TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
IŞIL YAYKIR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2284)
|
|
Karar Tarihi: 15/4/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Işıl YAYKIR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, öğretmen olarak
görev yaptığı okul idaresi görevlilerince, özel hayatına ait bilgilerin
toplanması, aleyhinde hukuksuz idari işlemler yapılması ve bu suretle kendisine
mobbing uygulanması, belirtilen eylemler nedeniyle
yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler hakkındaki evrakın işlemden
kaldırılmasına karar verilmesi ve yapılan soruşturmanın adil olmaması
nedeniyle, Anayasa’nın 17., 20. ve 36. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
belirtildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu öğretmen olarak
görev yapmaktadır.
6. Başvurucu tarafından
17/7/2012 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile, görev
yaptığı okulun yönetim kadrosunda yer alan ve okulda çalıştığı belirtilen dört
şüpheli hakkında, kendisinin de eserleriyle iştirak ettiği bir resim sergisinde
izinsiz olarak sağlık durumu hakkında sorular sorulduğu, sergiye dahil olan eserlerinin fotoğraflarının çekildiği, toplanan
kişisel bilgilerinin okul idaresine iletilmesi sonucunda hakkında disiplin
soruşturması başlatıldığı, belirtilen işlem ve başka bir takım hukuksuz
işlemler yapılmak suretiyle idarece kendisine mobbing
uygulandığı belirtilerek suç duyurusunda bulunulmuştur.
7. Şüphelilerden üçü hakkında
düzenlenen ön inceleme raporuna istinaden, Çankaya Kaymakamlığının 23/11/2012 tarih ve 2012/40 sayılı evrakı kapsamında, ileri
sürülen iddiaların sübuta ermemesi nedeniyle, ilgililer hakkında soruşturma
izni verilmemesine karar verilmiştir.
8. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının 29/11/2012 tarih ve S.2012/86493 sayılı kararı ile, evrakın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir.
9. Başvurucu tarafından
soruşturma izni verilmemesi kararına karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare
Mahkemesi 1. Kurulunun 7/2/2013 tarih ve E. 2012/567, K.2013/67 sayılı kararı ile, ön inceleme raporu ve eki belgelerde yer alan
tespitlerin isnat edilen eylemden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık
soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığının
anlaşıldığı belirtilerek reddedilmiştir.
10. Ret kararı 4/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu tarafından,
toplanan şahsi bilgilerine istinaden hakkında disiplin soruşturması yapıldığı
belirtilmekle ve soruşturmanın akıbetine dair bir bilgi verilmemekle beraber,
başvuru dosyası kapsamında yer alan muhakkik raporunda, başvurucu tarafından
raporlu iken resim sergisi açtığı iddiasının yanı sıra, başka bir takım
iddialara da istinaden inceleme yapıldığı ve raporda, başvurucunun hakkında
disiplin soruşturması yürütüldüğünü belirttiği eylemlerle ilgili kanaatin
belirtildiği kısımda, eylemlerin herhangi bir disiplin suçuna karşılık
gelmediği tespitine yer verildiği, ancak diğer bir iddia kapsamında vazifesinin
ifasında özensiz olduğu sonuç ve kanaatine ulaşıldığının belirtildiği
anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
12. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 172. ve 173. maddeleri.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
13. Mahkemenin 15/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
2/4/2013 tarih ve 2013/2284 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
14. Başvurucu, öğretmen olarak
görev yaptığını, görev yaptığı okulun yönetim kadrosunda yer alan şahısların
talimatıyla okulda çalışan kişilerce, kendisinin de eserleriyle iştirak ettiği
bir resim sergisinde izinsiz olarak sağlık durumu hakkında sorular sorulduğunu,
sergiye dâhil olan eserlerinin fotoğraflarının çekildiğini, özel hayatına
ilişkin olarak toplanan kişisel bilgilerinin okul idaresine iletilmesi
sonucunda hakkında disiplin soruşturması başlatıldığını, belirtilen işlem ve başka
bir takım hukuksuz işlemler yapılmak suretiyle idarece kendisine mobbing uygulandığını, belirtilen eylemler nedeniyle
yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler hakkındaki evrakın soruşturma izni
verilmemesi nedeniyle işlemden kaldırılmasına karar verildiğini, yaptığı
itirazın da reddedildiğini, belirtilen kararların gerekçesiz olduğunu ve bu
kapsamda yapılan soruşturmanın adil olmadığını beyan ederek, Anayasa’nın 17.
20. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
15. Başvurucu, görevi kötüye
kullanma iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının S.2012/86493 sayılı
dosyası kapsamında yaptığı şikâyet sonucunda eksik incelemeye ve hatalı
değerlendirmeye dayalı olarak şüpheliler hakkındaki evrakın işlemden
kaldırılmasına karar verildiğini ve soruşturma kapsamında verilen kararların
gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
16. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
17. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
18. Anılan Anayasa ve Kanun
hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
19. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
20. AİHS’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
istemek hakkına sahiptir. ….”
21. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 38).
22. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak
arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek
için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın
tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş
olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No. 2012/917, 16/4/2013,
§ 21).
23. Bir ceza davasında üçüncü
kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar
gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, adil yargılanma hakkının
koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medenî
hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir
(B. No. 2013/1845, 7/11/2013, § 37; Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No. 47287/99, 12/2/2004, §
70).
24. Hukuk sistemimiz açısından,
5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında
bulunma imkânı ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde
medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda
başvurucunun isteğinin üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla, verilen
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkilerinin de ceza muhakemesi süreci
ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk
yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında yer alan temel hak ve
özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. ve 20. Maddelerinin İhlal Edildiği İddiası
Yönünden
26. Başvurucu, öğretmen olarak
görev yaptığı okul idaresi görevlilerince, özel hayatına ait bilgilerin
toplandığını, bu bilgilere ve başka bir kısım eylemlere istinaden aleyhinde
hukuksuz idari işlemler yapıldığını ve bu suretle kendisine mobbing
uygulandığını belirterek, Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
27. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
28. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel
hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel
hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”
29. Sözleşme’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimseye işkence
veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
30. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
31. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme
ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (B. No.
2013/2187, 19/12/2013, § 30).
32. Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”,
“eziyet” yapılamayacağı ve
kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan”
muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup, hüküm Sözleşme’nin 3.
maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları
kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk
farkı bulunmakta olup, kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır
şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”,
bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya
ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı
nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi
mümkündür (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 22).
33. Ancak, bir eylemin
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari
bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir
değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda, muamelenin süresi, fiziksel ve
manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem
taşımaktadır (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 23). Somut
olaydaki veriler ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve
eylemlerin ise, diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
34. AİHM içtihadında da, başvuru
konusu iddiaların Sözleşme’nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için
minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte ve acımasız, insanlık
dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak
kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı
olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir
muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak
saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar ve en azından ağır fiziki ve ruhsal
acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı muamele olarak
değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise, mağdurlarda korku ve
aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan
muameleleri ifade ettiği kabul etmekte ancak, söz konusu muamelenin amacının
ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları
itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme’nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir
olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır ( Bkz. Costello-Roberts/Birleşik
Krallık, B. No. 13134/87, 25/3/1993, § 30; Labita/İtalya, [BD], B. No. 26772/95,
06/04/2000, § 120, Hurtado/İsviçre, B. No. 17549/90, 28/1/ 1994, § 67).
35. Yukarıda yer verilen
tespitlerden de anlaşılacağı üzere, doğası gereği cezaların veya menfi hareket
ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal
değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol
açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını
çağrıştırması mümkün olmakla birlikte, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3.
maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu
kavramların Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence,
eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak
nitelendirilebilmesi için, mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra
muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel
ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir.
36. Belirtilen tespitler
ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucu tarafından esasen, görev yaptığı
okulun yönetim kadrosunda yer alan ve okulda çalıştığı belirtilen kişilerce,
kendisinin de eserleriyle iştirak ettiği bir resim sergisinde izinsiz olarak
sağlık durumu hakkında sorular sorulduğu, sergiye dâhil olan eserlerinin
fotoğraflarının çekildiği, toplanan kişisel bilgilerinin okul idaresine
iletilmesi sonucunda hakkında disiplin soruşturması başlatılması suretiyle
manevi zarara uğratıldığı ve bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiği iddiasıyla başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından iddia
edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi
unsurların değerlendirilmesi neticesinde; başvurucunun da iştirak ettiği bir
resim sergisinde, resimlerinin fotoğraflanması ve sağlık durumu hakkında
sorular sorulmasının sistematik bir muamele tarzına işaret etmeyip münferit
hadiselerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen
eylemlerin kişilik haklarını ihlal ederek, başvurucu üzerinde fiziki ve ruhsal
etkilerinin olması mümkün olmakla birlikte, özellikle kamu görevlisi olan
başvurucu hakkında bir disiplin soruşturması yürütülmesinin, muamelenin
uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal
etkiler açısından, başvurucunun yaşı ve mesleki statüsü de nazara alındığında,
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için
gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
37. Başvurucu tarafından ayrıca,
mobbing teşkil ettiği iddia edilen eylemler
kapsamında, özel yaşamına ait unsurların sorgulandığı ve bu alana ait
bilgilerin elde edilerek kullanıldığı belirtilmektedir. Anayasa’nın 20. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan özel yaşamın gizliliği hakkı kapsamında korunan
hukuksal çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkı olup, bireyin kendisine
ilişkin herhangi bir bilginin, kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır.
