TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
M. M. E. VE T. E. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2910)
Karar Tarihi: 5/11/2015
R.G. Tarih ve Sayı: 2/2/2016-29612
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Raportör
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
Başvurucular
1. M. M. E.
2. T. E.
Temsilcisi
M. M. E.
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, velayeti birinci başvurucuya verilen çocuğun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkililerince başvurucu babaya teslim edilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, çocuğun koruma altında olduğu süreçte eğitimine devam edememesi nedeniyle de eğitim ve öğrenim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 9/3/2015 tarihli görüş yazısı 13/3/2015 tarihinde birinci başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesini 12/6/2015 tarihinde ibraz edilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama ve icra dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Velayet ve Koruma Tedbirlerine İlişkin Yargısal Kararlar
7. Birinci başvurucu baba; davalı ile evlilik dışı birlikteliğinden olan ve noter senedi ile tanıdığı ikinci başvurucu konumunda olan 5/3/1999 doğumlu T.E.nin, davalıdan ayrıldıktan sonra kendisiyle yaşamaya başladığını, daha sonra davalının başkasıyla evlendiğini ve T.E.nin velayetini mahkeme kararıyla aldığını ancak müşterek çocuğun davalı anne yanında kalmasının zihinsel ve bedensel gelişimini olumsuz yönde etkileyeceğini belirterek 2/3/2011 tarihinde velayetin kendisine bırakılması talebiyle İstanbul 1. Aile Mahkemesinin E.2011/152 sayılı dosyasında dava açmıştır.
8. Mahkeme, 26/1/2012 tarihli ve E.2011/152, K.2012/23 sayılı kararıyla müşterek çocuğun başvurucu baba yanında kalmasının ruhsal ve fiziksel gelişimi açısından daha uygun olacağı, çocuğun doğumundan itibaren yaklaşık on yıl süresince babasının yanında kaldığı, davalı annenin evli olduğu şahıs ile başvurucu baba arasında husumet oluştuğu, çocuğun babasının akrabaları ile bir aile ortamında rahatlıkla yaşadığı ve özgürce davranabildiği, annenin çocuk üzerinde yoğun baskı ve yönlendirmesi bulunduğu, bu nedenle çocuğun babasına olan sevgisini yansıtamadığı; anne, baba ve annenin eşi arasındaki husumetten yoğun şekilde etkilendiği anlaşılan ve ergenlik dönemine yaklaşan çocuğun bu dönemi rahat aşması için bir baba modeline ihtiyacı olduğu, anne yanında kaldığı sürede çocuğun bir aile ortamında olmasına rağmen aile olma hissiyatını yaşayamadığının anlaşıldığı gerekçesiyle çocuğun velayetinin anneden alınarak başvurucu babaya verilmesine ve anne ile çocuk arasında da kişisel ilişki tesisine karar verilmiştir.
9. İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2012/5531, K.2012/22432 sayılı ilamıyla onanmış; karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 27/12/2012 tarihli ve E.2012/24237, K.2012/31916 sayılı ilamıyla reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir.
10. Belirtilen kararın kesinleşme sürecinde başvurucu baba tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verilen ve müşterek çocuğa annesi ve annenin eşi tarafından bazı tıbbi uygulamalarda bulunulduğu, çocuğun beden ve ruh sağlığının tehlikede olduğu tespitlerini ve bu nedenle 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca gerekli tedbirlerin alınması talebini içeren 28/5/2012 tarihli dilekçe üzerine, aynı tarihte başvurucunun ifadesi de alınmak suretiyle ilgili kolluk birimlerine talimat verilmiş ve Aile Mahkemesinden 6284 sayılı Kanun’un 4. ve 5. maddeleri uyarınca gerekli koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının verilmesi talep edilmiştir.
11. Söz konusu talep üzerine İstanbul 4. Aile Mahkemesinin 28/5/2012 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102 sayılı kararı ile 6284 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ve (3) numaralı fıkrası uyarınca anne ve eşinin müşterek çocuğa yönelik şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına ve çocuğun anneden alınarak başvurucu babaya teslimine karar verilmiştir.
12. İlgili kolluk birimlerince anne ve çocuğun bulunduğu yerin araştırılmasına rağmen sonuç alınamaması üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/5/2012 tarihinde İstanbul 4. Aile Mahkemesinden anne hakkında zorlama hapsine hükmedilmesi talep edilmiş, Mahkemenin 2012/104 Değişik İş sayılı dosyasında açılan 31/5/2012 tarihli tutanakta, anne tarafından 28/5/2012 tarihli tedbir kararına yapılan itirazın sonuçlanmadığı belirtilerek ilgili itiraz neticesinin beklenmesine karar verilmiştir.
13. Anne tarafından 4/6/2012 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2012/79000 sayılı dosyası üzerinden başvurucu baba tarafından çocukla birlikte banyoya girildiği, üzerine işendiği ve benzer şekilde kötü muamelede bulunulduğu hususunda yapılan şikâyet üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca İstanbul 4. Aile Mahkemesine gönderilen 4/6/2012 tarihli müzekkere ile anne ve baba tarafından karşılıklı olarak ileri sürülen iddialar dikkate alınarak çocuğun her iki taraf nezdinde bırakılması sakıncalı görülmüş, 6284 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası delaletiyle 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi gereğince bakım tedbirine hükmedilmesi talep edilmiş, İstanbul 4. Aile Mahkemesinin 4/6/2012 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-1 sayılı kararı ile her iki taraf açısından da çocuğa karşı davranışları konusunda vahim iddiaların ileri sürüldüğü belirtilerek 6284 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası delaletiyle 5395 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri uyarınca çocuk hakkında sağlık ve bakım tedbiri uygulanmasına ve karar gereğinin ifası için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlüğüne (Bakanlık İl Müdürlüğü) gönderilmesine karar verilmiştir.
14. Taraflarca söz konusu karara itiraz edilmesi üzerine İstanbul 4. Aile Mahkemesinin 13/6/2012 tarihli kararı ile Bakanlık İl Müdürlüğüne müzekkere yazılarak bir psikolog ve bir sosyal hizmet uzmanı tarafından inceleme yapılması talep edilmiştir. Baba tarafından verilen 18/6/2012 tarihli dilekçede, çocuğun hâlen ilgili Kuruma teslim edilmediğinin, bu nedenle hayatından endişe edildiğinin belirtilmesi üzerine Mahkemece aynı tarihte verilen son koruma kararı üzerine yapılan işlemlerin aşamaları hakkında bilgi istenilmiş; Bakanlık İl Müdürlüğünce verilen aynı tarihli cevap yazısında çocuğun Halkalı Yetiştirme Yurdunda (Kurum) kalmasının uygun görüldüğü ve bu doğrultuda işlem yapılmak üzere ilgili kararda belirtilen adresler itibarıyla kolluk birimleri ve idari makamlarla yazışmaların yapıldığı belirtilmiştir.
15. Kurum sosyal hizmet uzmanı ve psikoloğu tarafından hazırlanan ve 28/6/2012 tarihinde İstanbul 4. Aile Mahkemesine sunulan ön inceleme raporunda, taraflarla görüşmeye başlanıldığı ancak Erdek’te bulunan baba ve babaanne ile görüşülememesi nedeniyle mahallinde ayrı bir rapor tanzim edilmesinin uygun olacağı bildirilmiş; Mahkemece aynı tarihte Erdek Asliye Hukuk Mahkemesine talimat yazılarak inceleme yaptırılması talep edilmiştir.
16. Belirtilen süreçte Bakanlık İl Müdürlüğünce İstanbul 4. Aile Mahkemesine gönderilen 13/7/2012 tarihli yazıda, çocuğun Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde takibinin yapılmasının uygun görüldüğü, 6/7/2012 tarihi itibarıyla söz konusu Hastanede sağlık hizmeti almaya başladığı, çocuğun Kuruma kabulünün yapıldığı tarihten itibaren düzenli olarak Kuruma gelen anne ve babanın çocuğu götürme yönünde davranışlarda bulunmaları üzerine kendilerine ilgili bakım tedbiri kararı hatırlatılarak çocukla uygun görüşme günlerinin bildirildiği belirtilmiştir.
17. Anne tarafından İstanbul 4. Aile Mahkemesine verilen 24/7/2012 tarihli dilekçe ile çocuğun asperger sendromu hastası olması nedeniyle kendisine veya anneannesine teslimi talep edilerek 4/6/2012 tarihli karara itiraz edilmiş, Mahkemenin 25/7/2012 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-3 sayılı kararı ile çocuk ve ailenin durumu hakkında yaptırılan bilirkişi incelemesinin sonuçlanmadığı belirtilerek itiraz reddedilmiştir. Mahkemece annenin itiraz dilekçesi dikkate alınarak Kuruma yazılan 1/8/2012 tarihli yazı ile çocuğun genel durumu hakkında birer ay arayla rapor tanzim edilmesi ve Mahkemeye gönderilmesi talep edilmiştir.
18. İstanbul 4. Aile Mahkemesince yazılan talimat üzerine ilgili sosyolog ve psikolog tarafından tanzim edilen raporlar ile 15/8/2012 tarihli raporlar (bkz. § 41) Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/104 sayılı dosyasında ibraz edilmiş, İstanbul 4. Aile Mahkemesince görevlendirilen psikolog ve sosyal hizmet uzmanı tarafından tanzim edilen 14/8/2012 tarihli rapor da (bkz. § 41) aynı tarihte İstanbul 4. Aile Mahkemesine ulaştırılmıştır.
19. 14/8/2012 tarihinde dosyayı ele alan Mahkeme, aynı tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-4 sayılı kararı ile -bilirkişi raporunda yer verilen bulgulara değinilmek suretiyle- çocuğun yurtta kalış süresinin uzamasının çocuk üzerinde olumsuz etkiler oluşturacağını tespit etmiş ve 5395 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca çocuğun koruyucu aile olarak anneannesine teslimi ile hakkındaki sağlık tedbirinin devamına karar vermiştir.
20. Erdek Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilen talimat doğrultusunda düzenlenen raporlar da incelenmek suretiyle Mahkemece görevlendirilen psikolog ve sosyal hizmet uzmanı tarafından hazırlanan rapor 13/9/2012 tarihinde (bkz. § 42), Kurum sosyal hizmet uzmanı ve psikoloğu tarafından hazırlanan 7/9/2012 tarihli sosyal inceleme raporu ise (bkz. § 43) aynı tarihte ilgili Değişik İş dosyasında ibraz edilmiştir.
21. Başvurucu baba tarafından çocuğun koruyucu aileye teslimine ilişkin 14/8/2012 tarihli karara karşı yapılan itiraz, Mahkemenin 28/9/2012 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-5 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
22. Başvurucu baba tarafından velayetin esasına ilişkin İstanbul 1. Aile Mahkemesinin 26/1/2012 tarihli ve E.2011/152, K.2012/23 sayılı kararının 27/12/2012 tarihinde kesinleştiği belirtilerek koruma kararının kaldırılması ve çocuğun kendisine tesliminin talep edilmesi üzerine Mahkemenin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-6 sayılı kararı ile çocuğun koruyucu aileye teslimine ilişkin kararın kaldırılarak başvurucu babaya teslimine karar verilmiş; karar gerekçesinde, velayete ilişkin dava sürecinde çocuğun sağlık durumu ve baba ile çocuk arasındaki ilişkiler de değerlendirilmek suretiyle kararın onanarak kesinleştiği ve baba hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçu kapsamında yürütülen soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği hususlarına yer verilmiştir.
23. Mahkemece belirtilen karar 1/2/2013 tarihinde Bakanlık İl Müdürlüğüne bildirilmiş, Kurum tarafından Mahkemeye gönderilen 13/3/2013 tarihli yazıda, karar gereğinin ifası için çocuk ve koruyucu aile olan anneanneye ulaşılmaya çalışıldığı ancak sonuç alınamadığı, ilgili emniyet birimlerinin çocuğun bulunduğu yerin tespiti ile Kuruma teslimi hususunda bilgilendirildiği ve çocuğun teslimini müteakip karar gereğinin yerine getirileceği bildirilmiştir. Yazı içeriğinde ayrıca çocuğun akıbeti hakkında endişe duyulduğu, annenin de yeni bir velayet davası açmış olduğu, çocuğun bu çekişmede örselendiği belirtilerek çocuğun daha fazla zarar görmemesi amacıyla ve üstün yararı dikkate alınmak suretiyle hakkında bakım tedbiri uygulanmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Söz konusu yazı üzerine Mahkemece dosya yeniden ele alınmış ve 14/3/2013 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-7 sayılı karar ile çocuk hakkındaki koruma kararı kaldırılarak kesinleşmiş velayet ilamı nedeniyle dosyadan el çekildiği ve anne tarafından İstanbul 5. Aile Mahkemesinin E.2013/54 sırası üzerinde velayet davası açıldığı dikkate alındığında velayet ve bakım ile ilgili tüm tedbirlerin davanın esasının görüldüğü Mahkeme tarafından değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek talep reddedilmiştir.
24. Söz konusu sürecin yanı sıra velayetin esasına ilişkin kararın kesinleşmesini müteakip anne tarafından çocuğun teslim edilmediği iddiası ile başvurucu baba tarafından çocuğun teslimi hususunda ihtiyati tedbir talebinde bulunulmuş, talep Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/1/2013 tarihli ve 2013/9 Değişik İş sayılı kararı ile kabul edilerek İstanbul 1. Aile Mahkemesinin 26/1/2012 tarihli ve E.2011/152, K.2012/23 sayılı ilamının ihtiyati tedbir yolu ile infazına ve çocuğun bulunduğu yerden alınarak başvurucu babaya teslimine karar verilmiştir.
25. Bakanlık İstanbul İl Müdürlüğü tarafından, İstanbul 1. Çocuk Mahkemesinin 2013/29 Tedbir sayılı dosyası üzerinde, müşterek çocuğun velayeti hususunda anne ve baba arasında uzun süren bir husumetin bulunduğu, bu kapsamda çocuk hakkında İstanbul 4. Aile Mahkemesi tarafından bakım ve sağlık tedbiri uygulandığı, aynı karar kapsamında çocuğun koruyucu aile olarak anneanneye teslimine hükmedildiği, sonrasında babanın itirazı üzerine kararın kaldırılarak çocuğun babaya teslimine karar verildiği ancak çocuğun baba yanında kalmak istemeyip annesiyle birlikte kalmak istediğini belirttiği ifade edilerek anne ve baba arasındaki iletişimin kopuk olması nedeniyle çocuk için en uygun hizmet modelinin belirlenmesi ve çocuğun eğitim hayatına sağlıklı biçimde devam edebilmesi, tedavi ve terapilerini sürdürebilmesi amacıyla otuz gün süreyle acil koruma kararı verilmesi talep edilmiştir. Mahkemenin 15/3/2013 tarihli ve 2013/29 Tedbir sayılı kararı ile çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun’un 9. maddesi gereğince otuz gün süreli acil koruma kararı uygulanmasına hükmedilmiştir.
26. Söz konusu karara başvurucu baba tarafından itiraz edilmesi üzerine Mahkemenin 8/4/2013 tarihli ve 2013/29 Tedbir sayılı kararı ile daha önce verilmiş olan 15/3/2013 tarihli kararın kaldırılmasına ve çocuk hakkında İstanbul 1. Aile Mahkemesinin 26/1/2012 tarihli ve E.2011/152, K.2012/23 sayılı ilamı doğrultusunda işlem yapılabileceğine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, çocuğun fiilen bulunmamasına rağmen İl Korunmaya Muhtaç Çocuklar Komisyonu (Komisyon) tarafından 15/3/2013 tarihli toplantıda çocuk hakkında nasıl bir önlem alınabileceği daha sonra değerlendirilmek üzere acil koruma kararı alınmasına karar verildiği, Mahkemece aynı gün çocuk hakkında acil koruma kararı verildiği, ancak çocuğun nerede olduğu belli olmadığından kararın uygulanamadığı, itiraz dilekçesi ekinde ibraz edilen ilam uyarınca çocuğun velayetinin babaya verilmiş olduğunun anlaşıldığı, bu kapsamda çocuğun velayeti ve velinin gözetim ve denetim görevi hususunu değerlendirme yetkisinin söz konusu kararı vermiş olan İstanbul 1. Aile Mahkemesine ait olduğu, babanın velayet görevini gereği gibi yerine getirmediğine ilişkin bir iddia ve olgu bulunmadığı gibi velayetin kaldırılması konusunda herhangi bir yargısal sürecin de söz konusu olmadığı; Komisyon tarafından bizzat görülmeyen, nerede veya hangi koşullarda barındığı bilinmeyen, velayeti de hükmen babasında olan çocuk hakkında karar verme hususunda Mahkemenin görevsiz olduğu, ayrıca 5395 sayılı Kanun kapsamında acil koruma kararı alınmasına gerek duyulmadığı belirtilmiştir.
