TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SERPİL KERİMOĞLU VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/752)
|
|
Karar Tarihi: 17/9/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucular
|
:
|
Serpil KERİMOĞLU
|
|
|
Sinem KERİMOĞLU
|
|
|
Önder Can KERİMOĞLU
|
|
|
Yiğit Ögeday KERİMOĞLU
|
|
|
Mehmet KERİMOĞLU
|
|
|
Mustafa KERİMOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Övgü ERDOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, yakınları Selman KERİMOĞLU’nun
9/11/2011 tarihinde Van ilinde meydana gelen depremde
otel enkazında kalarak vefat ettiğini ve hukuk yollarına başvurmalarına rağmen
sonuç alamadıklarını belirterek, yaşam hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 22/11/2012 tarihinde doğrudan yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/3/2013
tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 1/4/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 3/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 5/6/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, görüşünü 27/6/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. 23/10/2011 tarihinde Van ilinde 7,2
şiddetinde bir deprem meydana gelmiş ve çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir.
Depremden sonra artçı sarsıntılar devam etmiş ve 9/11/2011
tarihinde 5,6 şiddetinde ikinci bir deprem gerçekleşmiştir. İkinci depremde
başvurucuların yakını Selman KERİMOĞLU (S.K.) da dâhil olmak üzere Van il
merkezinde bulunan Bayram Otel’de kalmakta olan 24 kişi otel binasının çökmesi
sonucu hayatını kaybetmiştir.
9. Olayın ardından Van Cumhuriyet Başsavcılığı resen
soruşturma başlatmıştır. Başvuruculardan ölen S.K’nın
eşi ve üç çocuğunun da şikâyetçi olarak katıldığı soruşturma kapsamında
hazırlanan bilirkişi raporunda birden fazla kişinin sorumluluğunun bulunduğu,
binada hasar tespiti yapmayan ilgili birimlerin de kusurlu olduğu
belirlenmiştir.
10. Van Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından yürütülen soruşturma kapsamında ayrıca keşif yapılmış, bina
enkazından karot örneği, donatı örneği ve diğer
numuneler bilirkişiler marifetiyle alınmış, soruşturma dosyası ve elde edilen
numuneler rapor düzenlemeleri için bilirkişilere tevdi edilmiştir. Soruşturma
sonucu 26/7/2012 tarihinde verilen kararda bilirkişilerce hazırlanan rapor
ışığında, söz konusu binanın yapım yılında (1964) statik projesi ve hesap
raporları yapılmadan gelişigüzel inşa edildiği, malzeme ve donatıların dönemin
Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Yönetmeliği kriterlerini taşımadığını,
inşaat ruhsatına göre fazladan bir kata sahip olmasının bina üzerinde fazladan
yüke neden olduğu, ilk depremde ayakta kalmasına rağmen ikinci depremde iki deprem
arasında artçı şoklardan etkilenerek yıkıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.
11. Soruşturma sonucunda, otel işletmecisi hakkında bilinçli
taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan Van Ağır Ceza
Mahkemesinde kamu davası açılmasına, vefat eden yapı sahibi ve diğer şüpheliler
hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına ve Van Valisi ile Afet ve Acil
İşler Daire Başkanlığı (AFAD) görevlileri hakkında 2/12/1999
tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
Kanun’un 3. ve 12. maddeleri gereği görevsizlik kararı verilerek soruşturma
dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.
12. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 9/10/2012
tarihinde Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevi kötüye kullanmaya
ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından
suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı
gerekçesiyle şikayetin işleme konulmamasına karar vermiş, bu karar başvurucuların
vekiline 23/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvuruculardan ölen S.K.’nın
eşi ve üç cocuğu, vekilleri aracılığıyla Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının işleme konulmama kararının kaldırılması ve 4483
sayılı Kanun gereği ön inceleme yaptırılması kararı verilmesi talebiyle 2/11/2012 tarihinde Danıştay 2. Dairesine itiraz dilekçesi
sunmuştur.
14. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme koymama
kararına karşı 4483 sayılı Kanun’da herhangi bir itiraz yolu öngörülmemiş olup
başvuru dilekçesinde başvurucuların Danıştay 2. Dairesine yaptıkları
itirazlarının sonucuna ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır.
15. Bakanlık, başvuru konusu olaylara ilişkin 3/6/2013 tarihli görüşünde (§ 5), başvurucuların Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarında teyit ettiği, ilave şu bilgilere yer vermiştir:
16. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 9/10/2012
tarih ve 2012/128 soruşturma, K.2012/55 sayılı işleme konulmama kararına karşı
başvurucuların vekili tarafından yapılan itiraz neticesinde, Danıştay 1.
Dairesi, 6/3/2013 tarih ve E.2013/258, K.2013/294 sayılı kararında 4483 sayılı
Kanun’da Cumhuriyet Başsavcılıklarının bu kararlarına karşı herhangi bir itiraz
yolu öngörülmediğinden bahisle itirazı incelemeksizin reddetmiştir.
17. Ayrıca başvurucular, 23/1/2013
tarihinde vekilleri aracılığıyla, Van Belediye Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, Van Valiliği, AFAD’a izafeten Başbakanlık
ve otel sahibi Mehmet Sıddık Bayram vereseleri aleyhine maddi ve manevi
tazminat davası açmıştır. Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde E.2013/36 sayısı ile
yürütülen yargılamada 28/2/2013 tarihinde yapılan ön
inceleme duruşmasında, idareler aleyhine açılan davanın tefrik edilerek ayrı
bir esasa kaydedilmesine ve yargı yolu bakımından görevsizlik kararı
verilmesine karar verilmiştir.
18. Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, diğer davadan tefrik
ederek E.2012/112 sayısı ile kaydettiği davalı idareler hakkında açılan davanın
yargı yolu bakımından reddine, davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemenin
İdare Mahkemesi olduğunun tespitine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava
tarihi itibarıyla 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesi uyarınca bu tür davalarda adli
yargının görevli olduğuna ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarih
ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararıyla iptal edildiği, iptal kararının
19/5/2012 tarih ve 28297 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girdiği, davacıların davalı idarelerin hizmet kusuruna
dayandıkları, idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan tam yargı davalarına bakmaya
idare mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiştir.
19. Söz konusu kararın henüz kesinleşmediği, taraflara
tebligat aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.
20. Van Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından yürütülen soruşturma kapsamında ayrıca sorumlu olduğu ileri sürülen
Belediye yetkilileri hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca Van
Valiliğinden soruşturma izni talep edilmiştir. Van Valiliği Belediye
yetkilileri hakkında soruşturma izni verilmemesi kararı vermiştir. Bu karara
karşı Van Cumhuriyet Başsavcılığı Van Bölge
İdare Mahkemesine itiraz başvurusunda bulunmuştur.
