TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SÜREYYA HACIALİBEYOĞLU ERGİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6835)
|
|
Karar Tarihi: 26/10/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
B
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Süreyya HACIALİBEYOĞLU ERGİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hayat sigortası sözleşmesinden doğan tazminat
davasında esasa yönelik iddiaların mahkeme ve Yargıtay kararlarında
karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/8/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 10/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 22/4/2016
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 22/4/2016
tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş
bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun murisi T.E. ile davalı sigorta şirketi arasında T.E.nin bankadan aldığı konut kredisi nedeniyle 9/5/2007
tarihinde Yenileme Garantili Kredi Hayat Sigorta Poliçesi düzenlenmiştir.
8. Muris T.E.nin 20/2/2009 tarihinde
ölümü ile başvurucu ve diğer mirasçı ölüm tazminatı için sigorta şirketine
başvurmuş, ancak şirket "poliçe
yapılırken sağlık beyan formunda murisin kendisine sorulan sorulara uygun
bildirimde bulunmadığı" gerekçesiyle tazminat talebini
reddetmiştir.
9. Bunun üzerine başvurucu; sigortalının böbrek yetmezliğinin
sekiz aylık geçmişinin bulunduğunu, hemorajinin ise
ölümden üç gün önce meydana geldiğini, sağlık beyan formunda yazılı soruların
aslında murise sorulmadığını, sigorta görevlisi tarafından doldurulduğunu,
sözleşme tarihinde murisin sol bacağının kesik olduğunu, soruların bir
formalite olduğu kabul edilerek sözleşme düzenlendiğini, bu durumda
sigortacının yükümlülükten kurtulamayacağını belirterek Beyoğlu 2. Asliye
Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır.
10. Mahkeme 27/9/2010 tarihli ve E.2009/335, K.2010/386 sayılı
kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"...
Dosya kapsamından anlaşıldığı ve bilirkişi
raporunda da ifade edildiği gibi sigortalı murisin poliçenin tanzimi öncesinde
diyabet ve hipertansiyon hastalıklarının bulunduğu, bu hastalıkların tüm
damarlarda tahribat yaptığı, göz ve böbrekleri etkilediği, kronik böbrek
hastalığı oluştuğu, dolaşım sisteminin bozulduğu, mevcut hastalıklarnedeniyle
18/4/2007 tarihi itibarıyla sol dizin diz üstü seviyesinden kesildiği sabittir.
Dosyada örneği bulunan 9/5/2007 tarihli sağlık
beyan formunda hiçbir sağlık sorununun olmadığını ortaya koyar şekilde tüm hastalıklarınkarşısında "hayır" ibarelerinin
yazılı olduğu, sigortalının da bunu imzaladığı görülmüştür. Bu formda daha
sonra meydana gelen ölümle illiyet bağını oluşturan hipertansiyon, diyabet,
böbrek yetmezliği hastalıklarının da yer aldığı, diğer sorularda olduğu gibi
bunların karşısında da "hayır" ibaresinin yazılı olduğu görülmüştür.
Bu beyanların gerçeğe aykırı olduğu hastane kayıtları ve alınan bilirkişi
raporu ile sabit olmuştur.
TTK. nun
1290. maddesine göre, ''....sigorta ettiren kimse
sigortacının mukavale yapılırken hakiki vaziyetleri
bildiği takdirde mukaveleyi yapmamasını veya daha ağır şartlarda yapmasını
mucip olacak bütün hususları sigortacıya bildirmeye mecburdur. Sigorta ettiren
kimse sorulduğu halde susmuş veya noksan yahut hakikate muhalif beyanlarda
bulunmuş ise hakikata vakıf olmayan sigortacı
mukaveleden cayabilir....."
TTK. nun
1290. maddesinde düzenlenen 'hakikate vakıf olan
sigortacının cayma hakkı' somut olayda rizikonun yani ölümün gerçekleşmesiyle
doğmuştur. O halde sigortacının tazminatı ödemekten kaçınma hakkı mevcuttur. Bu
durum dikkate alınarak davanın reddine karar vermek gerekmiştir."
11. Bu arada Beyoğlu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu kararı ile kapatılmış, dosya İstanbul 47. Asliye Ticaret
Mahkemesine devredilmiştir.
12. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin (Daire)
6/12/2012 tarihli ve E.2010/16300, K.2012/20101 sayılı ilamı ile onanmıştır.
Onama ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve
tüm dosya kapsamına göre, Garanti Bankası Genel Müdürlüğünün 23.02.2010 tarihli
yazı ile açılan davayamuvafakat edildiğini
bildirdiği, sigortalı murisin poliçenin tanzimi öncesinde diyabet ve
hipertansiyon hastalıklarının bulunduğu, bu hastalıkların tüm damarlarda
tahribat yaptığı, göz ve böbrekleri etkilediği, kronik böbrek hastalığı
oluştuğu, dolaşım sisteminin bozulduğu, mevcut hastalıklarnedeniyle
18.04.2007 tarihi itibarıyla sol dizin diz üstü seviyesinden kesildiği,
09.05.2007 tarihli sağlık beyan formunda hiçbir sağlık sorununun olmadığını
ortaya koyar şekilde tüm hastalıklarınkarşısında
"hayır" ibarelerinin yazılı olduğu, sigortalının da bunu imzaladığı,
formda daha sonra meydana gelen ölümle illiyet bağını oluşturan hipertansiyon,
diyabet, böbrek yetmezliği hastalıklarının da yer aldığı, bu hastalıkların da
olmadığına dair "hayır" ibaresinin yazılı olduğu sigortacının cayma
hakkının rizikonun yani ölümün gerçekleşmesiyle doğduğu, sigortacının tazminatı
ödemekten kaçınma hakkının olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir. Karar, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere,
mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp,
değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre,
davacılar vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı,
davacılar vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun
bulunan hükmün ONANMASINA,
..."
13. Karar düzeltme talebi, Dairenin 11/6/2013 tarihli ve
E.2013/4894, K.2013/12133 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
14. Ret kararı 30/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
28/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 26/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret
Kanunu'nun 1263. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Sigorta bir akittir ki bununla sigortacı
bir prim karşılığında diğer bir kimsenin para ile ölçülebilir bir menfaatini
halele uğratan bir tehlikenin (bir rizikonun) meydana gelmesi halinde tazminat
vermeyi yahut bir veya birkaç kimsenin hayat müddetleri sebebiyle veya
hayatlarında meydana gelen belli bir takım hadiseler dolayısiyle bir para ödemeyi veya sair edalarda bulunmayı
üzerine alır."
16. 6762 sayılı mülga Kanun'un 1290. maddesi
şöyledir:
"Sigorta ettiren kimse, sigortacının
mukavele yapılırken hakiki vaziyetleri bildiği takdirde mukaveleyi yapmamasını
veya daha ağır şartlarla yapmasını mücip olacak bütün
hususları sigortacıya bildirmeye mecburdur. Sigorta ettiren kimse sorulduğu
halde susmuş veya noksan yahut hakikata muhalif
beyanlarda bulunmuş ise hakikata vakıf olmıyan sigortacı mukaveleden cayabilir; şu kadar ki; sigortacı hakikatı öğrendiği
tarihten itibaren bir ay içinde cayma hakkını kullanmamış ise bu hak düşer.
Sigorta ettiren kimsenin kötü niyeti anlaşıldığı takdirde sigortacı prime hak
kazanır.
Sigorta mukavelesinin yapılması sırasında
sigorta ettirene doldurması teklif olunan listede yazılı sorular dışında hiçbir
mesuliyet tevaccüh etmez."
17. 6762 sayılı mülga Kanun'un 1321. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Bir kimsenin hayatı,
ya o kimse yahut onun bilgi ve muvafakati mevcut olmasa bile üçüncü bir şahıs
tarafından sigorta ettirilebilir; şu kadar ki; üçüncü şahsın o kimsenin
hayatının devamında maddi veya manevi menfaati bulunması sigortanın muteberliği
için şarttır."
18. Türkiye Sigorta, Reasürans ve Emeklilik Şirketleri
Birliğinin 11/5/2002 tarihinde düzenlediği Hayat Sigortası Genel Şartları'nın C.2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sigortacı, bu sözleşmeyi,
gerek sigorta ettiren gerekse bilgisinin olduğu hallerde hayatı sigorta
edilenlerin ve temsilci aracılığıyla sigorta yapılıyorsa temsilcinin de
beyanını esas tutarak yapmıştır.
