TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET SALİH DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3165)
|
|
Karar Tarihi: 4/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Kamil KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Salih
DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Vedat
ÖZKAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan
tazminat davasının, mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı
gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/5/2013 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/6/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, Konya Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.1995/91
sayılı dosyası kapsamında “yasa dışı örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla 19/4/1995
tarihinde gözaltına alınıp 26/4/1995 tarihinde tutuklanmış ve 8/6/1995
tarihinde tahliye edilmiştir.
6. Konya Devlet Güvenlik Mahkemesinin 5/3/1996 tarihli ve
E.1995/91, K.1996/53 sayılı kararı ile başvurucunun beraatına karar
verilmiştir. Söz konusu karar 13/3/1996 tarihinde kesinleşmiştir.
7. Başvurucu, beraat kararını 11/4/2011 tarihinde haricen
öğrendiğini beyan etmiştir.
8. Başvurucu, haksız olarak tutuklu kaldığı sürede uğradığı
maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemiyle Adana 5. Ağır Ceza
Mahkemesinde 15/4/2011 tarihinde tazminat davası açmıştır.
9. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi 17/2/2012 tarihli ve E.2011/205,
K.2012/80 sayılı kararı ilesüresinden sonra açıldığı
gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“ ... sanık hakkında, Yasa Dışı PKK Örgütüne Yardım ve Yataklık Yapmak
Suçunu işlediğinden bahisle TCK.nun 169., 40., 31.,
33. maddeleri uyarınca cezalandırılması talebi ile Konya Devlet Güvenlik
Mahkemesinde kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucunda 05/03/1996
tarih ve 1996/53 Karar sayılı karar ile; davacı-sanığın beraatine
karar verildiği, suçun yaptırımının TCK.nın 169
maddesinde 3-5 yıl arası olarak belirlendiği, bu dava için 765 sayılı TCK.nın 102/3 ve 104/2 maddeleri gereğince öngörülen uzamış
zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ayolduğu, suç tarihi
1995 ve öncesi olduğuna göre, en lehe yorumla 06/06/2003 tarihi itibarıyla, bu
davanın tamamen zamanaşımına uğradığı, davacı-sanık hakkındaki bu kamu davası
halen derdest ise 06/06/2003 tarihi itibarıyla, zamanaşımı nedeni ile tamamen
ortadan kaldırılması gerektiği, davacı-sanık ve vekili tarafından, bu davanın
halen derdest imiş gibi kendilerine beraate ilişkin
kararın tebliğ edilmediği ve işbu tazminat davasının süresinde açıldığı ileri
sürülmüş ise de, tazminat davasının 15/04/2011 tarihinde açıldığı, söz konusu
ceza davası derdest olsa dahi ortadan kaldırılması gereken süreden 8 yıl sonra
bu tazminat davasının açıldığının tespit olunduğu, beraat kararının verildiği
tarihin üzerinden 15 yıl gibi çok uzun bir sürenin geçtiği, yaşamın olağan
akışı ve zamanaşımı hükümleri ile 765 sayılı TCK.nın
44 ile 5237 sayılı TCK.nın 4/1.maddelerindeki “Ceza
kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” temel düzenlemesi de dikkate
alındığında, davacı-sanık ve vekili tarafından ileri sürülen hususların geçerli
bir mazeret olarak kabul göremeyeceği, dolayısı ile işbu tazminat davasının
süresinden sonra açıldığı anlaşılmakla, süresinden sonra açılan davanın reddine
karar [verilmiştir].”
10. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 23/1/2013 tarihli ve E.2012/28802, K.2013/2026 sayılı ilamı ile
onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Ceza Genel Kurulunun 23/03/2010 tarih ve 2009/256 Esas ve 2010/57
sayılı kararında 466 sayılı Kanunun 2. maddesindeki üç aylık sürenin başlangıcı
için 21/04/1975 tarih ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına atıf
yapılarak kesinleşen beraat kararından davacının haberdar olmasının aranması
gerektiği şeklindedir. Ancak adı geçen kararda tazminat davasının ne zamana
kadar açılması gerektiğine dair bir açıklama yoktur. Borçlar
Kanununun 60. maddesinde tazminat davasının, zarar verici fiil veya
olayın vukuundan itibaren her halde 10 yıl sonra zamanaşımına uğrayacağı kabul
edilmiştir. Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimseler bakımından, devletin
yaptığı yakalama veya tutuklama haksız fiili ceza davasının kesinleşmesi ile
netleştiğinden bu tarih olayın vuku tarihi olup, ceza verilmesine yer
olmadığına kararının kesinleşme tarihinin 13.03.1996 olup, bu tarihten itibaren
10 yıl dolduktan sonra, 15.04.2011 tarihinde dava açıldığının anlaşılmış olması
karşısında,davanın reddine karar verilmesindekanuna
aykırı yön bulunmadığından tebliğnamedeki bozma
isteyen görüşe iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere,
mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine,
incelenen dosya kapsamına göre, davanın hak düşürücü sürenin dolmasından sonra açılmasınedeniyle reddine ilişkin hükme yönelik davacı
vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme aykırıolarak ONANMASINA ... karar verildi.”