21. Başvurucular, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
şikayetin işleme konulmaması kararının kendisine tebliğinden itibaren süresi
içinde 22/11/2012 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
22. Başvuru konusu olayda şikayet konusu yapılan “taksirle öldürme” ve “görevi kötüye kullanma” suçlarına ilişkin 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Kanun’un hükümleri şöyledir:
“Taksirle öldürme
MADDE 85. –
(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan
kişi, üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da
bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin
yaralanmasına neden olmuş ise, kişi üç yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
…
Görevi kötüye kullanma
MADDE 257. - (1) Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız
bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde,
görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden
kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra
hükmüne göre cezalandırılır.”
23. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Türk Ceza
Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) “Bir suçun işlendiğini
öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir
suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu
davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini
araştırmaya başlar.
24. Bununla birlikte, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri izne tabi
olup izin vermeye yetkili merciler ve izlenecek usul 4483 sayılı Kanun’da
düzenlenmiştir.
25. 4483 sayılı Kanun’un “Hazırlık
soruşturmasını yapacak merciler” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Hazırlık soruşturması genel hükümlere göre
yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılır. Ancak
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri,
müsteşarlar ve valiler ile ilgili olarak yapılacak olan hazırlık soruşturması
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili,
kaymakamlar ile ilgili hazırlık soruşturması ise il Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili tarafından yapılır.”
26. 4483 sayılı Kanun’un 3. maddesinin son cümlesine göre ast
memur ile üst memurun aynı fiile iştiraki halinde izin, üst memurun bağlı
olduğu merciden istenir. Bu durumda bir vali ve altında görev yapan memurlar
için talep edilen yargılama iznini vermeye yetkili merci valiler için
yargılamaya izin vermeye yetkili makam olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya
Başsavcıvekili’dir.
27. 4483 sayılı Kanun’un “Olayın
yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler” başlıklı 4. maddesinin üçüncü ve
dördüncü fıkraları şöyledir:
“Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte
olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî
bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin
doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh
adresinin bulunması zorunludur.
Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve
şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından
işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir. Ancak
iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması
halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh
adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya
şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.”
28. 4483 sayılı Kanun’un “İtiraz” başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine
veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında
inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye
bildirir.
Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara
karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma
izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili
merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.
İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g
(Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için
Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde
bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.
İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay
içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.”
29. 4483 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasında yer
verilen nitelikleri taşımamaları nedeniyle ihbar ve şikâyetler hakkında verilen
işleme konulmama kararına yönelik bir itiraz yolu öngörülmemiştir.
30. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
31. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
32. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.”
33. 15/5/1959 tarih ve 7269 sayılı Umumi Hayata
Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair
Kanun’un 4. ve “Afet bölgelerinde yapılacak
teknik işler” başlıklı 13. maddeleri şöyledir:
“Madde 4 – İçişleri, İmar ve İskan, Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal Yardım ve Tarım Bakalıklarınca acil yardım teşkilatı ve programları
hakkında genel esasları kapsayan bir yönetmelik yapılır.
Bu yönetmelik esasları dairesinde afetin
meydana gelmesinden sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi, barındırma,
ölüleri gömme, yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve felaketzedeleri
iaşe gibi hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri tayin, toplanma
yerlerini tespit eden bir program valiliklerce düzenlenir ve gereken vasıtalar
hazırlanarak muhafaza olunur.
Bu programların uygulanması, valiliklerce
kurulacak kurtarma ve yardım komitelerince sağlanır.
…”
“Madde 13 – a) Yapılacak işlemlere esas olmak
üzere İmar ve İskan Bakanlığınca kurulacak fen
kurulları tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile bütün yapılar
ve kamu tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir.
(Değişik: 31/8/1999 -
KHK - 574/1 md.) Gereken hallerde, yapılarda meydana
gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığının isteği
üzerine diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve
meslek odaları, konusunda deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya
mimarı hasar tespiti çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.
(Değişik: 31/8/1999 -
KHK - 574/1 md.) Arazinin tehlikeli durumu ve
binaların gördüğü hasar bakımından yıktırılması ve boşaltılması gerekenler
hakkında, o il ve ilçenin en büyük mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu
makamlarca böyle binalar derhal boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok
3 gün süre verilerek tehlikenin giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde
sahibi bulunmadığı takdirde durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle,
bildiri yapılmış sayılır.
…
b) …
c) …
ç) Yer kayması, kaya düşmesi gibi afetlerde,
tehlikenin devamı veya tekrarı ihtimali üzerine boşaltılan binaların tehlikeye
karşı kesin tedbir alınıncaya kadar işgaline veya hasara uğrayanların tamirine
müsaade edilmez. Tedbir alınamayacağına karar verildiği takdirde tehlikeli
mahal içindeki binalar, yukarıdaki esaslar dahilinde
yıktırılır. İmar ve İskan Bakanlığınca afete karşı
arazide gerekli tedbirlerin alınması, tehlikeye maruz yapıların yıkılması ve
topluluğun başka yere taşınmasından daha ekonomik görülürse, bu tedbirlerin
alınması için lüzumlu ödenek 33 üncü maddede yazılı fondan ödenir. Tehlikenin
giderilmesiyle ilgili tedbirler için yapılan harcamalar borçlanmaya tabi
tutulmaz.
d) Afete uğrıyanların
veya uğraması muhtemel olanların bulundukları yerlerde veya başka yerlerde
geçici olarak barınmalarını sağlamak üzere, baraka ve konutlar inşa edilebilir,
ettirilebilir, kiralanabilir veya satınalınabilir.
Bu tedbirlerin, kısa zamanda yerine
getirilmesinin mümkün olamıyacağı hallerde, geçici iskan tedbirlerini kendileri almak isteyenlere nakdi yardım
da yapılabilir.
…”
34. 29/5/2009 tarih ve 5902 sayılı Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1., 2., 4. ve 18. maddeleri şöyledir:
“Amaç ve kapsam
MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, afet ve acil
durumlar ile sivil savunmaya ilişkin hizmetleri yürütmek üzere, Başbakanlığa
bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının kurulması, teşkilatı ile görev
ve yetkilerini düzenlemektir. Başbakan, Başkanlıkla ilgili yetkilerini bir
bakan aracılığı ile kullanabilir.
