TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
SEP İNŞAAT SANAYİ VE TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/311)
Karar Tarihi: 25/2/2016
R.G. Tarih ve Sayı: 30/6/2016-29758
Başkan
:
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serruh KALELİ
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Erdal TERCAN
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Fatma KARAMAN ODABAŞI
Başvurucu
Sep İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
Vekili
Av. Fevziye ÇETİNEL
Av. Celal ÇETİNEL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğünün gerekli altyapı çalışmalarını yapmadan ihale açması ve ihale sonucu imzalanan sözleşmenin gereklerini yerine getirmemesi sebebiyle zarara sebebiyet verdiği iddiasıyla açılan tazminat davasında usul ve esas yönünden yapılan yanlışlıklar ile yargılamanın makul sürede tamamlanmaması sebebiyle anayasal hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 13/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 20/6/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu beyanlarını sunmuştur.
6. Birinci Bölümün 16/12/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Şirket, Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğünün Elazığ ili Kovancılar ilçesinde bulunan işletmesinin bünyesinde bulunan cevher hazırlama ünitesinin tadilat, tamirat, yenileme ve işletilmesi amacıyla açtığı altı yıl süreli yap-işlet-devret ihalesini kazanmış ve taraflar arasında 11/11/1998 tarihli sözleşme imzalanmıştır. Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğü, ihalenin açıldığı ve sözleşmenin yapıldığı dönemde kamu tüzel kişiliğine sahip bir iktisadi devlet teşekkülüdür.
9. Başvurucu, sözleşmede kendine yüklenen sorumlulukları tamamladıktan sonra 1/7/2001 tarihine kadar yaklaşık iki buçuk yıl işletmeyi yap-işlet-devret modeli çerçevesinde işletmiştir. Bu tarihten sonra Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğü özelleştirme kapsamına alınmış ve başvurucunun işleri askıya alınmıştır.
10. Taraflar arasındaki ilişkinin belirsiz bir hâl aldığı iddiasıyla başvurucu önce Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğü ile görüşmüş, görüşmelerden sonuç alınamayacağı kanaatine varması üzerine fazlaya dair haklarını saklı tutarak 28/3/2003 tarihinde Kovancılar Asliye Hukuk Mahkemesinde teminat mektupları ve avans teminatların iadesi, yatırım bedeli ve zarar karşılığı tazminat talebiyle dava açmıştır. Başvurucu yargılama aşamasında ıslah dilekçesi vererek teminat mektuplarının iadesi ile yaptığı masraflar ve kaçırdığı fırsatlar nedeniyle oluşan zararını talep etmiştir.
11. Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğü, yargılama süreci devam ederken 24/6/2004 tarihinde özelleştirilmiştir.
12. Mahkemece 20/2/2006 tarihli ve E.2003/64, K.2006/13 sayılı ilamla davanın kabulüne, taleple bağlı kalınarak uğranılan fiilî zarar sebebiyle 500.000 ABD dolarının, kaçırılan fırsat sebebiyle 500.000 ABD dolarının faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, teminat mektuplarının davacıya iadesine karar verilmiştir.
13. Karar, Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından esas yönünden bozma; başvurucu tarafından ise vekalet ücreti yönünden düzeltilerek onama talebiyle temyiz edilmiştir.
14. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 20/9/2007 tarihli ve E.2006/2673, K.2007/5513 sayılı ilamıyla hükmedilen fiilî zarar yönünden yeniden inceleme yapılması, faiz ve teminat mektupları yönünden yeniden değerlendirme yapılması, kaçırılan fırsat sebebiyle talepte bulunulamayacağı gerekçeleriyle hükmün davalı yararına, vekalet ücreti yönünden ise başvurucu yararına bozulmasına karar verilmiştir.
