TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SAHİBE ÇELİK VE NECLA ÇELİK
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4899)
|
|
Karar Tarihi: 20/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucular
|
:
|
Sahibe ÇELİK ve Necla ÇELİK
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurular, terör örgütü
üyeleri tarafından başvurucuların hısımlarına zarar verildiği dikkate
alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların
reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma haklarıyla mülkiyet
haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 5/7/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm ve İkinci
Bölüm Komisyonlarınca başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar
verilmiştir.
4. Birinci Bölüm ve İkinci
Bölüm Komisyonlarınca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanları tarafından
muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve
olgular Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
7. Anayasa Mahkemesi tarafından
2013/4905 başvuru numaralı dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle
2013/4899 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin
2013/4899 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve
2013/4905 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formları ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, terör örgütü
mensupları ile güvenlik güçleri arasında 7/5/1992 tarihinde çıkan çatışmada
hısımları M.Sa.Ç.nin öldürüldüğünü, N.Ç. ve Ay.Ç.nin yaralandığını, 22/4/1994 tarihinde çıkan çatışmada
Al.Ç.nin yaralandığını, M.Şe.Ç.nin
22/4/1994 tarihinde yaralandığını ve eşyaları ile birlikte meskeninin hasar
gördüğünü, Ad.Ç., M.E.Ç., N.Ç. ve S.Ç.nin
meskenlerinin zarara uğradığını beyan etmişler ve bu özel durumlarından
kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda
kaldıklarını iddia etmişlerdir.
10. Başvurucular, ekli tablonun
D sütununda belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren
zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna
(Komisyon) başvurmuşlardır.
11. Ekli tablonun E sütununda
tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu
oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer
alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Gürgenli
köyünün boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından,
anılan köyde 1990 yılında 983 kişi, 1997 yılında 692 kişi, 2000 yılında 843
kişi yaşadığından bahisle taleplerin reddine karar verilmiştir.
12. Belirtilen ret işlemleri
aleyhine ekli tablonun F sütununda belirtilen tarihlerde başvurucular
tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun G sütununda tarihleri
gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile Gürgenli
köyünün 1991 ile 1995 yılları arasında kısmen boşaldığı, Gürgenli
köyüne bağlı Güvenç, Topluca ve Yuvalıçay
mezralarının 1991 ile 1995 yılları arasında kısmen boşaldığı, 1987 ile 2000
yılları arasında Gürgenli köyünde geçici köy korucusu
ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu,
korucu aileleri haricinde köyde 152 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990
yılında 983, 1997 yılında 692, 2000 yılında 843 kişi olduğu; 1990 ile 2000
yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin, 2000 yılı sonrasında da
seçimlerin düzenli olarak yapıldığı; Gürgenli
İlköğretim Okulunun güvenlik nedeniyle kapanan okullar arasında yer almadığı, Gürgenli köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da
olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen
boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının
yaşanmamış olması ve başvuruculara yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece
karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine
hükmedilmiştir.
13. Başvurucuların temyizi
üzerine ekli tablonun H sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile kararların usul ve hukuka
uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların
bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar
verilmiştir.
14. Onama kararları
başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular 5/7/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2.,
4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay
Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı,
Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733
sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679,
K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un
25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli
hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı
ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı
katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü
kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit
edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına
kadar,
c) Çalışma gücü
kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit
edilenlere yirmibeş katından kırksekiz
katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü
kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit
edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki
katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin
mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e)
bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk
Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 20/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 2013/4899 numaralı bireysel
başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
18. Başvurucular; 5233 sayılı
Kanun kapsamında yaptıkları taleplerin ve akabinde açtıkları davaların
reddedildiğini, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köylerinin boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ile terör örgütü
mensuplarınca hısımları M.Şe.Ç.nin yaralanmasına ve
eşyaları ile birlikte meskeninin hasar görmesine, Ad.Ç.,
M.E.Ç., N.Ç. ve S.Ç.nin meskenlerinin zarara
uğramasına, terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan
çatışmalarda hısımları M.Sa.Ç.nin öldürülmesine,
N.Ç., Al.Ç. ve Ay.Ç.nin
yaralanmasına dair özel durumları dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış
olduğu soyut gerekçesine ve şahıslarına yönelik bir terör tehdidi ya da
saldırısının bulunmamasına dayanılarak, sundukları belgeler
değerlendirilmeksizin idare tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını ve
bu belgeler tebliğ edilmemek suretiyle kendilerine savunma yapma imkânı
tanınmadan verilen kararın adil olmadığını belirtmişlerdir.