27. Başvurucu baba tarafından Kuruma verilen 10/4/2013 tarihli dilekçe ile çocuğun bulunduğu birimden alınarak kendisine teslimine ilişkin işlemlerin yapılması yönünde talepte bulunulmuştur.
28. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 12/4/2013 tarihinde çocuk hakkında 6284 sayılı Kanun uyarınca tedbir kararı talep edilmiş, talep dilekçesinde her ne kadar çocuğun velayeti başvurucu babaya verilmiş ise de çocuğun babasıyla yaşadığı dönemde kendisine yönelik tutum ve davranışları nedeniyle kendisini birey olarak hissedemediği, babasının kendisini “malı” gibi görmesinin çok üzücü olduğu ve babasıyla yaşadığı bazı olayları unutamadığı, bunları aşağılayıcı davranışlar olarak nitelendirdiği, bunun yanı sıra icra vasıtasıyla çocuğun tesliminin talep edilmesi üzerine, çocuğun teslim tarihinde babasıyla gitmek istemediği, gitmektense ölmeyi tercih ettiğini beyan ettiği, bunun üzerine Kurumda hazır olan pedagogun çocukla görüştüğü ancak çocuğun giderse babasıyla durmayacağı, kendini asacağı yönünde beyanda bulunduğu, bunun üzerine söz konusu hususlar tutanağa bağlanarak teslimin gerçekleşmediği, velayete ilişkin kesinleşmiş karar olmakla birlikte bu kararların niteliği gereği uyarlanabileceği, çocuğun Kurumda kaldığı süre içinde anne ve baba arasındaki çekişmeden etkilendiği ve asperger hastası olduğu, bu durumun çocuğun psikososyal gelişimini olumsuz etkilediğinin anlaşıldığı, çocuğun korunmaya muhtaç olmamakla birlikte velayet konusunda yaşanan uzlaşmazlık durumu nedeniyle Kurum bakımına alındığı Komisyon raporunda belirtilerek çocuğun yüksek yararı doğrultusunda geçici koruma altına alınması istenmiştir. Söz konusu talep üzerine İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 12/4/2013 tarihli ara kararıyla Prof Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 4985713 sayılı yazısında çocuğun ağır strese karşı diğer tepkiler denilen hastalığının sürmekte olduğu ve babaya teslimi hâlinde ciddi intihar girişimlerinin söz konusu olabileceği kanaati oluştuğundan Mahkeme pedagogunun belirtilen Hastanede çocukla görüşerek rapor sunmasına karar verilmiş ve Mahkemenin 12/4/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı kararı ile 6284 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca başvurucu babanın çocuğun yaşadığı adrese ve devam ettiği okula altı ay süreyle yaklaşmamasına ve çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaları fıkrasının (c) ve (d) bentleri uyarınca bakım ve sağlık tedbiri uygulanarak kararın altı ay süreyle geçerli sayılmasına hükmedilmiştir. Karar gerekçesi olarak -kesinleşmiş bir velayet hükmü bulunmakla birlikte- velayetin değişimi hususunda ilgili ebeveyn arasında devam eden bir davanın bulunduğu, çocuk hakkında daha önce verilen acil koruma kararı kaldırılmış olmakla birlikte bu karara yapılan itirazın sonuçlanmadığı, Bakırköy 18. İcra Müdürlüğünün 2013/491 Talimat sayılı dosyasında bulunan tutanaklardan çocuğun teslimi için Kuruma gelindiğinde çocuğun gitmek istemediği ve babaya teslimi hâlinde kendisini, babasını ve gittiği evi yakacağı şeklinde beyanda bulunulduğunun, bunun üzerine hazır bulunan pedagog tarafından çocuğun asperger sendromu hastası olduğu belirtilerek teslimi hâlinde trajik sonuçlar doğacağının beyan edildiğinin, bu olay sonrasında çocuğun Kurum tarafından teslim edilmesine rağmen çocuğun oturduğu koltuktan kalkmayarak gitmemekte ısrar etmesinin sonucunda Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine ambulansla sevkinin sağlandığının anlaşıldığı, tüm bu tespitler çerçevesinde çocuğun velayetine ilişkin kesinleşmiş bir Mahkeme kararı bulunmakla birlikte çocuğun ruhsal durumu ve başvurucu baba ile ilgili tepkileri göz önünde tutularak daha fazla zarar görmemesi açısından hakkında bakım ve sağlık tedbiri uygulanması, babanın altı ay süreyle çocuğun yaşadığı yurt ve eğitim gördüğü okula yaklaşmamasının uygun bulunduğu belirtilmiştir.
29. Söz konusu karara yapılan itiraz İstanbul 3. Aile Mahkemesinin 2013/169 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar sonrasında, belirtilen dosya üzerinden başvurucu baba tarafından yapılan tedbirin kaldırılması ve velayete ilişkin hükmün infazının sağlanmasına yönelik talepler de Mahkemenin hükmün infazı noktasında görevli olmadığı, tedbir süresinin bitmediği ve çocuğun durumunda bir değişiklik olmadığı, velayete ilişkin diğer taleplerin ise velayetin değiştirilmesine ilişkin devam eden dava dosyası kapsamında ileri sürülebileceği belirtilerek muhtelif tarihlerde reddedilmiştir.
30. Aynı dosya üzerinde Kurum tarafından çocuğun eğitimine devam edebilmesi için eğitim tedbirine hükmedilmesi talep edilmiş, Mahkemenin 6/9/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı ek kararı ile çocuğun okul kaydının yapılması hususunda Zeytinburnu Yetiştirme Yurduna yetki verilmek suretiyle eğitim tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir.
31. Belirtilen dosya üzerinde devam eden yargısal süreçte, Kurum tarafından koruma kararının uzatılmasının talep edilmesi üzerine Mahkemece 4/10/2013 tarihli ara karar kapsamında Mahkeme pedagogunun ve psikoloğun ilgili yurda giderek çocukla görüşmesine ve acilen rapor tanzim etmesine karar verilmiştir (bkz. § 50). Söz konusu rapor sonrasında Mahkemenin 7/10/2013 tarihli ek kararı ile ilgili mevzuat hükümleri değerlendirilmiş, çocuğun velayetine ilişkin devam eden bir davanın bulunduğu, velayete ilişkin esaslı kararların geciktirilmeksizin ilgili Mahkeme tarafından verilmesi gerektiği, daha önce verilen kararın verilme şartlarında değişiklik olduğu, çocuğun velayeti ve korunması konusunda öncelikle hakkın özüne ve kullanımına ilişkin davanın görüldüğü Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinden talepte bulunulabileceği, çocuğun yardıma muhtaç çocuk olarak değerlendirilmesi hâlinde ise 5395 sayılı Kanun’un 4. ve 5. maddeleri doğrultusunda sağlık, koruma, eğitim ve bakım tedbirlerinin aynı yasanın 3. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince görevli Çocuk Mahkemesinden talep edilmesi gerektiği, 6284 sayılı Kanun kapsamında baba tarafından hâlihazırda şiddet tehdidinin söz konusu olmadığı belirtilerek talebin reddine hükmedilmiştir.
32. Söz konusu kararın ardından Kurum tarafından 10/10/2013 tarihinde, çocuk hakkında verilen bakım, eğitim ve sağlık tedbirinin uzatılması talebiyle başvurulan Bakırköy 1. Çocuk Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve 2013/16 Tedbir sayılı kararı ile çocuk hakkında İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 12/4/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı kararı kapsamında hükmedilen bakım, sağlık ve eğitim tedbirinin uzatılmasına karar verilmiştir.
33. Bakırköy 1. Çocuk Mahkemesinin 25/10/2013 tarihli ve 2013/46 Tedbir sayılı kararı ile, Bakırköy 1. Çocuk Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve 2013/16 Tedbir sayılı kararının düzeltilerek İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 12/4/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı kararı kapsamında hükmedilen bakım ve sağlık tedbirinin, Kurum tarafından düzenlenen raporda velayetin değiştirilmesi davasına ilişkin duruşmanın yapılacağı tarih olarak belirtilen 20/11/2013 tarihine kadar uzatılmasına ve çocuğun babasına teslimine ilişkin itirazın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi 9/10/2013 tarihli sosyal inceleme raporunda (bkz. § 51) yer verilen tespitlere dayandırılmıştır.
34. Koruma tedbirlerine ilişkin belirtilen süreçte müşterek çocuğun annesi tarafından 23/1/2013 tarihinde İstanbul 5. Aile Mahkemesinin E.2013/54 sırası üzerinde velayetin değiştirilmesi davası açılmış, Mahkemenin dava dilekçesinin yetki yönünden reddine ilişkin 21/3/2013 tarihli kararının 16/5/2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine dosya 4/10/2013 tarihinde Erdek Hukuk Mahkemeleri Tevzi Bürosuna gönderilmiştir. Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/202 sırasına kaydı yapılan, Bakanlığın da feri müdahil sıfatıyla yer aldığı davada Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/11/2013 tarihli kararı ile davanın geldiği aşama, toplanan deliller, mevcut raporlar ve çocuğun beyanı dikkate alınarak geçici velayetinin anneye verilmesine, çocuğun babaya karşı duyduğu öfke ve davanın niteliği dikkate alınarak çocuk ile baba arasında her ayın 1. ve 3. cumartesi günü 12.00-15.00 saatleri arasında kişisel ilişki tesisine, çocuğun travmatik bir dönem yaşadığı dikkate alınarak kişisel ilişki sırasında sosyal hizmet uzmanı bulundurulmasına karar verilmiş; belirtilen ara karara karşı başvurucu baba tarafından yapılan itiraz ve kişisel ilişkinin genişletilmesi yönündeki talep de çocuğun mevcut durumu ve özellikle çocuğun teslimine ilişkin icra dosyasına yansıyan uzman tespitleri nedeniyle reddedilmiştir. Belirtilen yargısal süreç sonucunda Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/4/2015 tarihli ve E.2013/202, K.2015/150 sayılı kararı ile müşterek çocuğun velayetinin başvurucu babadan alınarak anneye verilmesine, çocuk ile baba arasında her ayın 1. ve 3. cumartesi günü 09.00-17.00 saatleri arasında baba yanında kalmak suretiyle kişisel ilişki tesisine ve verilen tedbir kararlarının karar kesinleşinceye kadar devamına hükmedilmiş olup karar başvurucu baba tarafından 30/6/2015 tarihinde temyiz edilmiştir.
2. Diğer Yargısal Süreçler
35. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2012/79000 sayılı evrakı üzerinde hazırlanan 9/10/2012 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda -her ne kadar başvurucu baba hakkında- müşterek çocuğun yanında bulunduğu dönemlerde çocuk ile birlikte banyoya girdiği, duşta üzerine işediği, çocuğun biriktirdiği harçlıkları çaldığı ve zorla barlara götürdüğü iddia edilerek bu hususta çocuk tarafından kaleme alındığı belirtilen bir mektup ibraz edilmiş ise de daha sonra şüpheli başvurucu tarafından çocuğun el yazısı ile yazılmış olan ve çocuğun daha önce yazılan mektup için özür dilediği, söz konusu yazının sinirlendiği için yazılmış olduğu yönündeki beyanını içeren bir diğer mektup sunulduğu göz önünde bulundurularak müsnet suçun işlendiğine dair kamu davası açılması için yeterli delil bulunmadığı belirtilmiştir.
36. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2012/79000 sayılı evrakı üzerinde hazırlanan 9/10/2012 tarihli iddianame ile -müşterek çocuğun annesi ve annenin eşi hakkında- mağdur çocuğun başvurucu yanında bulunduğu dönemlerde çocuk ile birlikte banyoya girdiğini, duşta üzerine işediğini, çocuğun biriktirdiği harçlıkları çaldığını belirterek şikâyetçi oldukları ancak başvurucu hakkında müsnet suçları işlediğine dair yeterli delil elde edilememesi nedeniyle ek takipsizlik kararı verildiği, bu nedenle şüphelilerin eylemlerinin iftira suçuna vücut verebileceği belirterek kamu davası açılmış olup söz konusu dava İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2012/783 sayılı dosyası üzerinde devam etmektedir.
37. Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz üzerine Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/1/2013 tarihli ve 2013/16 Değişik İş sayılı kararı ile olayın aydınlatılabilmesi için mağdur çocuğun ifadesine başvurulması gerektiği belirtilerek çocuğun vekil nezaretinde ve sosyal hizmet uzmanı veya psikolog eşliğinde ifadesinin alınması için İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinin görevlendirilmesine karar verilmiştir.
38. Çocuk, ifadesinin alınması hususunda görevlendirilen İstanbul 29. Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/112 Değişik İş sayılı dosyası üzerinden 16/4/2013 tarihinde uzman pedagog eşliğinde alınan ifadesinde, babasıyla kaldığı dönemde babasının kendisi ile birlikte banyoya girdiği, üzerine işediği, bu olayın birkaç defa tekrarlanması üzerine durumu annesine ilettiği, annesinin durumu yazıya dökmesini istemesi üzerine bir mektup yazarak durumu anlattığı ancak babasının yönlendirmesi ile bu mektup içeriğini yalanlayan ikinci bir mektup yazmak zorunda kaldığı, babasının davranışlarından dolayı çocukluğunun heba olduğunu düşündüğü yönünde beyanda bulunmuş ve uzman pedagog tarafından tanzim edilen 18/4/2013 tarihli rapor ilgili dosyada ibraz edilmiştir. Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2013 tarihli ve 2013/16 Değişik İş sayılı kararı ile çocuğun beyanı ve belirtilen uzman raporuna atıf yapılarak başvurucu babanın kötü muamele suçunu işlediğine dair yeterli şüphe oluştuğu ve hakkında kamu davası açılması gerektiği sonucuna varıldığı belirtilmiş, itirazın kabulü ile ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına hükmedilmiştir.
39. Başvurucu baba hakkında çocuğa kötü muamelede bulunmak suçundan yapılan yargılama neticesinde İstanbul 66. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2014/389, K.2014/151 sayılı kararı ile delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmiştir.
40. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2013/109677 sayılı evrakı üzerinden başvurucu babanın Bakanlık görevlileri ve ilgili diğer görevliler hakkında yaptığı şikâyet üzerine, ilgili görevlilerin Mahkeme kararlarını çocuğun psikolojik ve diğer sağlık durumunu ve yüksek menfaatini gözeterek uyguladıkları, bu nedenle çocuğun hürriyetinin kısıtlandığı ve eziyet edildiği yönündeki iddiaların kanıtlanmadığı belirtilerek 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin son fıkrası uyarınca şikâyetin işleme konulmamasına karar verilmiştir.