Gerek sigorta ettiren gerekse sigortalı ve
temsilci, sigorta sözleşmesinin yapılması sırasında kendisince bilinen ve
sigortacının sözleşmeyi yapmamasını veya daha ağır şartlarla yapmasını
gerektirecek bütün halleri bildirmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğün ihlali
halinde, sigortacı durumu öğrendiği tarihten itibaren bir ay içinde sözleşmeden
cayabilir veya sözleşmeyi yürürlükte tutarak sekiz gün içinde prim farkını
talep edebilir. Ancak, sigortacının bildirilmemiş, eksik veya yanlış
bildirilmiş olan hususları bilmesi veya ihbar etmemenin ya da yanlış ihbar
etmenin kusura dayanmaması halinde cayma caiz değildir. Bu durumda rizikonun
kabul edildiğinden daha yüksek olması nedeniyle daha fazla bir prim alınması
gerekiyorsa sigortacı durumu öğrendiği tarihten itibaren sekiz gün içinde prim
farkını talep edebilir.
Sigorta ettiren, talep edilen prim farkını
kabul ettiğini sekiz gün içinde bildirmediği takdirde sözleşmeden cayılmış
olur. Ancak, prim farkının kabul edilmemesi nedeniyle sözleşmeden cayılması
sigortacının gerçeğe aykırı veya eksik beyanı öğrendiği tarihten itibaren bir aylık
süre içinde söz konusudur.
Beyan yükümlülüğünün kasıtlı ihlalinde
sigortacı riziko gerçekleşmiş olsa bile sözleşmeden cayabilir ve prime hak
kazanır.
Kastın söz konusu olmadığı durumlarda riziko;
sigortacı durumu öğrenmeden önce veya sigortacının cayabileceği veya caymanın
hüküm ifade etmesi için geçecek süre içinde gerçekleşirse, sigortacı tazminatı
o tazminata ilişkin olarak tahakkuk ettirilen prim ile tahakkuk ettirilmesi
gereken prim arasındaki orana göre öder.
..."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 26/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, murisinin bankadan konut kredisi aldığını, kredi
nedeniyle davalı sigorta şirketinin hayat sigortası poliçesi düzenlediğini, kişilerin
ölümünün riziko edildiği durumlarda ticari kurumların basiretli bir tacir gibi
davranması gerektiği hâlde davalı şirketin sırf ticari amaçla hareket ederek
poliçe düzenlediğini, murisinin poliçedeki şartları yerine getirmesine rağmen
şirketin haksız yere poliçeden caydığını, murisinin poliçe düzenlenmeden önce
tek bacağının diz üstünden kesildiğini ve tekerlekli sandalyede yaşamını
sürdürdüğünü, bu durumdayken otuz sekiz sağlık sorusu bulunan poliçedeki
soruların sorulmadan bilgisayar çıktısı hâlinde murise poliçenin
imzalatıldığını, sigorta görevlisinin murisin beden engelli olduğunu görmesine
rağmen "Eksik ya da işlevini yapmayan
bir uzvunuz var mı?" sorusuna "Hayır"
yanıtını işaretlediğini, şirketin poliçe düzenlenirken yaptığı ihmal ve kusurun
kendilerine yüklenilmemesi gerektiğini, yargılamada kredi veren bankanın davayı
kabul ettiğine ilişkin beyanlarının olduğunu ancak Mahkemenin bilirkişi raporu
ve davanın esasına yönelik yaptığı itirazlar ile lehine olan belgeleri dikkate
almadan karar verdiğini, kredi ödemesi tamamlanmış bir sözleşmede davalının
cayma hakkını haksız yere kullanması durumunda primlerini ödeyen sigortalı ve
mirasçılarının katlandığı külfetin karşılığının alınamayacağını, bu durumun
hakkaniyete aykırı olduğunu, yargılamanın makul süreyi aştığını belirterek
Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş; yargılanmanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma
hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür. Buna göre başvuru yargılamanın
makul sürede sonuçlanmadığına ilişkin iddia ve gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddia başlıkları altında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına
İlişkin İddia
22. Başvurucu 16/7/2009 tarihinde açılan tazminat davasının
11/6/2013 tarihinde sonuçlandığını, makul sürede yargılama yapılmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
23. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul
sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce de bireysel başvuru konusu yapılmıştır.Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma
hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir
davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın
karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların
yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı
belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir
(Gülseren Gürdal ve diğerleri, B.