19. Başvurucular ayrıca yerleşim
yerleri olan Yuvalıçay mezrasının Aydınlık köyüne
bağlı bir mezra iken 2001 yılında Gürgenli köyüne
bağlandığını, dolayısıyla maddi gerçeğin tespiti açısından yargılama konusuna
neden olan olayların yoğun olarak yaşandığı dönemdeki köyün hukuki durumu
dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken hatalı şekilde 2001 yılından
sonraki hukuki durumun dikkate alınarak belge düzenlendiği ve yargılama
mercilerinin bu belgelere dayanarak hatalı karar verdiklerini, bu
şikâyetlerinin hiçbir aşamada değerlendirilmediğini, bu hâli ile yapılan
değerlendirmelerin gerçeği yansıtmadığını, sundukları belgeler dikkate
alınmadan idarece sunulan belgelere dayalı olarak karar veren Mahkemenin
tarafsız olmadığını, önceki bir tarihte aynı yerleşim yerinden başvuruda
bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde karar verdiği hâlde
yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma ve inceleme yapılmayarak
davalarının reddine karar verildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir sebep
bulunmamasına rağmen şahıslarına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak
ayrımcılığa maruz kaldıklarını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet haklarından yoksun
kaldıklarını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle
zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yazmayan bir nedene
dayanılarak Komisyon ve yargı makamlarınca taleplerinin reddedildiğini,
yaptıkları başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125.
ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler ve
maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
20. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde başvurucuların, 5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının
tazmini amacıyla açtıkları davaların reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7.,
10., 35., 36., 87., 125. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia ettikleri anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
21. Başvurucular 7/5/1992
tarihinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada
hısımları M.Sa.Ç.nin öldürüldüğünü, N.Ç. ve Ay.Ç.nin yaralandığını, 22/4/1994 tarihinde çıkan çatışmada
ise Al.Ç.nin yaralandığını beyan etmişlerdir.
Başvurucuların 7/7/2015 tarihli dilekçelerinde ileri sürdükleri bu iddialarının
başvuru formunda sunulanlardan farklı olduğu ve sonraki dilekçelerde ihlal
iddialarına ilişkin vakıaların genişletildiği anlaşılmıştır. Her ne kadar
başvurucular, başvuru formlarında hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş iseler de hısımları M.Sa.Ç.nin
öldürülmesi, N.Ç., Al.Ç. ve Ay.Ç.nin
yaralanması vakıalarının olgusal temellerine işaret dahi etmedikleri tespit
edildiğinden 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer
alan açık hüküm karşısında bu iddiaların hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
22. Ayrıca başvurucular,
Mahkemece verilen ret kararları neticesinde idarenin can ve mal güvenliğini
sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu maruz kaldıkları mülkiyet
hakkından yoksun kalma durumu karşısında bir giderim sağlanması imkânının
kendilerine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Anılan ihlal iddiaları,
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve gerekçeli karar hakkının ihlali
iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak
değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.
Başvurucuların diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucular, 5233 sayılı
Kanun kapsamında yaptıkları giderim taleplerinin mukim oldukları köyün tamamen
boşaltılmamış olduğu gerekçesiyle reddedildiğini ancak önceki bir tarihte aynı
yerleşim yerinden başvuruda bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi
yönünde karar verdiğini ve yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma
ve inceleme yapılmayarak davalarının reddine hükmedildiğini, bu nedenle makul
ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen tazminat ödenmemesi yönünde kararlar
alındığını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
24. 5233 sayılı
Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi
nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu
olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi
bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını temellendirecek herhangi
bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No:
2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit
Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
25. Somut başvurular açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın hangi temele
dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen iddiaları
temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
27. Başvurucular, idare tarafından
sunulan ve kendilerine tebliğ edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemelerin
tarafsız olmadığını iddia etmişlerdir.
28. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurularda, benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu
yargılamalarda hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak
şekilde yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve
taraflı bir tutumu, kişisel bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir
taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı
anlaşıldığından başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
§§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
29. Somut başvurular açısından
hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu
saptanmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların tarafsız mahkemede yargılanma haklarının ihlal edildiği
iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve Silahların Eşitliği İlkelerinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucular sundukları
bilgi, belge, deliller dikkate alınmaksızın, sadece idare tarafından sunulan ve
kendilerine tebliğ edilmeyen belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemeleri
tarafından davalarının reddine karar verildiğini belirtmiş; bu nedenle
çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
32. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurularda, çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin
ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu tazminat
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı
noktasında Danıştay tarafından ihdas edilen içtihadi
kriter olan “yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden
yararlanıldığı, bu hususun tespiti için de bir kısım idari birimden gelen tahkikat
sonuçlarına dayanıldığı, bu belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk
Derece Mahkemesi kararlarına aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve
içeriklerine en geç İlk Derece Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu
tespit edilmiştir. Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep
dilekçelerinde bu belgeler ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve
savunmalarını ileri sürme imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz
edilen delil ve beyan dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular
tarafından sunulan belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine
ilişkin olarak tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede
başvuru dosyaları kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek
usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude Yaşar, §§ 74-76; Cahit
Tekin, §§ 70-72).
33. Somut başvurularda, yukarıda
değinilen ilkeler ışığında yapılan incelemelerde başvurucuların usule ilişkin
bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve başvurucular açısından farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
34. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiği iddialarının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
35. Başvurucular, 5233 sayılı
Kanun kapsamında ileri sürdükleri giderim taleplerinin değerlendirilmesi
hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması
nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
36. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında; Komisyon ve
yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde
Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda
sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul
sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
37. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
38. Somut davalara bir bütün olarak bakıldığında Komisyona
başvuru tarihleri (bkz. ekli tablonun D sütunu) ile nihai karar tarihleri (bkz.
ekli tablonun H sütunu) arasında geçen ve ekli tablonun I sütununda her bir
başvuru için ayrı ayrı toplam süreleri belirtilen yargılama sürelerinde, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu
otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin
olduğu tespit edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmadığından
yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
39. Açıklanan nedenlerle başvurucuların makul süreyi aştığını
ileri sürdükleri yargılamaların uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal
saptanmadığından başvuruların bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iv. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
başvuruların ekli tablonun C sütununda yakınlık derecesi belirtilen hısımları M.Şe.Ç.nin 22/4/1994 tarihinde yaralanması ve eşyaları ile
birlikte meskeninin hasar görmesi, Ad.Ç., M.E.Ç.,
N.Ç. ve S.Ç.nin meskenlerinin zarara uğraması
noktasındaki özel durumları dikkate alınmaksızın, Mahkemece mukim oldukları
köyün tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete
uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
41. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel
başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin
tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir
hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak
ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas
yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
42. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki
ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
bulundukları yerleri kendi istekleriyle terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
43. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde, temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek ve güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareket ederek 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
44. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
45. Başvurucuların, ekli tablonun C sütununda yakınlık
derecesi belirtilen hısımlarının terör örgütü mensuplarınca yaralanmasından,
meskenleri ve eşyalarına zarar verilmesinden kaynaklanan güvenlik kaygısıyla
köylerini terk ettikleri ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdükleri ve belirtilen vakıaya
ilişkin tutanaklar ile soruşturma evrakını Derece Mahkemelerine ibraz ederek
yerleşim yerini terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk
ettikleri noktasındaki özel durumlarının dikkate alınmasını talep ettikleri
anlaşılmaktadır.