3. Çocuk Hakkında Düzenlenen Uzman ve Komisyon Raporları
41. İstanbul 4. Aile Mahkemesinin E.2012/104 Değişik İş sayılı dosyası üzerinden yazılan talimat üzerine Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/104 sayılı dosyasına ibraz edilen 15/8/2012 tarihli sosyolog ve psikolog raporlarında, çocuğun anne ve baba arasında süren velayet mücadelesi nedeniyle Kurum bakımına alındığı, çocuğun anne ve baba arasında gidip gelişinin bilinç yanılsamaları ortaya çıkardığı, babanın sunduğu ev ortamının çocuğun fiziki ve ekonomik gerekliliklerini karşıladığı, babanın sıklıkla şehir dışına çıkması nedeniyle çocuğun Erdek’teki yaşantısının esasen babaanne ile olacağı, ebeveynin çocuğu bir diğerinden uzaklaştırma eğilimi içerisinde olduğu, özellikle babanın anneye karşı tepkili ve agresif yaklaştığı, annenin ise olaylara ilişkin anlatımlarında daha sakin ve objektif olabildiği yönünde değerlendirmelere yer verilmiştir. İstanbul 4. Aile Mahkemesince görevlendirilen psikolog ve sosyal hizmet uzmanı tarafından tanzim edilen 14/8/2012 tarihli raporda ise çocuğun, çocukluğunun büyük bir kısmında anne ve baba arasındaki velayete ilişkin sürece tanık olarak psikolojisinin örselendiği, zaman zaman anne ya da baba arasında tercih yapmak zorunda kalması nedeniyle suçluluk duyduğu, süreç içinde farklı beyanlarda bulunduğunu kabul etmekle birlikte annesi ve bu mümkün olmazsa anneannesi ile kalmakta karalı olduğu, bu kararlılığının sözlerinin yanı sıra beden diline de yansıdığı, babaya karşı ise öfke ve kızgınlık duyguları içerisinde olduğu, süreç uzadıkça kızgınlığının arttığı, ölüm ve intihardan bahsetmeye başladığı, görevli meslek elemanlarının yönlendirmesi neticesinde baba ile görüştüğü ancak bu konuda istekli olmadığı, ebeveyn arasındaki velayet davasının adeta bir güç savaşına dönüştüğü ve çocuğun bu durumdan zarar gördüğü, yurtta birlikte yaşadığı, anne babasının nerede olduğu bilinmeyen veya ebeveyn tarafından terk edilen çocuklardan farklı olduğu için kendisini yalnız hissettiği, bu nedenle ebeveynden birisinin yanında kalmasının yararlı olacağı tespitlerine yer verilerek kendisini ifade edebilecek yaşa gelmiş olan çocuğun kararlılıkla anne yanında kalmak istediğini söylemesi ve babaya karşı duyduğu öfke dikkate alındığında anne yanında kalarak baba ile görüşmesinin uygun olabileceği, sonuç olarak çocuğun Kurum bakımından alınıp anne yanına verilmesinin veya devlet koruması devam etmek suretiyle anneannesi vasıtası ile koruyucu aile hizmetinden faydalandırılmasının, anne ile babanın da ayrıntılı bir ruh sağlığı değerlendirilmesinden geçirilerek çocuk hakkında sağlık tedbiri uygulamasına devam edilmesinin uygun olacağı belirtilmiştir.
42. Erdek Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilen talimat doğrultusunda düzenlenen raporlar da incelenmek suretiyle İstanbul 4. Aile Mahkemesi tarafından görevlendirilen psikolog ve sosyal hizmet uzmanınca hazırlanan 13/9/2012 tarihli raporda, koruyucu aile yanında yapılan takip görüşmesinde çocuğun Kurumda kaldığı döneme kıyasla daha mutlu ve huzurlu olduğu, babası ile görüşme konusundaki gerginliğinin devam ettiği, velayet davası sonuçlanıncaya kadar koruyucu aile yanında kalmasının uygun olduğu belirtilmiştir.
43. Kurum sosyal hizmet uzmanı ve psikoloğu tarafından hazırlanan ve İstanbul 4. Aile Mahkemesinin E.2012/104 Değişik İş sayılı dosyasında ibraz edilen 7/9/2012 tarihli sosyal inceleme raporunda, çocuğun anne yanında kalarak baba ile görüşmeye devam etmesinin, bu güne kadar çocuğa verilen zararların telafisi için ise çocuk ve ebeveynin sistematik ve uzun süreli psikoterapi sürecine tabi tutulmasının uygun olacağı ifade edilmiştir.
44. Çocuğun koruyucu aile olarak teslim edildiği anneannesi tarafından Kuruma teslimini müteakip 21/3/2013 tarihinde Kurum psikoloğu tarafından tanzim edilen psikolojik değerlendirme raporunda, çocuğun Kurumda kalmayı istememekle birlikte annesi ile yaşama isteği gerçekleşene kadar yurtta kalmaya katlanabileceğini beyan ettiği, baba ile yaşadığı dönemlerde babanın kendisiyle yakınlık kurmadığı, babasının kendisi ile birlikte banyoya girerek üzerine işediği şeklinde bilgiler verdiği, anneannesiyle kaldığı iki aylık süreçte okula gidemediği ve yeniden okula gidecek olmaktan mutluluk duyduğunu belirttiği şeklinde tespitlere yer verilmiştir.
45. Kurumunun 27/3/2013 tarihli talebi üzerine Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanı tarafından hazırlanan mütalaada, çocuğun yurtta kalma ve annesinden ayrılma ile ilgili depresif olduğunu ve babaya karşı öfke duyduğunu, çocukla yapılan görüşmede babasının kendisine karşı iyi davranmadığını, onu önemsemediğini ve babasının kendisine malıymış gibi davranmasının kendisini kızdırdığını belirttiği ifade edilmiştir.
46. Kurumun inceleme raporuna katkı sağlaması amacıyla yaptığı talep üzerine ilgili İlköğretim Okulu Müdürlüğü tarafından tanzim edilen 3/4/2013 tarihli durum tespit raporunda, çocuğun beşinci sınıf ve sekizinci sınıf arasındaki dönemde gözlemlenen davranışları aktarılmıştır.
47. Kurumun 9/4/2013 ve 10/4/2013 tarihlerinde gerçekleştirdiği Komisyon toplantıları neticesinde velayet hakkına ilişkin süreçte anne ve babanın birbirleri hakkında bulundukları suçlamalar sonucunda İstanbul 4. Aile Mahkemesinin 4/6/2012 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-1 sayılı kararı ile 5395 sayılı Kanun uyarınca bakım ve sağlık tedbiri uygulanarak çocuğun Halkalı Yetiştirme Yurduna yerleştirildiği, İstanbul 4. Aile Mahkemesinin 14/8/2012 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-4 sayılı ek kararı ile çocuğun koruyucu aile olarak anneanne yanına yerleştirildiği ve Kurum ile anneanne arasında koruyucu aile sözleşmesi tanzim edilerek çocuğun anneanne ile yaşamaya başladığı, babanın velayet hakkına ilişkin ilamın gereğinin yerine getirilmesi hususunda Kuruma başvurması üzerine koruyucu aile adresine gidildiği fakat çocuğa ulaşılamadığı, 1/2/2013 tarihinde anneannenin Kuruma telefon ile ulaştığı, telefonda çocukla yapılan görüşmede babasına gitmektense intihar etmeyi tercih ettiğinin ifade edildiği, bunun üzerine durumun 5/2/2013 tarihli yazılar ile İstanbul 4. Aile Mahkemesine ve ilgili kolluk birimlerine bildirildiği, 22/2/2013 tarihinde Kurum bünyesinde yapılan koruyucu aile toplantısında velayete ilişkin Mahkeme kararı göz önünde bulundurularak ve anneannenin koruyucu aile olarak sorumluluklarını ihmal ettiği tespit edilerek koruyucu aile statüsünün iptal edilip dosyanın korunmaya muhtaç çocuk birimine gönderildiği tespitlerine yer verilen bir karar alınmıştır. Kararda, çocuğun koruyucu aileye verilmesine ilişkin kararın kaldırılarak babaya teslimine dair İstanbul 4. Aile Mahkemesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/104 Değişik İş, K.2012/102-6 sayılı ek kararına rağmen çocuğa ulaşılamaması nedeniyle işlem yapılamadığı, 15/3/2013 tarihinde yapılan komisyon toplantısında anne, baba ve çocukla yapılacak yeni çalışmalar ile en uygun hizmet modelinin belirlenebilmesi, çocuğun eğitim hayatına sağlıklı biçimde devam edebilmesi, gerekli tedavi ve terapilerinin sürdürülebilmesi için acil koruma altına alınmasının uygun olacağına karar verilmesi üzerine Kurumun talebi ile İstanbul 1. Çocuk Mahkemesinin 15/3/2013 tarihli ve 2013/29 Tedbir sayılı kararı ile çocuk hakkında otuz gün süreli acil koruma kararı verildiği, çocuğun anneannesi tarafından 20/3/2013 tarihinde Kuruma teslim edilmesi üzerine Zeytinburnu Yetiştirme Yurdu Sevgi Evine yerleştirildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca çocuğun durumunun değerlendirilmesi için Valilik oluru ile komisyon oluşturulduğu, komisyonun çocukla, annesiyle ve annesinin eşiyle görüşmeler yaparak ikamet ettikleri yerde incelemelerde bulunulduğu ancak babanın komisyon ile görüşme yapmadığı ve Kurum yetkilileri ile iletişime yanaşmadığı, kendisine oğlu ile görüşme imkânının sağlanacağının belirtilmesine rağmen görüşme isteğine olumsuz yanıt verdiği ve ikametine yazılı çağrı yapılmasını talep ettiği, yapılan tebligata rağmen görüşme için kararlaştırılan gün ve saatte görüşmeye katılmadığı ve babanın ikametine gidilmesine rağmen konutun kapalı olması nedeniyle inceleme yapma olanağı bulunmadığı, yapılan tüm görüşmeler ve alınan raporlar kapsamında çocuğun on dört yaşında olup yaklaşık on yıldır velayetten kaynaklı sorunlar nedeniyle düzenli bir hayata kavuşamadığı, bilişsel, mental ve fiziksel gelişim açısından kendisiyle alakalı kararlarda söz sahibi olabilecek olgunlukta olduğu, yapılan görüşmeler sırasında babanın iş birliğine aykırı bir tavır geliştirdiği ve tercihini çocuğuyla görüşme ve onun gönlünü kazanma yönünde değil; çocuğu zor kullanarak götürme yönünde kullandığı, çocuğun asperger sendromu hastası olması nedeniyle ev, okul ve sosyal çevre değişikliğinin psikolojik durumunu olumsuz yönde etkileyeceği, sonuç olarak çocuğun korunmaya muhtaç çocuk statüsünde olmadığı, anne ve babanın velayet hususunda anlaşamamaları nedeniyle Kurum bakımına alındığı; anne, baba ve çocuk için danışmanlık tedbiri talep edilmesinin uygun olduğu tespitlerine yer verilmiştir.
48. Kurum talebi üzerine Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin 12/4/2013 tarihli yazısı ekinde gönderilen çocuk ve ergen psikiyatri uzmanı tarafından tanzim edilen doktor mütalaasında, çocuğun psikiyatrik muayenesi ve eski sağlık kayıtlarının incelenmesi sonucunda çocuğun anne ve baba arasında uzun zamandır süren velayet çatışmalarına maruz kaldığı, son yıllarda anne ile uyumlu bir yaşantısının olmasına rağmen velayetin babaya verilmesi sonucu baba ile kalmaya şiddetli duygusal tepkiler verdiği, poliklinikte yapılan takiplerde çocuğun defalarca baba ile kalırsa intihar edeceğini belirttiği, babanın polis refakatinde çocuğu teslim almaya çalışması sonucu ciddi intihar niyetinin olduğu saptanarak hastaneye yatışına karar verildiği, asperger sendromu yani ağır strese karşı diğer tepkiler denilen hastalığının sürmekte olduğu, çocuğun babaya teslimi hâlinde ciddi intihar girişimlerinin olabileceği kanaatinin oluştuğu, takip ve tedavi altında kalmasının uygun bulunduğu belirtilmiştir.
49. Kurum psikoloğu tarafından tanzim edilerek İstanbul 2. Aile Mahkemesine gönderilen ve çocuğun yaz tatili iznini annesi ile birlikte geçirmesini konu alan 4/6/2013 tarihli durum değerlendirme raporunda, çocuğun babası ile görüşmeme yönündeki davranışını ısrarlı bir şekilde sürdürdüğü, koruma altında olduğu belirtilen çocuğun asperger sendromu hastası olması ve içe dönük bir mizaç geliştirmesi sebebi ile olumlu ilişki kurduğu annesi ile iletişimin desteklenmesinin önem arz ettiği belirtilerek çocuğun yaz tatilini annesi yanında geçirmesinin uygun olacağı belirtilmiştir.
50. İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 2013/153 Değişik İş sayılı dosyası kapsamında görevlendirilen pedagog ve psikolog tarafından hazırlanan 7/10/2013 tarihli raporda, çocukla yapılan görüşme aşamaları ve çocuğun beyanları ayrıntılı olarak aktarılmak suretiyle ebeveyn arasında uzun dönemden beri devam eden hukuki sürecin çocuğu olumsuz etkilediği, bu duruma çocuğun anne, baba, anneanne ve Kurum arasında yer değiştirmesinin, defalarca uzmanlarla görüşmesinin ve icra süreçlerinin neden olduğu duygusal ve psikolojik dalgalanmaya neden olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca çocuğun beyanlarından hayatına yön vermek istediğinin anlaşıldığı, gelecek ile ilgili umudu olduğu ancak gelecek planlarında babasına yer vermediği, bu konuda kararlı olduğu, ruhsal durumunun iyi olması için babasından uzak durması gerektiğine inandığı, hâlihazırda kendisini iyi hissetmesini babasından uzak oluşuna bağladığı, ileride annesi ile birlikte olacağı umuduyla yaşadığı, bu nedenle Kurum bakımını bir basamak ve araç olarak gördüğü ve bu hususun Kurum bakımına olumlu bakış açısı geliştirmesini sağladığı, Kurum yaşamına adapte olduğu, çocuğun temel amaç ve isteğinin annesi yanında kalmak olduğu ancak bu gerçekleşmeyecekse Kurum bakımından şikâyetçi olmadığı, istemediği tek şeyin babasının yanında kalmak olduğu, babasına gitmektense Kurumda kalmayı tercih ettiği, çocukluk döneminden çıktığı ve içinde bulunduğu yaş dönemi itibarıyla tercihlerini belirleyebilecek bilişsel düzeye ulaştığı, ebeveynden şiddet görmemekle birlikte babasının Kuruma iki kez baskın yaptığını ve kendisine “bu artistliğini sürdüremeyeceksin” dediğini beyan eden çocuğun babasının söylemini tehdit olarak algılamasının duygusal şiddete maruz kaldığının bir göstergesi olarak değerlendirilebileceği, bu ifade doğru kabul edilirse babanın çocuğun ruh sağlığından önce velayet hakkını ön planda tutmuş olabileceğinin düşünüldüğü ifade edilmiştir.
51. Kurum psikoloğu tarafından çocuk hakkındaki koruma tedbirinin 12/10/2013 tarihinde sonlanması hususunda yapılan görüşme sonrası hazırlanan 1/10/2013 tarihli görüşme raporunda çocuğun babasına karşı tepkisinin devam ettiği, bakım tedbirinin sonlanarak babasına teslim edilmesi hâlinde zorlu bir süreç yaşayacağı, çocuk hakkındaki bakım, sağlık ve eğitim tedbirinin uzatılarak baba hakkındaki uzaklaştırma kararının kaldırılması ve baba- oğul arasında mesleki çalışmalar başlatılarak olumlu sonuç alınması hâlinde bakım tedbirinin de kaldırılmasının uygun olacağı belirtilmiştir. 9/10/2013 tarihli sosyal inceleme raporunda da benzer yönde tespitlere yer verilerek çocuk hakkındaki sağlık, bakım ve eğitim tedbirinin uzatılmasının; çocuğun psikolojik, fizyolojik, mental ve sosyal gelişimi açısından yararlı olacağı belirtilmiştir.