(2) Bu Kanun; afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya ilişkin
hizmetlerin ülke düzeyinde etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli
önlemlerin alınması ve olayların meydana gelmesinden önce hazırlık ve zarar
azaltma, olay sırasında yapılacak müdahale ve olay sonrasında
gerçekleştirilecek iyileştirme çalışmalarını yürüten kurum ve kuruluşlar
arasında koordinasyonun sağlanması ve bu konularda politikaların üretilmesi ve
uygulanması hususlarını kapsar.
Tanımlar
MADDE 2 – (1) Bu Kanunda yer alan;
a) Acil durum: Toplumun tamamının veya belli
kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan ve
acil müdahaleyi gerektiren olayları ve bu olayların oluşturduğu kriz halini,
b) Afet: Toplumun tamamı veya belli kesimleri
için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve insan
faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan doğal, teknolojik veya insan
kaynaklı olayları,
c) …
h) Risk: Belirli bir alandaki tehlike
olasılığına göre kaybedilecek değerlerin ölçüsünü,
ı) Risk azaltma: Belirli bir kesim veya alanda
geliştirilen afet senaryolarına göre, olası risklerin önlenmesi, kabul edilebilir
ölçülere indirilmesi ya da paylaşımı amacıyla alınacak her türlü planlı
müdahaleyi,
i) Risk yönetimi: Ülke, bölge, kent ölçeğinde
ve yerel ölçekte risk türleri ve düzeylerini tespit etme, azaltma ve paylaşma
çalışmaları ile bu alandaki planlama esaslarını,
j) …
k) Zarar azaltma: Afetlerde ve acil durumlarda
meydana gelmesi muhtemel zararların yok edilmesi veya azaltılmasına yönelik
risk yönetimi ve önleme tedbirlerini,
ifade eder.
…”
“MADDE 4 – (1) Afet ve
acil durum hallerinde bilgileri değerlendirmek, alınacak önlemleri belirlemek,
uygulanmasını sağlamak ve denetlemek, kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum
kuruluşları arasındaki koordinasyonu sağlamak amacıyla, Başbakanlık
Müsteşarının başkanlığında, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Milli
Eğitim, Bayındırlık ve İskân, Sağlık, Ulaştırma, Enerji ve Tabii Kaynaklar,
Çevre ve Orman bakanlıkları ve Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarları, Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanı, Türkiye Kızılay Derneği Genel Başkanı ile afet
veya acil durumun türüne göre Kurul Başkanınca görevlendirilecek diğer bakanlık
ve kuruluşların üst yöneticilerinden oluşan Afet ve Acil Durum Koordinasyon
Kurulu kurulmuştur.
(2)
Kurul, yılda en az dört kez toplanır. Ayrıca, ihtiyaç halinde Kurul Başkanının
çağrısı üzerine olağanüstü toplanabilir. Kurulun sekretaryasını Başkanlık
yürütür.”
“İl afet ve acil durum müdürlükleri
MADDE 18 – (1) İllerde, il özel idaresi
bünyesinde, valiye bağlı il afet ve acil durum müdürlükleri kurulur. Müdürlüğün
sevk ve idaresinden vali sorumludur.
(2) İl
afet ve acil durum müdürlüklerinin görevleri şunlardır:
a) İlin afet ve acil durum tehlike ve
risklerini belirlemek.
b) Afet ve acil durum önleme ve müdahale il
planlarını, mahalli idareler ile kamu kurum ve kuruşlarıyla işbirliği ve koordinasyon
içinde yapmak ve uygulamak.
c) İl afet ve acil durum yönetimi merkezini
yönetmek.
ç) Afet ve acil durumlarda meydana gelen kayıp
ve hasarı tespit etmek.
d) …
…
g) Afet ve acil durumlarda, gerekli arama ve
kurtarma malzemeleri ile halkın barınma, beslenme, sağlık ihtiyaçlarının
karşılanmasında kullanılacak gıda, araç, gereç ve malzemeler için depolar
kurmak ve yönetmek.
ğ) …
…
(3) …
…
(5)
Afet ve acil durum il müdürü ile diğer personelin ataması vali tarafından
yapılır.
…”
35. 19/5/1988 tarih ve 19808 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair
Yönetmelik’in 4., 6. ve 32. maddeleri şöyledir:
“Sorumluluk
Madde 4 – Vali ve kaymakamlar, görevli
bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile askeri birlikler, ilgili mevzuat ve bu
Yönetmelik gereğince düzenlenecek acil yardım planları ve acil yardımla ilgili
yönergelerle kendilerine verilen görevleri yerine getirmekten ayrı ayrı
sorumludurlar.
Afetin meydana gelmesinden itibaren, alınması
gereken her türlü acil tedbirlerin alınmasından ve acil yardımların bir emir
beklemeden yapılmasından afetin meydana geldiği yerin mülki amiri sorumludur.”
“Madde 6 – Bu Yönetmeliğin ilke ve esasları dahilinde:
a) Acil yardım hizmetlerini yürütmek üzere,
illerde valinin başkanlığında il kurtarma ve yardım komitesi, ilçelerde
kaymakamın başkanlığında ilçe kurtarma ve yardım komitesi kurulur,
b) İl ve ilçe acil yardım planlarının
yapılmasından, icrasından ve güncelliğinin korunmasından birinci derecede vali
ve kaymakamlar sorumludur. Bakanlıklar ve merkezi kurum ve kuruluşlar ile
askeri birlikler bu planların yapılmasına ve icrasına yardımcı olur,
c) Bakanlık, kurum ve kuruluşların taşra
teşkilatları il ve ilçe planları içinde yer alır,
d) Bakanlık, kurum ve kuruluşların merkez
teşkilatları ile bölgedeki askeri garnizon komutanlıkları, il ve ilçelere
yardımcı olmak üzere kendi görevleri ile ilgili takviye ve destek planları
yaparlar,
e) Acil yardım hizmetlerinin planlanmasında,
öncelikle ilçe ve/veya il hudutları içindeki kamu kurum ve kuruluşlarının güç
ve kaynaklarının kullanılması esas alınır.
İhtiyaçların bu kaynaklardan zamanında ve
yeterince karşılanamaması halinde sırasıyla:
1. Bölgedeki askeri birliklerden, komşu vali
ve kaymakamlardan yardım istenir,
2. Bölgedeki özel kuruluşlardan ve gerçek
kişilerden yükümlülükler yolu ile karşılanır.
