logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hamit Eleftoz [2.B.], B. No: 2013/1060, 30/3/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAMİT ELEFTOZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1060)

 

Karar Tarihi: 30/3/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

Raportör Yrd.

:

Leyla Nur ODUNCU

Başvurucu

:

Hamit ELEFTOZ

Vekili

:

Av. Mesut BEŞTAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terk etmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde sulhnamede belirtilen miktarın geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağı için başlatılan ilamsız icra takibinde itirazın iptali davasının reddedilmesi sonucunda mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/1/2013 tarihinde Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 9/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 17/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 27/3/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Diyarbakır ili Silvan ilçesi Bayrambaşı mevkisinde ikamet etmekte iken terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.

9. Başvurucu 16/2/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının faizi ile birlikte karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.

10. Komisyon 28/3/2008 tarihli ve 2008/3-5034 sayılı kararında mal varlığına ulaşamaması nedeniyle başvurucuya ev, değirmen, ahır, arazi, bağ ve meyve ağaçları için toplam 184.985,82 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir.

11. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.

12. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 24/6/2008 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.

13. Sulhnameye 24/6/2008 tarihinde Vali tarafından onay verilmiştir.

14. Belirlenen tazminat miktarı 7/10/2009 tarihinde başvurucu vekilinin hesabına aktarılmıştır.

15. Başvurucu tarafından, Komisyon kararında hükmedilen tazminat miktarının geç ödendiğinden bahisle 18.120 TL faiz alacağı için Diyarbakır 5. İcra Müdürlüğünde 18/11/2009 tarihinde ilamsız icra takibi başlatılmıştır.

16. Diyarbakır Valiliğinin borca itiraz etmesi üzerine takip durmuştur.

17. Başvurucu tarafından Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır.

18. Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31/1/2012 tarihli ve E.2010/561, K.2012/74 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:

“...Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit 3 Nolu Komisyon Başkanlığı’ndan gelen yazı cevabı dosyamız arasına alınmış, dosyamız hukukçu bilirkişiye tevdii edilerek rapor tanzim edilmesi istenilmiş, bilirkişi Av.A.K.nın 20.12.2011 tarihli raporunda sonuç olarak, değerlendirme kısmında belirtilen kanaat ile davacının icra takibine konu faiz alacağı tutarının 17.241,69 TL olması gerektiğine, ödeme tarihi ile takip tarihi arasında faize faiz talep edilemeyeceğine ve hesaplanmış bulunan miktarın nitelik itibarıyla faiz olmasından vetakip öncesi tazminat ana para tutarı ödenmiş olmakla, takipten sonra tazminat anapara tutarına işleyecek faiz istenemeyeceğini bildirmiştir.

Dosya kapsamı, davacı ve davalı tarafın beyanları, bilirkişi incelemesi göz önüne alındığında, davacı tarafın Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit İşlemi Komisyonu Başkanlığı’na başvuruda bulunduğu, başvuru neticesinde 5233 Sayılı Kanun kapsamı değerlendirilerek, tazminata hükmedildiği, alınan bilirkişi raporu doğrultusunda söz konusu tazminatın 7.10.2009 tarihinde asıl alacak miktarının ödemesinin yapıldığı, ödeme yapıldığı tarihte davacı tarafça her hangi bir şekilde faiz alacağı yönünden hakkını saklı tutmadığı gibi sulhnamede de bu yönde her hangi bir beyanda bulunmadan söz konusu parayı almış olduğu görülmektedir.