52. Kurum psikoloğu tarafından düzenlenen 31/10/2013 psikolojik değerlendirme raporunda, Bakırköy 1. Çocuk Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve 2013/16 Tedbir sayılı dosyası kapsamında çocuk hakkındaki bakım, eğitim ve sağlık tedbirinin uzatılmasına karar verilmesini takiben yapılan gözlem ve değerlendirmeler sonucunda çocuğun eğitim gördüğü okula devam etmekten memnuniyet duyduğu, hafta sonlarını annesi ile geçirdiği ve bu durumun çocuğun psikososyal gelişimi açısından faydalı olduğu, babanın 12/10/2013 tarihinde sonlanmış olan uzaklaştırma kararına rağmen Kuruma gelmediği ve irtibata da geçmediği, babanın daha önce Kuruma gelerek çocuğu icra vasıtası ile alma girişimi ve mesleki çalışmaları kabul etmemesinin çocuğun bulunduğu durumu olumsuz yönde etkilediği ve babaya karşı duyduğu öfkeyi, babayı reddedici davranışlarını pekiştirdiği, bu nedenle baba ve çocuk ilişkisinin mesleki çalışmalarla ele alınması ve babanın mesleki çalışmalara direncine rağmen çocuk hakkında uzatılan bakım tedbirinin bu süreçte çocuk, baba ve iletişimleri için avantaja dönüştürülmeye çalışılması gerektiği belirtilmiştir.
4. Çocuğun Kurum Bünyesindeki Süreçte Eğitim Durumu
53. Kurum tarafından İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 2013/153 Değişik İş sayılı dosyasında çocuğun eğitimine devam edebilmesi için eğitim tedbirine hükmedilmesi talep edilmiş, Mahkemenin 6/9/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı ek kararı ile çocuğun okul kaydının yapılması hususunda Zeytinburnu Yetiştirme Yurduna yetki verilmek suretiyle eğitim tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir.
54. Kurumun İstanbul 1. Aile Mahkemesine hitaben yazdığı 21/8/2013 tarihli yazıda, çocuğun İstinye Anadolu Lisesinde eğitim görmeye hak kazandığı, anne tarafından çocuğun ortaöğrenim gördüğü eğitim kurumunun lise kısmında eğitim görmesinin talep edilerek eğitim masraflarını karşılayacağının belirtildiği, çocuğun belirtilen kurumda eğitimine devam etmesinde Kurumca sakınca görülmediği ifade edilmiştir. Kurum psikoloğu tarafından düzenlenen 13/9/2013 tarihli raporda da aynı kanaat ifade edilmekle birlikte velayet hakkına sahip olan babanın çocuğun eğitimi ve okul kaydı gibi hususlarda iş birliğinde bulunmadığı tespitine yer verilmiştir.
55. Çocuğun devam ettiği eğitim kurumundan memnuniyet duyduğu hususu çocuk hakkında tanzim edilen birçok inceleme raporuna konu olmuştur.
56. Başvurucu baba tarafından 2013 yılı Ortaöğretime Geçiş Sistemi Tercih Başvuru Formunun velayet hakkına sahip olmasına rağmen kendisi tarafından yapılmadığı iddiası ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinin E.2013/1874 sırası üzerinde iptal davası açılmış ve Millî Eğitim Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğüne verilen 10/9/2013 tarihli dilekçe ile Kurum yetkililerince okul kaydının yapılmaya çalışıldığı, çocuğun velisi olarak okul tercihlerini yapma hakkının kendisinde olduğu, yapılan tercih işleminin iptali için dava açıldığı belirtilerek ilgili okul yetkililerinin söz konusu kayıt işleminin yapılmaması hususunda uyarılması talep edilmiştir.
57. Sarıyer Kaymakamlığı ÖAIL Müdürlüğü tarafından Sarıyer Millî Eğitim Müdürlüğüne hitaben gönderilen 25/2/2014 tarihli yazıda, çocuğun 2013-2014 eğitim öğretim yılında ilgili eğitim kurumunun hazırlık sınıfına kayıtlı olduğu, eğitim ve öğretimine devam ettiği bildirilmiştir.
5. Velayet Hükmünün İnfazına İlişkin İcra Prosedürü
58. Başvurucu baba tarafından Erdek İcra Dairesinin E.2013/76 sayılı icra dosyasında çocuğun velayetine ilişkin İstanbul 1. Aile Mahkemesinin 26/1/2012 tarihli ve E.2011/152, K.2012/23 sayılı ilamının infazı için takip başlatılmıştır.
59. Erdek İcra Müdürlüğünce İstanbul İcra Tevzi Bürosuna gönderilen 18/1/2013 tarihli talimat yazısı ile söz konusu ilam gereğince çocuğun babaya teslimi ve neticesinden bilgi verilmesi talep edilmiştir. Başvurucu baba tarafından 21/1/2013 tarihinde talimat gereğini yerine getirmek üzere dosyanın tevzi edildiği Bakırköy 32. İcra Müdürlüğünün 2013/12 Talimat sayılı dosyasına gerekli masrafların yatırılmasını takiben aynı tarihte önce başvurucu tarafından belirtilmiş olan adrese, sonrasında çocuğun okulda olduğunun belirtilmesi üzerine refakate alınan kolluk ve psikolog eşliğinde ilgili okula gidilmiş, çocuğun anneannesi tarafından okuldan alındığının belirtilip veli izin kağıdının ibrazı üzerine çocuk ilgili adreste bulunamadığından teslimin gerçekleştirilemediğine dair tutanak tanzim edilmiştir.
60. Erdek İcra Müdürlüğünün 22/1/2013 tarihli müzekkeresi ile Bakırköy 32. İcra Dairesinden, gerekli görülmesi hâlinde çilingir yardımı ve emniyet tedbiri alınması suretiyle ilam gereğinin yerine getirilerek sonucundan bilgi verilmesi talep edilmiştir. Bakırköy 32. İcra Müdürlüğünün 2013/12 Talimat sayılı dosyasında 22/1/2013 tarihinde çocuğun eğitim gördüğü okula gidilmiş, çocuğun okulda olmadığının tespit edilmesi üzerine babanın talebi ile anneannenin adresi olarak belirtilen adrese gidilerek konutun kapalı olduğu tespit edilmiştir.
61. Bakırköy 32. İcra Müdürlüğünün 22/1/2013 tarihli müzekkeresi ile talimat gereğinin yerine getirilmediğinin bildirilmesi üzerine Erdek İcra Müdürlüğünün 22/1/2013 tarihli müzekkeresi ile Bakırköy 32. İcra Dairesinden, gerekli görülmesi hâlinde çilingir yardımı ve emniyet tedbiri alınmak suretiyle ilam gereğinin yerine getirilerek sonucundan bilgi verilmesi talep edilmiştir. 23/1/2013 tarihinde refakate alınan kolluk görevlileri ve psikolog eşliğinde başvurucu babanın belirttiği ve içinde çocuğun annesinin, anneannesinin ikamet adresleri ile annenin iş yeri adresinin de olduğu dört farklı adrese gidilmiş fakat çocuk belirtilen adreslerde bulunamadığından teslimin gerçekleşmediğine ilişkin tutanak tutulmuştur.
62. Başvurucu baba tarafından Kuruma verilen 30/1/2013 tarihli dilekçede çocuğun velayetinin kendisine verildiği ancak koruyucu aile olarak teslim edildiği anneannesi tarafından ilgili ilam gereğine uyulmadığı, çocuğunun hayatı ve sağlığından endişe duyduğu belirtilerek oğlunun bulunması ve koruyucu aile olarak verilen anneannesinden alınması, ilgili Mahkeme ilamı doğrultusunda tarafına teslim edilmesi talep edilmiştir. Talep üzerine aynı tarihte ilgili sosyal hizmet uzmanı ve psikolog tarafından başvurucu baba ve kolluk görevlisi eşliğinde anneanneye ait olduğu belirtilen adrese gidilmiş, koruyucu aile ilgili adreste bulunamadığından ve kendisine telefon vasıtasıyla da ulaşılamadığından teslimin gerçekleşmediğine dair tutanak tutulmuştur.
63. Başvurucu baba tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğüne verilen 25/2/2013 tarihli dilekçe üzerine yürütülen araştırma sonrasında 20/3/2013 tarihli yazı ile çocuğun koruyucu aile tarafından 20/3/2013 tarihinde Kuruma teslim edildiğinin tespiti başvurucuya bildirilmiştir.
64. Erdek İcra Müdürlüğünün 26/3/2013 tarihli müzekkeresi ile Bakırköy 32. İcra Dairesinden, Kurumun İstanbul dâhilindeki tüm birimleri itibarıyla ve babanın göstereceği adreslerde gerekli infaz işlemlerinin gece, gündüz, hafta sonu ve tatil günleri dâhil olmak üzere takip edilerek ilam gereğinin yerine getirilmesi talep edilmiştir.
65. Eksik olduğu belirtilen Mahkeme ilamlarının Erdek İcra Müdürlüğü tarafından iletilmesi sonrasında Bakırköy 32. İcra Müdürlüğü yetkililerince 9/4/2013 tarihinde Kuruma gidilerek çocuk hakkında daha önce verilen koruma kararının İstanbul 1. Çocuk Mahkemesinin 15/3/2013 tarihli ve 2013/29 Tedbir sayılı kararı ile kaldırıldığı da belirtilmek suretiyle çocuğun teslimi talep edilmiş; Kurum yetkililerince çocuğun gitmek istemediği, bu nedenle çocuğun yararına Bakanlık yetkililerinden talimat gelmeksizin teslimin gerçekleştirilemeyeceği belirtilmiştir. Teslim işlemi esnasında refakate alınan Bakırköy 1. Aile Mahkemesi pedagogunun çocuk ile yaklaşık bir saat görüştüğü ve çocuk tarafından pedagoga “Babam ile gitmek istemiyorum. Onun ile gitmektense ölmeyi yeğlerim. Zorla da olsa babamla gidersem onunla durmam, kendimi asar ya da gebertirim.” şeklinde beyanda bulunduğu tutanakla tespit edilmiş, belirtilen uzman tarafından çocuğun babasına karşı aşırı derecede tepkili olduğu ve bu tepkinin geçmişte babası ile arasında yaşanan birtakım olumsuz olaylardan kaynaklandığının düşünüldüğü ifade edilmiştir. İlgili tutanakta, belirtilen durum üzerine Kurum yetkililerince söz alınarak çocuğun yüksek yararı için bir komisyon kurulduğunun ifade edildiği ve çocuğun beyanları da dikkate alınarak yine yüksek yararı gereği teslimi gerçekleştirmeyeceklerinin belirtildiği tespitlerine yer verilmiştir.
66. Anne tarafından Kuruma verilen 17/4/2013 tarihli dilekçe ile Kurum bakım ve koruması altında olan çocuğun hafta sonları kendisi ile birlikte olmasına izin verilmesi talep edilmiş, 26/4/2013 tarihinden itibaren kısa aralıklarla çocuğun annesiyle kalmasına izin verilerek bu hususta izin alma ve izin dönüş tutanakları tanzim edilmiştir. Ayrıca koruma altında olduğu belirtilen çocuğun asperger sendromu hastası olması ve içe dönük bir mizaç geliştirmesinden dolayı olumlu ilişki kurduğu annesi ile iletişimin desteklenmesinin önem arz ettiği belirtilerek 1-15 Temmuz 2013 tarihleri arasında annesine izinli olarak teslim edildiği belirtilmiştir.
67. Erdek İcra Müdürlüğünün 11/4/2013 tarihli müzekkeresi ile Bakırköy 32. İcra Dairesinden ilam gereğinin yerine getirilmesinin talep edilmesi üzerine Bakırköy 32. İcra Dairesi tarafından Zeytinburnu İlçe Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılan aynı tarihli müzekkere ile çocuğun Kurumdan zorla alınarak kesinleşmiş Mahkeme kararının yerine getirilmesi için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması hususunda personel görevlendirilmesi talep edilmiş, aynı tarihte refakate alınan psikolog eşliğinde Kuruma gidilmiştir. Çocuk teslimine ilişkin tutanakta refakate alınan pedagogun çocuğun babaya tesliminin uygun olduğunu belirttiği, bunun akabinde çocuğun söz alarak “Babamla gitmek istemiyorum. Gidersem kendime, babama ve eve zara veririm, evi yakarım.” şeklinde beyanda bulunduğunun, bu beyanı takiben çocukla tekrar görüşen pedagog tarafından çocuğun şu anki ruh hâli ile babaya gitmek istemediği, çocuğun gözlemlenen davranışları çerçevesinde ruh hâlinden şüphe edildiği, bu nedenle çocuk psikiyatristi tarafından kontrole tabi tutulması gerektiği ve çocuğun intihar edeceğini beyan ettiğinin ifade edildiği, söz konusu beyanlara rağmen başvurucu baba vekilince teslimde ısrar edilmesi üzerine Kurum psikoloğu tarafından çocuğun asperger sendromu hastası olduğu ve teslimin trajik sonuçlar doğurabileceği yönünde beyanda bulunduğu belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca Kurum yetkililerince çocuğun teslim alınabileceğinin beyan edildiği tespitlerine yer verilmiş; çocuğun direncine rağmen teslimin gerçekleştirildiği, teslim işlemleri nedeniyle tüm hukuki ve cezai sorumluluğun yetkili icra müdürlüğüne ait olduğu ve çocuk hakkında sağlık raporu alınması şartıyla teslimin gerçekleştirildiğine dair Kurum yetkililerince de ayrı bir tutanak tutulmuş; belirtilen tutanağı ilgili icra memuru da Mahkeme ilamı gereğince çocuğun Kurumdan alınarak babaya teslim edildiği şerhi ile imzalamıştır. Söz konusu süreci takiben çocuğun bulunduğu odaya gidilmiş ancak çocuğun oturduğu koltuktan kalmayacağını ve gitmek istemediğini beyan ettiği tutanağa yansıtılmıştır. Bu olay üzerine Kurum yetkililerinin söz alarak çocuğun hastaneye sevkinin yapılmasını istedikleri ve teslimi orada gerçekleştireceklerinin beyan edildiği, bunun üzerine çocuğun Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkinin sağlandığı, hastaneye sevk sürecinde Kurum yetkililerinin rızaları dâhilinde ve çocuğun teslimine ilişkin olarak hastaneye sevkinin yapıldığı, psikiyatri uzmanınca yapılan muayene sonrasında çocuğun yatışının uygun görüldüğü, çocuğun bu hâliyle hastanede babaya teslim edildiği ancak babanın çocuk doktor gözetiminde olup fiziken teslim edilmediğinden böyle bir teslimi kabul etmediğini beyan ettiği tutanağa bağlanmıştır.
68. Bakırköy 32. İcra Müdürlüğünün Erdek İcra Dairesine gönderdiği 12/4/2013 tarihli müzekkere ile talimat gereğinin yerine getirilmediği, 15/4/2013 tarihli müzekkere kapsamında ise İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 2013/153 Değişik İş sayılı dosyası üzerinden başvurucu babanın çocuğa altı ay süre ile yaklaşmaması yönünde karar verildiği, bu nedenle söz konusu sürede çocuğun teslimine dair talimat gönderilmemesi gerektiği belirtilmiştir.
69. Erdek İcra Müdürlüğünün 11/10/2013 tarihli müzekkeresi ile çocuk hakkında verilen koruma kararının süresinin 13/10/2013 tarihi itibarıyla dolacağı belirtilerek Bakırköy 32. İcra Dairesinden ilam gereğinin yerine getirilmesi talep edilmiştir.
70. Bakırköy 32. İcra Dairesinin 12/10/2013 tarihli müzekkeresi ile ilgili İcra Dairesinin gayrimenkul kıymet takdiri ve satış işlemleri dışında tüm talimatlara kapatıldığı belirtilmiştir.
71. Çocuk hakkındaki bakım, eğitim ve sağlık tedbirinin 20/11/2013 tarihinde sonlandığı ve 19/11/2013 tarihinde Erdek Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından E.2013/202 sayılı dosya üzerinden geçici velayetin anneye verilmiş olduğu belirtilerek 20/11/2013 tarihinde Kurum tarafından çocuk anneye teslim edilmiştir.
72. Çocuk 10/1/2014 tarihinde emniyet görevlileri tarafından tekrar Kuruma teslim edilmiş ve 13/1/2014 tarihli görüşme raporunda çocuğun, annesine teslimi sonrasında okul servisinin üç kişi tarafından durdurulduğu, şahısların kendilerini polis olarak tanıttıkları ve kendisini bir araca bindirerek babasına götürdükleri ve şahıslardan birisinin daha sonra kendisine ihbarda bulunmak hususunda yardımcı olduğu yönünde beyanda bulunduğu belirtilerek çocuğun annesine tesliminin psikososyal gelişimi açısından yararlı olacağı tespitine yer verilmiştir.