…
Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan
Hizmetleri Grubu
Madde 32 – Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan Hizmetleri Grubunun teşkili, görevleri, planlaması ve
servisleri:
a) Teşkili:
...
b) Görevleri:
1. Alınan haberlere göre nerelere, ne kadar ön
hasar tespit ekibi göndereceğini tespit eder,
2. Hasarın yoğun olduğu bölgeleri belirler,
3. Kesin hasar tespitleri için gerekli
bilgileri sağlar,
4. Afetten sonra konut, resmi ve özel tüm
yapılar ile hayvan barınaklarındaki hasarın en kısa zamanda tespitini sağlayıcı
tedbirleri alır,
5. Ön Hasar Tespit Formlarını örnek Ek: 16'ya
göre düzenlettirir. İcmal formlarını da örnek Ek: 17 forma göre düzenleyip afet
bürosuna verir,
6. Can güvenliği bakımından oturulması
sakıncalı olan ve yıktırılması gereken binaları belirler,
7. Resmi kuruluşlar ihtiyacı ve afetzedelerin
barındırılması için kullanılabilecek bina ve tesisleri tespit eder,
8. Tespit edilen bu binaların kullanıma hazır
hale getirilmesi için gerekli işlemleri yaptırır,
9. Ön tespit çalışmaları tamamlandıktan sonra
açıkta kalan ailelerin geçici iskanlarını sağlar,
10. Afetzedelerin kısa süreli geçici iskanları için öncelikle çadır olmak üzere sağlam bulunan
okul ve diğer resmi ve özel binaların kısa süre için bu işe tahsisini sağlar,
11. …
…
c) Planlaması:
1. Kuruluşlarca servislerde görevlendirilecek
personel, araç, gereç kadrosunun 12 nci maddenin (l)
ve (m) bendleri esaslarına göre tespitini,
2. Ön hasar tespiti yapacak personelin
yetmemesi halinde nerelerden takviye ekip temin edilebileceğini,
3. Afetzedelerin geçici barındırılmaları ilk
etapta resmi kuruluşlara ait binalarda, bu binaların yetmemesi halinde özel
şahıslara ait bina ve tesislerde sağlanacağından bu gibi bina ve tesislerin
önceden belirlenmesini,
4. …
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
36. Mahkemenin 17/9/2013 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 22/11/2012 tarih ve 2012/752 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucular, Van Valisi ve AFAD görevlilerinin mevzuatta
kendilerine yüklenilen görevleri yerine getirmemek suretiyle görevi kötüye
kullandıklarını, otelde hasar tespitinin yapılmadığını, hasara rağmen otele
girişin yasaklanmadığını ve taksirle ölüme sebep olduklarını belirterek
Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Başvurucular ikinci olarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca
somut bilgi ve belge bulunmaması gerekçesiyle verilen şikâyetin işleme
konulmaması kararına karşı ceza soruşturması yapılabilmesi için
başvurabilecekleri herhangi bir makamın bulunmadığını belirterek Anayasa’nın
36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın
17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
a. Kabul
Edilebilirlik Hakkında
38. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde şikayetlerin kabul edilebilirliği
açısından değerlendirme yapılırken, başvurucuların ilgili idareler aleyhine
maddi ve manevi tazminat davası açtıkları, yargılama sürecinin halen devam
ettiği, 30/3/2012 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak başvuru yollarının
tüketilmesi sonrasında yapılabileceği hususlarının dikkate alınması gerektiği
ifade edilmiştir.
39. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı, yaşam hakkının ihlali halinde sadece tazminat
alınmasının yeterli olmayacağını, devletin etkili ve önleyici ceza sistemi
kurma pozitif yükümlülüğünün bulunduğunu ileri sürmüştür.
40. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetleri açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken başvuru
yollarının tüketilmesi hususunda karar verebilmek için Devletin Anayasa’nın 17.
maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “ etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının
tespiti gerekmektedir. Bu nedenle bu konudaki değerlendirme esas hakkındaki
inceleme ile birlikte yapılacaktır.
41. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin eşi, çocukları
ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır.
42. Bununla birlikte, başvuruculardan ölen S. K.’nın iki kardeşi Mehmet KERİMOĞLU ve Mustafa KERİMOĞLU ne
Van Cumhuriyet Başsavcılığına ne de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına olayla
ilgili olarak şikâyet dilekçesi vermemişler, soruşturma yapılması yönünde çaba
gösterdiklerine ilişkin bir belge de sunmamışlardır. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, ihlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekmektedir. Bu durumda, başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca
verilen şikâyetin işleme konulmaması kararı nedeniyle ceza soruşturması
yapılamadığı şikâyetine ilişkin olarak, ölen S. K.’nın
iki kardeşi Mehmet KERİMOĞLU ve Mustafa KERİMOĞLU açısından başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerekir.
43. S. K.’nın eşi ve çocukları
tarafından yapılan başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair
bölümünün 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir nitelikte olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Esas
Bakımından İnceleme
44. Başvurucular, Van Valisi ve AFAD görevlilerinin mevzuatta
kendilerine yüklenilen görevleri yerine getirmediklerini, iki deprem arasında
gerekli tedbirleri almadıklarını, otelde hasar tespitinin yapılmadığını, hasara
rağmen otele girişin yasaklanmadığını ve yakınlarının taksirle ölümüne sebep
olduklarını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (“AİHM”) yaşam hakkı konusunda benimsediği ilkelere
değinilmiş, hayati tehlike içeren koşullar nedeniyle başvurucuların
yakınlarının maruz kaldığı riskin ne zaman gerçekleşebileceği konusundaki
belirsizlik, bu tür koşulların ortaya çıkışında payı olan kişilerin statüsü ve
bu kişilere atfedilen eylem veya ihmalin kasıtlı olup olmadığı hususlarının
belirli bir davanın esasının incelenmesi sırasında, Devletin yaşam hakkı
bakımından taşıdığı sorumluluğu belirlemek için göz önüne alınması gerektiği
ifade edilmiştir.
46. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(“AİHS”) 2. maddesi bağlamında, ölüm olayının kasten ya da saldırı veya kötü
muameleler sonucu meydana gelmesine ilişkin davalar ile ihmal sonucu ölüm
olayının meydana gelmesiyle ilgili olan davalar arasında bir ayrım yapılması
gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda, AİHM’nin, yaşam hakkının veya fiziksel
bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülüğün, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmediği ve mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olmasının yeterli olabileceği sonucuna vardığı görüşüne yer
verilmiştir.
