TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEGASAN İNŞAAT SANAYİ TİCARET TAAHHÜT A.Ş. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/3401)
Karar Tarihi: 31/3/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Fatma KARAMAN ODABAŞI
Başvurucu
Megasan İnşaat Sanayi Ticaret Taahhüt A.Ş.
Temsilcisi
Erdoğan SURANOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kesinleşen yargı kararının yerine getirilmemesi ve yargı kararını yerine getirmeyen yetkililer hakkında yapılan şikâyet üzerine soruşturma izni verilmemesi sebepleriyle hukuk devleti ilkesi, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/5/2013 tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 23/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 1/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşlerine karşı beyanlarını 9/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başbakanlık Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı (İdare) tarafından 23/12/1992 tarihli sözleşme kapsamında "Kahta kanalizasyon ve arıtma tesisi projesi ve kanalizasyon inşaatı" işi başvurucuya ihale edilmiş 16/4/1998 tarihinde de "Kahta arıtma tesisi inşaatı" işi ile ilgili olarak taraflar arasında ek sözleşme imzalanmıştır.
9. Sözleşmenin devamı aşamasında İdarenin 30/7/2009 tarihli yazısı ile sözleşmenin 9. maddesi kapsamında İdarenin iş kısımlarından ve kademelerinden bazılarını yaptırıp yaptırmamakta serbest olması ve iş kısım ve kademelerine başlanmasının İdarenin iznine tabi olması ile sözleşmenin 28/c maddesi uyarınca işlerin yapılmasını imkansız kılacak, İdarece kabul edilecek olağanüstü zorluğun husule gelmesi ve ayrıca güncelliğini yitirmiş olması sebepleriyle sözleşmenin tasfiye edildiği başvurucuya bildirilmiştir.
10. Başvurucu; hukuka aykırı olarak tasfiye kararı alındığını, tasfiye koşullarının oluşmadığını, asıl amacın yeniden ihale yapmak olduğunu belirterek İdare aleyhine 12/8/2009 tarihinde, Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde, tasfiye koşullarının bulunmadığının tespiti ile muarazanın önlenmesi, bu talebin kabul görmemesi halinde tasfiye kesin hesap ve hakedişlerinin Mahkemece belirlenerek alacağın tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
11. Mahkemece 18/3/2010 tarihli ve E.2009/292, K.2010/48 sayılı karar ile davanın kabulüne, muazaranın önlenmesine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir.
"Taraflar arasındaki uyuşmazlık tasfiye koşullarının oluşup oluşmadığı ile ilgilidir. Davalının 28.7.2009 tarihli iç yazışmasında Güneybatı arıtma işinin 11 yıldır tamamlanmadığı, yeni şartlarla ihale edilmesi durumunda maliyetlerde ... azalma olacağı belirtilerek sözleşmenin tasfiye edilerek acilen ihaleye çıkarılması önerilip, onay alındığı görülmüştür. Sözleşme konusu işin kararlaştırılan süreden daha uzun zamana yayıldığı, bir kısmının kesin kabullerinin bir kısmının geçici kabullerinin yapıldığı, ancak davalının bu süreç içinde davacıya süre uzatımları verdiği ve aralarında kazı pozları ile ilgili ihtilaftan kaynaklanan dava görülmüş olmasına rağmen sözleşmenin feshine gidilmediği, bu konuda davacıya yapılmış bir ihtarname olduğunun iddia ve ispat edilemediği, bu durumda sözleşme düzenlenirken işin kapsamı ve süresinin tam olarak tayin edilemediği ancak davalının bu dönem içinde davacıyı bu konuda temerrüde düşürmediği gibi sözleşmenin feshi yoluna da gitmediği anlaşılmaktadır. Diğer yandan tasfiyeye dayanak yapılmak istenen 15 gün içinde iş programının hazırlanmaması durumunda sözleşmenin 9. maddesi uyarınca süre verilmediği, ayrıca bu durumun şartları oluştuğunda tasfiye değil fesh koşullarının uygulanmasını gündeme getirebileceği gibi, 28. maddede sayılan tasfiye ... koşullarının oluşmadığı, davalının yasal koşulları oluşmadan tasfiyeye gitmek istediği "
12. Temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 17/5/2011 tarihli ve E.2010/3130, K.2011/2966 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır.
