
8. Başvurucu, müteaddit defalar
tutukluluk haline son verilmesini yetkili mahkemelerden talep etmiş ancak bu
talepleri ile ilgili bir sonuç elde edememiştir.
9. Başvurucunun, İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarih ve E.2010/283 sayılı kararı ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçundan
1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun 147. ve 61. maddeleri
uyarınca 18 yıl hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve “tutuklu sanıklara
verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarı, tutuklu kaldıkları süre, verilen ceza
miktarına göre kaçma şüphesi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin
yetersiz kalacağı” gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar
verilmiştir.
10. Başvurucu karara 26/9/2012
tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
23/10/2012 tarih ve 2010/737 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret
kararı başvurucuya 6/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
12. Başvurucu hakkında isnat
olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’un 147.
maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları
teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis
cezası hükmolunur …”
13. Aynı Kanun’un 61. maddesi,
işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun
teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir.
14. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“Tutuklama nedenleri
Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304,
307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…
(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.)
Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan
fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
15. 5271 sayılı Kanun’un 260.
maddesi şöyledir:
“Kanun yollarına başvurma hakkı
Madde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı
Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış
olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan
sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları
açıktır.
(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları,
mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza
mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı
çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde
bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı
kanun yollarına başvurabilirler.
(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun
yollarına başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 2/10/2013 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/11/2012 tarih ve 2012/1005 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu;
i. Masumiyet karinesinin gereği olarak hakkındaki yargılamanın
tutuksuz olarak yapılması gerektiğini, yargılanmakta olduğu davanın sanıkları
hakkında toplu olarak verilen tutuklama kararının suç ve tedbirlerin şahsiliği
ilkesini ihlal ettiğini, kuvvetli suç şüphesine mesnet olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayan belgelere dayanılarak şablon ve kalıplaşmış gerekçelerle
tutuklandığını, tutukluluğun devamına karar verilirken kullanılan şablon
gerekçelerin bu tedbiri adeta bir cezalandırma aracına dönüştürdüğünü, uzun bir
süreden beri tutuklu olduğunu, tutukluluk açısından bu sürenin makul olmaktan
uzak olduğunu, hakkında adlî kontrol hükümlerinin uygulanması yoluna
başvurulmadığını, tutuklamaya itiraz kararlarının şablon ve kalıplaşmış
gerekçelere dayanılarak reddedildiğini, tutukluluğu için makul şüphenin
bulunmadığını, kendisi hakkında karar verilmeden kısa bir süre önce terör
örgütüne yardım ve yataklıktan yargılanan sanıkların tahliye edilmesine rağmen
kendisinin tahliye edilmediğini, kesinleşmemiş bir mahkeme hükmüne dayanılarak
tutukluluk halinin devamına karar verildiğini,
ii. Hakkında verilen hükmün gerekçesiz olarak açıklandığını,
kovuşturma aşamasında hiçbir şekilde bilirkişi raporlarına yer verilmediğini,
bu yöndeki taleplerinin reddedildiğini, bilirkişilerin ve diğer tanıkların
dinlenilmesi taleplerinin reddedildiğini, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin
ihlal edildiğini, muhakeme esnasında delillerin değerlendirilmesi aşamasının
atlandığını, lehe delillerin mahkemece kabul edilmediğini ve bu nedenle
çekişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini,
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
18. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, masumiyet
karinesinin gereği olarak hakkındaki yargılamanın tutuksuz olarak yapılması
gerektiği, yargılanmakta olduğu davanın sanıkları hakkında toplu olarak verilen
tutuklama kararının suç ve tedbirlerin şahsiliği ilkesini ihlal ettiği,
tutukluluğun devamına karar verilirken kullanılan şablon gerekçelerin bu tedbiri
adeta bir cezalandırma aracına dönüştürdüğü, uzun bir süreden beri tutuklu
olduğu, tutukluluk açısından bu sürenin makul olmaktan uzak olduğu, hakkında
adlî kontrol hükümlerinin uygulaması yoluna gidilmediği, kuvvetli suç şüphesine
mesnet olarak değerlendirilmesi mümkün olmayan belgelere dayanılarak şablon ve
kalıplaşmış gerekçelerle tutuklandığı, tutuklamaya itiraz kararlarının şablon
ve kalıplaşmış gerekçelere dayanılarak reddedildiği, tutukluluğu için makul
şüphenin bulunmadığı, kendisi hakkında karar verilmeden kısa bir süre önce
terör örgütüne yardım ve yataklıktan yargılanan sanıkların tahliye edilmesine
rağmen kendisinin tahliye edilmediği, kesinleşmemiş bir mahkeme hükmüne
dayanılarak tutukluluk halinin devamına karar verildiği yönündeki şikâyetlerinin
“kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı”;
hakkında verilen hükmün gerekçesiz olarak açıklandığı, kovuşturma aşamasında
hiçbir şekilde bilirkişi raporlarına yer verilmediği, bilirkişilerin ve diğer
tanıkların dinlenilmesi taleplerinin reddedildiği, şüpheden sanık yararlanır
ilkesinin ihlal edildiği, muhakeme esnasında delillerin değerlendirilmesi
aşamasının atlandığı, lehe delillerin mahkemece kabul edilmediği ve bu nedenle
çekişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin “adil yargılanma hakkı” kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
1. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı Yönünden
19. Başvurucu, masumiyet
karinesinin gereği olarak hakkındaki yargılamanın tutuksuz olarak yapılması
gerektiğini, kuvvetli suç şüphesine mesnet olarak değerlendirilmesi mümkün
olmayan belgelere dayanılarak şablon ve kalıplaşmış gerekçelerle
tutuklandığını, tutukluluğun devamına şablon gerekçelerle karar verildiğini,
uzun bir süreden beri tutuklu olduğunu, tutukluluk açısından bu sürenin makul
olmaktan uzak olduğunu, hakkında adlî kontrol hükümlerinin uygulaması yoluna
başvurulmadığını, kendisi hakkında karar verilmeden kısa bir süre önce terör
örgütüne yardım ve yataklıktan yargılanan sanıkların tahliye edilmesine rağmen
kendisinin tahliye edilmediğini, kesinleşmemiş bir mahkeme hükmüne dayanılarak
tutukluluk halinin devamına karar verildiğini ileri sürmüştür.
20. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem
ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
21. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman
bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu
düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları
da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No:
2012/832, 12/2/2013, § 14).
22. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde
buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak
gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest
kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun
yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun
olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla
belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma
amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726,
2/7/2013, § 30).
23. Ancak başvurucu hali hazırda
tahliye olmuş ya da hakkında ilk derece mahkemesinde hüküm kurulmuş ise
bireysel başvuru açısından talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa
belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu
tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel
başvuru yapılmalıdır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 31).
24. Ne var ki başvurunun kabul
edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların
23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem
veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde
ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru
incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726,
2/7/2013, § 32).
25. Ancak kişi serbest
bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu
durumda kişinin hukuki durumu “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır.
Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi
arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş
olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta
erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya
ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli
suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona
ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
Nitekim gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”), gerekse Yargıtay,
mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak
nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir
sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak
değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz: Solmaz/Türkiye, 27561/02, 16/1/2007,
§§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye,
29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından
da benimsenmektedir. Kurul, 12 Nisan 2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42
sayılı kararında, “hakkında mahkûmiyet hükmü
kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit
görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü
olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk
süresine dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §
33).
26. Somut olayda başvurucu 11/2/2011
tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış, ilk derece
mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 21/9/ 2012 tarihinde tutukluluk hali
bu anlamda sona ermiştir.
27.
21/9/2012 tarihli karar duruşmasında verilen tutukluluğun devamına ilişkin
karara karşı başvurucu 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiş ve itirazı İstanbul 11.
Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2012 tarih ve 2010/737 Değişik İş sayılı kararı
ile reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı
tarihten sonra verilmiş olsa bile, kişi hakkındaki tutmanın niteliği üzerinde
bu kararın herhangi bir etkisi yoktur. Zira başvurucunun tutukluluk hali
21/9/2012 tarihinde davanın esasına ilişkin kararın açıklanmasıyla birlikte ve
bu tarih itibarıyla sona ermiştir. Kararla birlikte başvurucuya isnat olunan
suç sabit görülerek 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir.
Dolayısıyla, hükmen tutukluluğa itiraz ve incelemesinin 23/9/2012 tarihinden
sonra gerçekleştirilmiş olmasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
üzerinde herhangi bir etkisi olamaz.
28.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı”nın
ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda tutuklamaya ilişkin nihai
kararın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden
önce verildiği anlaşıldığından başvurunun “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
29.
Başvurucu, hakkında verilen hükmün
gerekçesiz olarak açıklandığını, kovuşturma aşamasında hiçbir şekilde bilirkişi
raporlarına yer verilmediğini, bilirkişilerin ve diğer tanıkların dinlenilmesi
taleplerinin reddedildiğini, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin ihlal
edildiğini, muhakeme esnasında delillerin değerlendirilmesi aşamasının
atlandığını, lehe delillerin mahkemece kabul edilmediğini ve bu nedenle
çekişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
31. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
32. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları
ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak
ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda
başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17, 18). Başvurucu hakkındaki
dava derdest olup, temyiz aşamasındadır. Bu şikâyet bakımından başvuru yolları
henüz tüketilmemiştir.
33. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
A.
Açıklanan nedenlerle;
1. “Kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı”nın
ihlal edildiğine yönelik iddiaların “zaman
bakımından yetkisizlik”,
2. “Adil yargılanma hakkı”nın
ihlal edildiğine yönelik iddiaların “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
2/10/2013 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.