No: 2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283,
19/12/2013; Haydar İzgi, B. No:
2012/673, 19/12/2013).
24. Başvuru konusu olay, asliye ticaret mahkemesinde açılan
tazminat davasına ilişkindir. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan usul hükümlerine göre yürütülen, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre
değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher
Ergun ve diğerleri, § 50)bu tarih somut
başvuru açısından 16/7/2009'dur.
25. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu
tarih, Yargıtay 11. Hukuk Dairesince karar düzeltme isteminin reddedildiği
11/6/2013'tür.
26. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde
başvurucunun 16/7/2009tarihinde açtığı davada Mahkemenin 27/9/2010 tarihinde
davanın reddine karar verdiği,temyiz
üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 6/12/2012 tarihinde hükmün onandığı,
başvurucunun karar düzeltme talebinin ise Dairenin 11/6/2013 tarihli ilamı ile
reddedildiği ve hükmün bu tarih itibarıyla kesinleştiği anlaşılmıştır.
Dolayısıyla yargılama 3 yıl 10 ay 25 günde tamamlanmıştır.
27. Somut olayda uygulanması gereken usul hükümleri dikkate
alındığında 3 yıl 10 ay 25 günlük yargılama süresinin somut davada makul süreyi
aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle
geciktirildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun
bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
29. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
30. Başvurucu; poliçe düzenlenmeden önce murisinin tek bacağının
diz üstünden kesildiğini, tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürdüğünü, bu
durumdayken sağlıkla ilgili sorular sorulmadan poliçenin imzalatıldığını,
sigorta görevlisinin beden engelli olduğunu gördüğü hâlde "Eksik ya da işlevini yapmayan bir uzvunuz var
mı?" sorusuna da "Hayır"
yanıtını işaretlediğini, şirketin poliçe düzenlenirken kusurlu olduğunun açık
bir şekilde anlaşıldığını, yargılama sırasında ileri sürülen bu itirazlara
cevap verilmediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
31. Başvurucunun temel iddiasının, yargılama aşamasında ileri
sürülen ve esasa etkili olduğu belirtilen hususların Mahkeme ve Yargıtay
kararında karşılanmadığına ilişkin olması nedeniyle başvuru gerekçeli karar
hakkı yönünden incelenecektir.
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
33. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
34. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri;
dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin
değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını,
uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir
yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu
gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik
görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil
yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim
Ataş, B. No: 2013/1235, 18/6/2013, § 23).
35. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu
mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın
ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu
tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul
edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygundur. Bu durumda üst dereceli mahkeme
tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir
(Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat
Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.,
B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
36. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden
hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle karardaki içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri
özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve
buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24). Mahkemenin davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi
veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddia veya savunmaların
cevapsız bırakılması, gerekçeli karar hakkı kapsamında adil yargılanma hakkının
ihlaline neden olabilir (Nurten Esen,
B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 42).
37. Delillerin kabul edilebilirliği, öncelikle ulusal hukuk
kurallarına göre millî mahkemelerce değerlendirilir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), yargılama sürecini bütün olarak dikkate alır. Bu süreçte
delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden
hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını inceler (Schuler-Zgraggen /İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, §
66).
38. 6762 sayılı mülga Kanun ve Hayat Sigortası Genel Şartları'nın ilgili hükümlerinde sigorta ettirenin,
sigortacının mukavele yapılırken hakiki vaziyetleri bildiği takdirde mukaveleyi
yapmamasını veya daha ağır şartlarla yapmasını mücip
olacak bütün hususları sigortacıya bildirmeye mecbur olduğu "ancak, sigortacının bildirilmemiş, eksik veya yanlış
bildirilmiş olan hususları bilmesi veya ihbar etmemenin ya da yanlış ihbar
etmenin kusura dayanmaması halinde caymanın caiz olmadığı" belirtilmiştir.
