TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SADIK KOÇAK VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/841)
|
|
Karar Tarihi: 23/1/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucular
|
:
|
Sadık KOÇAK
|
|
|
Fatma KOÇAK
|
|
|
Nurten KOÇAK
|
|
|
Nurgül ÖZER
|
|
|
Yunus KOÇAK
|
|
|
Bayram KOÇAK
|
|
|
Ali KOÇAK
|
|
|
Hacer KOÇAK
|
|
|
Rabia KOÇAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmed Emir BİNİCİ ve
Av. Keziban TÜLEN BİNİCİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, yakınları Şaban KOÇAK’ın
askerlik görevini yerine getirdiği sırada idarenin kusuru sonucu intihar
ettiği, olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasından sonuç alınamadığı, idare
aleyhine açtıkları maddi ve manevi tazminat davasında hükmedilen tazminatın
yetersiz olduğundan bahisle Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 22/1/2013
tarihinde Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/3/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 21/8/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, görüşünü
1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucuların ikisinin çocuğu ve diğer yedisinin kardeşi
olan Şaban Koçak, Iğdır/Aralık 5. Hudut Taburu 6. Hudut Bölüğü Komutanlığına
bağlı Aşağı Çiftlik Karakol Komutanlığı emrinde piyade onbaşı olarak askerlik
görevini yerine getirirken kendisine kalorifer kazan dairesinin zimmeti
verilmiştir.
9. Şaban Koçak, anne ve babasıyla yaptığı telefon
görüşmelerinde kalorifer dairesinin zimmetinin kendisine verildiğini, bu görevi
yapamayacağından korktuğunu ve yanlış bir şey yaparsa ailesinin malvarlığına el
konacağı tehdidi altında olduğunu ifade etmiştir.
10. Başvuru konusu olayın gerçekleşmesinden 10 saat önce
görevli asker V.S.’den ısrarla silah ve mühimmat
istemiş, bu talep komutanın emriyle yerine getirilmemiştir.
11. 2/5/2010 tarihinde kendi görev mahalli olan karakolun
kazan dairesinde diğer bir askerin hücum yeleğinden aldığı dolu şarjörü kendi
silahına takarak kendisini vurmuş ve hayatını kaybetmiştir.
12. Olayla ilgili olarak T.C. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 12.
Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı (Askeri Savcılık) 2011/120
esas numarasıyla soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sonucunda Askeri Savcılık,
28/1/2011 tarih ve E.2011/120, K.2011/3 sayılı kararında, intiharın Şaban Koçak’ın
kendi iç dünyasından kaynaklanan ancak dışa yansıtmadığı şahsi, ailevi ve maddi
sıkıntılar nedeniyle girmiş olduğu psikolojik bunalım sonucu gerçekleşmiş
olduğunu ve başkasına atfedilebilecek bir suç unsuru bulunmadığını belirterek
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
13. Bunun üzerine başvurucular 1/3/2011 tarihinde uğradıkları
maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla Milli
Savunma Bakanlığına dilekçeyle başvurmuşlardır. Milli
Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen
reddetmiştir.
14. Başvurucular zımni ret üzerine 31/5/2011 tarihinde Askeri
Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) dava açmışlardır.
15. AYİM 31/10/2012 tarih ve E.2011/989, K.2012/1053 sayılı
kararıyla başvurucuların tamamı için yapılan toplam 250.000 TL maddi ve 100.000
TL manevi tazminat talebinin, olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın
askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak, Şaban KOÇAK’ın anne ve babası için toplam 7.100 TL maddi,
davacıların tamamı için toplam 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
vermiştir. Davanın reddedilen kısmı üzerinden nispi olarak hesaplanan 19.624 TL
vekâlet ücretinin davacı olan başvuruculardan alınarak davalı idareye
ödenmesine karar verilmiştir.
16. Anılan karar üzerine başvurucular karar düzeltme
başvurusunda bulunmuştur. Söz konusu başvuru AYİM’in
15/5/2013 tarih ve E.2013/601, K.2013/584 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17. Bakanlık, 21/8/2013 tarihli görüşünde (§ 5) başvuru
konusu olaya ilişkin ilave olarak aşağıdaki bilgilere yer vermiştir:
1. Askerlik
Süreci
18. Başvurucuların yakını Şaban Koçak’a askerlik öncesi son
yoklamasında askerliğe elverişli olduğu yönünde rapor verilmiştir. Şaban Koçak
bu rapora itiraz etmemiştir.
