TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NURETTİN KANDEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4646)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Nurettin KANDEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından başvurucunun kendisi
kaçırıldığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun
yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin
yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 5/6/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından 16/6/1994
tarihinde Batman ili Sason ilçesi Dörtbölük köyü Hergök (Yakabağ) mezrasına
yapılan baskında kaçırıldığını,kaçırma
olayında izahı mümkün olmayan korku yaşadığını ve terör örgütü üyelerinin
baskısına maruz kaldığını, örgüt mensuplarının elinden kaçarak kurtulması
akabinde geçici köy koruculuğu görevinden istifa ederek köyünü terk ettiğini
iddia etmiştir.
9. Başvurucu, “Asi” olan soyadını Sason Asliye Hukuk
Mahkemesinin 23/10/2002 tarihli ve E.2002/41, K.2002/60 sayılı kararı ile
“Kandemir” olarak değiştirmiştir.
10. Başvurucu 20/7/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
11. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-831 sayılı kararında;
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer
alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Dikbayır köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit
ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden aileler
bulunduğundan, 1990-2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından,
kaçırılan şahıs ile başvurucunun kimlik bilgileri örtüşmediğinden bahisle
talebin reddine karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman
İdare Mahkemesine devredilmiştir.
13. Batman İdare Mahkemesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/4595,
K.2012/883 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi
şöyledir:
“... Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 25.03.2011 tarih ve
0490-18647-11/Ter.Suç.Ks
sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin
yazısından; Dikbayır Köyü'nün1993-2000 tarihleri
arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma
Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks.
sayılı ve eki 17.11.2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Dikbayır Köyü'ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu,
korucu aileleri dışında köyde 15 hanenin ikamet ettiği,köy
nüfusunun 1990 yılında 210, 1997 yılında 210, 2000 yılında, 278 Kişi olduğu,
Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 04.09.2009 tarih ve 185 sayılı
yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık
seçimlerinin yapıldığı,ancak evrakların imha edilmek
üzere SEKA'ya gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da sandık kurularak seçimlerin
düzenli olarak yapıldığı, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 27.04.2006
tarihli yazısından, Dikbayır Köyü İlköğretim
Okulu'nun1994-1998 yılları arasında güvenlik sebebiyle eğitim ve öğretime kapalıolduğunun ifade edildiğigörülmektedir.
Davacının 1994 yılında terör örgütü üyelerince kaçırılması üzerine
güvenlik sebebiyle köyden göç edildiği ileri sürülmekte ise de,
davacının 01.09.1996 tarihine kadar Dikbayır Köyünde
koruculuk yaptığı ve olaydan 2,5 yıl sonra göç ettiği göz önüne alındığında
davacıya yönelik doğrudan terör tehditi ile göç
etmediği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Dikbayır
Köyü halkının bir kısmının,
güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın,
anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel
güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik subjektif
güvenlik tehditinin bulunmaması nedenleriyle, 5233
sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığından...”
14. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 23/1/2013 tarihli ve E.2012/5084, K.2013/63 sayılı ilamı ile kararın
usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin
kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına
karar verilmiştir. Onama kararı, başvurucuya 7/6/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 1/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
17. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un
1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy korucusu olmak yahut köyü terk
etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ile terör örgütü
mensuplarınca 16/6/1994 tarihinde kaçırılmasına, kaçırılma olayında örgüt
mensuplarının baskı ve korkutmasına maruz kalmasına, örgüt mensuplarının
elinden kaçarak kurtulması akabinde geçici köy koruculuğu görevinden istifa
ederek yerleşim yerini terk etmek zorunda kalmasına dair özel durumu dikkate
alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve şahsına yönelik
bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmamasına dayanılarak sunduğu belgeler
değerlendirilmeden idare tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını, bu
belgeler tebliğ edilmemek suretiyle kendisine savunma yapma imkânı tanınmadan
verilen kararın adil olmadığını, soyadını değiştirmiş olmasına rağmen kaçırılan
kişi ile kimlik bilgilerinin örtüşmemesine dayanılarak başvurusunun Komisyonca
reddedildiğini, 1994 yılında geçici köy koruculuğu görevinden istifa ederek
köyünden ayrılmasına rağmen Mahkemece hatalı hüküm kurularak davasının
reddedildiğini belirtmiştir.