46. Anayasa’nın 148.
maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan hükümler
gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların başvuruya konu ettiği kamu
gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya kişisel olarak doğrudan
etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur arasında şahsi ve özel
bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95, 25/12/2012, § 21).
47. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
48. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş
ve kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabul edilebilmesi için yaşanan
olay sonucunda duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise
sebebiyle başvurucuda oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil
eden özel bağ ve algının yoğunluğu konusunda açıklamada ve kanıtlamada
bulunulması gerekmektedir.
49. Anayasa Mahkemesinin 5/6/2015 tarihli yazıları ile
başvuruculardan, başvuru formlarında ileri sürülen iddialarını ispat etmeye
yönelik hısımları olduğu beyan edilen ve mağdur oldukları iddia edilen kişiler
ile aralarında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri Mahkemeye
sunmaları istenmiştir.
50. Başvurucular 7/7/2015 tarihli dilekçeleri ile zarar
gördüğü belirtilen kişilerden S.Ç. hakkında herhangi bilgi yahut beyan sunmamış,
diğer kişiler ile aralarındaki hısımlık derecelerini ve buna ilişkin nüfus
kayıtlarını sunmanın ya da hısım olduklarını belirtmenin dışında başkaca bir
husus beyan etmemişlerdir.
51. Bu çerçevede başvurucuların aralarında kayın hısımlığı
bulunan kişilerin yaralanması, meskenleri ve eşyalarına zarar verilmesi
iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından başvuruculara yazılan
müzekkerelere cevap olarak başvurucuların bu kişiler ile aralarındaki akrabalık
ilişkisine değinmekle yetindikleri, aralarındaki ilişkide özel bağ bulunduğuna
dair herhangi bir bilgi veya belge sunmadıkları gibi herhangi bir beyanda da
bulunmadıkları, akrabalarının başına geldiği iddia edilen olay neticesinde
başvurucularda oluşan algı, bu algının oluşmasına temel teşkil eden özel
nedenler ve algının yoğunluğu konusunda başvurucuların yeterince açıklıkta
beyanlarının bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu tespit karşısında başvurucuların
taleplerinin, 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesinin, terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
yerleşim yerlerini terk edip etmedikleri noktasında nesnel ölçütten farklı bir
karine veya ölçüt arayışına girilmesini gerektirecek boyuta ulaşmadığı
anlaşılmaktadır.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri
sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvuruların bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
53. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Başvurucular, yerleşim
yerleri olan Yuvalıçay mezrasının 2001 yılına kadar
Aydınlık köyüne bağlı olduğunu ve 30/10/2001 tarihinde Gürgenli
köyüne bağlandığını, dolayısıyla Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
husus olması hasebiyle yargılama konusuna neden olan olayların yoğun olarak
yaşandığı dönemdeki hukuki durumları dikkate alınarak belge düzenlenmesi ve
karar verilmesi gerekirken bu şikâyetlerinin hiçbir aşamada
değerlendirilmeyerek karar verildiğini iddia etmişlerdir.
55. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
56. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
57. Sözleşme’nin 6. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
58. Gerekçeli karar hakkı, adil
yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi
ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
59. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil
yargılanma hakları güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan
hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer
temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda
Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak
yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat
Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
60. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber
bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı
şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi,
B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
61. Kanun yolu mahkemelerince
verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi
kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu
şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan,
B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk
derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz
başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik
somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri
tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın
uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,
4/11/2014, § 37).
62. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı
mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme
yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın
içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No:
134/1996/753/952, 19/2/1998, § 42).
63. Bir mahkeme kararının
gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir.
Tarafların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada
usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda
verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün
bulunması zorunludur (Nurten Esen,
B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 56).