73. Çocuk 13/1/2014 tarihinde Kurum tarafından tekrar annesine teslim edilmiştir.
74. 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
75. 22/11/2007 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun “Koruma önlemleri” kenar başlıklı 346. maddesi şöyledir:
“Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.”
76. 4721 sayılı Kanun’un “Çocukları yerleştirilmesi” kenar başlıklı 347. maddesi şöyledir:
“Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.
Çocuğun aile içinde kalması ailenin huzurunu onlardan katlanmaları beklenemeyecek derecede bozuyorsa ve durumun gereklerine göre başka çare de kalmamışsa, ana ve baba veya çocuğun istemi üzerine hâkim aynı önlemleri alabilir.
Ana ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu önlemlerin gerektirdiği giderler Devletçe karşılanır.
Nafakaya ilişkin hükümler saklıdır.”
77. 6284 sayılı Kanun’un “Amaç, kapsam ve temel ilkeler” başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”
78. 6284 sayılı Kanun’un “Hâkim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları” başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:
a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.
b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.
c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.
ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.
d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.
e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.
f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.
g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi.
ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi.
h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması.
ı) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması.
(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a), (b), (c) ve (d) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde hâkimin onayına sunar. Hâkim tarafından yirmidört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.
(3) Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye yetkilidir.
(4) Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir.”
79. 5395 sayılı Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.”
80. 5395 sayılı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendi şöyledir:
“(1) Bu Kanunun uygulanmasında;
a) …
1. Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu,
…
İfade eder.”
81. 5395 sayılı Kanun’un “Temel ilkeler” başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;
a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması,
b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,
c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması,
d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,
e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,
f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi,
g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,
h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi,
i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,
j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,
k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,
l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması,
İlkeleri gözetilir.”
82. 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu ve destekleyici tedbirler” başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;
a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye,
b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine,
c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine,
d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına,
e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya,
Yönelik tedbirdir.
(2) Hakkında, birinci fıkranın (e) bendinde tanımlanan barınma tedbiri uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur.
(3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar verilebilir.”
83. 5395 sayılı Kanun’un “Kuruma başvuru” başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“(1) Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. Çocuk ile çocuğun bakımından sorumlu kimseler çocuğun korunma altına alınması amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurabilir.
2) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kendisine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl yapar.”
84. 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu ve destekleyici tedbir kararı alınması” başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“(1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.
(2) Tedbir kararı verilmeden önce çocuk hakkında sosyal inceleme yaptırılabilir.
(3) Tedbirin türü kararda gösterilir. Bir veya birden fazla tedbire karar verilebilir.
(4) Hâkim, hakkında koruyucu ve destekleyici tedbire karar verdiği çocuğun denetim altına alınmasına da karar verebilir.
(5) Hâkim, çocuğun gelişimini göz önünde bulundurarak koruyucu ve destekleyici tedbirin kaldırılmasına veya değiştirilmesine karar verebilir. Bu karar acele hâllerde, çocuğun bulunduğu yer hâkimi tarafından da verilebilir. Ancak bu durumda karar, önceki kararı alan hâkim veya mahkemeye bildirilir.
(6) Tedbirin uygulanması, onsekiz yaşın doldurulmasıyla kendiliğinden sona erer. Ancak hâkim, eğitim ve öğrenimine devam edebilmesi için ve rızası alınmak suretiyle tedbirin uygulanmasına belli bir süre daha devam edilmesine karar verebilir.
(7) Mahkeme, korunma ihtiyacı olan çocuk hakkında, koruyucu ve destekleyici tedbir kararının yanında 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre velayet, vesayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında da karar vermeye yetkilidir.”
85. 5395 sayılı Kanun’un “Acil koruma kararı alınması” başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“(1) Derhâl korunma altına alınmasını gerektiren bir durumun varlığı hâlinde çocuk, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından bakım ve gözetim altına alındıktan sonra acil korunma kararının alınması için Kurum tarafından çocuğun Kuruma geldiği tarihten itibaren en geç beş gün içinde çocuk hâkimine müracaat edilir. Hâkim tarafından, üç gün içinde talep hakkında karar verilir. Hâkim, çocuğun bulunduğu yerin gizli tutulmasına ve gerektiğinde kişisel ilişkinin tesisine karar verebilir.
(2) Acil korunma kararı en fazla otuz günlük süre ile sınırlı olmak üzere verilebilir. Bu süre içinde Kurumca çocuk hakkında sosyal inceleme yapılır. Kurum, yaptığı inceleme sonucunda, tedbir kararı alınmasının gerekmediği sonucuna varırsa bu yöndeki görüşünü ve sağlayacağı hizmetleri hâkime bildirir. Çocuğun, ailesine teslim edilip edilmeyeceğine veya uygun görülen başkaca bir tedbire hâkim tarafından karar verilir.
(3) Kurum, çocuk hakkında tedbir kararı alınması gerektiği sonucuna varırsa hâkimden koruyucu ve destekleyici tedbir kararı verilmesini talep eder.”
86. 5395 sayılı Kanun’un “Bakım ve barınma kararlarının yerine getirilmesi” başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından, kendisine intikal eden olaylarda gerekli önlemler derhâl alınarak çocuk, resmî veya özel kuruluşlara yerleştirilir.”
87. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Çocuk teslimi” başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Çocuk teslimine dair olan ilam icra dairesine verilince icra memuru 24 üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle borçluya yedi gün içinde çocuğun teslimini emreder. Borçlu bu emri tutmazsa çocuk nerede bulunursa bulunsun ilam hükmü zorla icra olunur.
Çocuk teslim edildikten sonra diğer taraf haklı bir sebep olmaksızın çocuğu tekrar alırsa ayrıca hükme hacet kalmadan zorla elinden alınıp öbür tarafa teslim olunur.”
88. 2004 sayılı Kanun’un “Çocuk teslimine ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilâmların icrasında uzman bulundurulması” başlıklı 25/b. maddesi şöyledir:
“Çocukların teslimine ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilâmların icrası, icra müdürü ile birlikte Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından görevlendirilen sosyal çalışmacı, pedagog, psikolog veya çocuk gelişimcisi gibi bir uzmanın, bunların bulunmadığı yerlerde bir eğitimcinin hazır bulunması suretiyle yerine getirilir.”
89. Türkiye açısından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 3. maddesi şöyledir:
“(1)Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2)Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
(3)Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik,sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
90. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 9. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
“(1)Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana–babasından, onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana–babası tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmâl edilmesi durumlarında ya da ana–babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgâhının belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir.
(2)Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır.
(3)Taraf Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, anababanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.”
91. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:
“(1)Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.
(2)Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.”
92. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 18. maddesi şöyledir:
“(1) Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana–babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler herşeyden önce çocuğun yüksek yararını gözönünde tutarak hareket ederler.
(2)Bu Sözleşme’de belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana–baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar.
(3)Taraf Devletler, çalışan ana–babanın, çocuk bakım hizmet ve tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden yararlanma hakkını sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.”
93. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 19. maddesi şöyledir:
“(1)Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.
(2)Bu tür koruyucu önlemler; burada tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele olaylarının önlenmesi, belirlenmesi, bildirilmesi, yetkili makama havale edilmesi, soruşturulması, tedavisi ve izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu takdirde adliyenin işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa ve onun bakımını üstlenen kişilere, gereken desteği sağlamak amacı ile sosyal programların düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir.”
94. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 20. maddesi şöyledir:
“(1)Geçici ve sürekli olarak aile çevresinden yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması kabul edilmeyen her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip olacaktır.
(2)Taraf Devletler bu durumdaki bir çocuk için kendi ulusal yasalarına göre, uygun olan bakımı sağlayacaklardır.
(3)Bu tür bakım, başkaca benzerleri yanında. bakıcı aile yanına verme, İslâm Hukukunda kefalet (kafalah), evlât edinme ya da gerekiyorsa çocuk bakımı amacı güden uygun kuruluşlara yerleştirmeyi de içerir. Çözümler düşünülürken, çocuğun yetiştirilmesinde sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel, kültürel ve dil kimliğine gereken saygı gösterilecektir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
95. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 7/5/2013 tarihli ve 2013/2910 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
96. Birinci başvurucu, çocuğunun velayetinin kendisine verilmesine dair kesinleşmiş Mahkeme ilamı gereğinin çocuğu Kurum bünyesinde bulunduran Bakanlık yetkililerince yerine getirilmediğini, çocuğun kendisine yabancılaştırılması ve teslim edilmemesi suretiyle kişisel ilişki kurmasının engellendiğini, böylece aile bağlarının zayıfladığını, ikinci başvurucu konumunda olan çocuk Kurum gözetiminde olduğu sürede okula gönderilmeyerek eğitim hakkının engellendiğini, ayrıca Kuruma verdiği 20/3/2013 tarihli dilekçenin yanıtsız bırakıldığını belirterek Anayasa'nın 36., 41., 42., 74. ve 129. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
97. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013 § 16). Başvurucular tarafından Anayasa’nın 36., 41., 42., 74. ve 129. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği, Anayasa’nın 20., 41. ve 42. maddeleri açısından değerlendirme yapılması uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eğitim ve Öğrenim Hakkının İhlali İddiası
98. Başvurucu baba, ikinci başvurucu konumunda olan ve kanuni temsilcisi olduğu çocuğunun Kurum gözetiminde olduğu süreçte okula gönderilmeyerek eğitim hakkının engellendiğini iddia etmiştir.
99. Bakanlık tarafından söz konusu iddiaya ilişkin olarak görüş bildirilmemiştir.
100. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
101. Anayasa’nın 42. maddesinin birinci fırkası şöyledir:
“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tesbit edilir ve düzenlenir.”
102. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”
103. Anayasa ve 1 No.lu Protokol’de düzenlenen eğitim hakkının, “belirli bir zamanda var olan eğitim kurumlarına erişim hakkı”nı güvence altına aldığı ve herhangi bir ayrıma gidilmeksizin kamu ve özel eğitim kurumları ile ilk, orta ve yükseköğrenim seviyelerini kapsadığı anlaşılmaktadır [Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 28; benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen/Danimarka, B. No: 7/12/1976, § 50; Leyla Şahin/Türkiye [BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005, §§ 134-136]. Bu nedenle ikinci başvurucunun eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi kapsamında yer aldığı anlaşılmaktadır.
104. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 20).
105. Öncelikle incelenmesi gereken husus eğitim hakkının kullanımına veya bu haktan yararlanılmasına kamu gücünün işlem, eylem veya ihmali nedeniyle bir müdahalenin söz konusu olup olmadığıdır.
106. Başvuruya konu yargılama ve icra prosedürüne ilişkin evrakın incelenmesi neticesinde Kurumun İstanbul 1. Aile Mahkemesine hitaben yazdığı 21/8/2013 tarihli yazıda çocuğun İstinye Anadolu Lisesinde eğitim görmeye hak kazandığı, anne tarafından çocuğun ortaöğrenim gördüğü eğitim kurumunun lise kısmında eğitim görmesinin talep edilerek eğitim masraflarını karşılayacağının belirtildiği, çocuğun belirtilen kurumda eğitimine devam etmesinde Kurumca sakınca görülmediğinin ifade edildiği, Kurum psikoloğu tarafından düzenlenen 13/9/2013 tarihli raporda da aynı kanaat ifade edilmekle birlikte velayet hakkına sahip olan babanın çocuğun eğitimi ve okul kaydı gibi hususlarda iş birliğinde bulunmadığı tespitine yer verildiği, belirtilen süreçte Mahkemece çocuğun okul kaydının yapılması hususunda Zeytinburnu Yetiştirme Yurduna yetki verilmek suretiyle eğitim tedbiri uygulanmasına karar verildiği, Sarıyer Kaymakamlığı ÖAIL Müdürlüğü tarafından Sarıyer Milli Eğitim Müdürlüğüne hitaben gönderilen 25/2/2014 tarihli yazıda ise çocuğun 2013-2014 eğitim öğretim yılında ilgili eğitim kurumunun hazırlık sınıfına kayıtlı olduğunun ve hâlihazırda eğitim ve öğrenimine devam ettiğinin bildirildiği, çocuğun devam ettiği eğitim kurumundan memnuniyet duyduğu hususunun çocuk hakkında tanzim edilen birçok inceleme raporuna da konu olduğu, bu kapsamda çocuğun Kurum bakımında olduğu süre içinde eğitim ve öğrenimine devam ettiği anlaşılmaktadır.
107. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca kamu makamlarınca çocuğun eğitim ve öğrenimini sürdürmesinin engellenmesi söz konusu olmadığı gibi belirtilen sürecin sağlıklı olarak devam edebilmesi noktasında gerekli girişimlerde bulunulduğu görülmektedir.
108. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlali İddiası
109. Başvurunun incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
110. Başvurucu baba, velayeti kendisine verilen çocuğunun kamu makamlarınca kendisine teslim edilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 20., 36. ve 41. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
111. Bakanlık görüş yazısında, benzer başvurularda AİHM tarafından Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirme yapıldığı, 6. madde kapsamında ise ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmediği belirtilerek benzer kapsamda görüş hazırlandığı ifade edilmiş; Sözleşme’nin 8. maddesinin devlete negatif yükümlülüklerin yanı sıra pozitif yükümlülükler de yüklediği, çocuklar hakkında alınan tedbirler ve koruma kararlarıyla ilgili davalarda müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliği denetlenirken gösterilen gerekçelerin ilgili ve yeterli oluşu ile karar verme sürecinin adil olup olmadığının ve bu süreçte başvurucunun Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamındaki haklarına saygı gösterilip gösterilmediğinin denetlendiği, anne ve babanın ayrılması sonrasında da anne, baba ve çocuk arasında uygun ilişkiler kurulması gerektiği belirtilerek benzer ihlal iddialarıyla AİHM önüne gelen dava ve karar örneklerine yer verilmiştir.
a. Genel İlkeler
112. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, § 18).
113. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
114. Anayasa’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
115. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
116. Aile yaşamına saygı hakkı, Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde korunan aile yaşamına saygı hakkının Anayasa’daki karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- özellikle aile yaşamına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36).
117. Aile yaşamındaki temel ilişkiler kadın ve erkek ile ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmî evlilik birlikleri aile hayatı kapsamında güvence altına alınmakta olup evlilik içinde doğan çocuklar kendiliğinden evlilik birliğinin bir parçası sayılır. Somut başvuru açısından ise birinci başvurucunun evlilik dışı birlikteliğinden olan ve noter senedi ile tanıdığı 5/3/1999 doğumlu T.E.nin, anne ve babanın ayrı yaşamaya başlamasının ardından yaklaşık on yıllık süreçte baba ile kaldığı, anne tarafından 2005 yılında açılan dava neticesinde 2009 yılında verilen karar ile çocuğun babadan alınarak anneye teslimine ve baba ile şahsi ilişki tesisine hükmedildiği, söz konusu karar sonrasında annesi ile yaşamaya başladığı anlaşılan çocuğun baba ile şahsi münasebetini sürdürdüğü, 2011 yılında baba tarafından açılan velayetin değiştirilmesi talepli dava neticesinde ise velayetin babaya tevdiine hükmedilerek anne ile çocuk arasında şahsi münasebet tesis edildiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda doğumundan itibaren baba ile çocuk arasında devam eden bir ilişkinin söz konusu olduğu, velayetin edinilmediği dönemde çocuk ile şahsi münasebetini sürdüren başvurucu babanın velayetin üstlenilmesi hususunda da süregelen bir çaba içerisinde bulunduğu, bu nedenle çocuk ile kurulan hukuki bağı gösteren ve doğal baba tarafından evlilik dışı çocuğun kendi soyundan geldiği yönünde ilgili mevzuatın aradığı koşullar altında yetkili makamlara beyanda bulunulmasını ifade eden tanıma şeklindeki hukuki işlemin yanı sıra başvurucu baba ile çocuğu arasında aile hayatının tesisi açısından önem arz eden yakın kişisel bağın da fiilen mevcut olduğu görülmektedir. Bu bağlamda resmî bir evlilik birliği içinde dünyaya gelmemekle birlikte çocuğun, doğumundan itibaren çocuk ve ebeveyn arasında aile yaşamı anlamına gelen bir bağ kurulmuş olup başvurucu baba ile çocuğu arasındaki söz konusu ilişki aile yaşamının kurulması için yeterlidir (Boughanemi/Fransa, B. No: 22070/93, 24/4/ 1996, § 35).