15. Karar düzeltme istemi Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 5/5/2008 tarihli ve E.2007/7747, K.2008/2971 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
16. Bozma ilamından sonra bozma ilamında belirtilen şekilde tazminat hesabı yapılması amacıyla dosya, Mahkemece bilirkişi heyetine gönderilmiştir. Fazlaya dair haklarını saklı tutan başvurucu, bilirkişi raporu doğrultusunda bakiye alacağı için dava açmış; Kovancılar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/171 esasına kayıtlı bulunan dosya asıl dava dosyası ile birleştirilmiştir.
17. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 3/6/2009 tarihli ve E.2008/127, K.2009/126 sayılı ilamla davanın kısmen kabulüne, menfi zarar karşılığı 500.000 ABD dolarının faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, müspet zarara ilişkin tazminat talebinin reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.
18. Bu karar, davacı başvurucu ve davalı tarafça ayrı ayrı temyiz edilmiş; Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 8/4/2010 tarihli ve E.2009/6711, K.2010/2026 sayılı ilamıyla davacı başvurucunun temyiz dilekçesini süresi dışında vererek temyiz süresini geçirmesi sebebiyle temyiz isteminin reddine, davalının bir kısım temyiz itirazının kabulü ile hükmün davalı yararına bozulmasına karar verilmiştir.
19. Karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 24/6/2011 tarihli ve E.2011/2260, K.2011/3720 sayılı ilamı ile birleşen davadaki faiz başlangıcı yönünden bozma ilamının düzeltilmesine, diğer karar düzeltme istemlerinin reddine karar verilmiştir.
20. Başvurucu, ayrıca Yargıtay Daireleri arasındaki görüş ayrılıklarının giderilmesi amacıyla içtihatların birleştirilmesi için Yargıtay Başkanlığına başvurmuştur. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 30/6/2011 tarihli ve 126 sayılı kararı ile içtihatları birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığına karar verilmiştir.
21. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 26/9/2012 tarihli ve E.2011/268, K.2012/136 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne, menfi zarar karşılığı 500.000 ABD dolarının faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, müspet zarar karşılığı tazminat talebinin reddine, teminat mektuplarının iadesine, birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
22. Anılan karar, önceki bozmalar gereğince hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle başvurucu tarafından temyiz edilmemiştir.
23. Karar davalı tarafından temyiz edilmiş, başvurucu temyize cevap vermiş fakat davalı tarafın daha sonra 13/12/2012 tarihinde temyiz talebinden vazgeçmesi üzerine karar kesinleşmiştir. İlk Derece Mahkemesi tarafından düzenlenen 18/12/2012 tarihli kesinleşme şerhinde şöyle denmektedir:
''... hüküm Davacı vekiline 28/11/2012 tarihinde, Davalı vekiline ise 27/11/2012 tarihinde tebliğ olunmuş olup Taraf vekillerinin Kararı Temyiz Etmemesi Üzerine hükmün 14/12/2012 tarihinde kesinleştiği tasdik olunur.''
24. Başvurucu, temyizden vazgeçildiğini ve kararın kesinleştiğini 19/12/2012 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 11/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
25. 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun'un 1., 3/a. ve 5. maddeleri, 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un 4/d., 4/f., 20/B. ve 37/a. maddeleri, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 106., 108. ve 125. maddeleri, 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 77. maddesi ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 25/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 11/1/2013 tarihli ve 2013/311 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu, Eti Krom A.Ş. Genel Müdürlüğünün gerekli altyapı çalışmalarını yapmadan ihale açması ve ihale sonucu imzalanan sözleşmenin gereklerini yerine getirememesi sebebiyle zarara uğradığını, eksik işçi çalıştırma konusunda kendisinin kusurunun bulunmamasına rağmen Sosyal Sigortalar Kurumunun idari işlemine maruz kaldığını, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının yasa ile üstlendiği tasfiye görevini gereği gibi yerine getirmemesi sebebiyle uzun bir yargılama süreciyle karşı karşıya kaldığını belirtmiştir.