19. Başvurucuların yakını Şaban Koçak, 14/12/2009 tarihinde
askerlik hizmetine başlamış, acemilik eğitimini tamamlamasının ardından
1/3/2010 tarihinde Iğdır/Aralık 5. Hudut Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik
Karakoluna katılmıştır.
20. Şaban Koçak’a sosyal risk tarama anketi yapılmıştır.
Şaban Koçak, bu ankette herhangi bir sağlık sorunundan bahsetmemiştir. Ayrıca
intihar eğilimi olmadığını ve ailesinde intihar edenin bulunmadığını
belirtmiştir.
21. Karakol komutanı kendisi ile mülakat yapmış, mülakatta,
Şaban Koçak’a teslim edilen emniyet ve kaza önleme talimatları sözlü olarak
anlatılmış ve sağlık sorunu olduğunda haber vermesi söylenmiş ve askerlik
hizmeti sırasında nasıl hareket etmesi gerektiği açık bir şekilde izah
edilmiştir. Şaban Koçak tırnak batması dışında herhangi bir sağlık sorunu
olmadığını beyan etmiştir.
22. Şaban Koçak, ayağına tırnak batması şikayeti
ile ilgili olarak, 2/3/2010 ve 28/4/2010 tarihlerinde revire çıkmış ve muayenelerinin
ardından birliğine geri gönderilmiştir.
23. 2/5/2010 tarihinde, karakola ait kazan dairesinde,
geçirdiği ruhi bunalım sonucu, ani müdahale mangasında görev yapan er S. Y.’nin hücum yeleğini çıkartmasından istifade ederek aldığı
şarjörü kendi silahına takıp göğsüne ateş etmiştir. Şaban Koçak önce Aralık
Devlet Hastanesine, buradan da Iğdır Devlet Hastanesine sevk edilmiş, yapılan
müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir.
2. Ceza
Soruşturması Süreci
24. Şaban Koçak’ın kendisini vurması üzerine durum derhal
Askeri Savcılığa bildirilmiştir. Askeri Savcılığın talimatı ile Iğdır
Cumhuriyet Başsavcılığı aynı gün ölü muayene işlemini yapmıştır. Ölenin kamera
kaydı ve fotoğraflama işlemleri yapılmış, el, yüz, avuç içi svapları
ve parmak izleri alınmıştır. Ölenin üzerinden çıkan çeşitli eşyalar tutanak ile
muhafaza altına alınmıştır. Ölü muayene işlemi sonucunda kesin ölüm nedeninin
belirlenmesi için klasik otopsi işlemi yapılmasına karar verilmiştir.
25. Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı, 2/5/2010 tarihinde olay
yerini incelemiştir. Olay yeri inceleme ekibi fotoğraflama ve kamera kaydı
işlemlerini yapmış, olay yerinin krokisini çizmiş, olay yeri ile olay yerinde
bulunan silah ve şarjördeki parmak izlerini incelemiş, balistik inceleme için
bunlara el koymuştur. Aynı gün Iğdır Cumhuriyet Savcısı nezaretinde, ölenin
dolabı ve yatağında arama yapılmıştır.
26. Aynı gün silah sesi üzerine kazan dairesine giden N.S.,
S.K., V.S. ve M.G. tanık olarak dinlenmiştir. S.K. ve N.S. silah sesi üzerine
kazan dairesine gittiklerini, kazan dairesine vardıklarında Şaban Koçak’ın
kanlar içinde yerde yattığını belirtmişlerdir. V.S. ifadesinde, kendisinin
manga komutanı olduğunu, olaydan 10 saat kadar önce Şaban Koçak’ın kendisinden
mühimmat istediğini ancak vermediğini ve durumu komutan H.N.’ye
anlattığını, Şaban Koçak’ın maddi sorunları olduğunu ancak psikolojik sorunları
olduğunu bilmediğini belirtmiştir. M.G. ise, Şaban Koçak’ın can dostu olduğunu,
onu olay günü görmediğini, maddi sorunları olduğunu bildiğini ancak psikolojik
sorunları olduğunu bilmediğini belirtmiştir.