20. Başvurucu; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere dayalı
olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, idarenin can ve mal
güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet hakkından
yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme
nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yazmayan bir
nedene dayanılarak Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin reddedildiğini,
yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve maddi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
maruz kaldığı mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında bir giderim
sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 35.
maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan
ihlal iddiaları, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiasının
incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak değerlendirileceğinden bu ihlal
iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal
iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
23. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
24. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
26. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş, bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
27. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgelerin değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak
tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
28. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
29. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
31. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin derece mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
32. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında
yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup olmadığının çeşitli idari
kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler kapsamında Derece
Mahkemesince değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
13), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun
bulunmak suretiyle kanun yolu denetiminden geçerek (bkz. § 14)kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
35. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında; Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
37. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (20/7/2006) ile nihai karar tarihi (23/1/2013) arasında geçen 6 yıl 6
aylık sürede, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu; 1992 yılında geçici köy koruculuğu görevini ifa
etmeye başladığını, 16/6/1994 tarihinde terör örgütü mensuplarınca Batman ili
Sason ilçesi Dörtbölük köyü Hergök
(Yakabağ) mezrasına yapılan baskında kaçırıldığını,
kaçırılma olayı sebebiyle büyük korku ve baskı yaşadığını, örgüt mensuplarının
elinden kaçarak kurtulmasının hemen sonrasında 1994 yılında görevinden istifa
ederek yerleşim yerini terk ettiğini beyan etmiştir. Başvurucu; 5233 sayılı
Kanun kapsamında yaptığı başvurunun, anılan özel durumunun Mahkemece hatalı
şekilde değerlendirilerek 1996 yılında köyden ayrıldığından bahisle ve mukim
olduğu köyün tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin
incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi
tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz
ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
41. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
42. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup, 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
43. Başvurucunun; terör örgütü mensuplarınca kaçırılmasından,
kaçırılma olayında baskı ve korkutmaya maruz kalmasından kaynaklanan güvenlik
kaygısıyla 1994 yılında köyünü terk ettiği ve bu çerçevede oluşan zararlarının
5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve
belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile soruşturma evrakını Derece
Mahkemesine ibraz ederek terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni
ile yerleşim yerini terk ettiği noktasındaki özel durumunun dikkate alınmasını
talep ettiği anlaşılmaktadır.
44. Başvuru konusu olayda, başvurucunun “Asi” olan soyadını
“Kandemir” olarak 2002 yılında değiştirmiş olması hususu gözönünde
bulundurulmadan, kaçırılan şahıs ile başvurucunun kimlik bilgileri örtüşmediğinden
bahisle Komisyonca başvurunun reddine karar verilmiştir. 17/6/1994 tarihli olay
yeri tespit tutanağı ile Sason Cumhuriyet Savcılığının 11/8/1994 tarihli ve
Hazırlık No: 1994/51, Görevsizlik Karar No: 1994/22 sayılı görevsizlik
kararının incelenmesi neticesinde 16/6/1994 tarihli olayda kaçırılan kişinin
adı, baba adı ve doğum tarihinin başvurucunun adı, baba adı ve doğum tarihi ile
örtüştüğü; anılan belgelerde kaçırılan kişinin soyadının “Asi” olarak
belirtildiği tespit edilmiştir. Başvurucunun nüfus kaydında 2002 yılında
yapılan değişiklik öncesi hâli ile soyadının bu belgelerde “Asi” olarak
belirtildiğinin anlaşılması ile Komisyonun tespitinin isabetli olduğu sonucuna
varılamayacaktır. Komisyonun kaçırılan kişinin başvurucu Nurettin Kandemir olmadığı
şeklindeki hatalı değerlendirmesi, İlk Derece Mahkemesi tarafından telafi
edilerek başvurucunun kaçırılan kişi olduğunun tespiti yapılmıştır.
45. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu gözükmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
46. İdare Mahkemesi kararında nesnel ölçüte ilişkin tespitlere
yer verilmekle birlikte başvurucunun 1/9/1996 tarihine kadar Dikbayır köyünde koruculuk yaptığı, 1994 yılındaki
kaçırılma olayından iki buçuk yıl sonra göç ettiği, dolayısıyla doğrudan terör
tehdidi ile yerleşim yerinin terk edilmediği tespitinde bulunulmuş; davanın
reddine karar verilmiştir. Başvurucunun iddiaları temyiz merciince de incelenip
reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmıştır.
47. Başvurucu, 1994 yılındaki kaçırılma olayının akabinde geçici
köy koruculuğu görevinden istifa ederek köyden ayrıldığının açık ve sabit
olmasına rağmen Derece Mahkemelerince hatalı inceleme yapıldığı konusunda delil
olarak tutanak sunmuş ve anılan tutanakta iki yıl koruculuk görevi ifa ettiği
tespitinin yapıldığını, dolayısıyla 1992 yılında başlayangeçici
köy koruculuğu görevinin 1994 yılında sona erdiğini, 1994 yılında köyden
ayrıldığının teyit edildiğini iddia etmiştir. Jandarma başçavuş, jandarma
kıdemli üst çavuş ve uzman jandarma çavuş rütbelerini haiz üç görevli
tarafından düzenlenen 12/6/2006 tarihli tutanağın incelenmesi neticesinde iki
yıl geçici köy koruculuğu yapıldığına ilişkin kaydın doğrudan ilgili
görevlilerce yapılan bir tespit olmayıp başvurucunun beyanının tutanağa
geçirilmesine ilişkin olduğu sonucuna varılmıştır. Anılan tutanağın tamamının,
Sason İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından Sason Kaymakamlığına hitaben yazılan
14/6/2006 tarihli yazının ve Sason İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından Batman
Valiliğine hitaben yazılan 13/4/1992 tarihli yazınınincelenmesi
neticesinde başvurucunun 1992 yılında geçici köy koruculuğu görevine
başladığının tespitinin yapılmasına rağmen anılan görevin sona erdiğine dair
bilginin kayıtlarda yer almadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.
48. Her ne kadar başvurucu, başvuru formunda 1994 yılında geçici
köy koruculuğu görevinden istifa ederek yerleşim yerinden ayrıldığını beyan
etmiş ise de başvurucunun anılan iddiasına ilişkin sunduğu delillerin
incelenmesi neticesinde başvurucunun belirttiği tarihte köyünü terk etmek
zorunda kalmasına rağmen Derece Mahkemelerince başvurucunun açık olduğunu iddia
ettiği tespite aykırı karar verildiği sonucuna ulaşılamayacağı kanaatine
varılmıştır. Bu çerçevede Derece Mahkemelerinin kararlarında açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
49. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
50. Başvurucu; idarenin, can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet hakkını ihlal ettiğini
iddia etmektedir.
51. Başvuru formunun incelenmesi neticesinde başvurucunun, 5233
sayılı Kanun kapsamında tanzim edilen belgelerde maddi zararının mevcut
olduğunun belirtildiği ve tazminat başvurusunun reddedilmesine ilişkin davada
idari yargı makamlarının söz konusu düzenlemeleri dar ve aleyhe yorumlaması
nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü tespit
edilmiştir.
52. Başvurucu tarafından, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 39-48)
başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve
yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu da
saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin adil yargılanma hakkının gereklerine
uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No:
2013/2263, 26/6/2014, § 43).
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adli yardım talebinin kabulü ile geçici olarak muaf tutulan
yargılama giderinin başvurucudan TAHSİLİNE
10/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.