11. Yargıtay ilamı 9/4/2013 tarihinde Derece Mahkemesine
gönderilmiş; başvurucu, onama ilamından anılan tarihte haberdar olduğunu beyan
etmiştir.
12. Başvurucu 7/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
13. 7/5/1964 tarihli ve 466 sayılı mülga Kanun Dışı Yakalanan
veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“6. Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında
kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut
beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına
karar verilen;
...
kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde
Devletçe ödenir.”
14. 466 sayılı mülga Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“1 inci maddede yazılı sebeplerle zarara,
uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar
sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği
veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay
içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle
başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler.”
15. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 6. maddesi şöyledir:
“(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden
itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise,
7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere
Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”
16. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 60.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava,
mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı
tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan
itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.”
17. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 6/5/2014 tarihli ve
E.2014/12-141, K.2014/229 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan
ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı
Kanun hükümlerine göre açılan tazminat davaları için 2. maddede belirtilen üç
aylık sürenin dışında esas alınacak azami bir sürenin olup olmadığı, azami bir
sürenin var olduğunun kabul edilmesi halinde ne zaman başlayacağı ve bunlara
bağlı olarak davanın süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
...
Gerçekten 466 sayılı Kanun hükümlerine göre
tazminat davalarının süresinde açılıp açılmadığına ilişkin uyuşmazlıklar Ceza
Genel Kurulunun gündemine defalarca gelmiş ve istikrarlı bir şekilde, kanunun
2. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresinin, 21.04.1975
gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı
hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının
kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren
başladığı kabul edilmiştir. Fakat sözü edilen dosyalarda 466 sayılı Kanun
hükümlerine göre açılacak tazminat davaları için 2. maddede belirtilen üç aylık
sürenin dışında esas alınacak azami bir sürenin olup olmadığı tartışılmamıştır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271
sayılı CMK’nun “Tazminat İsteminin Koşulları”
başlıklı 142. maddesinin 1. fıkrasında yer alan; “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her
hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde
tazminat isteminde bulunulabilir” şeklindeki düzenlemeyle tebliğden itibaren üç
ay ve her halde kesinleşme tarihinden itibaren bir yıl içinde tazminat
talebinde bulunulabileceği hüküm altına alınmıştır.
818 sayılı Borçlar Kanununun “Müruru zaman”
başlıklı 60. maddesinde; zarar gören tarafın zararı ve failini öğrenme
tarihinden itibaren bir yıl ve her halde fiilin vukuundan itibaren on yıl, 01.07.2012
tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun “Zamanaşımı”
başlıklı 72. maddesinde de,zarar görenin zararı ve
tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde fiilin
işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle tazminat isteminin
zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari
dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri gerektiği düzenlenmiştir.
Görüldüğü
gibi, söz konusu kanunlar uyarınca açılacak davalarda tebliğ ya da öğrenmeden
başlayan asıl sürenin yanında eylem ya da işlem tarihinden itibaren azami dava
açma süreleri öngörülmüş, 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 39. maddesinde ise,
ilama dayanan takibin, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına
uğrayacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu
değerlendirildiğinde;
466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılacak
tazminat davaları için de, 2. maddede belirtilen ve
beraat hükmünün kesinleşmesinin tebliğinden veya öğrenilmesinden itibaren
işleyen üç aylık sürenin dışında esas alınacak makul azami bir süre kabul
edilmelidir. Özellikle 1982 Anayasasının “kişi hürriyeti ve güvenliği” ile
ilgili olup tutuklama şartları ve haksız tutuklama işlemlerinden de bahsedilen
19. maddesinde yapılan; “bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin
uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe
ödenir” şeklindeki değişiklikten sonra, tazminat hukukunun genel prensiplerine
göre 10 yıllık azami bir sürenin kabul edilmesi, hak arayışlarının kötüye
kullanılacak biçimde süresiz kılınmasını önleyebileceği gibi adalet ve nasafet kurallarına da uygun ve isabetli olacaktır.
Böylece, haksız yakalama ve tutuklama nedeniyle tazminat davalarına da
hukukumuzdaki diğer tazminat davalarındaki gibi dava açmak için azami süre
şartı getirilecek ve beraat ile sonuçlanmış ceza dava dosyalarının
kesinleşmesinden sonra süresiz olarak 466 sayılı Kanuna göre dava açma
keyfiliğinin de önüne geçilecektir.
...
