TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HALKEVLERİ DERNEĞİ VE İLKNUR BİROL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/577)
|
|
Karar Tarihi: 30/6/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Halkevleri Derneği
|
Temsilcisi
|
:
|
Oya Ersoy
|
Vekili
|
:
|
Av. Deniz ÖZBİLGİN
|
2. Başvurucu
|
:
|
İlknur BİROL
|
Vekili
|
:
|
Av. Deniz ÖZBİLGİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, Halkevleri
Derneği hakkında ulusal bir televizyon kanalında yapılan haber ve yayında sarf
edilen sözler nedeniyle ilgililer hakkında yaptığı şikâyet neticesinde
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini bu sebeple Anayasa’nın 17., 25.,
26., 33., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 3/1/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 18/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 24/7/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 31/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı
görüşünü 25/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/9/2013 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 23/10/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, bir televizyon
kanalının 28/3/2012 tarihinde yayımlanan haber bülteninde “Polise taşla saldırdılar” başlığı ile
verilen haberde “Bazı provokatörler de
Kızılay’da eylemdeydi. O isimler arasında dikkat çeken tanıdık bir isim vardı…”
ve “Kızılay’da Kesk’in
yanı sıra her yürüyüşte olay çıkaran Halkevleri grubu da vardı”;
aynı televizyon kanalının 1/5/2012 tarihli haber programında “Efendim, katıldığı bütün olaylarda provokasyona imza
atan Halkevleri grubu bu 1 Mayıs’ta da Sıhhiye Meydanı’ndaydı. Daha önce Dikmen
vadisinde halkı provake eden T.Ç. da onlarla
birlikteydi. Yine ön plandaydı… Halkevleri gurubunun arasında tanıdık bir isim
de vardı. Daha önce Dikmen Vadisinde halkı provake
eden T.Ç. halkevleri ile birlikteydi… Halkevleri arama noktasından geçerken o
da kenarda etrafı gözledi… Heryerde o var. T.Ç. da
Halkevleri ile birlikteydi. Gözleri sürekli etrafı taradı. Her olayın ardından
o çıkıyor” ifadelerinin kullanıldığını ifade etmişlerdir.
9. Televizyonda yayınlanan
haberler üzerine, suçtan zarar gören gerçek kişi sıfatıyla Halkevleri Deneği
Başkanı İlknur Birol ve suçtan zarar gören tüzel kişi sıfatıyla Halkevleri
Derneği adına dernek temsilcisi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç
duyurusunda bulunmuşlardır.
10. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca, 2012/1483 numaralı soruşturma dosyası kapsamında 18/6/2012
tarih ve 2012/1075 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
11. Başvurucular, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının kararına itiraz etmiş ve itiraz Sincan 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 19/10/2012 tarih ve 2012/2671 Değişik İş sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
12. 9/6/2004 tarih ve 5187
sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi şöyledir:
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma,
eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir
toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum
sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak
bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin
önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla
sınırlanabilir.”
13. 11/1/2011 tarih ve 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “sorumluluk”
başlıklı 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren,
bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili
yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına
kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle
yükümlüdür.”
14. 4/12/2014 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesinin bir numaralı
fıkrası şöyledir:
(1) Cumhuriyet
savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması
hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar
gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir.
Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.
15. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz”
başlıklı 173. maddesi şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş
gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev
yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.
(2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını
gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.
(3) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/26 md.) Mahkeme, kararını vermek için soruşturmanın
genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer
sulh ceza hâkimini görevlendirebilir; kamu davasının açılması için yeterli
nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere
mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı,
kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.
(4) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/26 md.) Mahkeme istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı
iddianame düzenleyerek mahkemeye verir.
(5) Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmaması
hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu madde hükmü uygulanmaz.
(6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının,
yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe
hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine
bağlıdır.”
16. 5271 sayılı Kanun’un “Karar” başlıklı 271. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz
hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde
Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.
(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz
konusu hakkında da karar verir.
(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.