27. Olay yeri inceleme ekipleri olay yeri incelemesi
sonucunda rapor düzenlemiş ve soruşturma dosyasına dâhil etmişlerdir. Raporda
tüfeğin G-3 piyade tüfeği olduğu, emniyetin açık ve atıma hazır konumda olduğu
belirtilmiştir.
28. 12/5/2010 tarihinde Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığı
Kimya İhtisas Dairesi toksikolojik raporunu
açıklamıştır. Buna göre ölenden alınan örneklerde, uyuşturucu maddeye, alkole
ve toksikolojik bulguya rastlanmamıştır.
29. 1/6/2010 tarihinde klasik otopsi raporu açıklanmıştır.
Klasik otopsi sonucunda, kesin ölüm nedeni ateşli silah yaralanmasına bağlı iç
organ harabiyeti olarak tespit edilmiştir. Ayrıca
atışın bitişik atış olduğu ve cesetten mermi çekirdeği veya saçma elde
edilemediği belirtilmiştir.
30. 23/6/2010 tarihinde ölenin elbiseleri ile ilgili kriminal raporu açıklanmıştır. Raporda parkada bir adet
delik olduğu, atışın bitişik olduğu ve atış artıklarının bulunduğu
belirtilmiştir.
31. Silahın balistik incelemesi yapılmıştır. 17/6/2010
tarihli raporda, silahın G-3 makineli, tam otomatik çalışma düzeninde bir silah
olduğu, herhangi bir arızasının bulunmadığı, kendiliğinden ateş alamayacağı,
bir adet suça konu kovanın bu silahtan atıldığı, teşhise ve mukayeseye
elverişli yeterli izin bulunmadığı belirtilmiştir.
32. Alınan svaplar üzerinde yapılan
inceleme sonucu açıklanan 28/6/2010 tarihli uzmanlık raporunda, Şaban Koçak’a
ait olduğu belirtilen svapların söz konusu silahtan
kaynaklanan atış artıkları olabileceği belirtilmiştir.
33. Mağdur sıfatı ile başvuruculardan Fatma Koçak ve Sadık
Koçak’ın ve tanık sıfatı ile Ali Koçak’ın ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler
ifadelerinde Şaban Koçak’ın psikolojik sorunu olmadığını belirtmişlerdir.
34. Askeri Savcılık, ölenin dayısının oğlu M.K.’yi tanık olarak dinlemiştir. Tanık ifadesinde, Şaban
Koçak’ın psikolojik sorunu olmadığını belirtmiştir.
35. Karakol komutanı H.S., bölük komutanı O.K., tabip
asteğmen F.K. ile piyade üstçavuş R.A. tanık olarak dinlenmiştir. H.K.
ifadesinde; Şaban Koçak’ın kendisine ailevi sorunlarından bahsetmediğini, V.S.
isimli askerin kendisine Şaban Koçak’ın mühimmat istediğini söylediğinde,
vermemesi ve gerekirse nöbete çıkarılmaması gerektiğini söylediğini, ancak aynı
gün Şaban Koçak’ın kazanda olması nedeniyle çağırıp konuşmadığını belirtmiştir.
O.K. ise ifadesinde, Şaban Koçak’ın kendisine maddi durumunun iyi olmadığını
söylediğini, bunun dışında bir sorunundan bahsetmediğini belirtmiştir. R.A.
ise, Şaban Koçak’ın maddi sorunları dışında sessiz ve efendi birisi olduğunu,
herhangi bir sıkıntısından bahsetmediğini, olaydan sonra S.Y. isimli askerin
kendisine gelerek bir adet şarjörünün kaybolduğunu söylediğini, ancak Şaban
Koçak’ın kimseyle bir sorunu olmadığını belirtmiştir.
36. Şaban Koçak’ın samimi arkadaşları S.E. ve N.A. ile yakın
akrabası M.K. tanık olarak dinlenmiştir. Bu kişiler Şaban Koçak’ın herhangi bir
psikolojik sorunu olmadığını belirtmişlerdir.