64. Somut olaylarda
başvurucular, yerleşim yerleri olan Yuvalıçay
mezrasının 2001 yılına kadar Aydınlık köyüne bağlı bir mezra olduğunu ve 2001
yılında Gürgenli köyüne bağlandığını, dolayısıyla
somut gerçeği yansıtması açısından yargılama konusuna neden olan olayların
yoğun olarak yaşandığı yıllarda Yuvalıçay mezrasının
hukuki durumunun dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken hatalı şekilde
2001 yılından sonraki hukuki durumun dikkate alınarak belge düzenlendiği ve bu
belgelere dayanarak yargılama mercilerinin karar verdiğini iddia etmişlerdir.
65. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvuruların, Yuvalıçay mezrasının Gürgenli köyüne bağlı olduğu kabul edilerek Komisyon
kararlarında (bkz. § 11) değerlendirmeler yapıldığı tespit edilmiştir.
66. İdare Mahkemesi kararlarında
(bkz. § 12) Batman İl Jandarma Komutanlığının 25/3/2011 tarihli Batman
Valiliğine hitaben yazılan boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında, Gürgenli köyünün 1991 ile 1995 yılları arasında kısmen
boşaldığının, Gürgenli köyüne bağlı Yuvalıçay mezrasının ise 1991 ile 1995 yılları arasında
kısmen boşaldığının ifade edildiği belirtilerek bu husus ve Gürgenli
köyüne ilişkin çeşitli kurumlardan toplanan belgeler dikkate alınarak Gürgenli köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy
korucusu görevlendirilmesi ve koruculuk sisteminin bulunması, Gürgenli köyü nüfus verileri, muhtarlık seçimleri, Gürgenli İlköğretim Okulunun güvenlik nedeniyle kapanan
okullar arasında yer almaması gerekçelerine dayanılarak davaların reddine karar
verilmiş; kanun yolu mercilerince de İlk Derece Mahkemesi kararları onanmıştır
(bkz. § 13).
67. Batman İl Jandarma
Komutanlığının yukarıdaki paragrafta anılan yazısı ekindeki tablonun
incelenmesi neticesinde Yuvalıçay mezrasının Gürgenli köyüne bağlı gösterildiği, Gürgenli
köyü ve bu köye bağlı olan Güvenç, Topluca, Yuvalıçay
mezralarının 1991 ile 1995 yılları arasında kısmen boşaldığının belirtildiği
tespit edilmiştir. Aynı belgelerden Aydınlık köyüne ilişkin kayıtların
incelenmesinden köy ve bu köye bağlı olarak gösterilen Anta,
Havrik, Yeniçakmak
mezralarının 1995 ile 2002 yılları arasında tamamen boşaltıldığının, Cirik mezrasının 1994 yılında ve Dodika
mezrasının 1995 yılında tamamen boşaltılmış olup mezraya dönüş yapılmadığının; Gazamusa, Göçbeyli, Keta
mezralarında boşalma olmadığının beyan edildiği anlaşılmaktadır.
68. Başvuru formlarının
eklerinin incelenmesi neticesinde Sason Cumhuriyet Savcılığının 8/8/1994
tarihli ve Hazırlık No: 1994/32, Takipsizlik Karar No: 1994/17 sayılı
görevsizlik kararında “Aydınlık köyü Yuvalıçay mezrasında” yaşanan olaylara ilişkin
tespitlere yer verildiği, M.Şe.Ç.nin hasar tespiti
istemi üzerine düzenlenen tespit tutanağında Sason Sulh Hukuk Mahkemesinin
6/7/1995 tarihli ve 1994/5 Değişik İş sayılı kararında hasar tespiti
incelemesinde “Sason ilçesi Aydınlık köyü Yuvalıçay (Cılkas) mezrasında
açık tespite başlandığı”nın
belirtildiği; jandarma astsubay kıdemli çavuş, jandarma astsubay çavuş ve
jandarma onbaşı rütbelerini haiz üç görevli tarafından düzenlenen 27/11/1993
tarihli olay yeri tespit tutanağında “Aydınlık
köyü Cılkas mezrasına” bir grup teröristin
saldırıda bulunduğunun belirtildiği; jandarma astsubay üstçavuş, uzman jandarma
I. kademeli çavuş ve uzman jandarma I. kademeli çavuş rütbelerini haiz üç
görevli tarafından düzenlenen 13/3/1995 tarihli olay yeri tespit tutanağında “Aydınlık köyü Cılkaz (Yuvalıçay) mezrasında” meydana gelen terör
olaylarına yer verildiği tespit edilmiştir.