13. Başvurucu, İdareye hitaben yazdığı 8/5/2010 tarihli yazı ile İlk Derece Mahkemesinin muarazanın önlenmesine ilişkin kararı kapsamında sözleşmenin yürürlükte olduğunu belirterek inşaat mevsiminin gelmiş olması sebebiyle acil bir karar alınması gerektiğini, bu karar doğrultusunda kendisi tarafından gerekli hazırlıklara başlanacağını belirtmiş; İdarenin başvurucuya gönderdiği 27/5/2010 tarihli yazıda ise İlk Derece Mahkemesince davanın kabul edilmiş olması sebebiyle İdarece söz konusu işin başvurucu tarafından devam ettirilmesi yönünde karar alındığını, arıtma tesisine ilişkin proje hazırlıkları tamamlandıktan sonra başvurucu tarafından çalışmalara başlanabileceğini, bu kapsamda ön hazırlıklara başlanması için gereğinin yapılmasını istemiştir.
14. Başvurucu tarafından noter aracılığı ile İdareye gönderilen 17/2/2012 tarihli ihtarnamede, İlk Derece Mahkemesinin kararının yerine getirilmesi için İdareye yapılan 8/5/2010 tarihli başvuruya yazılı olarak cevap verilmediği, aradan geçen süreye rağmen işin yapılmasıyla ilgili hiçbir gelişme olmadığı belirtilerek tebliğden itibaren onbeş gün içinde işe başlatma kararı verilmediği takdirde sözleşmenin haksız olarak feshedilmiş sayılacağı ihtaren bildirilmiştir.
15. İdarece düzenlenen 30/4/2012 tarihli yazıda 2010 ve 2011 yılları için üçer yıllık hazırlanan teklif cetvelleri kapsamında projenin Kalkınma Bakanlığına sunulduğu, Kalkınma Bakanlığı tarafından projeye ödenek aktarılmadığı, 2012 yılı yatırım programına yönelik yapılan ön görüşmede ise söz konusu projenin yatırım planında yer alması ve ödenek aktarılmasının uygun görülmediği belirtilmiştir.
16. Başvurucu; İlk Derece Mahkemesi kararının yerine getirilmediğinden bahisle 18/5/2012 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur, Başsavcılık 23/7/2012 tarihli ve 2012/14661 sayılı yazısı ile ilgililer hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memur ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca ön inceleme yapılması talebinde bulunmuştur.
17. Kalkınma Bakanlığı 30/11/2012 tarihli ve 2012/1 sayılı kararı ile yargılamayı gerektirir bir eylemin bulunmadığı gerekçesiyle ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine gerek olmadığına karar vermiştir.
18. Başvurucu tarafından soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara itiraz edilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunca 3/4/2013 tarihli ve E.2012/560, K.2013/146 sayılı kararla ön inceleme raporu ve eki belgelerde yer alan tespitlerin isnat edilen eylemden dolayı Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte olmadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı yapılan itirazın reddine karar verilmiştir.
19. İtirazın reddine dair karar başvurucuya 22/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 21/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
22. 4483 sayılı Kanun'un 9. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
"Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.
İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.
İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 31/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, İdare ile imzalanan sözleşmenin İdare tarafından tasfiye edilmesi üzerine adli yargıda açılan ve Yargıtayın temyiz incelemesi sonucu onanan yargı kararının İdarece değişik gerekçeler ileri sürülerek yerine getirilmediğini, yargı kararının yerine getirilmemesi sebebiyle ilgili kamu görevlileri hakkında yaptığı suç duyurusunun sonuçsuz kaldığını, bu kişilerin suç işlemesine rağmen haklarında yargılama yapılamadığını, itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunca verilen kararın gerekçesiz olduğunu belirterek hukuk devleti ilkesi, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitine ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekli işlemlerin yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Başvurucu; hukuk devleti ilkesi, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
26. Başvurucu ilk olarak Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararın yerine getirilmemesinden şikâyet etmektedir. Sözleşmenin tasfiyesi koşullarının oluşmadığının tespiti ve bu husustaki muarazanın önlenmesine ilişkin olan İlk Derece Mahkemesi kararının, niteliği itibarıyla doğrudan mal varlığı değerine yönelik, maddi anlamda mülk sayılabilecek unsuru veya tutarı belirleyen bir karar mahiyetinde bulunmadığı değerlendirildiğinden başvurucunun bu şikâyeti adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiş, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkı yönünden ayrıca bir değerlendirmeye gerek görülmemiştir. Diğer yandan başvurucunun mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirilmesi sebebiyle yaptığı suç duyurusu sonucu ilgililer hakkında soruşturma izni verilmemesi ve bu kapsamda kalan diğer şikâyetleri ise yine adil yargılanma hakkı kapsamında ayrı bir başlık altında incelenmiştir.