47. Bakanlık görüşünde ayrıca, AİHM’ye göre adam öldürme ve
kamu makamlarının sorumluluğu altında meydana gelen olayların bir sonucu olarak
can kaybının olduğu tehlikeli faaliyetlere ilişkin davalarda olayla ilgili
bilgi ve belgelere devletin daha kolay ulaşabileceği, devletin resmi soruşturma
yapma yükümlülüğü bulunduğunun kabul edildiği, mevcut davada bu kriterin uygulanabilmesi için öncelikle binaların yapımı ve
daha sonraki dönemde depreme dayanıklılık konusundaki incelemeyi yapma
görevinin hangi kamu makamına ait olduğunun, daha sonra da ilgili makamın
görevini yerine getirip getirmediğinin tespit edilmesi gerektiği ifade
edilmiştir.
48. Başvurucular, başvurunun esası
hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, AİHS’nin 2. maddesine göre, adam öldürme
davalarında olayla ilgili bilgi ve belgelere devletin daha kolay ulaşabileceği,
devletin resmi soruşturma yapma yükümlülüğü bulunduğunun kabul edildiği,
dolayısıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının resen soruşturmayı başlatması
gerektiği, olay hakkında yürütülen soruşturma kapsamında alınan bilirkişi
raporunda belediyenin sorumlu olduğunun belirlendiği, Danıştayın
deprem davalarına yönelik kararlarında belediye ve Bayındırlık Bakanlığının
deprem zararlarından sorumlu tutulduğunu, başvuru konusu olayda diğer deprem
davalarından farklı olarak Bayram Otelin ikinci depremde ve artçılardan sonra
yıkıldığı, hasar tespiti yapmama ve diğer önlemleri almama nedeniyle Vali ve AFAD
yetkililerinin sorumlu olduğunu ileri sürmüştür.
49. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
Meşrû müdafaa hali,
yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya
hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin
uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu
durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
50. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır.
Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki
temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük yükleyen haklardandır (AYM,
E.2007/78, K.2010/120, K.T. 30/12/2010).
51. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında, devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bunun yanı sıra devlet, pozitif bir yükümlülük olarak, yine
yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların,
gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altındadır (AYM, E.1999/68,
K.1999/1, K.T. 6/1/1999). Devlet, bireyin maddi ve
manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla
yükümlüdür (AYM, E.2005/151 K.2008/37, K.T. 3/1/2008; E.2010/58,
K.2011/8, K.T. 6/1/2011).
52. Devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda
Anayasa’nın 17. maddesi, Devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşam
hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi
uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerlidir.
53. Ancak,
özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya
çıkması için yetkililerce, belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın
bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların
varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dahilinde,
makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız
olduklarının tespiti gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, 27229/95,
3/4/2001, §§ 89-92, ve A. ve
Diğerleri/Türkiye, 27/7/2004, 30015/96, § 44-45, İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, 19986/06, 10/4/2012,
§ 28).
54. Devletin yaşam
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde
devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı,
yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak
ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır
(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, § 137, Jasinskis/ Letonya, 21.12.2010, B. No: 45744/08, § 72).
55. Usul
yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının
esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine
bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler
sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi
gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bu tür olaylarda,
yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat
ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak
için yeterli değildir.
56. Yürütülen ceza
soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir
şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Diğer yandan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir
şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç
nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008,
§ 70), tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, 26129/95, § 111) yüklediği
anlamına gelmemektedir.
57. Yürütülecek
ceza soruşturmaları sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân
verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli
olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek
ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri
toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu
kişilerin ortaya çıkarılması imkanını zayıflatan bir eksiklik, etkili
soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye,
2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).
58. Yürütülecek
ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu
gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya
sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen
kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu
ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109).
59. Ancak ihmal
nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir
yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün
ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise, “etkili
bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Vo/Fransa[BD], 53924/00, 8/7/2004,
§ 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya, 32967/96,
17/1/2002, § 51).
60. Bununla
birlikte, ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin
ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir
ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu
makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet
nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına
başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan
kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 140, Öneryıldız/Türkiye, [BD] 48939/99, 30/11/2004, § 93).
61. AİHM devletin usuli yükümlülüğüne ilişkin tehlikeli faaliyetler
kapsamında yer verilen bu istisnaya bir ekleme yapmaktadır. Buna göre, AİHM,
doğal bir felaket nedeniyle mağdur olanların (özel bir kişi tarafından
işletilmesine belediyece ruhsat verilen bir kamp yerinde sele kapılarak
hayatını kaybeden kampçıların yakınlarının) yaptığı bir başvuruda (Murillo Saldías ve
diğerleri/İspanya, 76973/01, 28/11/2006),
2. maddeye ilişkin şikayetlerin, kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip
yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari davanın etkili
bir iç hukuk yolu olduğuna ve mağdur sıfatını ortadan kaldırdığına karar
vermiştir (Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 141).
62. Bu durumda,
tehlikeli faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan olaylara yönelik devletin kapsamlı
ve etkin bir ceza soruşturması yürütmesi yükümlülüğüne ilişkin ilkeler (§ 60)
afet olayları nedeniyle yapılan başvurulara da uygulanabilecektir. Önleyici
tedbirlerin alınmaması sonucu meydana gelen can kayıplarından Devletin
sorumluluğunu gerektiren durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince
oluşturulması gereken “etkili bir yargısal sistem”in
kapsamında, etkinliğe dair belirlenmiş asgari standartları karşılayan ve
soruşturmanın bulguları çerçevesinde adli cezaların uygulanmasını sağlayan
bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma usulünün bulunması gerekir. Bu gibi
davalarda, yetkili makamlar büyük bir gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk
olarak olayın meydana geliş koşulları ile denetim sisteminin işleyişindeki
aksaklıkları, ikinci olarak da söz konusu olaylar zincirinde herhangi bir
şekilde rol oynayan Devlet görevlileri ya da makamlarını tespit etmek için
resen soruşturma açmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 142).
63. Başvuru konusu
olayda, başvurucuların yakını 23/10/2011
tarihinde gerçekleşen 7,2 şiddetindeki depremden sonra meydana gelen artçı
sarsıntılar sırasında 9/11/2011 tarihinde gerçekleşen 5,6 şiddetindeki ikinci
depremde kaldığı otelin çökmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Başvuruya konu
olay açısından, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu yükümlülükler
arasında yer alan yaşam hakkını koruma yükümlülüğü için yasal ve idari
çerçevenin oluşturulması ve bu çerçevenin gereği gibi uygulanması
sorumluluğunun (bulunup bulunmadığının) ortaya konulması gerekmektedir.