28. Başvurucu; ayrıca işletmenin tadilat, tamirat ve yeniden inşaatı için yaptığı şeylerin kaybolma riski bulunmasına rağmen tespit taleplerinin yerel mahkemece sürekli olarak reddedildiğini, geç de olsa ayrı bir tespit dosyası açılarak yapılan incelemede keşif gün ve saatinin usulüne uygun olarak bildirilmediğini, ilgili yerlere yazılacak müzekkerelerin elden takibi talebinin reddedildiğini, taraf iddia ve savunmalarına aynı oranda değer verilmediğini, teminat mektuplarının paraya çevrilmesini önleyecek tedbir talebinin reddedilmesi sebebiyle gereksiz emek, para ve zaman harcandığını, Yargıtay kararlarının öngörülemez nitelikte olduğunu, temel usul hukuku kurallarının ihlal edildiğini, asıl davasını para birimi olarak ABD doları cinsinden açmasına rağmen ek davasını TL cinsinden açamayacağına ilişkin Yargıtay kararının hak ve nesafet ölçülerine aykırı olduğunu, diğer emeklerini ve zaman kaybını dikkate almadan sadece yaptığı masrafların ödenmesine ilişkin kararın angarya niteliğinde olduğunu, kararların gerekçelerinin yetersiz olduğunu, hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını ve yargılamanın makul süre sınırını aşarak yaklaşık dokuz yılda tamamlandığını belirterek hukuk devleti ve eşitlik ilkeleri ile angarya yasağının, çalışma ve sözleşme hürriyeti, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ve maddi tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
29. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, başvuruya konu dava ve birleşen dava ile ilgili olarak Anayasa’nın 2., 10., 18., 35., 36. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi kendisi yapar (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu kapsamda başvurucunun makul süre şikâyeti dışında kalan tüm şikâyetlerinin özü itibarıyla müspet ve menfi zararların tazmini ve diğer taleplere ilişkin olarak açılan başvuruya konu dava ve birleşen dava ile bu davalardaki sürece ilişkin olduğu değerlendirilerek bu kapsamda bir bütün olarak incelenmiş; makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet ise adil yargılanma hakkı kapsamında ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Şikâyeti Dışında Kalan İhlal İddiaları
30. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/03/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
31. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
32. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).
33. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemez (Bayram Gök, § 20).
34. Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından ETİ Krom A.Ş. Genel Müdürlüğü aleyhine sözleşmeden kaynaklanan menfi ve müspet zararların tazmini ve diğer taleplere ilişkin olarak açılan davada İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen 20/2/2006 tarihli karar, temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 20/9/2007 tarihli ilamı ile bozulmuş; tarafların karar düzeltme istemi ise 5/5/2008 tarihinde reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda verilen karar taraflarca temyiz edilmiş, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 8/4/2010 tarihli ilamı ile başvurucunun temyiz dilekçesinin temyiz defterine kaydının yapılmadığı ve harçlandırılmadığı, bu şekilde temyiz süresinin geçirildiği belirtilerek başvurucunun temyiz isteminin reddine karar verilmiş, davalının bir kısım temyiz talebi kabul edilerek hüküm davalı yararına bozulmuştur. Karar düzeltme istemi ise 24/6/2011 tarihli ilamla davalı yönünden kısmen kabul edilmiştir. İlk Derece Mahkemesince bozma ilamına uyularak verilen 26/9/2012 tarihli karar davalı tarafça temyiz edilmiş ise de daha sonra temyiz talebinden vazgeçilmiş, başvurucu ise hukuki yarar görmediğini belirterek kararı temyiz etmemiş ve karar kesinleşmiştir.
35. Bu durumda İlk Derece Mahkemesince 20/9/2007 tarihli bozma ilamına uyularak verilen 3/6/2009 tarihli kararı usulüne uygun olarak süresi içinde temyiz etmeyen başvurucunun itirazlarını olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürerek inceletme ve davasını takip etme hususunda gerekli özeni gösterdiği söylenemez.
