TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ASLI KIRMIZI DEMİRSEREN
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5680)
|
|
Karar Tarihi: 15/4/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Aslı KIRMIZI DEMİRSEREN
|
Vekili
|
:
|
Av. Metin İRİZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, öğretmen olarak
görev yaptığı okul idaresi tarafından sistematik olarak aşağılayıcı
muamelelere, eylemlere ve idari soruşturmalara maruz bırakılmak suretiyle
kendisine mobbing uygulanması, belirtilen eylemler
nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilmesi ve yapılan soruşturmanın adil olmaması nedeniyle,
Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı ile 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına karar
verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 25/7/2013 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
belirtildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu öğretmen olarak
görev yapmaktadır.
6. Başvurucu tarafından
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile görev yaptığı okulun
yönetim kadrosunda yer alan kişilerce, haksız isnat ve iddialarla hakkında
disiplin soruşturmaları açtıkları, belirtilen soruşturmalardaki yanlı tutumları
ile kendisini sürekli küçük düşürdükleri ve mobbing
uygulamak suretiyle manevi olarak ağır acı ve ızdırap
çekmesine neden oldukları belirtilerek suç duyurusunda bulunulmuştur.
7. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 28/3/2013 tarih ve S.2013/19408 sayılı kararı ile, idareci ve
denetmen olarak görev yapan şüphelilerin başvurucu hakkındaki iddiaların
soruşturulması amacıyla görevleri gereği disiplin soruşturması yaptıkları, bu
eylemlerinin görevi kötüye kullanma olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı,
başvurucunun hakkında açılan disiplin soruşturmasına karşı yasal yollara
başvurmasının mümkün olduğu ve suçun unsurlarının oluşmadığı belirtilerek,
şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
8. Başvurucu tarafından
belirtilen karara karşı yapılan itiraz, Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
27/5/2013 tarih ve 2013/348 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
9. Ret kararı 9/7/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
10. Başvurucu tarafından
hakkında haksız disiplin soruşturmaları açıldığı ve bu soruşturmalar sırasında
taraflı bir tutum sergilendiği iddia edilmiş olmakla beraber, belirtilen hususa
ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
11. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 172. ve 173. maddeleri.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
12. Mahkemenin 15/4/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 25/7/2013 tarih ve 2013/5680
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
13. Başvurucu, öğretmen olarak
görev yaptığını, görev yaptığı okulun yönetim kadrosunda yer alan şahıslarca
sürekli iletişimine, sağlığına, sosyal ilişkilerine, sosyal konumuna, mesleki
ve özel yaşamına yönelik saldırılara maruz kaldığını, hakkında asılsız
iddialara istinaden disiplin soruşturmaları açılarak, bu soruşturmalar
kapsamında gerçeğe aykırı bilgiler verilerek yanlı bir tutum sergilendiğini ve
böylece kendisinin iletişimi sorunlu biri olarak gösterilerek, iletişimden
dışlanmaya ve idarecilerle yaptığı görüşmelerde hakaretlere maruz kaldığını, bu
şekilde yürütülen sistemli eylem ve işlemlerle mobbinge
maruz bırakıldığını, bu hususun İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Adli Tıp Anabilim Dalının 19/11/2012 tarihli raporunda yer verilen, başvurucuda
belirlenen travma sonrası stres bozukluğu ve anksieteli
major depresyon klinik tanılarının başvurucunun
aktarmış olduğu işyerinde yaşadığı psikolojik taciz ve yıldırma davranışları
öyküsü ile uyumlu olduğu yönündeki tespitlerle de doğrulandığını, belirtilen
eylemler nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler hakkında
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, karara karşı yaptığı itirazın da
reddedildiğini, belirtilen kararların gerekçesiz olduğunu ve bu kapsamda
yapılan soruşturmanın adil olmadığını beyan ederek, Anayasa’nın 17. ve 36.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
14. Başvurucu, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının S.2013/19408 sayılı dosyası kapsamında yaptığı şikâyet
sonucunda eksik incelemeye ve hatalı değerlendirmeye dayalı olarak şüpheliler
hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ve belirtilen karar ile
itiraz üzerine verilen Mahkeme kararının gerekçesiz olduğunu belirterek,
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
15. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
16. 30/11/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
17. Anılan Anayasa ve Kanun
hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
18. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
19. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. ….”
20. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No. 2012/13,
2/7/2013, § 38).
21. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak
arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek
için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın
tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş
olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No. 2012/917, 16/4/2013, § 21).
22. Bir ceza davasında üçüncü
kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar
gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, adil yargılanma hakkının
koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medenî
hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen
kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (B. No.
2013/1845, 7/11/2013, § 37; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No. 47287/99, 12/2/2004, §
70).
23. Hukuk sistemimiz açısından,
5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak
iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi
sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut
olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla, verilen
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkilerinin de ceza muhakemesi süreci
ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk
yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında yer alan temel hak ve
özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
25. Başvurucu, öğretmen olarak
görev yaptığı okul idaresi görevlilerince, sistematik olarak aşağılayıcı
muamelelere, eylemlere ve idari soruşturmalara maruz bırakılmak suretiyle
kendisine mobbing uygulandığını belirterek,
Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
26. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
27. Sözleşme’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimseye işkence
veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
28. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
29. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin
kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, §
30).
30. Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”,
“eziyet” yapılamayacağı ve
kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan”
muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup, hüküm Sözleşme’nin 3.
maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları
kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk
farkı bulunmakta olup, kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır
şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”,
bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya
ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı
nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür
(B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 22).