64. Devletin
bu noktada bir yükümlülüğünün ortaya çıkabilmesi için kamu yetkililerince,
belirli bir kişinin hayatının gerçek ve yakın tehlike içinde olduğunun
bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra,
böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları
yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu
makamlarının önlem almakta başarısız oldukları tespit edilmelidir (§ 53).
65. Başvurucular, diğer deprem
davalarından farklı olarak Bayram Otelin ikinci depremde ve artçı
sarsıntılardan sonra yıkıldığını, konu hakkındaki mevzuat uyarınca hasar
tespiti yapmamaları ve diğer önlemleri almamaları nedeniyle Vali ve AFAD
yetkililerinin sorumlu olduğunu ileri sürmüştür (§ 44). Bakanlığın görüş
yazısında ise konu ile ilgili olarak, hayati tehlike içeren koşullar nedeniyle
başvurucuların yakınlarının maruz kaldığı riskin ne zaman gerçekleşebileceği
konusundaki belirsizlik, bu tür koşulların ortaya çıkışında payı olan kişilerin
statüsü ve bu kişilere atfedilen eylem veya ihmalin kasıtlı olup olmadığı
hususlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir (§ 45).
66. Deprem gibi bir afetin meydana gelmesi durumunda,
başvurucuların haklarında ceza soruşturması yapılmasını talep ettikleri
görevliler açısından, hasar görmüş binaların derhal tespit edilmesi, binaların
gördüğü hasar bakımından tehlike arz edenlerinin boşaltılması ve yıktırılması,
afete uğrayanların veya uğraması muhtemel olanların bulundukları yerlerde veya
başka yerlerde geçici olarak barınmalarının sağlanması görevleri konu
hakkındaki mevzuatta (§ 33- 35) açık bir şekilde belirlenmiştir.
67. Söz konusu yasal düzenlemelerde,
bir afetin meydana gelmesinden sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi,
barındırma, ölüleri gömme, yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve
felaketzedeleri iaşe gibi hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri
tayin, toplanma yerlerini tespit eden bir programın valiliklerce düzenleneceği,
bu programların uygulanmasının valiliklerce kurulacak kurtarma ve yardım
komitelerince sağlanacağı, deprem afetinin gerçekleşmesi sonrasında tehlikeli
durumu ve binaların gördüğü hasar bakımından yıktırılması ve boşaltılması
gerekenler hakkında, o il ve ilçenin en büyük mülki amirine durumun rapor
edilmesi ve bu makamlarca böyle binaların derhal boşalttırılmasının gerektiği,
lüzumu halinde yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve
İskan Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık,
kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları,
konusunda deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti
çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlü oldukları kurala bağlanmıştır.
68. Yer kayması, kaya düşmesi ve bu kapsamda deprem gibi
afetlerde, tehlikenin devamı veya tekrarı ihtimali üzerine boşaltılan binaların
tehlikeye karşı kesin tedbir alınıncaya kadar işgaline veya hasara uğrayanların
tamirine müsaade edilmeyeceği, tedbir alınamayacağına karar verildiği takdirde
tehlikeli mahal içindeki binaların, yukarıdaki esaslar dâhilinde yıktırılması
gerektiği yine bu düzenlemelerde bir yükümlülük olarak belirlenmiştir.
69. Afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya
ilişkin hizmetleri yürütmek üzere 5902 sayılı Kanun’la, Başbakanlığa bağlı Afet
ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kurulmuş, illerde, il özel idaresi
bünyesinde, valiye bağlı il afet ve acil durum müdürlükleri kurulmuş ve bu
müdürlüklerin sevk ve idaresinden valinin sorumlu olduğu belirtilmiştir. Afet ve acil durumlarda meydana gelen kayıp ve
hasarı tespit etmek ve Afet ve acil durumlarda, gerekli arama ve kurtarma
malzemeleri ile halkın barınma, beslenme, sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasında
kullanılacak gıda, araç, gereç ve malzemeler için depolar kurmak ve yönetmek
bu müdürlüklerin görevleri arasında sayılmıştır.
70. Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama
Esaslarına Dair Yönetmelik’te, vali ve kaymakamlar, görevli bakanlık, kurum ve
kuruluşlar ile askeri birliklerin, ilgili mevzuat ve bu Yönetmelik gereğince
düzenlenecek acil yardım planları ve acil yardımla ilgili yönergelerle
kendilerine verilen görevleri yerine getirmekten ayrı ayrı sorumlu oldukları,
afetin meydana gelmesinden itibaren, alınması gereken her türlü acil
tedbirlerin alınmasından ve acil yardımların bir emir beklemeden yapılmasından
afetin meydana geldiği yerin mülki amirinin sorumlu olduğu ifade edilmiştir.
71. Yine söz konusu
Yönetmelikle, Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan
Hizmetleri Grubunun oluşturulması öngörülmüş ve bu grup; 1. Alınan haberlere
göre nerelere, ne kadar ön hasar tespit ekibi göndereceğini tespit etmek, 2.
Hasarın yoğun olduğu bölgeleri belirlemek, 3. Kesin hasar tespitleri için
gerekli bilgileri sağlamak, 4. Afetten sonra konut, resmi ve özel tüm yapılar
ile hayvan barınaklarındaki hasarın en kısa zamanda tespitini sağlayıcı
tedbirleri alma ve gerekli işlemleri yapmakla görevlendirilmiştir.
72. Yukarıda yer
verilen mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulduğunda, başvurucuların birinci
deprem sonrasında gerekli tedbirleri almamak suretiyle yakınlarının ölümüne
neden olduklarını ileri sürdükleri Vali ve AFAD yetkililerinin, alınabilecek
tedbirlere ilişkin asli yükümlülüklerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
73. Yaşanan birinci büyük depremin
akabinde çok sayıda artçı deprem meydana gelmiştir. Birinci depremde belli
seviyede hasar görmüş binaların yaşanan artçı sarsıntılar esnasında yıkılma
tehlikesi bulunmaktadır. Bu durumun öngörülebilecek bir risk olduğunun kabulü
gerekir. Başvurucuların yakını, birinci büyük depremden tam 16 gün sonra
meydana gelen 5,6 şiddetindeki depremde yıkılan otelin enkazı altında kalarak
hayatını kaybetmiştir. Afetzedelerin veya başka yerlerden o şehre depremin
yaşanması nedeniyle gelen kişilerin barınma ihtiyacı nedeniyle depremin meydana
geldiği şehirdeki kamuya açık konaklama yerleri arasında kapasitesi en yüksek
tesislerden biri olan oteli kullanmayı düşünecekleri de ortadadır. Bu durumda
birinci depremden sonra geçen 16 gün içerisinde otel hakkında hasar tespitinin
yapılarak gerektiğinde boşaltılması kararı verilmesi sorumlu kişilerden
beklenebilir.