Davacı taraf paranın teslim tarihinden sonra faiz alacağı için 18.11.2009 tarihinde yani paranın teslim alındığından yaklaşık 1,5 ay sonra faiz alacağına yönelik icra takibine başlamış olduğu görülmektedir. Diyarbakır ilinde terörle mücadele kapsamında benzer mahiyette bir çok dosyanın oluştuğu ödemelerden sonra faiz taleplerinde bulunulduğu faiz taleplerine yönelik icra taleplerini makul süre içerisinde talep edildiği görülmektedir. Dosya kapsamı itibariyle davacı tarafın faiz talebine ilişkin icraya konulduğu tarih ile ödemenin yapıldığı tarih arasındaki yaklaşık 1,5 aylık sürenin makul süre içerisinde olmadığı, değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mahkememizce yapılan değerlendirme ile ilimizde benzer mahiyette bir çok dosyanın bulunuyor olması sebebiyle ve gerek sulhnamede gerekse paranın teslimi sırasında faiz talebinde bulunmadan sulhnameyi imzalayıp para alınmış olması sebebiyle kapanmış olan bir alacak konusunda sonradan talep edilen faiz isteminin makul süre içerisinde olmadığı...”

19. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 27/6/2012 tarihli ve E.2012/13954, K.2012/16760 sayılı ilamı ile kararın dayanağı olan delillerde, kanunun gerektirdiği nedenlerde ve delillerin taktirinde isabetsizlik bulunmadığı; dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin yerinde olmadığı ve reddi gerektiği, yerel Mahkeme kararının usul ve kanuna uygun olduğu belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir.

20. Başvurucunun kara düzeltme istemi, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 12/11/2012 tarihli ve E.2012/24370, K.2012/25367 sayılı ilamı reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 8/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 28/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

22. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri.

23. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin bir ila üçüncü fıkraları şöyledir:

 “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.

 Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.

 Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.”

24. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”

25. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in 27. maddesi şöyledir:

Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.

Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.”

26. Başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 101. maddesi şöyledir:

“Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle, mütemerrit olur.

Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş veya muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tesbit etmiş ise, mücerret bugünün hitamı ile borçlu mütemerrit olur.”

27. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2014 tarihli ve E.2011/9361, K.2014/9507 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“... terör eylemeleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların sulhen karşılanması için 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden ayrı, özel bir usul öngörmektedir... Ayrıca, 5233 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesiyle Kanun’un uygulamasını geriye yürüterek, 19/7/1987 - 27/7/2004 tarihleri arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde ilgili mercilere başvurması halinde, bu zararlarının tazmin olacağını getirmekte, böylece 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen sürelerde dava açma hakkını kullanamayan kişilerin zararlarının da sulhen karşılanmasını amaçlamaktadır...”

28. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16/2/2015 tarihli ve E.2014/47629, K.2015/4445 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Davacı, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadelenden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca zararlarının karşılanması için davalı idareye başvurduğunu, başvuru neticesinde 20.045,76 TL ödenmesine karar verildiğini, bu kapsamda davalı idare ile sulhname imzaladıklarını, davalı idarenin geç ödeme yapması nedeniyle gecikilen döneme ilişkin faiz alacağının tahsili için icra takibi başlattığını, ...

...

...5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde sulhnamede belirtilen zararlar, sulhnamenin imzalanmasında sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesinden bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanacağı düzenlenmiştir. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde belirtilen bu süre düzenleyici bir süre olup alacağı muaccel hale getirir. Ancak davalının temerrüde düşmesi için BK 101. maddesi gereğince ayrıca temerrüt ihtarı gerekir. Davacı, BK’nın 101. maddesine göre davalıyı temerrüde düşürmemiştir. Davacı, usulünce davalıyı temerrüde düşürmediğinden işlemiş faiz yönünden icra takibinde bulunması yerinde değildir... ”

29. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 31/5/2012 tarihli ve E.2012/12143, K.2012/14197 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Davacı, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadelenden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca zararlarının karşılanması için davalı idareye başvurduğunu, başvuru neticesinde 69.088,00 TL ödenmesine karar verildiğini ancak davalı idarenin süresinde ödeme yapmadığı için hakkında icra takibi yaptıklarını, ...

...