(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir;
ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz
yoluna gidilebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 30/6/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 3/1/2013 tarih ve 2013/577
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucular, Halkevleri
Derneğinin ve Derneğin başkanı İlknur Birol’un yöneltilen suçlamalardan açıkça zarar
gördüğü halde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer
olmadığı kararının Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkını;
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sincan Ağır Ceza Mahkemesi kararlarında
başvurulabilecek diğer cezai, hukuki ya da idari başvuru yollarının
gösterilmemiş olmasının Anayasa’nın 40. maddesinde yer alan etkili başvuru
hakkını; tüzel kişi olarak Halkevlerinin ismi ile ilgili gerekli korunmanın
sağlanmamasının Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan özel hayata saygı hakkını;
muhalif görüşler beyan eden Halkevleri Derneği’nin basın yoluyla hedef
gösterilmesinin Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinde yer alan ifade özgürlüğünü;
basın yoluyla yapılan iftira ve hakaretin Anayasa’nın 33. maddesinde yer alan
örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın 17. Maddesi Yönünden
19. Başvurucular, adı geçen
televizyon kanalında yapılan haber programında Halkevlerinin “her yürüyüşte olay çıkarttığı” ve “katıldığı bütün olaylarda provakasyona
imza attığı” biçiminde sözler sarf edildiğini, ilgili kişiler
hakkında yaptıkları suç duyurularına karşın kovuşturmaya yer olmadığı kararı
verildiğini, Halkevlerinin ismi ile ilgili gerekli korumanın sağlanmaması ve
başvurucu İlknur Birol açısından ise Derneğin başkanı olması ve yöneltilen
suçlamalardan açıkça zarar görmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde yer
alan özel hayata saygı hakkının, muhalif görüşler beyan eden Halkevleri
Derneği’nin basın yoluyla hedef gösterilmesinin Anayasa’nın 25. ve 26.
maddelerinde yer alan ifade özgürlüğünün, basın yoluyla yapılan iftira ve
hakaretin Anayasa’nın 33. maddesinde yer alan örgütlenme özgürlüğünün ihlali
niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
20. Bakanlık görüşünde, benzer
davalardaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılmış ve
şikâyetin kişilerin itibar hakkı ile basın özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
21. Başvurucular, başvuru konusu
haberde sarf edilen sözler nedeniyle itibar haklarının korunmadığını ileri
sürmüşlerdir. Dolayısıyla başvurucuların şikâyet ettiği koşullar, şikâyetlerini
dile getirme biçimi ve ihlal iddiasının mahiyeti dikkate alınarak bu
şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
23. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
24. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
25. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak
ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §
19-20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
26. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte,
kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir.
Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir
bir kural olup, bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun
koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde
bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama
şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele
alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının
tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin
başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye,
B. No: 22277/93, 27/7/2000, § 56-64).
27. Bireyin şeref ve itibarı,
Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi
varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireylerin manevi
varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve
üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin
maddi ve manevi varlığına yönelik olarak üçüncü kişilerce yapılan müdahalelere
karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, mutlaka
cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin
haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da
mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için
ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret ceza hukuku
anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve
tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bir bireyin, üçüncü
kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla
da bir giderim sağlaması mümkündür (B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
28. Bir ihlal iddiasına ilişkin
olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması
durumunda, kural olarak başvurucunun aynı amacı taşıyan başvuru yollarının
tamamını tüketmesi beklenemez (bkz. B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 30).
29. Ancak hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemiştir. Öte yandan ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer
verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esası etkin şekilde
uygulanır, hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha
düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluk söz konusu olabilir.
Ayrıca hukuk sistemimizde ceza muhakemelerinde şahsi hak iddiasında bulunma
imkânı bulunmamaktadır. Hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl
gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında,
özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına yönelik uyuşmazlıklar açısından,
hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve
etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (bkz. B. No: 2013/2355,
7/11/2013, § 31).
30. Diğer taraftan bireyin şeref
ve itibarına yönelik hakaret içerikli söylemlerden kaynaklanan zararların
Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde giderimine
ilişkin olarak Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletlerin karar organlarının
hakaretin suç olmaktan çıkarılarak özel hukuk alanında yaptırıma tabi
tutulmasını tavsiye eden birçok kararı bulunmaktadır (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 37-39).
31. Başvuruya konu olayda,
başvurucular tarafından, bir televizyon kanalında yapılan haber sırasında
haklarında sarf edilen sözler nedeniyle hakaret ve iftira suçundan işlem
yapılması talebiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunulmuştur.
Yürütülen soruşturma sonucunda ilgililer hakkında bu suçlar yönünden
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, ancak başvurucuların somut başvuru
açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yoluna
gitmedikleri anlaşılmaktadır.
32. Yukarıda yer verilen
tespitler çerçevesinde, üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler
ile ilgili olarak başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna
başvurulmuş olduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan
hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu nazara
alındığında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm
başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
33. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 36. Maddesi Yönünden
34. Başvurucular, haklarında
yayınlanan haberlerle ilgili olarak yaptıkları şikâyet sonucunda eksik
incelemeye ve hatalı değerlendirmeye dayalı olarak şüpheliler hakkında
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Bakanlık görüşünde,
başvurucuların bu iddialarına yönelik herhangi bir değerlendirme yer
almamaktadır.
36. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
37. 30/11/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
38. Anılan Anayasa ve Kanun
hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
39. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
40. AİHS’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. ….”
41. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
42. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak
arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek
için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın
tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş
olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
43. AİHM içtihatlarına göre,
Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ceza davasına katılan tarafın
şikâyeti için uygulanabilmekle beraber (Bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70-71), sırf sanığın
cezalandırılması isteği ve şahsi öç alma saikiyle
şikâyette bulunulması durumu, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında
kalmaktadır (Bkz. Sigalas/Yunanistan, B. No: 19754/02, 22/09/2005,
§ 29). Böyle bir hakkın koruma alanına girilebilmesi için ceza davasında medeni
hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması
gerekmektedir.
44. Hukuk sistemimiz açısından,
4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile
ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup,
başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı
bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişinin
cezalandırılmasıyla sınırlı olduğu, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın etkilerinin ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun
iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk yargılaması açısından bağlayıcı
bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
45. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında yer alan temel hak ve özgürlüklerin
koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Anayasa’nın
40. Maddesi Yönünden
46. Başvurucular, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarında cezai,
hukuki ve idari başvuru yollarının gösterilmediğini, bu sebeple Anayasa’nın 40.
maddesinde yer alan "temel hak ve
hürriyetlerin korunmasını isteme hakkı”nın ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
47. Bakanlık görüşünde, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının Kovuşturmaya yer Olmadığı kararında başvurucuların
şikâyetleri ile ilgili olarak hukuk mahkemelerinde tazminat davası açma hakkı
bulunduğu hatırlatıldıktan sonra Kovuşturmaya yer Olmadığı kararı hakkında ise
Ağır Ceza Mahkemesine itiraz edilebileceğinin gösterildiği belirtilmiştir.
48. AİHS’de tanınmış olan hak ve
özgürlükleri ihlal edilen herkesin, ulusal bir merci önünde etkili bir yola
başvurma hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan AİHS’nin 13. maddesinin
karşılığı olan Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki
haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
49. 5271 sayılı Kanun’un 173.
maddesinde Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına
karşı Ağır Ceza Mahkemesine itiraz edebileceği düzenlenmiş, aynı Kanun’un 172.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kararda, itiraz hakkı, süresi ve merciinin
gösterileceğine yer verilmiştir. Ayrıca, 5271 sayılı Kanun’un 271. maddesinde
itiraz merciinin kararlarının kesin olduğu belirtilmekle birlikte aynı Kanun’un
173. maddesinde bu aşamadan sonra dava açılabilmesinin ancak yeni bir delilin
ortaya çıkmasına ve önceden verilen itiraz dilekçesi hakkında karar vermiş olan
ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlı olduğu belirtilmiştir.
50. Somut olayda, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2012 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararında “şüpheliler hakkında suç unsurları
oluşmadığından kovuşturmaya yer olmadığına, şikayetçi ve şikayetçi tüzel
kişiliğinin maddi ve manevi haklarının tazmini açısından hukuk mahkemelerinde
dava açmakta serbestiyetlerine”
denildikten sonra “CMK’nun 172/1 ve … 173. maddesi uyarınca şikâyetçinin tebliğ
tarihinden itibaren 15 günlük yasal süre içerisinde Sincan Ağır Ceza
Mahkemesinde itiraz hakkının saklı tutulmasına, itirazın reddi halinde
giderlere mahkum edileceğinin hatırlatılmasına” denilmiştir. Sincan
1. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2012 tarihli kararında ise kararın kesin olarak
verildiği belirtilmiştir.
51. Anayasa’nın 40. maddesinin
ikinci fıkrasına göre “Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.” Somut başvuruda Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı gidilebilecek kanun
yolunu gösterdiği gibi Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi de verdiği kararın kesin
olduğunu belirtmiştir.
52. Dolayısıyla Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarında Anayasa’nın
40. maddesi çerçevesinde açık bir ihlal tespit edilmediğinden, başvurucuların
bu yöndeki iddiaları “açıkça dayanaktan
yoksun” bulunmuştur.
V. HÜKÜM
A. Başvurucunun;
1. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik
iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemesi”,
2. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine yönelik
iddiasının “konu
bakımından yetkisizlik”,
3. Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğine yönelik
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
30/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.