1. Mahkeme Kararının Yerine Getirilmesinin Geciktirildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu, kendisi ile İdare arasında akdedilen sözleşmenin tasfiyesi koşullarının oluşmadığının tespiti, bu husustaki muarazanın önlenmesine ilişkin mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirildiği iddiasıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Bakanlık görüş yazısında, mahkemeye erişim hakkından yola çıkılarak kararların icrasının adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edildiğini, somut olayda başvurucunun İdareye hitaben yazdığı 8/5/2010 ve 17/2/2012 tarihli yazılar ile İdare tarafından başvurucuya hitaben yazılan 27/5/2010 ve 30/4/2012 tarihli yazı içerikleri ve İdarenin, başvurucunun proje ile ilgili olarak kamuyu zarara uğrattığı gerekçesi ile Başbakanlık Teftiş Kurulu raporuna göre aleyhine 10 adet alacak davası ve başvurucu firma temsilcisi hakkında da Şanlıurfa 9. Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığına dair 1/2/2016 tarihli yazısı dikkate alındığında yargı kararının kasıtlı olarak yerine getirilmemesinin değil, projeye ödenek tahsis edilememesi ve başvurucu hakkında proje ile ilgili kamuyu zarara uğrattığı gerekçesiyle açılan alacak davaları ve başvurucu Şirket temsilcisi hakkında açılan ceza davası sebebiyle yargı kararının filli ve hukuki durum itibariyle yerine getirilememesinin söz konusu olduğunu ifade ederek şikâyetlerin incelenmesinde belirtilen hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
29. Başvurucu, açılan davaların İdarece alınan tasfiye kararının rızaen kabul edilmesi için kendisi üzerinde baskı unsuru olarak kullanıldığını belirtmiştir.
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).
31. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
33. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir (Arman Mazman, § 59). Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).
34. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, Sözleşme’nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin, bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında “dava”nın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov / Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34).
35. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).
36. Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65).
37. Öte yandan yargı kararlarının icrasındaki gecikmenin kural olarak adil yargılanma hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber yargı kararının niteliği ve kapsamı, mahiyeti, icra edilebilme şekli, icra edilebilirlik hususunda açık ve fiili bir engelin varlığı gibi hususların da somut davanın koşullarına göre ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
38. Somut olayda başvurucu, davalı İdare aleyhine Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada öncelikli olarak sözleşmenin tasfiyesi koşullarının bulunmadığının tespiti ile bu husustaki muarazanın önlenmesini talep etmiş, bu talebinin yerinde görülmemesi halinde ise tasfiye kesin hak edişinin mahkemece belirlenerek alacağın tahsiline karar verilmesini istemiştir. Başvurucunun açmış olduğu terditli davada Mahkemece ilk olarak başvurucunun asıl talebi olan tasfiye koşullarının bulunup bulunmadığı ve bu husustaki muarazaya ilişkin olarak yargılama yapılmıştır. Uyuşmazlığın sözleşmenin tasfiyesi koşullarının oluşup oluşmadığı ile ilgili olduğu belirtilerek bu kapsamda bilgi, belge ve deliller değerlendirilmiş, sonuç itibarıyla tasfiye koşullarının oluşmadığı tespit edilerek bu husustaki muarazanın önlenmesine karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin 18/3/2010 tarihli kararı yalnızca davalı İdare tarafından temyiz edilmiş olup başvurucu, kararı temyiz etmemiştir.