... 5233 sayılı Kanun’un 13. Maddesinde sulhnamede belirtilen zararlar, sulhnamenin imzalanmasında sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesinden bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanacağı düzenlenmiştir. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde belirtilen bu süre düzenleyici bir süre olup alacağı muaccel hale getirir. Ancak davalının temerrüde düşmesi için BK 101. maddesi gereğince ayrıca temerrüt ihtarı gerekir. Buna göre BK’nın 101. maddesi hükmüne muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur. Davalı bu hükme göre davalıyı temerrüde düşürmediğinden icra takibinde işlemiş faiz talebi yerinde değildir. O halde takibe konu asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi gerekirken, yazılı şekilde işlemiş faiz alacağı ile birlikte takibin devamına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir...”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 30/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

31. Başvurucu; Diyarbakır ili Silvan ilçesi Bayrambaşı mevkiinde ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kabul edildiğini ve idare ile sulhname imzalandığını, Kanun’un 13. maddesinde ön görülen üç aylık ödeme süresi geçtikten sonra sulhnamede kararlaştırılan miktarın hesabına aktırıldığını, sulhnamenin imzalanması ve ödemenin kabulü sırasında her ne kadar geç ödemeden kaynaklanan faiz alacağını saklı tuttuğunu beyan etmiş olmasa da Komisyona başvuru yaptığı dilekçede faiz alacağı da talep ettiğini, dolayısıyla hâlin icabından faiz isteyeceği sonucunun çıkarılması gerektiğini, idarenin geç ödeme yapması nedeniyle faiz alacağı için başlattığı ilamsız icra takibinin idarenin itirazı ile durduğunu, takibin devamı için açtığı itirazın iptali davasının Kanun’a ve hukuka aykırı olarak reddedildiğini, Derece Mahkemesi kararlarının hatalı olduğunu, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinde makul süre içinde faiz talep edilmediği belirtilmekte ise de “makul sürede talep etmiş olma” durumuna bakılmaksızın geç ödemeden kaynaklanan faiz alacağının ödenmesi yönünde karar verilmesi gerektiğini, anapara alacağının kendisine ödenmesine rağmen idare ödemede temerrüte düştüğünden Vali onayından sonra üç aylık ödeme süresinin dolması akabinde ödeme tarihine kadar olan süre için kendisine faiz ödenmesi gerektiğini, Kanun’un açık hükmüne rağmen mağduriyetinin giderilmediğini, bu şekilde mülkiyet hakkının hukuka aykırı olarak sınırlandığını, Derece Mahkemesi kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini belirterek Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

32. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, 5233 sayılı Kanun kapsamında imzalanan sulhnamede belirtilen tazminat miktarının kendisine geç ödenmesi üzerine başlattığı icra takibine itirazın iptali davasının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 35. ve 36.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde hatalı sonuca varıldığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan ihlal iddiası, faiz alacağı hakkında İlk Derece Mahkemesinin değerlendirmesine ilişkin olduğundan ve başvurucunun faiz alacağı hakkındaki şikâyetleri mülkiyet hakkı kapsamında inceleneceğinden başvurucunun bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Gerekçeli Karar Hakkınınİhlal Edildiğine İlişkin İddia

33. Başvurucu, Mahkeme kararlarında geç ödemeden kaynaklanan faiz istemi konusunda talep sonucuna etki eden hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.

34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerin Derece Mahkemeleri kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 79-82; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 75-77). Başvurucuların yargılama aşamalarında ileri sürdükleri şikâyetlerden varılacak sonuç bakımından önem arz edebilecek nitelikte olanlar hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmaması, dosya kapsamlarındaki mevcut bilgi ve belgeler dikkate alındığında başvurucuların iddiaları hakkındaki çelişki giderilmeksizin hüküm kurulması nedenleriyle kararların yeterli gerekçe ihtiva etmediği sonucuna varılmıştır ve başvurucuların gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Hikmet Çelik ve diğerleri, B. No: 2013/4894, 15/12/2015, §§ 50-67; Mehmet Akkuş, B. No: 2013/4266, 23/2/2016, §§ 59-74; Abdurrahman Dil ve Mehmet Sait Dil, B. No: 2013/5163, 24/2/2016, §§ 50-74)

35. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun tazminat alacağının geç ödenmesine ilişkin taleplerinin kabul edilip edilmeyeceği noktasında Derece Mahkemesince Yargıtay içtihatlarından hareketle sulhname imzalanırken ya da ödeme yapılırken başvurucunun faiz hakkını saklı tutup tutmadığı, Diyarbakır ilindeki benzer başvurular ile mukayese edildiğinde sulhname imzalanıp bedelin tahsil edilmiş olması sebebiyle sona ermiş bir alacak konusunda talep edilen faiz isteminin makul süre içinde olup olmadığı kapsamında değerlendirmeler yapıldığı, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. § 18), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu denetiminden geçerek (bkz. §§ 19-20) kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

36. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

38. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında imzalanan sulhnamede belirlenen tazminat miktarının ödemenin yapılması için öngörülen üç aylık sürenin dolmasından bir yıl sonra Vali onayı akabinde ödendiğini, yapılan geç ödeme sonrasında faiz alacağı için idare aleyhine ilamsız icra takibi başlattığını, idarenin itirazı üzerine duran takibin devamı için açtığı itirazın iptali davasının haksız olarak reddedildiğini, hâlin icabı gereği faiz hakkını saklı tuttuğu sonucuna varılması gerekmesine rağmen alacağına ilişkin kendisine faiz ödenmesi imkânından mahrum bırakıldığını belirtmiş; bu nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

39. Bakanlık görüş yazısında, Komisyon tarafından hükmedilen tazminat miktarının ödenmesinde gecikme olması hâlinde faiz talebinde bulunulacağına ilişkin ihtiraz-i kaydın başvurucu tarafından sulhnameye konmadığı gibi ödeme aşamasında da başvurucunun faiz talebinde bulunmadığı ve bu yöndeki hakkını saklı tuttuğunu beyan etmediği, tazminat miktarının enflasyon nedeniyle uğradığı değer kaybı toplam bedelin %10’unun biraz üzerinde olmakla birlikte Komisyonlara yapılan başvuruların sayısının çokluğu, idarenin ödemesi gereken miktarlar, ülkedeki ekonomik istikrarlılık, Kanun’un 13. maddesinde belirtilen sürenin düzenleyici süre olması dikkate alındığında ödemede gecikme yaşanmasının müdahale ile kamu yararı arasındaki adil dengeyi bozacak şekilde başvurucu üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına da atıflar yapılmış; başvurucunun şikâyeti incelenirken bu hususların da dikkate alınması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur.

40. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

41. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36).

42. Alacak hakkı, mülkiyet hakkı kapsamında kişilerin temel haklarındandır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011). Asıl alacağa bağlı ferî bir hak olan faiz alacağı da hak sahibine maddi bir menfaat sağlaması sebebiyle ekonomik bir değer olarak Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında olup asıl alacağa bağlı faiz talebi de bu hakkın sağladığı güvence kapsamındadır (Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015, § 36).

43. Somut başvuruda başvurucunun Komisyona yaptığı başvuruda 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan araştırmalar neticesinde başvurucuya 184.985,82 TL ödenmesine karar verilmiştir. Komisyon tespitine esas olayla ilgili olarak önerilen miktar, başvurucu tarafından kabul edilerek 24/6/2008 tarihinde idare ile başvurucu arasında sulhname imzalanmıştır. Bu tarihten itibaren üzerinde uzlaşılan tazminat miktarı başvurucu için alacak, kamu için borç hâline gelmiştir. Mülkiyet hakkı kapsamındaki bu alacağa bağlı faiz talebi de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 35. maddesi gereği mülkiyet hakkı kapsamındaki faiz talebine yönelik müdahale Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.

44. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde bu Kanun’un, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3., ve 4. maddeleri kapsamına giren eylem veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı ifade edilmiş; “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname başlıklı 12. maddesinde ise komisyonun doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirleyeceği ve belirtilen esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının bir örneğini davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edeceği, davet üzerine gelen hak sahibinin veya yetkili temsilcisinin sulhname tasarısını kabul etmesi durumunda bu tasarının kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanacağı, sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneğinin ilgiliye gönderileceği, sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarının saklı olduğu, 13. maddesinin ilk fıkrasında da sulhnamede belirlenen zararların sulhnamenin imzalanmasından sonra valilik onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içinde ödeneceği hükme bağlanmıştır. 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların karşılanması konusunda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinden farklı olarak özel bir giderim usulü ön görülmektedir (bkz. § 27).

45. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, tasarruf etme ve onun ürünlerinden yararlanma olanağı veren bir haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).

46. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 37).

47. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin AİHS’e uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede bireylerin, mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel ödenmeden mülklerinden mahrum edilmeleri hâlinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir. Bununla beraber AİHS ile korunan mülkiyet hakkı her durumda tam bedelin ödenmesini güvence altına almamaktadır. Ekonomik reform ya da sosyal adaleti gerçekleştirmek gibi geniş çaplı tedbirleri uygulamaya yönelik istisnai durumlarda meşru kamu yararı amacıyla yoksun bırakılan mülkiyetin piyasa değerinin altında ödeme yapılmasını ölçülülük ilkesine aykırı bulmayabilmektedir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 79).

48. 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra Ekim 2012 tarihine kadar tüm komisyonlara toplam 361.279 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 307.789’u karara bağlanmış, yine bu tarih itibarıyla ülke genelinde kurulan toplam 105 komisyondan 66’sı çalışmasını tamamlamış ve 39 komisyon çalışmaya devam etmiştir. Komisyonlara gelen başvuruların büyük çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesine dayalı olarak 1987 ile 2004 yılları arasında gerçekleşen ve 5233 sayılı Kanun kapsamdaki eylem ve faaliyetler nedeniyle oluşan zararların tazmini amacıyla yapılan başvurular oluşturmuş ve 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte belirtilen döneme ilişkin çok sayıda başvuru yapılmıştır (Cahit Tekin, § 64). Diyarbakır ilinde kurulan komisyonların yürüttükleri işlemler incelendiğinde 5233 sayılı Kanun kapsamında Diyarbakır ilinden yapılan başvurular hakkında karar almak üzere anılan Kanun’un 4. maddesi uyarınca bir komisyon kurulduğu, başvuru sayısının çokluğu nedeniyle komisyon sayısının 26/5/2005 tarihinde 3’e ve daha sonra 6’ya kadar çıkarıldığı, 2012 yılına kadar 6 komisyon halinde çalışıldığı, kurulan komisyonlara toplam olarak 51.148 başvuru yapıldığı, 5233 sayılı Kanun’un yürürlülük tarihi olan 27/7/2004 tarihinden 2006 yılı sonuna kadar yaklaşık 42.594 başvuru yapıldığı anlaşılmaktadır. 2004 yılı öncesi olaylara ilişkin 30/5/2008 tarihine kadar Komisyona başvuruların yapılabildiği, bu tarihten sonra 5233 sayılı Kanun kapsamında sadece yeni ortaya çıkan olaylara ilişkin başvuru yapılabileceği, dolayısıyla toplam başvuru sayısındaki artışın çok sınırlı olduğu, 15/4/2014 tarihi itibariyle yapılan toplam 51.148 başvurudan 50.832’sinin karara bağlandığı, komisyon sayısının bire düşürüldüğü ve sadece 316 başvurunun komisyon önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır. Sonuç olarak ülke genelinde ve Diyarbakır ilinde karara bağlanan başvuru sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler gözönünde bulundurulduğunda komisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının kabulü gerekmektedir. İşyükünde olağanüstü artış bulunan komisyonların başvurucuların zararlarını tespiti akabinde Kanun’un 12. maddesi uyarınca sulhu kabul eden başvurucular ile imzalanan sulhnamelerin çokluğu, 5233 sayılı Kanun kapsamında hükmedilen tazminatlar ile kamu borcunda meydana gelen ani artış, ödeme planlarının hazırlanması ve sulhname tasarılarının onay tarihi ve sırası dikkate alınarak ödemelerin gerçekleştirilmesi gereği (bkz. § 25) de gözönünde bulundurulmalıdır.

49. Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi gerekir (Tahsin Erdoğan, § 82). Bu çerçevede gerçek karşılığa ulaşmayı engelleyen düzenleme ve uygulamaların Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkını da zedeleyeceği açıktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 43).