37. Olay günü, Şaban Koçak’ın gizlice şarjörünü aldığı er
S.Y. tanık olarak dinlenmiştir. S.Y. ifadesinde, olay günü saat 14.00 civarında
içinde şarjör bulunan hücum yeleğini çıkararak gazinoya gittiğini, o esnada
komutanının çağırdığını, saat 16.00 civarında ise hücum yeleğinin olmadığını
hatırladığını ve geri almaya gittiğini, öleni tanıdığını, içine kapanık birisi
olduğunu, Şaban Koçak’a karakolda kötü davranılmadığını ve kimseyle sorunu
olmadığını belirtmiştir.
38. Askeri Savcılık tüm bu hususları değerlendirerek, Şaban
Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ve dışa yansıtmadığı sorunlar
nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar ettiği gerekçesiyle
28/11/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
39. Başvurucular vekili kovuşturmaya yer olmadığına dair
karara itiraz etmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 9. Piyade Tugay Komutanlığı
Askeri Mahkemesi E.2011/100 K.2011/101 sayılı kararı ile yapılan itirazı
reddetmiştir.
3. AYİM’de Açılan
Tazminat Davası Süreci
40. Başvurucular vekili tarafından, 30/6/2011 tarihli dilekçe
ile Milli Savunma Bakanlığı (İdare) aleyhine tazminat
davası açılmıştır. Başvurucular, toplamda 250.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi
olmak üzere 350.000 TL tazminat talep etmiştir.
41. Davalı idare vekili olan avukat tarafından cevap
dilekçesi sunulmuştur. Davacı başvurucular vekili tarafından 31/10/ 2011 tarihinde
cevaba cevap dilekçesi sunulmuştur.
42. AYİM Başsavcılığı, idarenin kusurlu olduğu gerekçesiyle
tazminat miktarının belirlenmesi için bilirkişi raporu alınması ve açılan
davanın kabul edilmesi yönünde mütalaa sunmuştur.
43. AYİM, 22/2/2012 tarihinde aldığı ara karar ile davacı
başvurucular vekilinden Şaban Koçak’ın çalışma koşulları ve aldığı ücrete
ilişkin belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Başvurucular vekili 12/3/2012
tarihinde, Şaban Koçak’ın sigortasız olarak günlüğü 25 TL den
çalıştığına ilişkin dilekçe sunmuştur.
44. AYİM, 25/4/2012 tarihinde bilirkişi raporu alınmasına
karar vermiştir. Bilirkişi 28/6/2012 tarihli raporunu mahkemeye sunmuştur.
45. 9/7/2012 tarihinde davalı idare vekili Başsavcılık
görüşüne itirazlarını sunmuştur. 13/7/2012 tarihinde başvurucular vekili,
bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi sunmuştur.
46. 31/10/2012 tarihinde AYİM, nöbetine 10 saatlik bir süre
olmasına rağmen silah ve mühimmat istemesinin intiharına ilişkin şüphe
oluşturması ve bunun idare tarafından fark edilmemesi nedeniyle idarenin
sorumlu olduğuna karar vermiştir.
47. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, davacı anne Fatma Koçak’a
4.500 TL maddi, 1.450 TL manevi; davacı baba Sadık Koçak’a 2.600 TL maddi,
1.450 TL manevi; davacının kardeşleri Nurten Koçak, Nurgül Özel, Yunus Koçak,
Ali Koçak, Hacer Koçak, Fatma Koçak ve Rabia Koçak’a ayrı ayrı 300 TL manevi
tazminat ödenmesine karar vermiştir. Ancak davacının kardeşleri Nurten Koçak,
Nurgül Özel, Yunus Koçak, Ali Koçak, Hacer Koçak, Fatma Koçak ve Rabia Koçak’ın
maddi tazminat taleplerini, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 364. maddesi uyarınca Şaban Koçak’ın maddi durumunun iyi olmaması
nedeniyle nafaka yükümlülüğü doğmadığından bahisle reddetmiştir. Ayrıca
reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden 19.624 TL vekâlet
ücretinin davacılardan alınarak davalı idareye ödenmesine karar vermiştir.
48. Bu karar başvurucular vekiline 25/12/2012 tarihinde
tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, 8/1/2013 tarihinde bu karara itiraz
etmiştir. 15/5/2013 tarihinde AYİM karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar
29/5/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.