39. Somut olayda başvurucunun murisi T.E. ile sigorta şirketi
arasında T.E.nin bankadan aldığı konut kredisi
nedeniyle 9/5/2007 tarihinde, Yenileme Garantili Kredi Hayat Sigorta Poliçesi
düzenlendiği, muris T.E.nin 20/2/2009 tarihinde ölümü
ile başvurucu ve diğer mirasçının ölüm tazminatı için sigorta şirketine
başvurduğu, ancak şirketin "poliçe
yapılırken sağlık beyan formunda murisin kendisine sorulan sorulara uygun
bildirimde bulunmadığı" gerekçesiyle tazminat talebini
reddetmesi üzerine mirasçıların Beyoğlu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde tazminat
davası açtıkları anlaşılmıştır.
40. Mahkemenin, başvurucunun murisinin poliçenin tanzimi
öncesinde diyabet ve hipertansiyon hastalıklarının bulunduğunu, bu
hastalıkların damarlarda tahribat yaptığını, göz ve böbrekleri etkilediğini,
kronik böbrek hastalığı oluşturduğunu, dolaşım sistemini bozduğunu, mevcut
hastalıklar nedeniyle 18/4/2007 tarihi itibarıyla başvurucunun sol bacağının
diz üstü seviyesinden kesildiğini, 9/5/2007 tarihli sağlık beyan formunda
hiçbir sağlık sorununun olmadığını ortaya koyar şekilde tüm hastalıklarınkarşısında
"Hayır" ibarelerinin
yazılı olduğunu, sigortalının da bunu imzaladığını, bu formda daha sonra
meydana gelen ölümle illiyet bağını oluşturan hipertansiyon, diyabet, böbrek
yetmezliği hastalıklarının da yer aldığını, diğer sorularda olduğu gibi
bunların karşısında da "Hayır"
ibaresinin yazılı olduğunu, bu beyanların gerçeğe aykırı olduğunun hastane
kayıtları ve alınan bilirkişi raporu ile sabit olduğunu, 6762 sayılı mülga
Kanun'un 1290. maddesinde düzenlenen hakikate vakıf
olan sigortacının cayma hakkının somut olayda rizikonun yani ölümün
gerçekleşmesiyle doğduğunu, sigortacının tazminatı ödemekten kaçınma hakkının
mevcut olduğunu belirterek davanın reddine karar verdiği anlaşılmıştır.
41. Yargılama sürecinde alınan sağlık raporlarına göre
başvurucunun murisinin sözleşme öncesinde hastalığı nedeniyle ayağının
kesildiği, tekerlekli sandalye ile sözleşmeyi imzaladığı, murisinin bu durumunu
gördüğü halde sigorta yetkilisinin sırf sözleşme yapmak amacıyla "Eksik ya da işlevini yapmayan bir uzvunuz var
mı?" sorusuna "Hayır"
yanıtını işaretlediği, matbu olarak düzenlenmiş poliçeyi bu şekilde murisine
imzalatan sigortacının, dürüstlük kuralına dayanan sözleşme öncesi aydınlatma
ve bilgilendirme yükümlülüğünü ihlal ettiği, kendisinden beklenen özeni
göstermediği, bu açıdan sigortacının cayma hakkına esas tutulan ve gizlendiği
iddia edilen hususları bilmesi gerektiğinin açık olduğu, sözleşmeden caymasının
mümkün olmadığına ilişkin ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren ve
uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan itirazların Mahkeme kararı ve bu karara
atıf yapılmak suretiyle verilen Yargıtay kararlarında değerlendirilmediği,
ileri sürülen iddia ve itirazların dosyadaki diğer delil ve olgularla birlikte
tartışılarak karar verildiğinin Mahkeme ve temyiz mercii tarafından makul ve
kabul edilebilir ölçüde ortaya konulmadığı görülmüştür.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
44. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılamaya karar
verilmesini talep etmiştir.
45. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 47. Asliye Ticaret
Mahkemesine (eski Beyoğlu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi) gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
47. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 47. Asliye Ticaret Mahkemesine (eski Beyoğlu 2. Asliye Ticaret
Mahkemesi) GÖNDERİLMESİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
26/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.