50. Başvurucu Komisyon tarafından belirlenen bedelin 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde ön görülen üç aylık sürenin dolmasından sonra banka hesabına aktarılmasına rağmen faiz ödenmemesi nedeniyle alması gereken bedelin değerinde azalma olduğundan şikâyet etmekte ve geç ödenen tazminat bedeline yasal faizin uygulanması gerektiğini iddia etmektedir.

51. Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde ön görülen üç aylık süre düzenleyici süre olup bu sürenin geçmesinden sonra sulhnamede belirtilen tazminat miktarının başvuruculara ödenmesi sonrasında geç ödeme nedeniyle idarenin temerrüte düştüğünden bahisle faiz alacağı için başvurucular tarafından başlatılan icra takiplerinde Kanun’un 13. maddesinde hükme bağlanan sürenin bitmesi ile idarenin doğrudan mütemerrit hale gelmeyeceği, başvurucuların 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 101. maddesine göre idareye ihtarda bulunarak idareyi temerrüte düşürmesi gerektiğinden borçlu temerrüte düşürülmeksizin temerrüt faizi talep edilemeyeceği sonucuna varılmıştır (bkz. § 28). Başvuruculara tazminat bedelinin ödenmemesi üzerine sulhnamede belirtilen tazminat miktarı ile birlikte faiz alacağı için başlatılan icra takiplerinde idarenin takip tarihi itibarıyla mütemerrit hale geldiği dolayısıyla takip tarihinden ödeme tarihine kadar geçen süre için alacağa temerrüt faizi işletilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır (bkz. § 29).

52. Başvuru konusu olayda 24/6/2008 tarihli sulhname ile üzerinde uzlaşılan 184.985,82 TL tazminat miktarı 7/10/2009 tarihinde peşin olarak ödenmiştir. Başvurucu tarafından geç ödemeden kaynaklanan faiz alacağı için 18/11/2009 tarihinde ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Bu durumda sulhnamenin imzalanması ile ödemenin gerçekleştirildiği tarihe kadarki ödeme için beklenilen sürede kamu yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında makul bir orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucunun üzerine orantısız ve aşırı bir yük yüklenip yüklenmediğinin araştırılması gerekmektedir.

53. Somut olayda başvurucu; sulhnamenin imzalanması, tazminat miktarının tahsilatının yapılması aşamalarında faiz alacağını saklı tuttuğunu beyan etmediği gibi faiz talebinde de bulunmamıştır.

54. Başvurucu, sulhname ile uzlaşılan tazminat miktarı ödendikten sonra icra takibi yoluyla faiz talebini dile getirmiştir. Başvurucu her ne kadar geç ödemeden kaynaklı faiz alacağını saklı tuttuğunu beyan etmemiş olsa da Komisyona sunduğu başvuru dilekçesinde faiz alacağı da talep ettiğini, dolayısıyla 818 sayılı mülga Kanun’un 113. maddesinin ikinci fıkrası gereği hâlin icabından faiz isteyeceği sonucunun çıkarılması gerektiğini iddia etmektedir.

55. 818 sayılı mülga Kanun’un 113. maddesinin bir ve iki numaralı fıkraları şöyledir:

“Asıl borç tediye ile veya sair bir suretle sakıt olduğu takdirde kefalet ve rehin ve sair fer’i haklar dahi sakıt olur.

Evvelce işleyen faizleri talep hakkının mahfuz bulunduğu beyan edilmiş veya hal icabından neşet eylemiş olmadıkça bu faizler talep olunamaz.”