[B]u davalarda esas alınacak 10 yıllık azami
sürenin de kesinleşme tarihinden itibaren başlaması gerektiği kabul
edilmelidir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu; Konya Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.1995/91
sayılı dosyası kapsamında haksız yere tutuklu kaldığını, Derece Mahkemesince
yapılan yargılama sonucunda beraat etmesine rağmen kararın kendisine tebliğ
edilmediğini, beraat kararını haricen öğrendiğini, haksız olarak tutuklu
kaldığı sürede uğradığı maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemiyle
Hazine aleyhine açtığı tazminat davasının Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince
mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedildiğini,
gerek 466 sayılı Kanun’da gerekse Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu ve
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında bu tür davalar için azami dava açma
süresi öngörülmediğini belirterek Anayasa’nın 17., 19., 36. ve 40. maddelerininde düzenlenen haklarınınihlal
edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat
taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, açtığı
tazminat davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının
bir mahkeme tarafından incelenememesine ilişkin olduğu, dolayısıyla
başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer
alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
21. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
22. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri
ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
...”
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
24. Anayasa’nın 36. maddesindeki “Herkes, ... yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ... hakkına sahiptir.” ifadesiyle adil yargılanma hakkının
başlangıç noktasını, bireylerin mahkemelere erişim hakkının oluşturduğu
anlaşılmaktadır (Ali Kızıl, B.
No: 2014/9295, 25/3/2015, § 35).
25. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye
etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri
olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru
konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin
mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını
gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki ya da uygulamadaki
belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu
hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
26. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların
hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık
ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin
olarak takdir yetkilerine dayanarak bazı sınırlamalar getirebilir ve bu
davalar, niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte
bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
27. Mahkemeye erişimi aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız
hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla
birlikte dava açmak ya da kanun yollarına başvurmak için belli sürelerin
öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça-
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz ancak öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış
uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun
yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
28. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak
arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler,
hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilemez. Anılan süreler; mahkemelerin, zamanın geçmesi nedeniyle
güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak
geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle
oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi
önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler,
devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı
oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa’da yer alan hak arama hürriyetini
engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93,22095/93,
22/10/1996, § 51).
29. Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım
şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını
uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı
şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının
ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, §
29).
30. Somut başvuruda başvurucu, haksız tutuklanma nedeniyle
açılacak tazminat davaları için 466 sayılı Kanun’da ve yargı içtihatlarında
azami dava açma süresi öngörülmediği hâldemevzuatın
hatalı yorumlanması sonucu açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini
belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. Sözleşme’nin 5. maddesi, tutuklama ve yakalamaya ilişkin
esasları belirlendikten sonra 5. fıkrasında “Bu
madde hükümlerine aykırı olarak yapılmış bir yakalama veya tutuklama işleminin
mağduru olan herkes tazminat hakkına sahiptir.” şeklindeki düzenleme
ile Sözleşme’de belirlenen esaslara aykırı olarak
gerçekleştirilen bir yakalama veya tutuklama işleminden dolayı zarar görenlerin
tazminat talep edebileceğini hüküm altına almıştır.
33. Sözleşme’nin 5. maddesine benzer şekilde Anayasa’nın 19.
maddesinin son fıkrasında “Bu esaslar
dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun
genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” şeklindeki düzenleme ile
hukuka aykırı şekilde yakalanan veya tutuklanan kişilerin tazminat davası
açabilecekleri hüküm altına alınmıştır.
34. Hukuka aykırı şekilde yakalandığını veya tutuklandığının
iddia eden kişi, 466 sayılı mülga Kanun’un 1. ve 2. maddeleri ile 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinde belirtilen
şekilde ilgili ağır ceza mahkemesinde, haksız olarak özgürlüğünden yoksun
bırakılması nedeniyle tazminat davası açabilir. Bu davaya bakan mahkeme, 466
sayılı mülga Kanun’un 3. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesine göre
istemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel
prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında gerekli gördüğü
her türlü araştırmayı yapabilir.
35. Başvuru konusu haksız olarak özgürlükten yoksun bırakılma
nedeniyle açılan tazminat davasında, 466 sayılı mülga Kanun ile 5271 sayılı
Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur.
36. Başvurucu, şekilci bir yorumla Kanun’da öngörülmeyen dava
açma süresibenimsenerek süre aşımı nedeniyle açtığı
davanın reddedilmesinin hakkın özüne dokunduğundan şikâyet etmektedir.
37. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği
temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki
olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması,
yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile
kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas
yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi
tutulamaz. Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve
derece mahkemelerinin kararları açık keyfîlik
içermedikçe kararlardaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde
ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde
ve hukuk kuralını yorumlamasında bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Kenan Özteriş,
B. No: 2012/989, 19/12/2013, § 48). Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin
görevi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması konusunda derece
mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin
uygulamanın, başvurucunun mahkemeye erişim hakkını Anayasa ve Sözleşme’ye aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını
denetlemektir.
38. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını
düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki
yardım almak suretiyle bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle
ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir.
Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir
bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir.
Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok
kanun, işin doğası gereği yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı
olan yoruma açık formüller içermektedir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 71).
39. AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları
birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı
kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek
şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir
uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir (Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51; Tricard/Fransa, B. No: 40472/98, 10/7/2001, §
33).
40. Başvuru konusu olayda başvurucu, Konya Devlet Güvenlik
Mahkemesinin E.1995/91 sayılı dosyası kapsamında “yasa dışı örgüt üyesi olmak”
suçlamasıyla 19/4/1995 tarihinde gözaltına alınıp 26/4/1995 tarihinde
tutuklanmış ve 8/6/1995 tarihinde tahliye edilmiştir. Yapılan yargılama
sonucunda Konya Devlet Güvenlik Mahkemesinin 5/3/1996 tarihli kararı ile
başvurucunun beraatine karar verilmiş, bu karar
13/3/1996 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, kendisine tebligat yapılmaması
nedeniyle kararın kesinleştiğini 11/4/2011 tarihinde haricen öğrendiğini iddia
ederek haksız olarak tutuklu kaldığı sürede uğradığı maddi ve manevi
zararlarının giderilmesi istemiyle 15/4/2011 tarihinde tazminat davası
açmıştır. Söz konusu tazminat davasının başvurucu hakkında verilen beraat
kararının kesinleşmesinden on beş yıl sonra açıldığı anlaşılmaktadır.
41. Başvuruya konu davaya bakan Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi,
beraat kararının verildiği tarihten on beş yıl geçtikten sonra açılan davanın
süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir (bkz. § 9). Yargıtay 12. Ceza Dairesi
de haksız tutma nedeniyle tazminat davalarının ne zamana kadar açılması
gerektiğine dair Yargıtay İçtihadı Birleştirme ve Ceza Genel Kurulu
kararlarında bir açıklama bulunmadığından hareketle kanun dışı yakalanan veya
tutuklanan kimseler bakımından devletin yaptığı yakalama veya tutuklama
işleminin haksız fiil niteliğinde olduğu, haksız fiile dayalı tazminat
davalarının zamanaşımına ilişkin 818 sayılı mülga Kanun’un 60. maddesinde,
tazminat davasının zarar verici fiil veya olayın vukuundan itibaren her durumda
on yıl sonra zamanaşımına uğrayacağına ilişkin hükmün kanun dışı yakalanan veya
tutuklanan kimseler tarafından açılacak tazminat davalarında da uygulanması
gerektiği kanaatine ulaşmış; başvurucu hakkındaki beraat kararının kesinleşme
tarihinden itibaren on yıl geçtikten sonra açılan tazminat davasında hak
düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararını
onamıştır (bkz. § 10).
42. Haksız tutma nedeniyle açılan tazminat davaları için azami
dava açma süresi olup olmadığına ilişkin uyuşmazlıklar, Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun da önüne gelmiş; Yargıtay Ceza Genel Kurulu söz konusu
uyuşmazlıklarda, başvuru konusu davada Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
geliştirdiği yoruma benzer bir yaklaşımla anılan davalarda azami bir dava açma
süresi kabul edilmesinin, hak arayışlarının kötüye kullanılacak biçimde süresiz
kılınmasını önleyebileceği gibi adalet ve nasafet
kurallarına da uygun ve isabetli olacağına kanaat getirmiş ve bu tür davaların
yapılan soruşturma ya da yargılamanın sonunda verilen kararın kesinleşmesinden
itibaren on yıl içinde açılması gerektiğine karar vermiştir (bkz. § 17).
43. Başvuru konusu olayda İlk Derece Mahkemesi ve sonuç
itibarıyla Yargıtay, mevzuat hükümlerini değerlendirmek suretiyle haksız tutma
nedeniyle açılacak tazminat davalarında haksız fiillere ilişkin zamanaşımı
hükümlerinin uygulanması gerektiği, somut olayda dava açma süresinin
geçirildiği sonucuna ulaşmıştır.
44. Derece Mahkemelerince hukuki belirlilik ve hukuk güvenliği
ilkelerine uygun olarak yapılan bu değerlendirme ve ulaşılan sonuç, dava açmayı
imkânsız kılacak nitelikte aşırı şekilci bir yaklaşımdan kaynaklanmadığı gibi
belirtilen kanun hükümlerine önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında
bir anlam vermek suretiyle sonuca ulaşıldığına dair bir uygulama olarak da
değerlendirilmemiştir. Bu itibarla başvurucunun mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek nitelikte bir sınırlama bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından başvurunun diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
4/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.