36. Öte yandan başvurucu, İlk Derece Mahkemesince verilen 26/9/2012 tarihli son karara karşı da olağan kanun yollarına başvurmaksızın Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihadına göre genel bir kural olarak başvurucu, dava konusuyla ilgili ulusal içtihada göre yapacağı bir temyiz başvurusunun başarısız olacağını ispat ederse başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmiş olduğu kabul edilecektir (Kleyn ve diğerleri/Hollanda, B. No: 39343/98, 6/5/2003, § 156).
38. Temyiz mahkemesinin yakın zamanda vermiş olduğu ve başvurucunun davasına da uygulanacak nitelikte bir karar varsa ve temyiz mahkemesinin bu kararını değiştirmesi ihtimal dâhilinde görünmüyorsa başvurucu, olağan kanun yollarını tüketmiş sayılacaktır (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 30).
39. Somut olayda, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 20/9/2007 ve 8/4/2010 tarihli temyiz incelemeleri ile 24/6/2011 tarihli karar düzeltme incelemesi yaparak bozduğu kararlardan sonra İlk Derece Mahkemesinin bozma ilamlarına uymak suretiyle verdiği 26/9/2012 tarihli karara karşı başvurucu temyiz yoluna başvurmadan bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava konusu uyuşmazlığa ilişkin Yargıtay Dairesinin farklı bir sonuca ulaşmasına engel ulusal düzeyde bir içtihat nedeniyle temyiz başvurusunun başarısız olacağı ispat edilmediği gibi ilgili Yargıtay Dairesinin kararını değiştirmesi ihtimalinin de bulunması gözönünde bulundurulduğunda İlk Derece Mahkemesince verilen son karara karşı da olağan kanun yollarının tüketildiği söylenemez.
40. Açıklanan nedenlerle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının hukuk düzeninde öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ ve Kadir ÖZKAYA bu sonuca farklı gerekçeyle katılmışlardır. Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Muammer TOPAL bu görüşe katılmamışlardır.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
42. Başvurucu, Kovancılar Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Bakanlık, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen bu konuda görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
44. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
45. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
46. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda taraflar arasındaki sözleşmenin feshinden sonra başvurucunun müspet ve menfi zararının tazmini ve diğer taleplerine ilişkin olarak Kovancılar Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada 1086 sayılı mülga Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher Ergun ve diğerleri, § 49).
47. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup somut başvuru açısından bu tarih 28/3/2003’tür.
48. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut başvuru açısından bu tarih, temyizden vazgeçmeye ilişkin dilekçenin verildiği 13/12/2012’dir.
49. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde başvurucunun 28/3/2003 tarihinde Kovancılar Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonunda 20/2/2006 tarihinde davanın kabulüne karar verildiği, temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 20/9/2007 tarihli ilamıyla hükmün bozulduğu, karar düzeltme talebinin ise 5/5/2008 tarihinde reddedildiği, Mahkemece bozma kararına uyularak 3/6/2009 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verildiği, temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesince 8/4/2010 tarihinde hükmün bozulduğu, karar düzeltme isteminin ise 24/6/2011 tarihinde reddedildiği, Mahkemece bozma ilamına uyularak verilen 26/9/2012 tarihli son kararın ise davalı tarafça temyiz edilmesine rağmen 13/12/2012 tarihinde temyizden vazgeçilmesi suretiyle kesinleştiği anlaşılmıştır.
50. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin dikkate alınmadığı gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 34-64).
51. Başvuruya konu davanın incelenmesi neticesinde hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller gibi kriterler dikkate alındığında yargılamaların karmaşık nitelikte olduğu kabul edilmekle birlikte yaklaşık on yıllık yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
53. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
54. Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğinin tespiti ile yargılama aşamasında alınmış bulunan bilirkişi raporları kapsamında maddi tazminat talebinde bulunmuş; manevi tazminat talebinde bulunmamıştır.
55. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
56. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on yıldır devam eden yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmekte ise de başvuru formunda hak ihlalinin tespiti ile yalnızca maddi tazminat talep edildiği anlaşıldığından manevi tazminat hususunda ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
57. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkı şikâyeti dışında kalan ihlal iddialarının KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Muammer TOPAL’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Kovancılar Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
25/2/2016 tarihinde karar verildi.
FARKLI GEREKÇE
1. Altyapı çalışmaları yapılmadan ihale açılması ve ihale sonucunda imzalanan sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmemesi sebebiyle açılan tazminat davasındaki yanlışlıklar sebebiyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruda, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışında kalan ihlal iddialarının, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
2. Kararda da belirtildiği üzere, somut olayda başvurucunun açtığı davanın kabulüne dair karar temyiz üzerine Yargıtayca bozulmuş ve iki tarafın da karar düzeltme talepleri reddedilmiş; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda verilen karar da taraflarca temyiz edilmiş, ancak başvurucunun temyiz dilekçesinin temyiz defterine kaydının yapılmadığı ve harçlandırılmadığı, böylece temyiz süresinin geçirildiği gerekçesiyle başvurucunun temyiz talebi reddedilmiş, davalı tarafın temyiz talebi ise kabul edilerek hüküm davalı yararına bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak verilen 26/9/2012 tarihli karar da davalı tarafından temyiz edilmiş, ancak daha sonra temyiz talebinden vazgeçilmiş; başvurucu ise hukukî yarar görmediği için kararı temyiz etmemiş ve karar kesinleşmiştir.
3. Kabul edilebilirlik şartlarından biri olan otuz günlük süre kuralı başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usul kuralıdır (Deniz Baykal, B.No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).
4. Bilindiği gibi, temyiz yolu açık olan bir karara yönelik olarak, etkili bulmadıkları veya hukukî yarar görmedikleri için bu yola başvurmayan başvurucuların, mahkemece verilen kararı öğrendikleri tarihten itibaren süresi içinde temyiz yoluna başvurmayarak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını kullanmaları hâlinde, buna ilişkin süreye riayet etmeleri beklenir. İlk derece mahkemesinin kararı, temyiz yoluna başvurmayanlar bakımından temyiz başvurusu için öngörülen sürenin sonunda kesinleşmekte ise de, başvurucu temyiz talebinde bulunmamayı tercih ettiğinde, ilk derece mahkemesince verilen kararın tebliğ edildiği tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmalı; başka bir ifadeyle, temyiz yolunu etkili bir yol olarak görmeyerek temyiz talebinde bulunmayan başvurucu ilk derece mahkemesinin kararına karşı doğrudan bireysel başvuruda bulunmayı tercih etmişse, bireysel başvuru süresine riayet etmelidir (Deniz Baykal, § 38).
5. İlk derece mahkemesinin bu bireysel başvuruya konu olan 26/9/2012 tarihli son kararı 3/11/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; ancak başvurucu temyiz yoluna başvurulmasında hukukî yarar görmediği için bu yola başvurmadığı halde, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren otuz günlük başvuru süresinin geçmesinden sonra 11/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dolayısıyla başvuruda süre aşımı bulunduğu anlaşılmaktadır.
6. Diğer taraftan, yargılama sürecinin önceki safhalarında ilk derece mahkemesince verilen karara karşı başvurucu tarafından temyiz yoluna gidilmemiş olmasının, temyiz incelemesi sonucunda kararın esastan bozulması üzerine yapılan yargılama ile verilen yeni kararda da başvurucunun bireysel başvuruda bulunma hakkını etkileyeceğini kabul etmenin isabetli olmadığı düşünülmektedir. Bu çerçevede ilk derece mahkemesince 20/9/2007 tarihli bozma ilamına uyularak verilen 3/6/2009 tarihli kararı usulüne uygun olarak süresi içinde temyiz etmeyen başvurucunun gerekli özeni göstermediğine ilişkin tespitin de (§ 35), sonuca esas alınmaması gerektiği düşünülmektedir.