56. 818 sayılı mülga Kanun’un 113. maddesinde asıl borcun ödeme ile sona ermesi hâlinde asıl borca bağlı olan ferî hakların da sona ereceği hüküm altına alınmıştır. O hâlde asıl borç, ödeme ile sona erdiğinde ona bağlı olan faiz borcu da kendiliğinden son bulacaktır. Bu kuralın istisnası ise maddenin ikinci fıkrasında şu şekilde belirtilmiştir: İşlemiş faizin ifasını isteme hakkı sözleşmeyle veya ifa anına kadar yapılacak bir bildirimle saklı tutulmuşsa ya da durum ve koşullardan saklı tutulduğu anlaşılmaktaysa faiz istenebilecektir. Başvurucu, Komisyona başvuruda bulunduğu ilk dilekçesinde alacağını faizi ile talep etmiş olması nedeniyle hâlin icabından faiz hakkını saklı tuttuğu sonucunun çıkarılması gerektiğini iddia etmektedir. Anılan başvuru dilekçesi incelendiğinde “sonuç ve istem” kısmında zararlarının faiziyle birlikte tazmin edilmesinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Özel bir giderim usulü olan (bkz. §§ 27, 44) bu başvuru yolu işletilerek belirtilen dilekçe ile Komisyona yapılan başvuru akabinde idare ile 184.985,82 TL zarar miktarı konusunda sulh olan (bkz. § 12) başvurucunun faiz alacağı hakkında sulhnameye ihtiraz-i kayıt koymadığı, sulhten önceki bir duruma işaret ederek sulh olayı gerçekleştikten sonrabaşvuru konusu olayın 818 sayılı mülga Kanun’un istisnai hâllerinden birini oluşturduğunu belirtmesi neticesinde iddiasının kendi içinde tutarlı olduğu kanaatine varılamacağı sonucuna ulaşılmıştır.

57. Başvurucu ile idare arasında imzalanan sulhname ile başvurucu için alacak, kamu için borç hâlini alan miktarın geç ödendiği şikâyeti hakkında yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için başvurunun kendine özel şartları ile Komisyonca tespit edilen değerin başvurucuya yapılan ödeme tarihinde enflasyon karşısındaki durumunun incelenmesi gerekmektedir.

58. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinin ilk fıkrasında sulhnamenin imzalanmasından sonra Valilik onayı üzerine sulhnamede belirlenen zararların, ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içinde karşılanacağı hükmü yer almaktadır (bkz. § 24).Yargıtayın yerleşik içtihatlarında (bkz. §§ 28, 29) üç aylık sürenin düzenleyici süre olduğu kabul edilmiştir. AİHM’in Salih Fidanten ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 27501/06, 28/6/2011, § 19) kararında da kanun koyucu tarafından kabul edilen üç aylık sürenin bu Kanun’un uygulanmasında iyi niyetli bir düzenleme olduğu zira ilgilinin lehine öngörülen bu düzenleyici sürenin makul olduğu, tazminat ödemelerinde gecikme olması hâlinde gecikme faizlerinin bu sürenin sona ermesinden itibaren başlatılması gerektiği belirtilmektedir.

59. Somut başvuruda başvurucunun gecikme faizine yönelik talebinin incelenmesi neticesinde 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde ön görülen üç aylık sürenin sona ermesinden itibaren hesaplanacak sürenin değerlendirmede dikkate alınması gerekmektedir. Başvurucu ve idare arasında 24/6/2008 tarihinde sulhname imzalandıktan sonra aynı tarihte sulhname için Valilik onayı verilmiş ve sulhnamede uzlaşılan tazminat miktarı 7/10/2009 tarihinde peşin olarak başvurucuya ödenmiştir. Dolayısıyla 24/9/2008 tarihi ile 7/10/2009 tarihi arasında geçen toplam 1 yıl 13 günlük gecikme ile tazminat miktarı başvurucuya ödenmiştir.

60. Bir eşyanın devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanma imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011). Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi örneğin faiz veya enflasyon farkı işletilmesi mümkündür (Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., §§ 45, 46).

61. Bu durumda terör olayları nedeniyle mal varlığını kullanamayan kişilere ödenen tazminat bedelinin, kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için ödemelerde ön görülen üç aylık sürenin dolması ile bedelin ödenmesi arasında geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir.

62. Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5’e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Mustafa Arabacı/Türkiye, B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Bunun yanında mahkemelerde geçen yargılama süresinde enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinde meydana gelen değer kaybında ise oluşan farkı -tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda ulusal yargıcın belirli bir takdir imkânı olduğu gerekçesiyle- daha esnek yorumlamakta, bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediğini inceleyerek karar vermektedir. Örneğin bahsedilen şekilde incelediği bir davada AİHM %10,74’lük bir değer kaybının aşırı bir yük getirmediğine karar vermiştir (Ahmet Güleç ve Abdullah Armut/Türkiye, B. No: 25969/09, 16/11/2010; Akel Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş., § 48).

63. AİHM, Salih Fidanten ve diğerleri/Türkiye kararında başvurucuların imzalanan sulhnamelerde belirtilen tazminat bedellerinin kendilerine ödenmesi akabinde geç ödenmeden kaynaklanan gecikme faizi talepleri hakkında incelemede bulunmuş; tazminat miktarını, talep edilen faiz miktarının ödenen tazminat miktarına oranı, ülke genelindeki tüm komisyonlara yapılan taleplerin sayısı ve komisyonlar tarafından ödenmesine karar verilen meblağın önemli bir miktarı oluşturması, ülkedeki ekonomik istikrarlılık dikkate alınarak 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde ön görülen üç aylık süre düşüldükten sonra hesaplanan 3 ile 12 ay arasındaki gecikmelerin makul olduğu sonucuna ulaşmış ve başvuruların açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatine varmıştır.

64. Somut başvuruda Mahkemece belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi söz konusu değildir. Başvuru konusu faiz talebinin dayanağını başvurucu ile idare arasında imzalanan sulhname oluşturmaktadır.

65. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin ölçülü olması gerektiği açıktır. Bu çerçevede tazminat bedeline değerindeki hissedilir aşınmayı giderecek şekilde faiz uygulanmaması, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırılık oluşturacaktır. Bununla birlikte ödeme sürecinde enflasyon nedeniyle tazminat bedelinde meydana gelebilen ve makul görülebilecek küçük değer aşınmaları -alacaklının borçluyu temerrüde düşürmemesi birlikte düşünüldüğünde- başvurucu üzerine aşırı bir yük getirmediğinden kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasındaki dengeyi bozduğu ve ölçülülük ilkesini ihlal ettiği söylenemez.

66. Başvuru konusu olayda 24/6/2008 tarihli sulhname ile uzlaşılan tazminat bedeli ödeme için esas alınan tarihten (bkz. § 59) bir yıl sonra başvurucuya ödenmiştir. Ödemenin yapıldığı tarih ile bedelin ödenmesinin esas alındığı tarih arasındaki enflasyon oranı %7,81 ve 17.241,69 TL’lik gecikme faizi miktarının tazminat bedeli olan 184.985,82 TL’ye oranı %9,32’dir. Ödemenin gecikme faizi ile birlikte yapılması yönünde başvurucunun herhangi bir talebinin bulunmaması da dikkate alındığında bu değer kaybının başvurucu üzerinde orantısız ve aşırı bir yük oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurunun yukarıdaki paragraflarda belirtilen kendine özgü tüm koşulları (bkz. §§ 38-65) dikkate alındığında değer kaybının başvurucu üzerinde meydana getirdiği yük ile kamu yararı arasındaki adil dengeyi bozacak şekilde başvurucu üzerinde aşırı bir yük oluşturduğu sonucuna varılamayacağı kanaatine ulaşılmıştır.

67. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA

30/3/2016tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Hamit Eleftoz [2.B.], B. No: 2013/1060, 30/3/2016, § …)
   
Başvuru Adı HAMİT ELEFTOZ
Başvuru No 2013/1060
Başvuru Tarihi 28/1/2013
Karar Tarihi 30/3/2016

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terk etmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde sulhnamede belirtilen miktarın geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağı için başlatılan ilamsız icra takibinde itirazın iptali davasının reddedilmesi sonucunda mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) İhlal Olmadığı
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Gerekçeli karar hakkı (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 1
2
4
6
7
8
geçici 1
12
geçici 4
9
818 Borçlar Kanunu 27
5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 13
Yönetmelik 20/10/2004 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik 101
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi