TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
SEYFİ POLAT BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7020)
Karar Tarihi: 2/12/2015
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Hüseyin TURAN
Başvurucu
Seyfi POLAT
Vekili
Av. Keleş ÖZTÜRK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun makul ve kanuni süreyi aşması, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin ve tutukluluğa ilişkin yapılan itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/8/2013 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Yapılan incelemede 2014/5998 numaralı başvurunun, kişi ve konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2013/7020 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
6. Bakanlığın 5/11/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün birçok ilde eş zamanlı yürüttüğü yasa dışı MLKP örgütü operasyonu kapsamında 8/9/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/9/2006 tarihli ve 2006/41 Sorgu sayılı kararıyla “yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kaçma şüphesi, kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular ve yüklenen suçun CMK.100/3-a/8-9 maddesinde sayılan suçlardan bulunması” gerekçesiyle tutuklanmıştır.
9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 17/5/2007 tarihinde 2006/1013 soruşturma sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında anayasal düzeni silahlı ayaklanma yoluyla değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte kimlik kullanma, patlayıcı madde bulundurma ve 10/7/1953 tarihli 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet etme suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
10. İddianamenin kabul edilmesinden sonra İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/303 sayılı dosyasında yürütülen davanın ilk duruşması 26/10/2007 tarihinde yapılmıştır.
11. Başvurucu, yargılama süresince birçok kez tahliye talebinde bulunmuş ancak bu tahliye talepleri benzer gerekçelerle reddedilmiştir.
12. Son olarak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 4/6/2013 tarihli kararında başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“…üzerlerine atılı suçların niteliği, mevcut delil durumu, arama ve yakalama tutanakları, arama sırasında ele geçen belge içerikleri, vahim nitelikteki silahlar ve patlayıcı maddeler, döküman ve bilgisayar inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların kuvvetli suç şüphesi altında bulunmaları, atılı suçların CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, arama ve yakalamalar sırasında sanıkların bir çoğunun sahte olduğu iddia olunan kimlik ve belgelerle yakalanmış olması nedeniyle kaçacakları ve saklanacakları konusunda olgular bulunması, sanıkların üzerine atılı suçun ağırlığına göre serbest kalmaları halinde kaçma şüphesinin karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunması, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanıklar açısından yetersiz kalacağı ve Anayasa'nın 13. Maddesinde ifade olunan "Ölçülülük" ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı ve CMK'nın 100. maddesindeki şartlar[ın] devam etmesi dikkate alınarak sanıkların tutukluluk hallerinin devamına [karar verilmiştir.]”
13. Bu karara karşı başvurucu 10/6/2013 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza mahkemesine itirazda bulunmuş, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 17/6/2013 tarihli ve 2013/307 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 17/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
14. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2013 tarihli ve E.2007/303, K.2013/192 sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçların bir kısmı yönünden mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
15. Bu karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
16. Başvurucu 16/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
17. Başvurucu, birleştirme kararı verilen 25/4/2014 tarihli ve 2014/5998 sayılı bireysel başvurusunda dile getirdiği hususlara ek olarak yedi yılı aşan tutukluluğun aynı zamanda kanuni süreyi aştığını belirterek tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur.
18. Başvurucu, dosyanın temyiz aşamasında iken değişik tarihlerde ve değişik mahkemelerde 21/2/1014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun gereğince azami tutukluluk süresinin beş yıla indirilmiş olması gerekçesiyle tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu tahliye talebi en son İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2014 tarihli ve 2014/392 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiş, ret kararı 22/4/2014 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.
19. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 6526 sayılı Kanun’un geçici 14. maddesi ile kapatılmasından sonra dosyanın devredildiği İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi 8/5/2014 tarihinde yurt dışına çıkamamak suretiyle başvurucunun adli kontrol altına alınmasına ve tahliye edilmesine karar vermiştir.
B. İlgili Hukuk
20. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
21. 4/12/20104 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),”
22. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.”
23. 5271 sayılı Kanun’un 270. maddesi şöyledir:
“İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.”
24. 5271 sayılı Kanun’un 271. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 2/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 16/8/2013 tarihli ve 2013/7020 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; tutukluluğunun makul ve kanuni süreyi aştığını, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğunu, resen ve itiraz üzerine yapılan tutukluluk incelemelerin duruşmasız yapıldığını ve itiraz incelemesinde alınan Savcılık görüşünün tebliğ edilmediğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Tutukluluğun Kanuni Süreyi Aştığı İddiası
27. Başvurucu bu dosya ile birleştirilen 2014/5998 sayılı başvurusunda, dile getirdiği hususlara ek olarak yedi yılı aşan tutukluluğun aynı zamanda kanuni süreyi aştığını ileri sürmüştür.
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. …”
29. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen dikkate alınması gereken bir başvuru koşuludur. Bireysel başvurunun; başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, §§ 19, 20).
30. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
31. Ancak başvurucu hakkında ilk derece mahkemesinde mahkûmiyet kararı verilmiş ise bireysel başvuru açısından talep, hukuka aykırılığın tespiti ve tazminatla sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru yapılmalıdır (Korcan Pulatsü, § 31).
32. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
33. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” durumunda, tutukluluk süresinin kanuni veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun, ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra veya serbest bırakılmadan itibaren başvuru süresi içinde yapılması gerekir (Mehmet Emin Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 28).
34. Somut olayda başvurucu, isnat edilen suçlar nedeniyle 12/9/2006 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında yürütülen ilk derece yargılaması, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince 4/11/2013 tarihinde verilen mahkûmiyet kararıyla sonuçlanmıştır.
35. Başvurucu, hakkında verilen hükmen tutukluluğun devamına ilişkin karara değişik tarihlerde ve değişik mahkemelerde 6526 sayılı Kanun gereğince azami tutukluluk süresinin beş yıla indirilmiş olduğunu ileri sürerek yaptığı tahliye talepleri en son İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 17/4/2014 tarihinde reddedilmiş ve Mahkemenin ret kararı 22/4/2014 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu, isnat edilen suçlarla ilgili yargılama kapsamında mahkûmiyet kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede “bir suç isnadına bağlı olarak” özgürlüğünden yoksun bırakılmıştır. Mahkûmiyet kararından sonra başvurucunun tutulması ise “mahkûmiyet sonrası tutma” kapsamındadır. Buna göre “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren bireysel başvurunun ilk derece mahkemesinin nihai kararının tebliği olan 4/11/2013 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 25/4/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tutmanın Hukuki Olmadığı İddiası
37. Başvurucu; hakkında isnat edilen suçlarla ilgili somut delil olmamasına rağmen tutuklandığını ve tutukluluğunun devamına karar verildiğini, tutuklama kararının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
38. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
39. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
41. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli bir belirti bulunmasına bağlıdır. Bu unsur, tutuklama tedbiri için olmazsa olmaz niteliktedir. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).
42. Buna bağlı olarak yakalama veya tutuklama anındaki deliller mutlaka kişinin suçla itham edilebilmesini sağlayacak düzeyde olmayabilir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek ve ilerletmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
43. Tutuklamaya ve tutukluluğun devamına ilişkin hususlar 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphenin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Düzenlemede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).
44. Diğer yandan Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler, ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras, § 49).
45. Somut olayda başvurucu, hakkında açılan kamu davası kapsamında 12/9/2006 tarihinde “anayasal düzeni silahlı ayaklanma yoluyla değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte kimlik kullanma, patlayıcı madde bulundurma ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçelerinde isnat edilen suçlamaya ilişkin suçun vasfı ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç için kanunda öngörülen ceza miktarı ve suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunması gösterilmiştir.
46. Dolayısıyla başvurucunun suçla ilgili inandırıcı nedenler bulunmadığı hâlde tutuklandığı iddiasının yerinde olmadığı, gösterilen deliller ve tutuklama kararlarında yer alan gerekçeler dikkate alındığında tutuklamanın kuvvetli şüphe olgusunu karşıladığı, böylece tutuklama nedenlerinin oluştuğu, isnat edilen suça ilişkin somut olgular olmadan gerekçesiz olarak tutuklama kararı verildiğine yönelik şikâyetinin dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Resen Yapılan Tutukluluk İncelemesinin Duruşmasız Yapıldığı İddiası
48. Başvurucu, herhangi bir tarih belirtmeksizin hakkında resen verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararların duruşma yapılmadan dosya üzerinden inceleme yapılarak verildiğini ileri sürmüştür.
49. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
50. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası, her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve anılan Anayasa hükümleri, esas olarak tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından bir güvence oluşturmaktadır (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 30).
51. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesinde, soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100. madde hükümleri göz önünde bulundurularak kovuşturma evresinde ise tutuklu sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da en geç otuz günlük süre içinde hâkim veya mahkemece resen karar verileceği hükme bağlanmıştır.
52. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılacak değerlendirmeler, resen (ex officio) yapılmakta olup Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 32).
53. Somut olayda, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 4/7/2013 tarihinde 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi gereğince başvurucunun tutukluluk incelemesini duruşma açmaksızın dosya üzerinden yaparak karar vermiştir.
54. Bu çerçevede resen gerçekleştirilen tutuklulukla ilgili incelemeler sonucunda verilen kararlar konu bakımından yetki kapsamı dışındadır (Hanefi Avcı, § 40). Bireysel başvuru kapsamında olmayan bu kararların usulüne dâhil alt unsurlar da kararlarla aynı hukuki sonuca tabidir.
55. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Cumhuriyet Savcısının Görüşünün Tebliğ Edilmediği İddiası
56. Başvurucu, herhangi bir tarih belirtmeksizin tutukluluğa itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından alınan mütalaanın Mahkemece kendisine bildirilmediğini ve bu nedenle hakkında yürütülen yargılamada çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edilmediğini ileri sürmüştür.
57. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
58. Tutukluluk hâline itirazda bulunulan bir davada, Cumhuriyet savcısı ve tutuklunun davaya katılma hakkı bulunmaktadır. Ayrıca tutukluluk hâline itiraz başvurusunda Cumhuriyet savcısı ve tutuklu arasında silahların eşitliği ilkesinin gözetilmesi gerekir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 76).
59. Silahların eşitliği, başvurucunun soruşturma dosyasına ulaşabilmesine imkân verilmesini gerektiren bir ilkedir. Cumhuriyet savcısının görüşlerine etkili bir şekilde cevap verebilme imkânı, kural olarak başvurucunun söz konusu belgelere ulaşması hâlinde mümkün olabilir. Bu gerekliliğin hangi şekilde yerine getirileceğini belirlemek kanun koyucuya ait olmakla beraber tarafların beyanlarının birbirlerine bildirilmesi ve bu beyanlara cevap verebilme imkânına sahip olmaları gerekir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 77).
60. Şüpheli veya sanığın salıverilme taleplerinin incelenmesine ilişkin usulün belirlendiği 5271 sayılı Kanun’un 105. maddesinin (1) numaralı fıkrasına, 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile “Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz.” cümlesi eklenerek duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verilirken tarafların görüşlerinin alınmayacağı hükme bağlanmıştır. Böylece 6459 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 30/4/2013 tarihinden sonraki salıverilme taleplerinin duruşma dışında değerlendirilmesi hâlinde incelemeler dosya üzerinden gerçekleştirilecek ve tarafların görüşleri alınmayacaktır.
61. Dolayısıyla itiraz incelemelerinde mahkemece dosya üzerinden ve duruşma açılmadan tutukluluğun inceleneceğine karar verildiği durumlarda yargılamaya herhangi bir tarafın (şüpheli ya da sanık ile Cumhuriyet savcısı) sözlü olarak katılmaması durumunda silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama ilkesi ihlal edilmiş olmayacaktır.
62. Somut olayda başvurucu İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli tutukluluk hâlinin devamına dair kararına 10/6/2013 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz merci olan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 17/6/2013 tarihli ve 2013/307 Değişik İş sayılı kararıyla dosya üzerinden inceleme yaparak ve duruşma açmaksızın başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, ileri sürdüğü bu şikâyet bakımından herhangi bir tarih belirtmemiş ise de 11. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararı üzerine başvuru yapılması nedeniyle sözü edilen kararın incelenmesinden Cumhuriyet savcısından tutukluluğun devamı yönünde bir görüş alınmadığı gibi kendisinden de bu hususta bir görüş sorulmadığı anlaşılmaktadır.
63. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
64. Başvurucunun tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğu ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapıldığı iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
a. Tutuklamaya Yönelik İtiraz Başvurularının İtiraz Merciince Duruşmasız İncelendiği İddiası
65. Başvurucu; tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak dosya üzerinden gerçekleştirildiğini, çekişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edilmediğini ileri sürmüştür.
66. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
67. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası, yakalama veya tutuklama yoluyla özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiye, özgürlüğünden yoksun bırakılmasının yasaya uygunluğunun özünü oluşturan usule ve esasa ilişkin koşullar ile ilgili olarak yetkili bir yargı merciine başvurma hakkı tanımaktadır. Hürriyeti kısıtlanan kişinin şikâyetleri ile ilgili olarak yetkili yargı merciince yapılacak değerlendirmenin, adli nitelik taşıması ve özgürlükten mahrum bırakılan kişilerin itirazları bakımından uygun olan teminatları sağlaması gerekir. Ayrıca tutukluluğun yasaya aykırı olup olmadığının hâkim önünde düzenlenen duruşmalarda etkili olarak incelenmesini talep etme ve tutukluluk hâlinin gerekli olup olmadığının yetkililer tarafından hızlı bir şekilde tespit edilmesini isteme hakkını da teminat altına almaktadır (Firas Aslan ve Hebat Aslan, §§ 64-66).
68. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca tutukluluğun devamına ilişkin olarak mahkemelerce verilen kararlara yapılan her itirazda başvurucunun dinlenilmesi gerekli olmamakla beraber tutuklu kişinin makul aralıklarla dinlenilmeyi talep etme hakkı vardır. Tutukluluğunun gözden geçirilmesi esnasında yapılan incelemenin “çelişmeli yargı” ve “silahların eşitliği” ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 68).
69. 5271 sayılı Kanun’un 104. Maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre şüpheli veya sanık soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında herhangi bir süre beklemeksizin salıverilmesini talep edebilir. Aynı Kanun’un 267. maddesine göre ise resen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm kararlar mahkeme önünde itiraza konu olabilir.
70. Somut olayda itiraz incelemesi sırasında duruşma yapılmamıştır. Başvurucunun ve Cumhuriyet savcısının tutukluluk hâlinin hukuka aykırı olup olmadığına ilişkin sözlü açıklama yapmak üzere Mahkemeye çağrılmadığı ve dinlenmediği incelemede, silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğinden bahsedilemez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 71).
71. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında öngörülen kural dikkate alındığında hürriyeti kısıtlanan kişinin durumu hakkında kısa sürede karar verilmesi dâhil olmak üzere tutukluluk kararına karşı yapılan her itirazda duruşma yapılması ceza yargılaması sistemini işlemez hâle getirecektir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan yargılama usulüne ilişkin yükümlülükler, duruşma yapmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece tutukluluğa karşı yapılacak her itiraz için duruşma yapılmasını gerektirmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 73)
72. Somut olayda başvurucu hakkında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli duruşmada tutukluluğun devamına karar verilmiş, başvurucu ve müdafii 12/3/2013 ve 4/6/2013 tarihli celselerde tutukluluk hâli ile ilgili itirazlarını duruşmada dile getirme ve mahkeme önünde sözlü savunma yapma fırsatı bulmuştur. Bu nedenle İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan incelemeden on iki gün gibi makul bir süre sonra 17/6/2013 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yapılan itiraz incelemesinde duruşma yapılması bir zorunluluk olarak kabul edilemez.
73. Açıklanan nedenlerle itiraz incelemesi esnasında başvurucu hakkında verilen tutukluluk kararına ilişkin olarak duruşma yapılmamış olmasının Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasını ihlal etmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası
74. Başvurucu tutukluluğun makul süreyi aştığını, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
75. Başvurucunun bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
76. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
77. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
78. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi; yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, § 61).
79. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 62).
80. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Murat Narman, § 63).
81. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 63, 64).
82. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfî olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
83. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, § 46).
84. Somut olayda başvurucu 4/6/2013 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan 19. celsede tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi “…üzerlerine atılı suçların niteliği, mevcut delil durumu, arama ve yakalama tutanakları, arama sırasında ele geçen belge içerikleri, vahim nitelikteki silahlar ve patlayıcı maddeler, döküman ve bilgisayar inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların kuvvetli suç şüphesi altında bulunmaları, atılı suçların CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, arama ve yakalamalar sırasında sanıkların bir çoğunun sahte olduğu iddia olunan kimlik ve belgelerle yakalanmış olması nedeniyle kaçacakları ve saklanacakları konusunda olgular bulunması, sanıkların üzerine atılı suçun ağırlığına göre serbest kalmaları halinde kaçma şüphesinin karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunması, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanıklar açısından yetersiz kalacağı ve Anayasa'nın 13. Maddesinde ifade olunan "Ölçülülük" ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı ve CMK'nın 100 maddesindeki şartlar devam etmesi dikkate alınarak sanıkların tutukluluk hallerinin devamına,” gerekçesiyle reddedilmiştir.
85. Başvurucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli kararına itiraz etmiş; itiraz, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/6/2013 tarihli ve 2013/307 Değişik İş sayılı kararında “üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, gerektirdiği ceza miktarı, kuvvetli suç şüphesinin bulunması, mevcut delil durumu ve tutuklulukta geçirdikleri süreler göz önüne alınarak mahkemesince verilen tutukluluk hallerinin devamına dair kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığının anlaşıldığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
86. Görüldüğü gibi başvurucunun tahliye talebi, üzerine atılı suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması ve kaçma şüphesinin varlığı gerekçesiyle bu karara karşı yapılan itiraz da benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilir. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir. Kaçma tehlikesinin varlığı, söz konusu olan cezanın ağırlığı temelinde değil; bu tür bir tehlikenin bulunduğunu teyit edebilecek veya bu tehlikenin tutuklanmayı haklı gösterecek kadar büyük olup olmadığını gösteren başka unsurlar temelinde de incelenmelidir (Taciroğlu/Türkiye, B. No: 25324/02, 2/2/2006, § 21). Bu bağlamda karar gerekçesinde hangi durumda kaçma tehlikesinin belirleyici hâle geldiği ve neden bu gerekçenin bu denli uzun süre geçerliliğini koruduğunun belirtilmiş olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Yurt /Türkiye, B. No:12439/03, 20/2/2007, § 23). Bu açıdan bakıldığında İlk Derece Mahkemesinin tutukluluğunun devamına ilişkin kararlarında bu nitelikte yeterli bir gerekçenin bulunmadığı görülmektedir.
87. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkûmiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hâli sona erer (Murat Narman, §§ 66, 67). Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi 8/9/2006 tarihinde gözaltına alınması ile ilk derece mahkemesinin 4/11/2013 tarihli kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılması arasındaki 7 yıl 1 ay 26 gündür.
88. Derece mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde bu gerekçelerin tutukluluğun devamını haklı gösterecek içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Yedi yılı aşan bir tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Bu çerçevede başvurucunun İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılaması devam ederken tutuklu bulunduğu süre makul olarak değerlendirilemez.
89. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin makul olmadığı yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
90. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
91. Başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
92. Başvurucu 45.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
93. Başvurucuya, özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut olayın özelliklerini dikkate alarak net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
94. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
95. Kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
96. V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. 1. Tutmanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutukluluğun kanuni süreyi aştığına ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Resen yapılan tutukluluk incelmesinin duruşmasız yapıldığına ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Cumhuriyet savcısının görüşünün tebliğ edilmediğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Tutukluğun makul süreyi aştığı ve tutuklamaya yönelik itiraz başvurusunun itiraz merciince duruşmasız incelendiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Başvurunun itiraz merciince duruşmasız incelendiği iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE
E. Kararın bir örneğinin İstanbul (kapatılan) 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
2/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.