7. Bu sebeplerle, makul sürede yargılanma hakkı dışındaki ihlal iddiaları yönünden verilen kabul edilemezlik kararına başvuru yollarının tüketilmemesi değil, süre aşımı gerekçesiyle katılıyoruz.
Üye
K A R Ş I O Y
Başvurucu, yap işlet devret modeli ile işletilme amaçlı kazandığı ihale sonrasında iktisadi devlet teşekkülüne ait bu yerin süre içerisinde özelleştirme kapsamına alınıp işlerinin askıya alınması karşılığında uğratılmış olduğu zararların giderilmesi amacı ile açtığı dava sonucunda sözleşme hürriyeti, adil ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiası ile mahkememize başvuruda bulunmuştur.
Yargılanma sürecinin anlaşılması için aşağıdaki tabloya gözatıldığında;
TARİH
28.3.2003..……………………………………. Başvurucunun açtığı DAVA
20.2.2006……………………………………... Davanın talep gibi KABULÜ
20.9.2007………………………………………Fiili zarar yönünden yeniden inceleme ve
değerlendirme gerekçesi ile davalı, vekalet ücreti yönünden başvurucu lehine BOZMA kararı
5.5.2008………………………………………..Karar düzeltme RED
3.6.2009………………………………………..Bozmadan sonraki yargılamada davanın
Kısmen KABULÜ kararı
8.4.2010……………………………………….Davacının temyiz talebi (SÜRE GEÇİRME
NEDENİYLE) RED-Davalı yararına BOZMA
24.6.2011……………………………………...Karar düzeltme istemi Kısmen kabul kısmen
Red
26.9.2012…………………………………......Bozma sonrası yargılamada DAVA KISMEN
KABUL
18.12.2012…………………………………….Davalının Temyiz ettiği/Davacının temyize
cevap verdiği ancak Temyizden vazgeçmekle KARARIN KESİNLEŞMESİ
11.1.2013……………………………………. Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru
Mahkememizce, yukarıdaki kronoloji içindeki 28/3/2003 ila 19/12/2012 tarihleri arasında geçen yargı sürecinin makul olmadığına ilişkin başvurucunun ihlal iddiası dışında kalan iddiaları genel bir değerlendirmeye tabii tutulmuş, (30-40 paragraflar arası) ve başvurucunun bize gelmeden evvel gerekli başvuru yollarını tüketmediği nedeniyle başvurusu oy çokluğu ile kabul edilemez bulmuştur.
Değerlendirme aşamasında: Mahkememiz
Başvurucunun, 3.6.2009 tarihli ilk Bozma sonrası verilen, davanın başvurucu lehine kısmen kabulüne ilişkin kararı sonrası verilen temyiz dilekçesi süre yönünden reddedilmiş olmasının yanında, Davalı yanın temyiz talebi üzerine sonraki süreçte verilen son 26/9/2012 tarihli bozma kararı sonrasındaki davanın kısmen kabul kararının (36. Paragraf) temyiz edilmemiş olması hallerini, gerekçe yapmış bunu olağan kanun yollarına başvurmamak ve başvuru eksikliği olarak kabul etmiştir.(prg.39)
“Yargıtay dairesinin dava konusu uyuşmazlığa ilişkin farklı bir sonuca ulaşmasına engel ulusal düzeyde bir içtihatı nedeniyle Temyiz başvurusunun başarısız olacağı İSPAT EDİLEMEDİĞİ gibi, Yargıtay Dairesinin de kararını değiştirmesi ihtimalinin bulunması göz önünde tutulduğunda denilerek” kanun yollarının tüketilmediğine atıfta bulunulmuştur.