31. Ancak, bir eylemin
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari
bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir
değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda, muamelenin süresi, fiziksel ve
manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşımaktadır (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 23). Somut olaydaki veriler
ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise,
diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
32. AİHM içtihadında da, başvuru konusu iddiaların Sözleşme’nin 3. maddesinin
güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul
edilmekte ve acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın
ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya
eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak,
cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği
benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan, fiziksel
yaralanmaya sebep olan, en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren
muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük
düşürücü muamelenin ise, mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük
düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul etmekte
ancak, söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya
alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini
Sözleşme’nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği
üzerinde durulmaktadır (Bkz. Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No. 13134/87,
25/3/1993, § 30; Labita/İtalya, [BD], B. No. 26772/95,
06/04/2000, § 120, Hurtado/İsviçre, B. No. 17549/90, 28/1/ 1994, § 67).
33. Yukarıda yer verilen
tespitlerden de anlaşılacağı üzere, doğası gereği cezaların veya menfi hareket
ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal
değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol
açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını
çağrıştırması mümkün olmakla birlikte, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3.
maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu
kavramların Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence,
eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak
nitelendirilebilmesi için, mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra
muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel
ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir.
34. Belirtilen tespitler
ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucu tarafından esasen, görev yaptığı
okulun yönetim kadrosunda yer alan kişilerce, haksız isnat ve iddialarla
hakkında disiplin soruşturmaları açıldığı, belirtilen soruşturmalardaki yanlı
tutum ve davranışlar nedeni ile küçük düşürülmek suretiyle manevi zarara
uğratıldığı ve bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla
başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından iddia edilen
eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi
unsurların değerlendirilmesi neticesinde; başvurucu hakkında açılan disiplin
soruşturmasında haklarında şikayette bulunduğu müfettişlerce ifadesinin
alınması, öğrenci bilgilerinin e-okul sistemine girilmesi hususunda okul
idaresiyle anlaşmazlık yaşanması, sınav notlarının eksik düzenlenmesi nedeniyle
uyarılması, bir öğrenci velisiyle ilgili sorunu okul idaresine aktarmasına
rağmen çözüm bulunmaması, okulda takip edilen kaynakların temini ile ilgili
toplantıda okul müdürü tarafından yüksek sesle uyarılması ve sorunlu olduğunu
tespit ettiği öğrencinin sınıf değişikliğine ilişkin talebinin okul idaresince
karşılanmaması şeklindeki eylem ve davranışların münferit hadiselerden ibaret
olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen eylemlerin kişilik haklarını ihlal ederek,
başvurucu üzerinde fiziki ve ruhsal etkilerinin olması mümkün olmakla birlikte,
özellikle kamu görevlisi olan başvurucu hakkında bir disiplin soruşturması
yürütülmesinin ve görev yerinin değiştirilmesinin, muamelenin uygulanış şekli ve
yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından,
başvurucunun yaşı ve mesleki statüsü de nazara alındığında, Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari
eşiği aştığı söylenemez.
35. Bu nedenle başvurucunun
şikâyetinin, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile bağlantılı olarak
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun
görülmüştür.
36. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
37. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
38. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak
ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No. 2012/1027, 20, 12/2/2013,
§§ 19–20; B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 26).
39. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne mutlak ne şeklî olarak
uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit
başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk
sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların
uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde
ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru
yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip
getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No. 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye,
B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
40. Bireyin fiziksel ve zihinsel
bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğe keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını
önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına
yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma
çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka
cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız
müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür.
Nitekim fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem
cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma
türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere
benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer
alması durumunda, bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla
beraber, özel hukuk anlamında bu tür fillerin tazminat davasına konu
edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları nazara alındığında, belirtilen
tazmin imkanının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet
sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak,
hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan yargısal makamlarca
sağlandığı anlaşılmaktadır (Y.H.G.K. 25/9/2013 tarih ve E.2012/9-1925,
K.2013/1407; Danıştay 8. Dairesi 16/4/2012 tarih ve E.2008/10606, K.2012/1736).
Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemler
vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne müdahale edildiği iddiasıyla,
hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B. No. 2013/1123,
2/10/2013, § 35).
41. Hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun
istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza
hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında
objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk
alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı
kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun
yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma
imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin
yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu
nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer
uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı
sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır.
42. Başvuruya konu olayda,
başvurucu tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile,
görev yaptığı okulun yönetim kadrosunda yer alan kişilerce, haksız isnat ve
iddialarla hakkında disiplin soruşturmaları açtıkları, belirtilen
soruşturmalardaki yanlı tutumları ile kendisini sürekli küçük düşürdükleri ve mobbing uygulamak suretiyle manevi olarak ağır acı ve ızdırap çekmesine neden oldukları belirtilerek suç
duyurusunda bulunulduğu, yürütülen soruşturma sonucunda şüphelilerin başvurucu
hakkındaki iddiaların soruşturulması amacıyla görevleri gereği disiplin
soruşturması yaptıkları, bu eylemlerinin görevi kötüye kullanma olarak
nitelendirilmesinin mümkün olmadığı, başvurucunun hakkında açılan disiplin
soruşturmasına karşı yasal yollara başvurmasının mümkün olduğu ve suçun
unsurlarının oluşmadığı belirtilerek, şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiği, ancak başvurucu tarafından somut başvuru açısından
daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yoluna gidilmediği
anlaşılmaktadır.
43. Yukarıda yer verilen
tespitler çerçevesinde, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler ile
ilgili olarak, başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş
olduğu nazara alındığında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği
söylenemez.
44. Açıklanan nedenlerle, somut
başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı
kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “konu bakımından yetkisizlik”,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının
“başvuru yollarının tüketilmemesi”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
15/4/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.