74. Bakanlık görüş yazısında da
belirtildiği üzere, AİHM içtihatlarında ulusal yetkililer tarafından başvuran
lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle açıkça veya dolaylı olarak
ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli bir
tazminatla giderilmesi halinde ilgili tarafın artık mağdur olduğunu ileri
süremeyeceği belirtilmektedir (Scordino/İtalya,
36813/97, 29/3/2006,
§ 178 ve devamı). Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde, AİHS ile düzenlenen
koruma mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla AİHM’nin inceleme yapmasına
gerek kalmayacaktır (Eckle/Almanya, 8130/78, 15/7/1982,
§ 64-70, Jensen/Danimarka, 48470/99, 20/9/2001; Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013,
§ 45-46).
75. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
…”
76. AİHM içtihadında (§ 74)
kabul edilene benzer bir şekilde, 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel
başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare
olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle, temel hak ihlallerini öncelikle
idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (B. No: 2012/1027, § 20-21,
12/2/2013).
77. Başvurucuların Van Belediye
Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Van Valiliği ve AFAD’a
izafeten Başbakanlık ve Mehmet Sıddık Bayram vereseleri aleyhine açtıkları
maddi ve manevi tazminat davaları (§17-20) henüz sonuçlanmamış, Vali ve AFAD
yetkilileri hakkında ceza soruşturması açılmasına ise izin verilmemiştir. Bu
durumda, başvuru konusu olayda Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu
pozitif yükümlülüklerin maddi boyutunun, yani elindeki tüm imkânları kullanarak
yaşam hakkını korumak için öngörülen yasal ve idari tedbirlerin gereği gibi
uygulanıp uygulanmadığının (§ 52) Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi
ve bu konuda karar verilmesi mümkün değildir.
78. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki
pozitif yükümlülüklerin etkili cezai soruşturma yapma boyutu açısından ise aynı
şeyleri söylemek mümkün değildir ve kesinleşmiş olan şikâyetin işleme konulmaması
kararı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edilip edilmediği hususunda Anayasa
Mahkemesi tarafından bir karar verilmesine bir engel bulunmamaktadır. Ayrıca
Anayasa Mahkemesinin böyle bir inceleme yapabilmesi için kamu idareleri
aleyhine açılan tam yargı davalarının sonuçlanmış olması da zorunlu değildir.
Zira yukarıda da belirtildiği gibi (§ 60)
tehlikeli bir faaliyet ya da doğal afetler nedeniyle oluşan öngörülebilir
riskleri ortadan kaldırma hususundaki görev ve yetkilerini ihmal ederek
insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olduğu ileri sürülen
görevlilerin sorumluluklarının incelenmesine engel olunması tek başına
Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir. Ancak belirtmek
gerekir ki, yürütülmesi gereken ceza
soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir
şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve
sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır.
Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür.
Diğer yandan, burada yer verilen değerlendirmeler olayla ilgili olarak
mutlaka herhangi bir kişi veya kamu makamının hukuki veya cezai sorumluluğunun
belirlenmesi zorunluluğunu ifade etmemektedir (§ 56).
79. Bu
durumda, Bakanlığın görüş yazısında ileri sürüldüğü üzere, şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, başvurucuların ilgili
idareler aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açtıkları, yargılama
sürecinin halen devam ettiği, başvuru yollarının tüketilmediği itirazı (§ 38) (devletin
yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli
boyutu açısından) kesinleşmiş olan şikâyetin işleme konulmaması kararı açısından kabul edilemez. Başvurunun özü ilk deprem sonrası
gerekli tedbirleri almayarak yakınlarının ölümüne neden olduğunu ileri
sürdükleri Vali ve AFAD yetkilileri hakkında cezai soruşturma açılmamış olması
nedeniyle devletin yaşam hakkından kaynaklanan pozitif yükümlülüğünün usuli boyutunun ihlal edildiği iddiasıdır.
80. Başvuru konusu
olayda, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturmasında
Van Valisi ile AFAD görevlileri hakkında görevsizlik kararı verilerek
soruşturma dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevi kötüye
kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer
açısından suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun
bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir.
81. Bu kişilere
yönelik olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken göz önünde
bulundurulacak hususlardan biri ceza soruşturmasının sorumluların
belirlenmesine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmasıdır. Etkililik ve yeterliliği temin adına soruşturma makamlarının resen
harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine
yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (§ 57).
82. Yaşanan olaya
ilişkin öncelikle, doğal afetin etkisi dışında sorumluluğun ne ölçüde ilgili
(müştekilerin de sorumlu olduğunu ileri sürdüğü) kamu görevlilerinin ihmaline
atfedilebileceğini ortaya koyacak bir soruşturma açılması gerekmektedir. Bu
soruya cevap verilebilmesi için teknik ve idari yönlerden değerlendirmeler
içeren uzman görüşlerine başvurulması ve sadece kamu otoritelerinin elde edebileceği
bilgilere ulaşılması gerekmektedir. Bu hususlar bireylerin (başvuru konusu
olayda müştekilerin) ispatlayabilecekleri hususlardan değildir (benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 163).
83. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ilk
soruşturma kapsamında, keşif yapılmış, numuneler alınmış ve incelenmiş,
bilirkişilerden görüş alınmış, bilirkişilerce hazırlanan rapor ışığında, söz
konusu binanın yapımında sonradan yapılan ilavelerde bulunan eksiklik ve
hatalara değinilmiş, ilk depremde ayakta kalmasına rağmen ikinci depremde iki
deprem arasında artçı şoklardan etkilenerek yıkıldığının anlaşıldığı ifade
edilmiştir.
84. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 24 kişinin ölümü gibi
ciddi sonuçlar doğuran olay hakkında, Van Cumhuriyet Başsavcılığının ilk
soruşturmada göz önünde bulundurduğu hususlar ile başvurucuların şikâyet konusu
yaptığı hususlar hakkında hiçbir değerlendirme yapmaksızın görevi kötüye
kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer
açısından suç oluşturan ve ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun
bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir (§ 12).
Başsavcılık,
başvurucuların iki deprem arasında yetkililer tarafından hasar tespitinin
yapılmaması ve diğer idari tedbirlerin alınmaması suretiyle ölüme neden olma
temel şikâyetine ilişkin, hasar tespiti ve hasarlı binalara girişin
engellenmesi konusunda yetkililerce ne tür işlemler yapıldığını ortaya koyacak
delil ve değerlendirmelere yer vermeksizin soruşturma açılması talebini işleme
koymamıştır. Başsavcılık tarafından bu aşamada soruşturma izni verilmemesi
şeklinde bir karar verilmesi halinde söz konusu karar itiraz yoluyla denetimden
geçebilecekken, Başsavcılık’ın hâlihazırda verdiği bu
karar, soruşturmanın devam ettirilmesine yönelik talebin bir itiraz mercii
tarafından incelenmesine engel olmuştur.
85. Yürütülen
soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken göz önünde bulundurulacak
hususlardan bir diğeri yürütülen soruşturmaya başvurucuların soruşturmanın
açıklığını temin edecek ve meşru menfaatlerini koruyabilecekleri bir şekilde
dâhil olabilmeleridir (§ 58). Başvuru
konusu olayda, Danıştay 1.
Dairesi yakınlarını kaybeden kişilerin
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme koymama kararına yaptıkları itirazı 4483
sayılı Kanun’da Cumhuriyet Başsavcılıklarının bu kararlarına karşı herhangi bir
itiraz yolu öngörülmediğinden bahisle incelemeksizin reddetmiştir. Başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
işleme koymama kararına karşı itiraz edebilecekleri bir makam bulunmamaktadır.
Bu durumda bu kişiler hakkında yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının açık
olmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemeyecektir. Nitekim
AİHM, Dink/Türkiye davasında başvuranın (Fırat Dink) yakın akrabalarının,
yalnızca dosya üzerinden inceleme yapan itiraz mercilerine itirazda
bulunabilmiş olmalarının, mağdurların meşru menfaatlerinin korunması hususunda
söz konusu soruşturmalardaki eksiklikleri gideremeyeceğine hükmetmiştir (Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08,
7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 89).
86. Açıklanan
nedenlerle, etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmediği
anlaşıldığından Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edildiğinin kabulü gerekir.
2. Anayasa’nın
36. ve 40. Maddelerinin İhlal Edildiği İddiası
87. Başvurucular ikinci olarak, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca somut bilgi ve belge bulunmaması gerekçesiyle verilen şikâyetin
işleme konulmaması kararına karşı ceza soruşturması yapılabilmesi için
başvurabileceği herhangi bir makamın bulunmadığını belirterek AİHS’nin 6. ve
13. maddesine karşılık gelmek üzere Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak
arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
88. Bakanlık, başvurucuların
Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık iddialarına karşılık, AİHS’nin adil
yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve
ilkelerin "medeni hak ve yükümlülükler
ile ilgili uyuşmazlıkların" ve bir "suç isnadının" esasının karara
bağlanması esnasında geçerli olduğunu, başvurucuların söz konusu ceza
soruşturmasında sanık sıfatına sahip olmadıklarının göz önünde bulundurulması
ve bu nedenle konu bakımından yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini, 4483
sayılı Yasa'nın 9. maddesinde yalnızca idari makamlardan verilen kararlara
karşı itirazın hükümlerine yer verilmiş olduğunu, Cumhuriyet Başsavcılığının,
4483 sayılı Kanun'un 4. maddesi uyarınca aldığı işleme koymama kararları
hakkında herhangi bir düzenleme getirilmediğinden, bu hükme istinaden de
itirazların incelenemeyeceğini, ancak Cumhuriyet Başsavcılıklarına iletilen
yakınmaları işleme konulmayan müracaat sahiplerinin, aynı konuyu izin merciinin
önüne götürmek ve izin makamından sadır olacak her türlü karara karşı itiraz
etme imkânına sahip oldukları gözetildiğinde yasal açıdan önemsenecek bir
eksiklik olmadığını belirtmişlerdir.
89. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şöyledir:
“Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamaz.”
90. AİHS’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri
ihlal edilen herkesin, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifasıyla görevli
kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili
bir yola başvurma hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan AİHS’nin 13. maddesinin
asıl karşılığı olan Anayasa’nın “Temel
hak ve hürriyetlerin korunması”
başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
91. Başvuru konusu olaya ilişkin yaşam hakkı kapsamında
devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal
sistem kurma” yönündeki usul yükümlülüğü çerçevesinde, mağdurlara
hukuki ve idari hukuk yollarının yanı sıra ve daha da ötesinde, sorumluların
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir ceza
soruşturması yürütüp yürütmediğine ilişkin değerlendirmeler yapılırken,
başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen şikâyetin işleme
konulmaması kararına karşı ceza soruşturması yapılabilmesi için
başvurabilecekleri herhangi bir makamın bulunmamasının eksiklik olarak kabul
edilip ihlal kararı verilmesi nedeniyle, ayrıca Anayasa’nın 36. ve 40. maddesi
bağlamında aynı konuda bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
V. 6216 SAYILI
KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
92. 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
93. Başvuruda,
ölenin eşi için 30.000 TL, üç çocuğunun her biri için 25.000 TL ve iki
kardeşinin her biri için 15.000 TL olmak üzere (toplamda) 135.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunulmuştur. Yaşam hakkının usuli
boyutunun ihlali nedeniyle, başvuruculardan ölen Selman Kerimoğlu’nun eşi
Serpil Kerimoğlu ile çocukları Sinem, Önder Can ve Yiğit Ögeday
Kerimoğlu’na birlikte takdiren toplam 20.000 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Bu tazminat anayasal hakkın
ihlalinden kaynaklanan manevi zarara ilişkin olup idari yargıda devam eden
maddi, manevi tazminat davalarına etkisi yoktur.
94. Başvurucular,
vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin davalılardan tahsilini talep
etmişlerdir. Başvurucular tarafından yapılan yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmiştir.
95. Başvuru konusu
olay açısından etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmemesinin yaşam
hakkını ihlal ettiği gözetilerek, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve
(2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla
kararın bir örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle:
A. Başvuruda olayda yaşamını yitiren Selman Kerimoğlu’nun eşi ve
çocukları tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin
şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvuruda Selman Kerimoğlu’nun iki kardeşi Mehmet Kerimoğlu ve
Mustafa Kerimoğlu tarafından ileri sürülen şikayetlerin
“başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usuli boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlaline ilişkin
şikâyetlerin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
E. Anayasa’nın 17. maddesi ve 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası gereğince, başvuruculardan Selman Kerimoğlu’nun eşi Serpil
Kerimoğlu ile çocukları Sinem, Önder Can ve Yiğit Ögeday
Kerimoğlu’na birlikte 20.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
F. Başvurucuların fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin REDDİNE,
G. Başvurucular tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
H. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
İ. Kararın bir örneğinin 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine,
17/9/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.