39. Başvurucunun İlk Derece Mahkemesi kararından sonra İdareye hitaben yazdığı 8/5/2010 tarihli dilekçesi ile sözleşme konusu işin başvurucu tarafından yapılmasının istenmesi hâlinde bu hususta karar alınması gerektiğini ve ancak bu karar doğrultusunda gerekli hazırlıklara başlayacağını bildirdiği; İdarenin başvurucuya hitaben yazdığı 27/5/2010 tarihli yazıda ise İlk Derece Mahkemesi kararı doğrultusunda İdarece söz konusu işin başvurucu tarafından devam ettirilmesi yönünde karar alındığı, proje hazırlıkları tamamlandıktan sonra başvurucu tarafından çalışmalara başlanabileceği belirtilerek ön hazırlıklara başlamasının başvurucudan istendiği anlaşılmıştır. Başvuru formu ve eklerinden başvurucununİdareye 17/2/2012 tarihinde 8/5/2010 tarihli dilekçesi ile aynı mahiyette bir ihtarname daha gönderdiği, İdarenin ise 30/4/2012 tarihli yazısı ile 2010 ve 2011 yılı için projenin Bakanlığa sunulduğu ancak ödenek aktarılmadığının belirtildiği görülmüştür.
40. Başvurucu tarafından terditli olarak açıldığı anlaşılan davada başvurucunun asıl talebinin yalnızca başvurucu ile İdare arasındaki sözleşmenin tasfiye koşullarının oluşmadığının ve taraflar arasındaki hukuki ilişkinin devam ettiğinin tespiti ile bu husustaki muarazanın önlenmesi ile sınırlı olduğu ve İlk Derece Mahkemesince başvurucunun dava dilekçesinde belirtiği asıl talebi doğrultusunda yargılama yapılarak münhasıran muarazanın giderilmesine yönelik olarak karar verildiği anlaşılmıştır.
41. Başvuruya konu Mahkeme kararının yalnızca muarazanın önlenmesine yönelik tespit hükmü içerdiği, kararda ayrıca bir eda hükmünün yer almadığı, kararın sözleşme kapsamında taraflara belirli bir işlemi yapma ya da yapmama şeklinde bir yükümlülük yüklemediği, sözleşme koşullarına aykırı davranılması hâlinde bunun başvuru konusu kararın icrası niteliğinde görülemeyeceği; Mahkeme gerekçeli kararında sözleşme konusu işin kararlaştırılan süreden daha uzun zamana yayıldığı, sözleşme düzenlenirken işin kapsam ve süresinin tayin edilemediği gibi somut olayın özelliğine yönelik tespitlerde bulunulduğu ve İdarece İlk Derece Mahkemesi kararından sonra düzenlendiği anlaşılan 27/5/2010 tarihli yazıda, sözleşme konusu işin başvurucu tarafından devam ettirilmesi yönünde İdarece karar alındığının bildirilmiş olduğu hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde Mahkeme kararının uygulanmadığı iddiasına yönelik olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında yargı kararının icrası hakkına ilişkin bir ihlal olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirildiği iddiasına dayalı olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında yargı kararının icrası hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Cumhuriyet Savcılığına Yapılan Suç Duyurusunun Sonuçsuz Kaldığına İlişkin İddia
43. Başvurucu, yargı kararının yerine getirilmemesi sebebiyle ilgili kamu görevlileri hakkında Cumhuriyet Savcılığına yaptığı suç duyurusunun sonuçsuz kalmasından ve soruşturma izni verilmemesine dair karara itiraz üzerine verilen ret kararının gerekçesiz olduğundan şikâyet etmektedir.
44. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun talebinin üçüncü kişilerin cezalandırılması ile sınırlı olduğunu, ihlal iddiasının konusunun Anayasa'da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığını bildirmiştir.
45. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
46. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği düzenlenmiştir.
47. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir.
48. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
49. AİHM içtihatlarına göre bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler; Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş olması veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (Perez/Fransa, B No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).
50. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca soruşturma izni verilmemesine dair kararın etkileri ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olup hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmamaktadır.
51. Başvurucu, suç işlediğini düşündüğü üçüncü kişiler hakkında soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup talebi üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla sınırlıdır. Başvurucu, üçüncü kişilerin fiili nedeniyle medeni haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğunu düşünüyor ve buna ilişkin zararının giderilmesini istiyorsa hukuk mahkemeleri önünde dava açma imkânı vardır.
52. Sonuç itibarıyla başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusu, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kalmaktadır.
53. Açıklanan nedenlerle Cumhuriyet Savcılığına yapılan suç duyurusunun sonuçsuz kalması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Cumhuriyet Savcılığına yapılan suç duyurusunun sonuçsuz kaldığına ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
31/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.