118. Aile yaşamının temel unsuru, aile ilişkilerinin normal bir şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile fertlerinin birlikte yaşama hakkıdır. Bu hakkın kapsamının ise aile yaşamına saygı yükümlülüğünden ayrı düşünülmesi mümkün değildir (Murat Atılgan, § 24; Marcus Frank Cerny, § 38).
119. Ebeveyn ile çocukların birlikte yaşama istekleri aile yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olup, anne ve baba arasında ortak yaşamın kurulamaması veya hukuken ya da fiilen sona ermiş olması, aile yaşamını ortadan kaldırmaz. Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile yaşamının, anne ve babanın birlikte yaşamamaları veya ortak yaşama son vermelerinin ardından da devam edeceği açık olup, anne babanın ve çocuğun aile yaşamlarına saygı hakkı, belirtilen durumlarda ailenin yeniden birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir. Söz konusu yükümlülük, yalnızca çocukların kamusal makamlarca koruma altına alınması bağlamındaki uyuşmazlıklar açısından değil, ebeveyn veya diğer aile bireyleri arasındaki velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar açısından da geçerlidir (Murat Atılgan, § 25; Marcus Frank Cerny, § 39; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 55; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/6/1988, § 21; Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/2011, §§ 56, 57).
120. Aile yaşamına saygı hakkı kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak, aile yaşamına etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, -bireyler arası ilişkiler alanında olsa da- aile yaşamına saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Murat Atılgan, § 26; Marcus Frank Cerny, § 40; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
121. Devletin pozitif tedbirler alma yükümlülüğü konusunda Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri, ebeveynin -mevcut olayda babanın- çocuğuyla bütünleşmesinin sağlanması amacıyla tedbirler alınmasını isteme hakkını ve kamusal makamların bu tür tedbirleri alma yükümlülüğünü içermektedir. 41. maddede -her çocuğun yüksek yararına aykırı olmadıkça- anne ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve ilişkiyi sürdürme hakkına sahip olduğu açıkça belirtilmektedir. Söz konusu yükümlülüğün uluslararası sözleşmelerde de yer bulduğu görülmektedir (bkz. § 90). Ancak bu yükümlülük mutlak olmayıp her olayın özel koşullarına bağlı olarak alınacak tedbirlerin nitelik ve kapsamı farklılaşabilmektedir (Hokkanen/Finlandiya, § 58; Ignaccolo-Zenide/Romanya, B. No: 31679/96, 25/1/2000, § 94; İlker Ensar Uyanık/Türkiye, B. No: 60328/09, 3/5/2012, § 49).
122. AİHM, önüne gelen birçok davada aile yaşamına saygının kamu makamlarına, ebeveyn ve çocuklarını bir araya getirmek şeklinde pozitif bir görev yüklediğini ve bu durumun, ayrılığa devletin değil ebeveynin yol açtığı durumlarda dahi geçerli olduğunu, bu alandaki pozitif yükümlülüğün bireyler arasındaki ilişkiler alanında dahi aile yaşamına saygıyı güvence altına almak için tasarlanmış ve hem bireylerin haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını hem de fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını gerektirdiğini ifade etmektedir (Hokkanen/Finlandiya, § 58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, § 63; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, § 52).
123. Bununla birlikte aile yaşamına saygı hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin, hangi koşullarda olumlu edimde bulunmayı gerektirdiğinin kesin çizgilerle belirlenmesi, söz konusu hak kapsamındaki ilişkilerin mahiyeti gereği kolay değildir. AİHM de -özellikle pozitif yükümlülükler söz konusu olduğunda- saygı kavramının çok kesin bir tanımının bulunmadığını, taraf devletlerde karşılaşılan durumlar ve izlenen uygulamalardaki farklılıklar dikkate alındığında bu kavramın gereklerinin olaydan olaya önemli ölçüde değiştiğini kabul etmektedir (Abdulaziz, Cabales ve Balkani/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67).
124. Anne, baba ve çocukların birlikte yaşama hakkı aile hayatının esaslı bir unsuru olup anne ve baba tarafından, diğer eşe tanınan velayet ve kişisel ilişki haklarının hukuka aykırı şekilde engellenmesi durumunda da devletin bireylerin haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını ve fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını sağlama yükümlülüğü, aile hayatına saygı hakkı bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin bir görünümünü oluşturmaktadır. Bu bağlamda velayet ve kişisel ilişki tesisine dair kararların icrasına ilişkin problemler, aile hayatına saygı hakkı bağlamında değerlendirme yapılmasını gerektiren önemli bir dava grubudur.
125. Söz konusu dava grubu açısından kamusal makamlarca alınan tedbirin yeterliliği, ilgili tedbirin uygulanma hızı ile doğru orantılıdır. Velayet ve şahsi ilişkiye dair ebeveyn sorumluluklarının tespiti ve elde edilen nihai kararın uygulanması, kaybedilen zamanın çocuk ve onunla birlikte yaşamayan ebeveyn arasındaki ilişkiler üzerinde geri dönülmez sonuçlar doğuracağından ivedi olarak harekete geçmeyi gerektirmektedir (Maire/Portekiz, B. No: 48206/99, 26/9/2003, § 74). Bu nedenle velayete ve kişisel ilişkiye dair hükümlerin infazı sürecinde alınan bir tedbirin yeterli olup olmadığı, tedbirin hızla uygulanmasıyla birlikte değerlendirilmelidir. Söz konusu kararların usulüne uygun şekilde ve ivedi olarak yerine getirilmesinin hem çocuklar hem de ebeveyn üzerinde çeşitli etkileri bulunmakla birlikte söz konusu eksiklik ve gecikmeler özellikle karar gereklerinin yerine getirilmediği her an ebeveyn ile ilişkileri daha da sınırlanan veya kopan çocuk açısından telafisi imkânsız zararların doğmasına neden olabilmekte ve aile hayatına saygı hakkı bağlamında ciddi sorunları gündeme getirmektedir (Santos Nunes/Portekiz, B. No: 61173/08, 22/5/2012, §§ 56, 57).
126. AİHM birçok kararında Sözleşme’nin 6. maddesi bağlamında ve ağırlıklı olarak makul sürede yargılanma hakkı özelinde, velayet ve kişisel ilişki tesisine dair yargılama ve icra prosedürlerini değerlendirmekte; yapılan inceleme sırasında makul süre koşulu değerlendirilirken kullanılan davanın karmaşıklığı, tarafların tutumu, yetkili makamların tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriterlerinden özellikle son ölçüte vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır. AİHM’e göre belirtilen dava grubu ve bu kapsamda elde edilen yargı kararlarının icrası, süratle neticelendirilmesi gereken prosedürlerdir (Hokkanen/Finlandiya, § 72; Maire/Portekiz, § 74; Neulinger ve Shuruk/İsviçre, B. No: 41615/07, 6/7/2010, §§ 131, 132).
127. Karar gereklerinin ivedi olarak yerine getirilmesi zorunluluğunun nedeni, çocuğun birlikte olduğu ebeveynin yaşam şartlarına alışmasının, bu suretle çocuk için mahkeme kararlarına aykırı şekilde yeni bir yaşam alanı oluşmasının, velayet veya kişisel ilişki hakkı hukuka aykırı olarak fiilen elinden alınan anne ve baba ile çocuk arasında sürdürülmesi gereken ilişkilerin zarar görmesinin engellenmesi ile hukuka aykırı şekilde çocuğu uhdesinde bulunduran ebeveynin durumuna -yasal olarak- tanıma şeklinde bir himaye sağlanmamasıdır.
128. AİHM de ebeveynin çocuk ile birlikte yaşamaya devam etmelerinin, Sözleşme’nin 8. maddesinin birinci paragrafı anlamında aile hayatının temel bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Sözleşme’nin 8. maddesi, ebeveynin çocuğu ile yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep hakkının yanı sıra ulusal makamların bu önlemleri alma yükümlülüğünü de kapsamaktadır. Bu husustaki belirleyici nokta, ulusal makamlarca, uygulamadaki mevzuat ya da mahkeme kararlarıyla ebeveyne tanınan velayet, ziyaret ya da birlikte yaşama hakkının icrasını kolaylaştırma noktasında kendilerinden beklenilen bütün makul önlemlerin alınıp alınmadığıdır (Hokkanen/Finlandiya, § 55; Neulinger ve Shuruk/İsviçre, § 132).
129. Söz konusu pozitif yükümlülükler bağlamında kamusal makamlar velayet ve kişisel ilişki tesisine dair kararların icrasını sağlamak üzere uygun bütün önlemleri almakla ve bu amaçla en süratli usullere başvurmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük ilgili vakalarda aile hayatına saygı hakkının öngördüğü pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi açısından oldukça önemlidir.
130. Özellikle çocukların zorunlu olarak kamu korumasına alındığı ve koruma tedbirlerinin uygulandığı durumlarda AİHM, ebeveynin çocuğu ile yeniden bütünleşmesini sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını talep hakkına sahip olduğunu, devletin ise aynı doğrultuda tedbirler alma yükümlülüğü altında olduğunu sıklıkla ifade etmektedir (Hokkanen/Finlandiya, § 55).
131. Davanın özel koşulları içinde kamu makamlarının ailenin yeniden bütünleşmesini kolaylaştırma noktasında kendilerinden beklenilen tüm makul tedbirleri almaları gerekir. Ancak bu yükümlülük mutlak olmayıp özellikle belirli bir süre başka şahıslarla yaşayan, bir kurumda barındırılan veya anne, babadan biri ile yaşamış olan çocuğun ebeveynden diğeri ile bütünleşmesi söz konusu olduğunda bu durum derhâl tesis edilemeyebilir ve birtakım hazırlayıcı tedbirlerin alınmasını gerektirebilir. Bu önlemlerin nitelik ve kapsamı davanın koşularına bağlı olmakla birlikte olayın tüm taraflarının anlayış ve iş birliği en önemli birleşenlerden biridir. Ancak velayet veya kişisel ilişkiye ilişkin karar aleyhine olduğu hâlde çocuğu hukuka aykırı olarak uhdesinde bulunduran ebeveynin tutumu, kamusal makamların kararın icrası için tüm uygun önlemleri almamasının mazereti olamaz (Maire/Portekiz, § 76).
132. Kamu makamlarının zorlayıcı tedbirler alma yükümlülüğü, hukukun ve mahkeme kararlarının göz ardı edilerek çocuğun fiilen tutulduğu durumlarda -elbette- ağırlıklı olarak üzerinde durulması gereken bir husustur. Zira özellikle ilgili tedbirlerin alınması noktasındaki gecikme, söz konusu durumun meşru bir hâl almasına zemin hazırlayabilecektir.
133. Çocuğa karşı zorlayıcı tedbirler alınması bu hassas alan açısından kabul edilebilir olmamakla birlikte çocuğu açıkça hukuka aykırı şekilde uhdesinde bulunduran ebeveyne karşı müeyyideler uygulanması yükümlülüğü gözden uzak tutulmamalıdır (Maire/Portekiz, § 76). Kamusal makamlar söz konusu aile ilişkilerinin sürdürülebilirliği ve olayın tarafları arasında iş birliğinin tesisi noktasında kendilerinden beklenilen en üstün gayreti göstermek zorunda olmakla birlikte bu alanda zorlayıcı tedbirlere başvurma yükümlülüğü, tüm tarafların menfaati, özellikle de çocuğun üstün yararı karşısında sınırlı olmak durumundadır. Anne veya baba ile iletişimin bu menfaatleri tehlikeye soktuğunun tespiti hâlinde de kamusal makamların söz konusu menfaatler arasında adil bir denge tesis etme yükümlülükleri bulunmaktadır (Hokkanen/Finlandiya, § 58; Maire/Portekiz, § 71).
134. Çocuğun söylemlerinin dikkate alınabileceği belirli bir olgunluk düzeyine erişmiş olması durumunda ve üstün menfaatine aykırı olmamak koşulu ile kişisel ilişki sürecinde çocuğun istek ve söylemlerinin de dikkate alınması zaruridir (Hokkanen/Finlandiya, § 61). Bu husus uluslararası sözleşme metinlerinde de açıkça ifade edilmektedir (bkz. § 91).
135. Mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Çocuğun üstün yararı söz konusu dava grubu açısından en önemli unsur olup olayın tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu hususu tartışılamaz. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle mahkemelerin koruma tedbirlerine ilişkin mevzuat hükümlerini yorumlayıp uygularken Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerindeki güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahiptir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin görevi, koruma tedbirleri ve bunların uygulanması hususunda derece mahkemelerinin yerini almak olmayıp kamusal makamların takdir hakları kapsamında aldıkları kararların, aile hayatına saygı hakkı bağlamında söz konusu olan güvenceler açısından değerlendirilmesidir (Bronda/İtalya, B. No: 22430/93, 9/6/1998, § 59; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
136. Bu bağlamda AİHM de ulusal mahkemeler tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerini yorumlayıp uygularken Sözleşme’deki ve özellikle 8. maddedeki güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu vurgulamakta, yaptığı denetime temel aldığı önemli bir ilke olan ikincillik ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerinin yorumlanmasına ilişkin takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta, ancak ulusal mahkemeler tarafından ulaşılan sonucun Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen standartlara uygun bir denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle aile hayatının korunması hakkının ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir.
137. Velayet ve kişisel ilişkiye dair hükümlerin icrası problemi sıklıkla adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına konu olmakla birlikte sürecin ivedi olarak yürütülmesi de dâhil olmak üzere ilgili prosedürün icrasına ilişkin işlem ve eylemlerin aile hayatına saygı hakkı bağlamında meydana getirdiği sonuçlar dikkate alındığında, söz konusu iddiaların aile hayatına saygı hakkı bağlamında ele alınması uygun görülmektedir (Maire/Portekiz, § 62; Santos Nunes/Portekiz, §§ 56, 57).
138. Velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar açısından verilen kararların kesin hüküm etkisi olmakla birlikte, özellikle çocuğun üstün menfaati nazara alınarak velayet ve kişisel ilişki konusunun ilerleyen süreçte yeniden ele alınması ve farklı şekilde tanzimin mümkün olduğu da unutulmamalıdır.
139. Yukarıda da ifade edildiği üzere, aile hayatına saygı hakkı bağlamında ele alınabilecek olan negatif ve pozitif yükümlülüklerin sınırının ve pozitif yükümlülüklerin hangi durumda olumlu edimde bulunulmasını zorunlu kıldığının kesin çizgilerle belirlenmesi mümkün olmayıp, bu yükümlülüklerin birçok olayda birlikte gündeme gelmesi olasıdır.