38. Belirtilen nedenlerle
başvurucunun şikâyetinin, özel yaşamın gizliliği ve maddi ve manevi varlığın
korunması hakları ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası ve 20. maddesinin kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
40. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
41. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak
ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No. 2012/1027, 20, 12/2/2013, §§ 19–20; B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 26).
42. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî
olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde
münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca
hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda
bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir
biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden
başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine
getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi
gerekir (B. No. 2013/2355, 7/11/2013,
§ 28; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
43. Bireyin fiziksel ve zihinsel
bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğe keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını
önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına
yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma
çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka
cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız
müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür.
Nitekim fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem
cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz
açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz,
şiddet ve yıldırma türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut
başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç
teşkil eden fiillerin yer alması durumunda, bu alandaki yaptırımlara tabi
tutulma olanağı bulunmakla beraber, özel hukuk anlamında bu tür fillerin
tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları
nazara alındığında, belirtilen tazmin imkanının, kişinin kamu görevlisi veya
özel hukuka tabi bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara
alınarak, hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan yargısal
makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır (Y.H.G.K. 25/9/2013
tarih ve E.2012/9-1925, K.2013/1407; Danıştay 8. Dairesi 16/4/2012 tarih ve
E.2008/10606, K.2012/1736). Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda belirtilen
fiillere benzer eylemler vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne müdahale
edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla daha etkin bir giderim sağlaması
mümkündür (B. No. 2013/1123, 2/10/2013, § 35). Ayrıca,
belirtilen müdahale biçiminin içerisinde, kişinin mahremiyet alanına dâhil olan
bilgilerin, kendi rızası olmaksızın açıklanması, yayılması, bu bilgilere
başkaları tarafından ulaşılması ve rızası hilafına kullanılması, kısaca bu
bilgilerin mahrem kalması konusundaki birey menfaatine aykırı eylem ve
davranışların bulunması da mümkündür.
44. Hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç olarak
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı
sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle
başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha
fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki
sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı
ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir
ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği
anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi
hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk
alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi
edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal
iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek
başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu
anlaşılmaktadır.
45. Başvuruya konu olayda,
başvurucu tarafından görev yaptığı okulun yönetim kadrosunda yer alan ve okulda
çalıştığı belirtilen şüpheliler hakkında, kendisinin de eserleriyle iştirak
ettiği bir resim sergisinde izinsiz olarak sağlık durumu hakkında sorular
sorulduğu, sergiye dahil olan eserlerinin
fotoğraflarının çekildiği, toplanan kişisel bilgilerinin okul idaresine
iletilmesi sonucunda hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı, belirtilen
işlem ve başka bir takım hukuksuz işlemler yapılmak suretiyle idarece kendisine
mobbing uygulandığı belirtilerek suç duyurusunda
bulunulduğu, yürütülen soruşturma sonucunda şüpheliler hakkındaki evrakın
işlemden kaldırılmasına karar verildiği, ancak başvurucu tarafından somut
başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yoluna
gidilmediği anlaşılmaktadır.
46. Yukarıda yer verilen tespitler
çerçevesinde, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe ve mahremiyet alanına ait
unsurlara karşı yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak, başvurucu
tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu nazara
alındığında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için etkili
başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
47. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne ve mahremiyet alanına ait
unsurlara karşı yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak yalnızca
ceza muhakemesi yoluna başvurulduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir
giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda
bulunulduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “konu bakımından yetkisizlik”,
2. Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinin ihlal edildiğine yönelik
iddialarının “başvuru yollarının
tüketilmemesi”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
15/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.