TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NAZMİYE AKMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1012)
|
|
Karar Tarihi: 16/4/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Nazmiye AKMAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali İSLAMOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 1973 yılında genel arazi kadastrosu ile kesinleşen
tapu kaydına güvenerek satın aldığı ve adına tapu siciline tescil edilen
taşınmazların, 2000 yılında yürütülen orman kadastro çalışmalarında orman
sınırları içinde kaldığının tespit edildiğini, Orman Genel Müdürlüğünün açtığı
tapu iptali ve tescil davası sonucunda taşınmazlarının orman vasfı ile Hazine
adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiğini belirterek mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 28/1/2013 tarihinde Samsun 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 20/2/2013
tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması
gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Samsun ili, Atakum ilçesi, Büyükomca mahallesinde bulunan taşınmaz 1973 yılında
yapılan kadastro tespiti sonucu 765 sayılı parsel adı altında Hüseyin ve Yılmaz
Arslan adlarına tespit ve tapu siciline tescil edilmiştir.
6. İmar uygulaması sonucu bu parselden ifrazen
oluşan 5097 ada 2 ve 3 numaralı parsellerde kayıtlı taşınmazlar satış işlemi
sonucu başvurucu adına tapu siciline tescil edilmiştir.
7. Taşınmazların bulunduğu yerde yürütülen ve 21/1/2001
tarihinde kesinleşen orman kadastrosu çalışmasında başvurucunun taşınmazlarının
orman sayılan yerlerden olduğu tespiti yapılmıştır.
8. Orman Genel Müdürlüğü tarafından Samsun 3. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasında, başvurucunun taşınmazının
orman sayılan yerlerden olduğu, özel mülkiyete konu olamayacağı, zilyetlikle
iktisabının mümkün olmadığı, bu nedenlerle tapu kaydının iptali ile orman vasfı
ile Hazine adına tapuya kayıt ve tescili istenmiştir. Mahkeme, 21/7/2011 tarih ve E. 2011/160, K. 2011/311 sayılı
kararında, 5097 ada 3 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının kısmen, 5097 ada 2
parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının ise tamamen iptaline, taşınmazların
orman vasfı ile Hazine adına tapu siciline kayıt ve tesciline hükmetmiştir.
9. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 24/5/2012 tarih ve E.2012/1889, K.2012/7875 sayılı ilamıyla
hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 24/12/2012
tarih ve E.2012/12532, K.2012/14916 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
B. İlgili Hukuk
10. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 1007. maddesi
şöyledir:
“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet
sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu
eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin
bulunduğu yer mahkemesinde görülür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
11. Mahkemenin 16/4/2013 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 28/1/2013 tarih ve 2013/1012 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
12. Başvurucu, 1973 yılında genel arazi kadastrosu ile kesinleşen
tapu kaydına güvenerek satın aldığı ve adına tapu siciline tescil edilen
taşınmazlarının, 2001 yılında kesinleşen orman kadastrosu çalışmalarına
dayanılarak Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan tapu iptali ve tescil
davası sonucu bedelleri ödenmeksizin orman vasfı ile Hazine adına tapuya kayıt
ve tesciline karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde
düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
13. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
14. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
15. Anayasa’nın 169. maddesinin
ikinci fıkrası şöyledir:
“Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet
ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı
ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.”
16. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
17. Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır
(Anayasa Mahkemesinin 17/5/2012 tarih ve E.2011/58,
K.2012/70 sayılı kararı).
18. Anayasa’da mülkiyet hakkının kapsamı diğer bazı maddelerde yer
alan hükümlerle çerçevelenmiştir. Bu bağlamda ormanlara ilişkin 169. ve 170.
maddelerde Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı güvencesinin
çerçevesini belirleyen kurallar yer almaktadır (Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarih ve E.2011/18, K.2012/53 sayılı kararı).
19. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden
eşit şekilde yararlanması hakkının bir uzantısı olarak Anayasa’nın 169.
maddesinde ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek
bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin
geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir
(Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarih ve E.2009/31,
K.2011/77 sayılı kararı).
20. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir
ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. Nitekim Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) hem kıyılar hem de ormanlarla ilgili kararlarında
kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla tapulu taşınmazları edinen kişilerin
tapularının, kıyı kenar çizgisi ya da orman alanı içinde kaldığı gerekçesiyle
ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal edilmesini Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine Ek 1 No’lu. Protokolün 1. maddesinin
ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu kararlarında çevrenin korunmasına
ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının korunması arasında makul bir
dengenin bulunması gerektiğini belirterek, karşılığı ödenmeksizin mülkiyet
hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarih ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararı).
21. Ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi
meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine
yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği
açıktır (Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarih ve
E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararı).
22. 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi tapu sicilinin tutulmasından
doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olduğunu, Devletin, zararın doğmasında
kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceğini hüküm altına almıştır.
23. Başvuru konusu somut olayda, başvurucunun, 1973 yılında genel
arazi kadastrosu ile kesinleşen tapu kaydına güvenerek satın aldığı ve adına
tapu siciline tescil edilen taşınmazlarının, 2001 yılında yapılan orman
kadastro çalışmasında orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Bu
tespit üzerine Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan tapu iptali ve tescil
davasında başvurucunun taşınmazlarının orman vasfı ile Hazine adına tapuya
kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
24. Orman İdaresi, 1973 yılında yürütülen genel kadastro işlemleri
öncesinde orman sınırlarını belirlemesi gerekirken bunu zamanında yapmamış,
kadastro tespitine süresi içinde itiraz etmemiş, bireyler adına tapular
düzenlendikten sonra tapuya kayıt düşerek taşınmaz sahiplerinin malları
üzerinde tasarrufta bulunmalarına engel olmamıştır.
25. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak
birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki
kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda
yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine göre Devletin sorumlu
olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur.
Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış
tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması
temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden
Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle
yükümlüdür (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009
tarih ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararı). Bu işlemler nedeniyle zarar
görenler, 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini
için 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun
146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinde, Hazine aleyhine adlî
yargıda dava açabilirler (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarih ve
E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).
26. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek
zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu
kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen
azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar
görenin mal varlığı ne durumda olacak ise, aynı durumun tesis edilebileceği
miktarda olmalıdır. Tazminat miktarının belirlenmesinde öncelikli konu, tapusu
iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin belirlenmesi olup,
araştırma yöntemi taşınmazın arsa ya da arazi olmasına göre farklılık arz
edecektir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 13/12/2011
tarih ve E. 2011/8798, K. 2011/14624 sayılı kararı)
27. Yukarıda yer verilen Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihatları göz
önünde bulundurulduğunda, başvurucu, tapuda adına kayıtlı taşınmazların kendisi
tarafından kullanılmasına veya tasarrufuna engel olacak nitelikte bir şerh
düşülmesi veya tapu kaydının iptali hâlinde, söz konusu işlemin yapılması
tarihinden itibaren 10 yıl içerisinde Hazine aleyhine adli yargıda tazminat
davası açabilecektir. Yargıtay içtihatlarında tazminatın miktarının taşınmazın
gerçek bedeli esas alınarak belirleneceği kabul edilmektedir. Başvurucunun kamu
yararı nedeniyle tapulu taşınmazına el konulması suretiyle mülkiyet hakkına
yapılan sınırlama el konulan taşınmazın gerçek bedeli esas alınarak ödenecek
bir tazminatla başvurucu açısından dengelenebilecektir.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya
eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekir.
29. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması
esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan
denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No:
2012/946, § 17, 18, 26/3/2013).
30. Başvurucunun maliki olduğu taşınmazların orman sınırları içinde
olduğuna ilişkin kadastro tespiti üzerine Orman Genel Müdürlüğü tarafından
açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulü sonrasında tazminat talebiyle
herhangi bir başvurusunun bulunmadığı görülmektedir. İdari ve yargısal başvuru
yollarının tamamı tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul
edilmesi mümkün değildir.
31. Nitekim AİHM, benzer bir şekilde, başvurucunun tazminat
ödenmeksizin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürdüğü 15/5/2012 tarih ve 42936/07
numaralı Altunay/Türkiye kararında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, Kasım 2009
tarihinde daha önceki içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM’nin bu konudaki
içtihatlarına dayanarak, tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan kaynaklanan
ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların tapu
kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı Devleti sorumlu tutabileceğine
hükmettiğini, kişilerin tapularının ait olduğu arazilerin orman arazisi olması
nedeniyle iptal edildiğinde 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi uyarınca
tazminat talep edebileceklerini ilan ettiğini, tazminat miktarının söz konusu
arazinin kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve
emsal değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat
çektiğini, bu başvuru yolunun halen düzenli olarak kullanılmakta olduğunu,
ulusal mahkemelerin AİHM’nin içtihatlarını ve AİHS’ye Ek 1 No’lu
Protokolün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını,
başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren
10 yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini belirterek, iç hukuk yolları
tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir.
32. Açıklanan nedenlerle, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş
olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun, “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
16/4/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.