140. Başvuru konusu olayda da benzer bir durum söz konusu olup, başvurucu baba tarafından Bakanlık yetkililerince karar gereğinin yerine getirilmediği iddia edilmekle birlikte, söz konusu icra sürecinde, icra takip işlemleri, bu bağlamda ilgili icra ve kolluk görevlilerinin tutumu ve çocuğun Kurumda bulunduğu dönemler itibarıyla ilgili Kurum yetkililerinin işlem ve davranışları önemli olmakla birlikte, icra prosedürünün özellikle belirtilen süreçte verilen koruma kararları nedeniyle kesintiye uğradığı görülmektedir. Bu açıdan söz konusu koruma kararlarına ilişkin yargısal sürecin ve icra prosedürüne dair diğer kamusal işlem ve eylemlerin bir bütün halinde değerlendirilmesi, kamu makamlarının aile hayatına saygı hakkı bağlamındaki yükümlülüklerinin kapsamının net bir şekilde ortaya konulması ve bu yükümlülüklerin ifası için makul olan tüm önlemlerin alınıp alınmadığının tespiti açısından önemlidir.
b. Müdahalenin Varlığı
141. Başvuruya konu olayda çocuk hakkında verilen koruma kararlarının, babanın velayet ve bu kapsamda çocukla ilişki kurma hakkı üzerinde etkili olduğunda kuşku yoktur. Bu bağlamda somut başvuru açısından, koruma tedbirleri alınmak suretiyle, başvurucu babanın velayet hakkı kapsamındaki yetkilerini kullanması ve çocuk ile kişisel ilişki kurması konusunda öngörülen kısıtlamaların, aile hayatına saygı hakkına müdahale oluşturduğu açıktır.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
142. Anayasa’nın 20. maddesinde, bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasanın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
143. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
144. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan -başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere- tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
i. Kanunilik
145. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda tespiti öncelikle gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, § 36).
146. Çocukların bakım ve gözetimi ile haklarında koruma tedbirlerine başvurulmasını gerektiren durumlara ilişkin olarak 4721, 5395 ve 6284 sayılı Kanunların ilgili maddelerinde ayrıntılı düzenlemelere yer verilmektedir. Bu kapsamda başvurucu babanın aile yaşamının uygulamada ve etkili bir şekilde korunmasını güvence altına alan yasal bir çerçevenin mevcut olduğu ve çocuk hakkında koruma tedbirlerine hükmedilmesi şeklindeki uygulamanın, belirtilen hükümler temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Derece Mahkemesi kararlarının söz konusu Kanun hükümlerine dayandığı anlaşılmakla, belirtilen yargısal kararların yeterli bir hukuki temele sahip olduğu görülmektedir.
ii. Meşru Amaç
147. Anayasa’nın 41. maddesinin ikinci fıkrasında, Devletin çocukların korunması için gerekli tedbirleri alacağı, teşkilatı kuracağı; dördüncü fıkrasında ise, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirlerin öngörüleceği belirtilmiştir. İlgili Kanun hükümlerinde de, söz konusu tedbirlerin alınması bağlamında “çocuğun menfaati ve gelişmesinin tehlikeye girmesi”, “çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesinin tehlikede bulunması” ve “korunma ihtiyacı olan çocukların korunması, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınması” amaçlarının açıkça ifade edildiği görülmektedir (bkz. §§ 75, 76, 79).
148. Somut başvuru açısından çocuk hakkında verilen koruma kararlarında, derece mahkemelerinin çocuğun sağlık ve güvenliğinin temini şeklinde meşru bir amaç izlediği, bu çerçevede başvuruya konu müdahalenin meşru temellere dayandığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, başvurucu babanın iddiasının aksine, kamu makamlarının çocuğun velayetinin anneye verilmesi amacıyla çocuğu başvurucu babadan uzaklaştırma amacıyla hareket ettiklerini gösterir bir bulgu da saptanmamış olup, ilgili mahkeme kararlarının gerekçeleri, çocuğun üstün yararı ve bu kapsamda fiziksel ve ruhsal gelişiminin ön planda tutulduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük
149. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalenin ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki güvence ölçütlerine uygun olması gerekir.
150. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 46).
151. Hakkın özü, söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Aile hayatına saygı hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Serap Tortuk, § 47; AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
152. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında da göz önünde bulundurulmalıdır. Aile hayatına saygı hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırma ile ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada, belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının göz önünde bulundurulması, özellikle velayet ve kişisel ilişkiye dair uyuşmazlıklar ile çocuklarla ilgili koruma tedbirleri söz konusu olduğunda ebeveyn ve çocuğun menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu dengenin kurulması, söz konusu vakalar özelinde devletin aile hayatına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin icrası ile yakından ilgilidir.
153. Bu alandaki belirleyici mesele çocuğun, anne, babanın ve kamu düzeninin yarışan menfaatleri arasında devletin, bu konuda kendisine tanınan takdir alanı içinde adil bir denge kurup kurmadığıdır. Ancak bu denge kurulurken velayet ve kişisel ilişki hakkıyla ilgili meselelerde çocukların menfaatlerinin üstün bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır. Bununla birlikte söz konusu haklar arasında denge kurulurken ebeveynin çocukla düzenli ilişkide bulunması gereği de dikkate alınması gereken bir diğer önemli faktördür (İlker Ensar Uyanık/Türkiye, § 52). Özellikle koruma tedbirleri ve çocukların kamu koruması altına alınmasının söz konusu olduğu durumlarda bu dengelemenin hassas bir şekilde yapılması ve takdirin gerekçelerinin ilgili kararlara açıkça yansıtılması önemlidir.
154. Her çocuk -menfaatleri aksini gerektirmedikçe- ebeveyni ile doğrudan ve düzenli olarak kişisel ilişkisini sürdürme hakkına sahiptir. Çocuğun menfaati, bir yandan -söz konusu ailenin sağlıksız olması durumu hariç- ailesiyle bağlarını sürdürmesi gerektiğine işaret etmekte; öte yandan çocuğun sağlıklı ve güvenli bir çevrede gelişimini sürdürmesini içermektedir. Aynı düşünce uluslararası sözleşme hükümlerine de yansıtılmış olup (bkz. § 90) -tüm bu düzenlemeler çocuğun üstün menfaati de göz önünde bulundurulmak suretiyle- aile ilişkilerinin sürdürülebilirliğini amaçlamaktadır.
155. AİHM de somut olay benzeri vakalarda, çocuğun ve ebeveynin menfaatlerine ilişkin değerlendirmenin ulusal yargı makamlarınca yapılması gerektiğini kabul etmekle birlikte uyuşmazlığa ilişkin yargılama prosedürünün adil olması ve ilgililere bütün haklarını kullanabilme olanağı sağlaması gerektiğini ifade etmekte ve bu bağlamda ulusal mahkemelerin özellikle olgusal, duygusal, psikolojik, maddi ve tıbbi nitelikteki bütün faktörler ile ailenin durumunu derinlemesine inceleyip incelemediğini ve çocuğun yüksek menfaatlerini tespit etmek suretiyle ilgili kişilerin de yararlarına ilişkin makul bir değerlendirme ve dengelemede bulunulup bulunulmadığını belirlemek durumunda olduğunu belirtmektedir (İlker Ensar Uyanık/Türkiye, § 52; Neulinger ve Shuruk/İsviçre, § 139).
156. Başvuruya konu yargısal uygulamanın yukarıda belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte başvurucu babanın aile hayatına bir müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamanın, belirtilen hakkın özüne dokunacak ve onu anlamsız kılacak ölçüde olmaması gerekmektedir.
157. Kamusal makamların izlenen meşru amaçlar kapsamında bir hakkın sınırlandırılması sürecinde takdir yetkisi bulunmakla birlikte belirtilen takdir yetkisi, her bir vaka özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta veya genişlemekte; yükümlülüklerin türü ve kapsamı her bir olay özelinde farklı değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.
158. Şüphesiz çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin tespit, bu tür davalarda dikkate alınması gereken en önemli unsurdur. Bu bağlamda ilgili taraflarla doğrudan temas hâlinde olan yargısal organların belirtilen hususun tespiti noktasında daha avantajlı konumda olduğu açıktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin görevi, derece mahkemelerinin yerine geçerek koruma tedbirlerinin gerekliliği hususunun bizzat tanzim ve tespiti olmayıp ilgili anayasal normlar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış olan takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesidir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin görevi, somut olay açısından çeşitli koruma tedbirlerine hükmeden derece mahkemelerinin yerini almak değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin söz konusu mevzuat hükümlerini yorumlayıp uygularken anne, baba ile çocuğun ve kamunun menfaatleri arasında kurulması gereken dengeyi tespit etmek suretiyle Anayasa’nın 20. maddesindeki güvenceleri koruyup korumadıklarını belirleme yetkisine sahiptir. Bu nedenle derece mahkemelerince varılan sonucun Anayasa’nın 20. maddesine uygun olup olmadığının yani çocuk hakkında verilen koruma kararlarının başvurucu babanın aile yaşamına saygı hakkına orantılı bir müdahale oluşturup oluşturmadığının karara bağlanması gerekmektedir.
159. Aile hayatına saygı hakkı bağlamındaki uyuşmazlıklarda ilgili idari ve yargısal işlemlerin süratle yerine getirilmesi kadar, karar oluşturma sürecinin ilgili kişilerin görüşlerini tam olarak sunabildikleri adil bir süreç olmasının sağlanması da önemlidir. Bu çerçevede Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında aile hayatına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülük değerlendirmesinin içeriğine, ilgili yargısal süreçlerin ivedi şekilde, tarafların katılımına açık ve adil yargılanma hakkının usuli gereklerine riayetle yürütülmesi şeklindeki usule ilişkin yükümlülüğün de eklenmesi gerekmektedir.
160. AİHM de ebeveyn ve çocuklar arasındaki ilişkileri konu alan uyuşmazlıklar açısından söz konusu yargılamaların adil yargılanma hakkının usule ilişkin gereklerini haiz olması, ilgili ebeveyn ve çocuğu birleştirmek için uygun tedbirlerin alınması gereğini birlikte ele almakta ve söz konusu vakaların birçoğunda Sözleşme’nin 6. maddesi açısından ayrıca bir değerlendirme yapmamaktadır (Amanalachioai/Romanya, B. No: 4023/04, 26/5/2002, § 63, İlker Ensar Uyanık/Türkiye, § 33; Maire/Portekiz, § 62; Santos Nunes/Portekiz, §§ 56, 57).
161. Derece mahkemelerinin, çocuklarla ilgili koruma tedbirlerinin değerlendirilmesinde aile hayatı kapsamındaki ilişkilerin sürdürülebilir ve etkili olmasını temin edecek şekilde hareket etmesi zaruridir. Bu kapsamda -özellikle müdahalenin ölçülülüğü noktasında- derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda olan Anayasa Mahkemesi, bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır (Bronda/İtalya, § 59; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
162. Derece mahkemelerinin, takdirlerinin gerekçelerini, ilgili ebeveynin kanun yoluna müracaat imkanını da etkili şekilde kullanabilmelerini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları ve ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi, yeterli ve objektif verilere dayandırılması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Saviny/Ukrayna, B. No: 39948/06, 18/12/2008, §§ 56-58; Gluhakovic/Hırvatistan, § 62).
163. Başvuru konusu yargısal sürecin değerlendirilmesinde, evlilik dışı birliktelikten olan ve noter senedi ile tanınan çocuğun velayetinin İstanbul 1. Aile Mahkemesinin 26/1/2012 tarihli ve E.2011/152, K.2012/23 sayılı kararıyla başvurucu babaya verilmesine ve anne ile çocuk arasında kişisel ilişki tesisine karar verildiği, belirtilen kararın kesinleşme sürecinde anne ve başvurucu baba tarafından karşılıklı olarak çocuğu konu alan ve çocuğa bazı tıbbi uygulamalarda ve kötü muamelelerde bulunulduğu iddialarını içeren suç duyurularında bulunulması üzerine İstanbul 4. Aile Mahkemesince çocuğun her iki taraf nezdinde bırakılması sakıncalı görüldüğünden 6284 ve 5395 sayılı Kanunlar uyarınca bakım ve sağlık tedbirine hükmedildiği ve çocuğun bu şekilde Kurum korumasına alındığı, belirtilen karara itiraz edilmesi üzerine Mahkemece anne, baba ve çocukla görüşmeler yapılması ve ebeveynin yaşadığı ortamların da incelenmesi suretiyle rapor tanziminin ve Kurum tarafından çocuğun genel durumu hakkında birer ay arayla düzenlenecek raporların Mahkemeye gönderilmesinin talep edildiği, söz konusu raporların ibrazı üzerine dosyayı ele alan Mahkemece 14/8/2012 tarihli karar ile -bilirkişi raporunda yer verilen bulgulara değinilmek suretiyle- çocuğun yurtta kalış süresinin uzamasının çocuk üzerinde olumsuz etkiler oluşturacağının tespit edildiği ve 5395 sayılı Kanun uyarınca çocuğun koruyucu aile olarak anneannesine teslimi ile hakkındaki sağlık tedbirinin devamına hükmedildiği görülmektedir. Devam eden süreçte velayet hakkının esasına ilişkin kararın kesinleşmesi sonrası başvurucu baba tarafından yapılan talep üzerine İstanbul 4. Aile Mahkemesinin 31/1/2013 tarihli kararı ile çocuğun koruyucu aileye teslimine ilişkin kararın kaldırılarak çocuğun başvurucu babaya teslimine karar verildiği, devam eden süreçte Bakanlık İstanbul İl Müdürlüğü tarafından İstanbul 1. Çocuk Mahkemesinin 2013/29 Tedbir sayılı dosyası üzerinden yapılan talep üzerine Mahkemenin 15/3/2013 tarihli ve 2013/29 Tedbir sayılı kararı ile çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun’un 9. maddesi gereğince otuz gün süreli acil koruma kararı uygulanmasına hükmedildiği, söz konusu kararın itiraz neticesinde kaldırılması üzerine çocuğun teslimine ilişkin icra prosedüründe çocuğun göstermiş olduğu tepkiler ve mevcut sağlık durumu gerekçe gösterilerek yapılan talep üzerine İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 12/4/2013 tarihli ara kararıyla Mahkeme pedagogunun çocukla görüşerek rapor sunmasına karar verildiği, 12/4/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı karar ve 6284 sayılı Kanun uyarınca başvurucu babanın çocuğun yaşadığı adrese ve devam ettiği okula altı ay süreyle yaklaşmamasına ve çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun gereğince bakım ve sağlık tedbiri uygulanarak kararın altı ay süreyle geçerli sayılmasına hükmedildiği, belirtilen koruma kararının uzatılması talebi reddedilmekle birlikte akabinde Bakırköy 1. Çocuk Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve 2013/16 Tedbir sayılı kararı ile, çocuk hakkında İstanbul 2. Aile Mahkemesinin 12/4/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı kararı kapsamında hükmedilen bakım, sağlık ve eğitim tedbirinin uzatılmasına karar verildiği ve koruma tedbirlerinin nihai olarak 20/11/2013 tarihine kadar devam ettiği görülmektedir.
164. Koruma kararlarının verildiği süreçte çocuğun annesi tarafından açılan velayetin değiştirilmesine ilişkin davanın yargılama sürecinde Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/11/2013 tarihli kararı ile davanın geldiği aşama, toplanan deliller, mevcut raporlar ve çocuğun beyanı dikkate alınarak geçici velayetinin anneye verilmesine, çocuğun babaya karşı duyduğu öfke ve davanın niteliği dikkate alınarak çocuk ile baba arasında kişisel ilişki tesisine, çocuğun travmatik bir dönem yaşadığı dikkate alınarak kişisel ilişki sırasında sosyal hizmet uzmanı bulundurulmasına karar verildiği, belirtilen ara karara karşı başvurucu baba tarafından yapılan itiraz ve kişisel ilişkinin genişletilmesi yönündeki taleplerin de çocuğun mevcut durumu ve özellikle çocuğun teslimine ilişkin icra dosyasına yansıyan uzman tespitleri nedeniyle reddedildiği, belirtilen yargısal süreç sonucunda Erdek Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/4/2015 tarihli ve E.2013/202, K.2015/150 sayılı kararı ile çocuğun velayetinin başvurucu babadan alınarak anneye verilmesine, çocuk ile baba arasında kişisel ilişki tesisine, verilen tedbir kararlarının karar kesinleşinceye kadar devamına hükmedildiği ve kararın temyiz aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.