Bu yorumla başvurucudan olağan kanun yollarına başvurmamasını haklı çıkaracak bir Yargıtay içtihadı bulması beklenmekte, kendisine değerlendirmemizin aksini ispat külfeti yüklenmektedir. Ayrıca Yargıtay’ın ilgili dairesinin içtihat değiştirme ihtimaline vurgu ile gerekçe yapılması, adil yargılanma hakkının korunmasında kullanılacak ilke ve yorum metotlarından değildir.
Kaldı ki; Yargıtay Daireleri arasında aynı konuda farklı kararların verildiği başvurular hakkında bu varsayımın benzer daire kararları başvurularda emsal gösterildiğinde, Mahkememiz çoğunluğunun bu konuda içtihat farklılıklarının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği ve derece mahkemeleri ve temyiz mercilerinin uyuşmazlıklara ilişkin olarak yorum farklılıklarının da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez olduğu yönünde oluşmuş görüşlerinin, yukarıdaki gerekçeye uygun düştüğü söylenemeyecektir. Ve hatta içtihat değişikliğinin sisteme etkisinin varlığının kabulü bile yerleşene kadar belli bir süreye ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapan kararlarımız da vardır.
Bu genel ilkelerimiz var olduğu sürece, somut olaydaki gibi başvurucudan temyiz başvurusunun başarısız olacağının ispatını bekleme gereği bulunmamaktadır.
Başvuru dosyası incelendiğinde,
Başvurucu davasını açmış, talebi gibi fiili gider ve müsbet zararlarının tazminine karar verilmiş, taraf temyizleri üzerine bozmadan sonra davanın kısmen kabulüne karar verilmiş,Başvurucu temyizi süre yönünden reddedilirken, davalı temyizi ile bozulan dava sonunda kısmen başvurucu lehine tekrar kabul gören dava, davalı tarafça önce temyiz edilmiş ve temyiz dilekçesine başvurucu tarafça cevap verilmiş iken davalının temyizden feragatı ile dava kesinleşmiş ve bireysel başvuruya konu edilmiştir.
Görüleceği üzere başvurucu, aktif olarak davanın kesinleşme süreci içerisinde yer almakta ve hatta uyuşmazlıkla benzer konularda Yargıtay ilgili dairesinin kararlarında belirsizlik yaratan çelişki ve farklılıklara dikkat çekerek süreç içinde Yargıtay Başkanlığına müracaat ile konuda içtihadı birleştirmeye gidilmesini talep ettiği, ancak bu talebinin de reddedildiği anlaşılmaktadır.
Başvurucunun uğramış olduğu zararların giderimi konusunda faydalı olduğunu bildiği kanun yollarını adalete erişim araçlarını gözetip değerlendirerek yaptığı müracaatlar dikkate alındığında davasını takipte gerekli özeni göstermediği söylenemeyecektir.
Temyiz dilekçesi vermek ne kadar başvuru yolunu tüketmiş sayılmak için bir hak gibi görülse de, somut davada yargı sürecinde önceki temyizinde aleyhine bozulmuş ve bozma gibi karar verilmiş bulunan son hüküm hakkında tekrar bozulmasını istemedi diye başvurucunun kanun yolunu takip etmediğini söylemek somut olay bazında doğru bir yaklaşım değildir. Feragat hakkının da erişim ve adalete en kısa sürede ulaşma, zararın en kısa sürede giderimini mümkün kılmada ve adil yargılanma araçlarından biri olduğu açıktır.
Açıklama nedenleri ile başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal yönü dışındaki iddialarının kabul edilebilir olduğuna ve esas değerlendirmesi yapılması gerektiği nedenleri ile Başvuru Yollarının Tüketilmemiş Olması şeklinde ulaşılan sonuca katılınmamıştır.