69. Başvurucular yerleşim
yerleri olan Yuvalıçay mezrasının hukuki durumunda
meydana gelen değişiklik hakkındaki iddialarını Derece Mahkemeleri önünde ileri
sürmüş iseler de kararların gerekçesinden (bkz. § 12) iddialarının tam olarak
karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında
değerlendirme yapılmamıştır (bkz. § 13). Başvurucuların anılan şikâyetlerini
yargılama aşamalarında ileri sürdükleri fakat varılacak sonuç bakımından önem
arz edebilecek bu husus hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmaması,
Mahkeme kararlarında dayanılan belgeler ile dosya kapsamındaki mevcut diğer
bilgi ve belgeler dikkate alındığında olayların yaşandığı yıllarda Yuvalıçay mezrasının bağlı bulunduğu köy hakkındaki çelişki
giderilmeksizin hüküm kurulması nedenleriyle kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediği sonucuna varılmıştır.
70. Başvurucuların yerleşim yeri
olan Yuvalıçay mezrasının bağlı olduğu köy konusunda,
olayların yaşandığı dönemlerde ve olaylardan sonraki tarihte birtakım kurumlar
tarafından düzenlenen belgeler dikkate alınarak başvurucuların iddiaları
hakkında değerlendirmelerde bulunulması gerekirken başvurucuların yerleşim
yerinin Gürgenli köyüne bağlı olduğu kabulünden
hareketle anılan köye ilişkin kayıtlar doğrudan esas alınarak davaların reddine
karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiğini ortaya koymaktadır.
71. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamındaki gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
72. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
73. Başvurucular, başvuru
formlarında belirtikleri maddi tazminat miktarlarının ödenmesi talebinde
bulunmuşlardır.
74. Mevcut başvurularda
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
75. Gerekçeli karar hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki
yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak
üzere Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
76. Anayasa Mahkemesinin maddi
tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar
ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu
konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin
reddine karar verilmesi gerekir.
77. Başvurucuların adli yardım
talepleri kabul edildiği ve ihlal kararı verildiği için yargılama giderlerinin
Maliye Hazinesi üzerinde bırakılmasına, 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Adli yardım taleplerinin
KABULÜNE,
B. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Çelişmeli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin
gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuların tazminat
taleplerinin REDDİNE,
F. 1.800 TL vekâlet ücretinden
oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için YASAL FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/1/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
2
|
1
|
Sıra
|
|
2013/4905
|
2013/4899
|
Başvuru Numarası
|
A
|
Necla ÇELİK
|
Sahibe ÇELİK
|
Başvurucu
ve
T.C.
Kimlik No
|
B
|
N.Ç., M.Şe.Ç.
ve Ad.Ç.’nin amcasının oğlunun eşi, M.E.Ç.’nin yeğeninin eşi
|
N.Ç., M.Şe.Ç.
ve Ad.Ç.’nin amcasının oğlunun eşi, M.E.Ç.’nin yeğeninin eşi
|
Mağdur
ile Yakınlık Derecesi
|
C
|
3/1/2006
8. 453
|
3/1/2006
8. 446
|
Komisyona
Başvuru Tarihi ve Dosya Kayıt Numarası
|
D
|
6/7/2011
2011/1-1497
|
7/7/2011
2011/1-1509
|
Komisyon
Karar Tarihi ve Numarası
|
E
|
12/9/2011
|
12/9/2011
|
Dava Tarihi
|
F
|
22/2/2012
|
22/2/2012
|
Yerel
Mahkeme Karar Tarihi
|
G
|
25/12/2012
|
25/12/2012
|
Temyiz
Yolu Karar Tarihi
|
H
|
6 yıl 11 ay
|
6 yıl 11 ay
|
İdari ve
Yargısal Süreçte Geçen Toplam Süre
|
I
|