165. Bu çerçevede koruma tedbirlerine ilişkin yargısal süreçlerin, taleplerin ilgili Mahkemelere iletildiği tarihlerden itibaren süratle sonuçlandırıldığı görülmektedir. Başvurucu babanın koruma tedbirleri ile ilgili yargısal süreçlerin ivedi olarak yürütülmesi ile ilgili spesifik bir iddiası olmamakla beraber söz konusu süreçlerin hızla tamamlanması noktasında ilgili kamu makamları tarafından gereken hassasiyetin gösterildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra ilgili yargılama evrakının incelenmesinden başvurucunun, söz konusu koruma kararlarıyla ilgili süreçte beyan ve delillerini ibraz etme ve karşı tarafın iddialarına itiraz etme imkânına sahip olduğu, bir kısım kararların başvurucu baba tarafından yapılan itirazlar üzerine yeniden değerlendirilerek kaldırıldığı, bu kapsamda Derece Mahkemelerinin; başvurucunun aktif olarak katıldığı, delillerini sunabildiği ve karşı tarafın iddialarına itiraz edebildiği yargılama prosedürleri neticesinde karar verdiği anlaşılmaktadır.
166. Derece Mahkemesi kararlarında koruma tedbirlerine mesnet kanunların uygulama alanları itibarıyla görev hususunda bazı tereddütler oluşmakla birlikte karar gerekçeleri değerlendirildiğinde genel olarak çocuğun anne ve baba arasında süren velayet mücadelesi nedeniyle Kurum bakımına alındığı, anne ve baba arasındaki velayete ilişkin sürece tanık olarak psikolojisinin örselendiği, zaman zaman anne ya da baba arasında tercih yapmak zorunda kalması nedeniyle suçluluk duyduğu, süreç içinde farklı beyanlarda bulunduğunu kabul etmekle birlikte annesi ve bu mümkün olmazsa anneannesi ile kalmakta kararlı olduğu, bu kararlılığının sözlerinin yanı sıra beden diline de yansıdığı, babaya karşı ise öfke ve kızgınlık duyguları içerisinde olduğu, süreç uzadıkça kızgınlığının arttığı, ölüm ve intihardan bahsetmeye başladığı, görevli meslek elemanlarının yönlendirmesi neticesinde baba ile görüştüğü ancak bu konuda istekli olmadığı, ebeveyn arasındaki velayet davasının adeta bir güç savaşına dönüştüğü ve çocuğun bu durumdan zarar gördüğü; yurtta birlikte yaşadığı, anne babasının nerede olduğu bilinmeyen veya ebeveyn tarafından terk edilen çocuklardan farklı olduğu için kendisini yalnız hissettiği, bu nedenle ebeveynden birisinin yanında kalmasının yararlı olacağı, kendisini ifade edebilecek yaşa gelmiş olan çocuğun kararlılıkla anne yanında kalmak istediğini söylediği ve babaya karşı öfke duyduğu, bu nedenle çocuğun Kurum bakımından alınarak anne yanına verilmesinin veya devlet koruması devam etmek suretiyle anneannesi vasıtası ile koruyucu aile hizmetinden faydalandırılmasının ve anne ile babanın da ayrıntılı bir ruh sağlığı değerlendirmesinden geçirilerek çocuk hakkında sağlık tedbiri uygulamasına devam edilmesinin uygun olacağı ve benzeri yönde tespitler içeren uzman raporlarına dayanıldığı görülmektedir.
167. Mahkeme kararlarının gerekçelerinde söz konusu raporların yanı sıra velayete dair kararın icrasına ilişkin takip dosyasına yansıyan, teslim işlemleri sırasında çocuğun gösterdiği sözlü ve fiilî direniş ve tepki bağlamında fiziksel ve ruhsal sağlığına vurgu yapıldığı, özellikle çocuğun intihar eğiliminden bahseden, babaya teslimi hâlinde trajik sonuçların ortaya çıkabileceğini beyan eden rapor ve tutanakların da göz önünde bulundurulduğu, bu kapsamda belirli bir olgunluk düzeyine ulaştığı ve beyanlarına itibar edilebileceği hemen hemen tüm raporlarda ifade edilen çocuğun beyanı da göz önünde bulundurulmak suretiyle kamunun, ebeveynin ve çocuğun menfaatleri arasında yapılan dengelemede çocuğun üstün yararının gözetilerek karar verildiği anlaşılmaktadır.
168. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında kararın infazı sürecinde alınan koruma tedbirlerinin demokratik bir toplumda gerekliliği hususunda şüphe uyandıracak bir neden bulunmamaktadır. Mahkeme kararlarında özellikle çocuk ve aile ile yapılan görüşmeler sonucunda tanzim edilen sosyolog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanı raporlarına dayanıldığı ve çocuğun üstün yararına özel önem verildiği, söz konusu değerlendirmelerde kendini ifade edebilecek belirli bir olgunluk düzeyine eriştiği uzman raporları ile tevsik edilen ve başvurucu babaya karşı duyduğu tepkiyi söz ve davranışlarına yansıtarak baba ile yaşamak istemediğini, yaşamını annesi ile sürdürmek istediğini müteaddit defalar ifade eden çocuğun beyanın da göz önünde bulundurulduğu görülmektedir. Bu kapsamda Derece Mahkemelerince yapılan değerlendirmelerde çocuğun menfaatine üstünlük tanındığı ve aile hayatına saygı hakkı bağlamında takdirinin gerekçelerini ilgili ve yeterli şekilde ortaya koyduğu anlaşılan kamu makamlarının takdir yetkisinin sınırlarını aşmadığı anlaşılmaktadır.
169. Belirtilen koruma kararlarının yanı sıra icra prosedüründe yer alan diğer kamusal işlem ve eylemlerin de ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Kamu makamları somut olay benzeri uyuşmazlıklarda, anne ve baba arasındaki iş birliğini kolaylaştıracak tedbirleri almakla yükümlüdür. Çocuğun, anne, babanın ve kamu düzeninin yarışan menfaatleri arasındaki dengenin kurulmasında -ilgili kamu makamları belirli bir takdir alanına sahip olmakla birlikte- önemli olan husus, ilgili makamların ailenin yeniden bütünleşmesini kolaylaştırmak için olayın özel şartlarının gerektirdiği her türlü tedbiri almış olup olmadıklarıdır.
170. Söz konusu sürecin değerlendirilmesinden velayetin esasına ilişkin kararın kesinleşme sürecinde başvurucu babanın, çocuğun annesi ve eşi tarafından kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki şikâyeti üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca derhâl soruşturma başlatıldığı ve Başsavcılık tarafından İstanbul 4. Aile Mahkemesine yapılan talep üzerine çocuk hakkında ilk koruma kararının verildiği, akabinde baba aleyhine ve çocuk hakkında bakım ve sağlık tedbiri uygulanması yönünde verilen karar üzerine Kurum tarafından söz konusu sağlık tedbirinin uygulanması kapsamında çocuğun Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde sağlık hizmeti almasının sağlandığı ve çocuk hakkında tanzim edilen inceleme raporlarının ilgili Mahkemelere iletildiği görülmektedir. Devam eden süreçte çocuğun koruyucu aile olarak anneannesine teslimine ilişkin karar gereğince Kurum tarafından koruyucu aile sözleşmesi imzalandığı ve bu süreçte çocuk hakkındaki sağlık tedbirinin akıbetinin de takip edildiği, velayetin esasına ilişkin kararın kesinleşmesi nedeniyle çocuk hakkındaki koruma kararının kaldırılarak babaya teslimine dair kararın icrası maksadıyla Kurum tarafından çocuk ve koruyucu aile olan anneanneye ulaşılmaya çalışıldığı, ancak sonuç alınamadığı, bunun üzerine ilgili emniyet birimlerinin çocuğun bulunduğu yerin tespiti ile Kuruma teslimi hususunda bilgilendirildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte çocuğun teslimine ilişkin icra sürecinde yaşanan olaylar ve özellikle çocuğun bu süreçte intihar girişiminde bulunacağını da birçok defa belirtmek suretiyle geliştirdiği tepkiler dikkate alınarak çocuk hakkında bakım, eğitim ve sağlık tedbiri uygulanması amacıyla ilgili Mahkemelere müracaatta bulunulduğu, süreçte özellikle çocuğun eğitim ve sağlık durumunun takip edildiği görülmektedir.
171. Söz konusu dönemde çocuğun durumunun değerlendirilmesi için Valilik oluru ile komisyon oluşturulduğu, komisyonun çocukla, annesiyle ve annesinin eşiyle görüşmeler yaparak ikamet ettikleri yerde incelemelerde bulunduğu ancak babanın komisyon ile görüşme yapmadığı ve Kurum yetkilileri ile iletişime yanaşmadığı, kendisine oğlu ile görüşme imkânının sağlanacağının belirtilmesine rağmen görüşme isteğine olumsuz yanıt verdiği ve ikametine yazılı çağrı yapılmasını talep ettiği, yapılan tebligata rağmen görüşme için kararlaştırılan gün ve saatte görüşmeye katılmadığı ve babanın ikametine gidilmesine rağmen konutun kapalı olması nedeniyle inceleme yapma olanağı bulunmadığı tespitlerinde bulunulduğu görülmektedir.
172. Başvurucu babanın kararın icra sürecinde kendisinden beklenilen tüm girişimlerde bulunduğu görülmekle birlikte koruma kararlarının söz konusu olmadığı süreçte kamusal makamların çocuğun bulunduğu yerin tespiti ve başvurucuya teslimi hususunda süratle hareket ederek gerekli tedbirleri almış olmalarına rağmen çocuğu elinde bulunduran anne veya koruyucu ailenin çocuğun bulunduğu yerin tespiti hususundaki zorlayıcı ve ısrarlı tavırları nedeniyle söz konusu girişimlerin olumlu sonuçlanmadığı görülmektedir. Özellikle anne ve baba arasındaki velayete ilişkin uzlaşmaz tavrın koruyucu tedbirlerin etkisini de zayıflattığı anlaşılmaktadır.
173. İlgili icra dosyasında bulunan çocuk teslimine ilişkin tutanakların incelenmesinden ise velayetin esasına ilişkin hükmün icrası bağlamında yapılan takip talebi üzerine ilgili müdürlükçe derhâl gerekli icra takip işlemlerinin başlatıldığı ve bu hususta ilgili İcra Dairesinin talimat yoluyla gerekli yazışmaları yaptığı, söz konusu İcra Dairesi yetkililerince babanın talebi doğrultusunda ve refakate alınan kolluk görevlileri ve uzmanlarla birlikte baba tarafından gösterilen tüm adreslerde çilingir yardımı da alınmak suretiyle gerekli incelemenin yapıldığı fakat çocuğun bulunduğu yerin tespit edilemediği, çocuğun Kurum bakımında olduğu süreçte de ilgili mahallere gidilerek takip işlemlerinin ifasına çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda ilgili İcra Müdürlüğü yetkililerince 9/4/2013 tarihinde Kuruma gidilerek çocuğun tesliminin talep edilmesi üzerine çocuk tarafından pedagoga “Babam ile gitmek istemiyorum. Onun ile gitmektense ölmeyi yeğlerim. Zorla da olsa babamla gidersem onunla durmam, kendimi asar ya da gebertirim.” şeklinde beyanda bulunulduğunun tutanakla tespit edildiği ve uzman tarafından çocuğun babasına karşı aşırı derecede tepkili olduğu ve bu tepkinin geçmişte babası ile arasında yaşanan bir takım olumsuz olaylardan kaynaklandığının düşünüldüğünün ifade edildiği, bunun üzerine Kurum yetkililerince çocuğun beyanları da dikkate alınarak yüksek yararı gereği teslimin gerçekleştirilemeyeceğinin belirtildiği görülmektedir. 11/4/2013 tarihinde ilgili İcra Dairesi görevlileri ve refakatindeki görevliler ile tekrar Kuruma gidildiği ve çocuk teslimine ilişkin tutanakta çocuğun söz alarak “Babamla gitmek istemiyorum. Gidersem kendime, babama ve eve zarar veririm, evi yakarım.” şeklinde beyanda bulunduğunu, bu beyanı takiben çocukla görüşen pedagog tarafından çocuğun; babaya gitmek istemediği, gözlemlenen davranışları çerçevesinde ruh hâlinden şüphe edildiği, bu nedenle çocuk psikiyatristi tarafından kontrole tabi tutulması gerektiği ve intihar edeceği şeklinde beyanda bulunduğunun belirtildiği, başvurucu baba tarafından teslim konusunda ısrar edilmesi üzerine Kurum yetkililerince tüm hukuki ve cezai sorumluluğunun babaya ait olduğu tutanak altına alınmak suretiyle teslime rıza gösterildiği, belirtilen tutanağı ilgili icra memurunun da Mahkeme ilamı gereğince çocuğun Kurumdan alınarak babaya teslim edildiği şerhi ile imzaladığı ancak çocuğun baba ile gitmeme hususunda fiilî direnişte bulunduğu, bunun üzerine Kurum yetkililerince çocuğun hastaneye sevkinin talep edilerek teslimin orada gerçekleştirilebileceğinin söylenerek çocuğun Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkinin sağlandığı, Hastaneye sevk sürecinde Kurum yetkililerinin rızaları dâhilinde ve çocuğun teslimine ilişkin olarak Hastaneye sevkinin yapıldığı, psikiyatri uzmanınca yapılan muayene sonrasında çocuğun yatışının uygun görüldüğü, çocuğun bu hâliyle hastanede babaya teslim edildiği ancak babanın çocuk doktor gözetiminde olup fiziken teslim edilmediğinden bahisle teslimi kabul etmediğini beyan ettiği anlaşılmaktadır.
174. Yukarıda belirtilen sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesinden, velayete ilişkin kararın kesinleşme sürecinde ve kesinleşmesinin sonrasında yetkili adli ve idari makamların, karar gereklerinin ifası noktasında süratle hareket ederek gerekli tedbirleri aldıkları, özellikle çocuğun teslimine ilişkin süreçte beyanının dikkate alınmasını gerektiren olgunluğa ulaştığı anlaşılan çocuğun sözlü ve fiilî tepki ve direnişleri dikkate alınmak ve üstün yararı gözetilmek suretiyle teslimin gerçekleştirilmediği, bununla birlikte söz konusu tespitlerin mutlaka uzman raporlarına dayandırıldığı ve çocuğun Hastaneye de sevki sağlanmak suretiyle değerlendirmede bulunulduğu, ayrıca teslimin gerçekleşmediği süreçte çocuğun icra tutanaklarına da yansıyan mevcut durumunun değerlendirilmesi amacıyla ivedi olarak yargısal makamlara başvurulduğu ve konunun görevli Mahkemelerce değerlendirilmesi sağlanarak verilen koruma kararları doğrultusunda çocuğun bakım ve takibinin sağlandığı, çocuğun teslimi haricinde görüşme olanaklarını kullanma girişiminde bulunmadığı belirtilen babanın komisyon ile görüşme yapmadığının ve Kurum yetkilileri ile iletişime yanaşmadığının ve kendisine oğlu ile görüşme imkânının sağlanacağının belirtilmesine rağmen görüşme isteğine olumsuz yanıt verdiğinin ilgili evraka yansıdığı görülmektedir.
175. Sonuç olarak Derece Mahkemelerince verilen koruma kararlarının özellikle uzman raporlarına dayandığı, belirli bir olgunluk düzeyine ulaştığı bilirkişi raporları ile ortaya konulan çocuğun beyanlarına da itibar edilerek çocuğun velayete ilişkin karar öncesinde belirli bir süre birlikte yaşadığı ebeveyne karşı duyduğu bağlılık ile birlikte yaşama isteğinin ve babaya karşı duyulan öfke ve tepkinin dikkate alındığı, bu yönüyle söz konusu karalarda yer verilen nedenlerin aile hayatına saygı hakkı bağlamında ilgili ve yeterli olduğu, bunun yanı sıra kararın icra sürecinde yer alan diğer kamusal makamlar tarafından da özellikle çocuğun üstün yararı dikkate alınmak suretiyle aile ilişkilerinin sürdürülebilirliği ve aile hayatına saygı hakkı bağlamındaki güvencelerin sağlanması noktasında uygun olan tüm adımların atıldığı anlaşılmaktadır.
176. Açıklanan nedenlerle birinci başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. İkinci başvurucunun, Anayasa’nın 42. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Birinci başvurucunun, Anayasa’nın 20. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına
5/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.