Bireysel başvuruda, yerel mahkemenin, kısmen kabul kararının, başvuru aleyhine olan kısmının hak ihlaline neden olduğu iddiasıyla, hukuki yarar bulunmadığından temyiz edilmeksizin, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurunun, çoğunluk kararıyla, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının hukuk düzeninde öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı gerekçesiyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Olayda, başvurucunun yerel mahkemede, teminat mektuplarının ve avans teminatların iadesi ve bu nedenle uğranılan zararı, yatırım bedeli ve zarar karşılığının tazminatı, yaptığı masraflar ve kaçırdığı fırsatlar nedeniyle oluşan zararı talep ederek açtığı davanın bir bütün olarak görülmesi gerekir. Yargılama sürecinde, ilk kararında davayı kabul ederek, başvurucu lehine karar verdikten sonra; Yargıtay Hukuk Dairesi’nin bozma kararına uyan yerel mahkeme davayı kısmen kabul, kısmen redle sonuçlandırmıştır. Bu kararın başvurucu tarafından yapılan temyizinin süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi, başvurucunun, davasını gerekli özen ve dikkatle takip edip etmediği şeklinde yorumlanamaz. Zira, yerel mahkemenin bozma kararına uyması sonrasında, Yargıtay Hukuk Dairesi kararı bir kez daha bozmuş ve yerel mahkeme bir kez daha bozma kararına uymuştur. Bu suretle yargılama sürecinde, başvurucu açısından yeni bir evre başlamıştır. Bu evrede başvurucu ikinci bozma kararı üzerine yerel mahkemece verilen kararı, önceki bozma kararları gereğince verildiğinden hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle temyiz etmemiştir.
Bu aşamada çoğunluğun görüşüne göre başvurucudan beklenen, hukuk düzeninde öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamını usulüne uygun şekilde tükettikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmasıdır. Bu görüşe, Yüksek Mahkeme’nin bir kez bozma kararı vermesinden sonra bozma kararına uyarak verilen kararın temyiz edilmesi gerektiği noktasında katılmak mümkündür. Olayda olduğu gibi ikinci kez verilen bozma kararından sonra, başvurucudan, bozma kararına uyan kararı da temyiz etmesini beklemek, yargı yollarının tüketilmesi anlamında başvuruculara yeni bir külfet yüklemek anlamına gelecektir. Diğer taraftan, başvurucu tarafından temyiz edildiğinde, kararın üçüncü kez bozulması da mümkündür. Bu kez de yargı yolunun tüketilememesi gibi bir sonuçla karşılaşılabilir.
Olayda ikinci kez verilen bozma kararı üzerine, mahkemece bozma kararına uyularak yeni bir karar verilmiş ve başvurucu açısından hukuki uyuşmazlık netleştiğinden kararı temyiz etmekte hukuki yarar görülmemiştir. Davalı idare açısından da durum netleşmiş, temyiz de hukuki yarar görülmemiş olmalı ki öncesinde temyiz talebinde bulunulmuş, fakat sonrasında bu talepten vazgeçilmiştir. Karşı tarafın temyiz isteminden vazgeçtiğinin bildirilmesi sonrasında, ilk derece mahkemesince 18/12/2012 tarihinde kesinleşme şerhi verilmiş, başvurucu ise 11/01/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunarak diğer hususlar yanında davanın bir bütün halinde ele alınmasına da olanak sağlamıştır.
Bu şekilde bir yaklaşım davayı sürüncemede bırakmadığı gibi bireysel başvuruya “hak” odaklı bakmanın hem gereği hem de sonucudur. Olay ve olguları başvurucular lehine yorumlayan yaklaşımı benimsemenin bireysel başvurunun anlam ve amacına daha uygun olacağı düşünülmektedir.
Bu durumda, olayda davacı ve davalı açısından yargı yolunun tüketildiğinin kabulü ile başvurunun makul sürede yargılanma hakkı şikâyeti dışında kalan ihlal iddiaları yönünden kabul edilebilir olduğu ve esasa girilmesi gerektiği görüşüyle kararın anılan kısmına katılmadık.