TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA ERGİN NALBANT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3339)
|
|
Karar Tarihi: 6/2/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa Ergin NALBANT
|
Vekili
|
:
|
Av. Tuncer ÇİNGİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, kasten yaralama
suçunun mağduru olduğunu, suçun faili hakkında hürriyeti bağlayıcı ceza
verilmesi gerekirken, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin
Anayasa’nın 36. ve 40. maddesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/5/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine Eskişehir 5. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 6/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu ile işvereni İ.K.
arasında alacak meselesinden çıkan tartışma kavgaya dönüşmüş ve taraflar
karşılıklı olarak birbirlerini yaralamışlardır.
6. Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığının 10/9/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve İ.K. hakkında
kasten yaralama suçundan Eskişehir 5. Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
7. Eskişehir Devlet
Hastanesinin 25/8/2009 tarihli raporunda, başvurucunun kolunda meydana gelen
kırığın basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ve hayati fonksiyonları 2.
dereceden etkileyecek nitelikte olduğu tespit edilmiştir.
8. Eskişehir 5. Asliye Ceza
Mahkemesi, 9/11/2010 tarihinde sanık İ.K.’nin
başvurucuya yönelik etkili eyleminden dolayı 1 yıl 2 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmiştir.
9. Temyiz üzerine Yargıtay 3.
Ceza Dairesi, 28/2/2013 tarihli ilamında hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararının itiraz kanun yoluna tabi olması nedeniyle dosyanın incelenmeksizin
iadesine karar vermiştir.
10. Başvurucunun, sanık İ.K.
hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kaldırılması
için yaptığı itiraz, Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2013 tarihli
kararı ile reddedilmiştir.
11. Başvurucu, İ.K. aleyhine
Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme,
başvurucunun kolundaki kırık nedeniyle işgücü kaybının hesaplanması için
başvurucuyu İstanbul Adli Tıp Kurumuna sevk etmiştir.
12. İstanbul Adli Tıp Kurumu 3.
Adli Tıp İhtisas Kurulunun 3/2/2012 tarihli raporunda başvurucuda meydana gelen
yaralanmanın %19 oranında sürekli maluliyet yarattığı, iyileşmenin üç ay
sürdüğü ve iyileşme süresince başvurucunun %100 malul sayılması gerektiği
belirtilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
13. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kasten başkasının vücuduna acı veren veya
sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
14. 5237 sayılı Kanun’un 87.
maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına
veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza,
kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar
artırılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 6/2/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/5/2013 tarih ve 2013/3339 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, ceza
mahkemesindeki yargılama esnasında Eskişehir Devlet Hastanesinden alınan adli
raporda kolunda 2. derece kırık bulunduğunun belirlendiğini, buna karşın açmış
olduğu tazminat davasının görüldüğü hukuk mahkemesinde alınan Adli Tıp Kurumu
raporunda kolundaki kırığın %19 oranında sürekli maluliyete neden olduğunun
tespit edildiğini belirtmiştir. Başvurucu, ceza mahkemesi kararına yalnızca
Eskişehir Devlet Hastanesinden alınan adli raporun esas alındığını, ceza
mahkemesinde yapılıp bitirilen yargılamadan sonra hukuk mahkemesinde alınan
Adli Tıp Kurumu raporunun Yargıtay ve Ağır Ceza Mahkemesince göz önünde
bulundurulmadığını, sanığın 5237 sayılı Kanun’un 87. maddesi gereğince 3 yıldan
aşağı olmamak üzere hapis cezası ile cezalandırılması gerekirken 1 yıl 2 ay
hapis cezası ile cezalandırıldığını, ilk derece mahkemesinin ve Yargıtay’ın
genel geçer ifadeler dışında bir gerekçeye dayanmadığını, sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilirken kendisinin olumlu görüşünün
alınmadığını, eksik inceleme ile sanığın cezasız bırakıldığını belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ve Anayasa’nın
40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
17. Başvurucu,
yargılama süreci ve varılan sonuca yönelen adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiası dışında herhangi bir hak ve özgürlüğüne müdahaleden söz
etmemektedir.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın 36. Maddesi Yönünden
18. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
19. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.”
20. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar”
kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenler tarafından yapılabilir.”
21. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/917,
16/4/2013, § 16; B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
22. Başvurucu, yapmış olduğu
şikâyet üzerine başlatılan kovuşturma sonucunda sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi ile Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
24. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak
ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda açıklanır; ancak,
demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına,
küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği
gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine
zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde,
davanın tamamı süresince veya kısmen duruşmalar basına ve dinleyicilere kapalı
olarak sürdürülebilir.”
25. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma” ifadesi, 3/10/2001 tarih
ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile Anayasa’ya eklenmiştir. Anayasa’da adil
yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20; B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
26. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya
ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve
yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması
esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla
sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği
gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak
ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya
yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali
iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından,
bireysel başvuruya konu olamaz (B. No: 2012/917,
16/4/2013, § 21; B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 23).
27. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi içtihatlarına göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması
veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya
katılan sıfatını haiz kişiler, kendilerine bir “suç isnadı” yapılmamış olduğundan, Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza
davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza
davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı
olması hâlleridir (Perez/Fransa, 47287/99, 12/2/2004, § 70; B. No:
2012/917, 16/4/2013, § 22; B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 24).
28. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi
hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ceza
muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır.
Ayrıca verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın etkileri
ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olup hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı
bir etkisi bulunmamaktadır (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 25).
29. Başvurucunun
talebi, suç işlediğini düşündüğü bir üçüncü kişinin cezalandırılmasıyla
sınırlıdır. Başvurucu, üçüncü kişinin fiili nedeniyle medeni haklarına yönelik
bir müdahalenin bulunduğunu düşünüyor ve buna ilişkin zararının giderilmesini
istiyorsa, hukuk mahkemeleri önünde dava açma imkânı vardır. Kaldı ki
başvurucu, Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde bir tazminat davası açmıştır.
Ayrıca başvurucu, ceza yargılamasının kesin olarak sonuçlanmasından sonra
ortaya çıkan yeni delillerin değerlendirilmesi için 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili kurallarına dayanarak, ceza
mahkemesinden, koşullarının varlığı halinde yargılamanın yenilenmesi talebinde
bulunabilir.
30. Öte
yandan bir ceza davasında mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz
kişiler, kendilerine bir “suç isnadı”
yapılmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin koruma alanı dışında
olmakla birlikte bu kişilerin, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
içinde kalan bir başka hak ihlali iddiasını bireysel başvuru ile Anayasa
Mahkemesi önüne getirmeleri mümkündür.
31. Somut olayda başvurucu, başvuru dilekçesinde, sanığa hükmedilen
cezanın daha fazla olması gerektiği, mahkemelerin ve Yargıtayın
eksik inceleme yaptıkları ve kendisinin hak arama hürriyetinden yoksun
bırakıldığını ileri sürmüştür. Başka bir deyişle başvurucu, yargılama süreci ve
varılan sonuca yönelen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışında
herhangi bir hak ve özgürlüğüne müdahaleden söz etmemektedir.
32. Sonuç
itibariyle, bir
ceza davasında üçüncü kişiye verilen cezanın daha fazla olması gerektiğini
ileri süren mağdur sıfatını haiz başvurucunun
yalnızca Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusu, başvurucuya
bir “suç isnadı” yapılmamış
olduğundan, Anayasa’da güvence altına alınmış
ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında
kalmaktadır.
2. Anayasa’nın 40. Maddesi Yönünden
33. Başvurucu, Anayasa’nın 40. maddesinde
düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yukarıda
açıklandığı üzere (§ 24), bireysel başvuru kapsamındaki hakların içeriğinin
tespit edilmesinde Anayasa ve Sözleşme hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi
ve ortak koruma alanının tespit edilmesi gerekmektedir.
34. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve
mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
...”
35. Sözleşme’nin “Etkili başvuru hakkı” kenar başlıklı 13.
maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen
herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler
tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola
başvurma hakkına sahiptir.”
36. Başvurucunun, Anayasa’nın
40. ve Sözleşme’nin 13. maddelerinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğine yönelik iddiasının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate
alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve
Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak
ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkının ihlal edilip
edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak
ve özgürlüğü konusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap
verebilmesi gerekmektedir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 33).
34. Başvurucunun, etkili başvuru
hakkının sağlanmadığı iddialarının, başvurunun temelini oluşturan adil
yargılanma hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak ele alınması
zorunluluğu vardır. Dolayısıyla etkili başvuru hakkı, bağımsız nitelikte koruma
işlevine sahip olmayıp, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını
ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte bir haktır. Bu
çerçevede, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamına giren bir hakkına
yönelik müdahale bulunmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının somut başvuru
açısından uygulanabilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 34).
35. Sonuç
itibariyle, başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesine dayanan ihlal iddialarının
konusu da, Anayasa’da güvence altına alınmış ve
Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında
kalmaktadır.
36. Açıklanan
nedenlerle başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle başvurunun, “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 6/2/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.