49. 12/7/2010 tarihinde, Şaban Koçak’ın ölümü nedeniyle, TSK
Mehmetçik Vakfı Genel Müdürlüğü tarafından ölüm yardımı mahiyetinde,
başvuruculardan Sadık Koçak’a 13.887,50 TL; Fatma Koçak’a 13.887,50 TL olmak
üzere toplam 27.775 TL ödeme yapılmıştır.
50. Başvurucular, 25/12/2012 tarihinde AYİM’in
kararının kendilerine tebliğinden itibaren süresi içinde 22/1/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
51. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
52. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen
11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
53. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun
değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da,
hukuk hâkimini bağlamaz.”
54. 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun “Duruşma”
başlıklı 48. maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler Kurulunda inceleme,
evrak üzerinde yapılır.
İptal davalarında ve miktarı ikiyüzbin lirayı aşan tam yargı davalarında taraflardan
birinin isteği üzerine duruşma yapılır.
Duruşma, dava dilekçesi ve cevap layihalarında
istenebilir.
Daireler ve Daireler Kurulu yukarıdaki kayıtlara
bağlı olmaksızın duruşma yapılmasına kendiliğinden de karar verebilir.
Davetiyeler duruşma gününden en az otuz gün
önce taraflara gönderilir.”
55. 1602 sayılı Kanun’un “Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı 63.
maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin
olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl eder. Bu kararlar aleyhine,
ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış
gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.
Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve
işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açılabilir.
Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel
hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.”
56. 1602 sayılı Kanun’un 66. maddesi şöyledir:
“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen
kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden
itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir.
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve
itirazların, kararda karşılanmamış olması;
b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler
bulunması;
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;”
57. 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve
Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun
Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin
niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar
başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar
ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar
tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine
neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde
ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine
vekalet ücreti takdir edilir.”
58. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “A. Nafaka yükümlüleri” başlıklı 364.
maddesi şöyledir:
“Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa
düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.
Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah
içinde bulunmalarına bağlıdır.
Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin
hükümler saklıdır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
59. Mahkemenin 23/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 22/1/2013 tarih ve 2013/841 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
60. Başvurucular, idarenin intihar eden yakınlarının
psikolojik sıkıntılarından haberdar olmasına rağmen yaşamını korumak için
gerekli tedbirleri almayı ihmal ettiğini, Askeri Savcılık tarafından yürütülen
soruşturmanın etkili, caydırıcı ve sorumluları cezalandırıcı nitelikte
olmadığını, AYİM’de görülen davada duruşma
yapılmadığını, ilgililerin kusurlarının tespiti ve müteveffanın psikolojik
durumunun tespiti için bilirkişiden rapor alınmadığını, sadece hesap
bilirkişisinden hesaplama konusunda görüş alındığını, müteveffaya oranı ve
kaynağı belli olmayan bir kusur izafe edildiğini, başvuruculardan bir kısmının
tazminat talebinin cevapsız bırakıldığını, AYİM’in
bağımsız ve tarafsız nitelikte olmadığını, ilgili usul kanununun yanlış
uygulanması sonucu kendilerine hükmedilen tazminattan daha yüksek miktarda
avukatlık ücreti yüklendiğini belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Anayasa’nın
17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
61. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, bireysel başvuru yoluna
başvurmadan önce, kişilere ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri işlem, eylem
ya da ihmal için “kanunda öngörülmüş idari
ve yargısal başvuru yollarının tamamını” tüketmiş olmaları
zorunluluğu getirildiği, oysa başvurucuların AYİM’in
31/10/2012 tarih ve E.2011/989, K.2012/1053 sayılı kararına karşı yaptıkları
itirazın, AYİM tarafından 15/5/2013 tarih ve E.2013/601, K.2013/584 sayılı
kararı ile sonuca bağlandığı, dolayısıyla, bireysel başvuruya konu yargı
kararının 15/5/2013 tarihinde kesinleştiğinden bahisle, başvuru tarihi olan
22/1/2013 tarihi itibarıyla kanun yollarının tüketilmemiş olduğu ileri
sürülmüştür.
62. Bakanlık görüşünde ayrıca başvurucuların mağdur sıfatı
açısından, başvuruculardan Sadık Koçak ve Fatma Koçak’a TSK Mehmetçik Vakfı
Genel Müdürlüğü tarafından 12/7/2010 tarihinde 27.775 TL ödeme yapıldığı, ayrıca
tazminat davası sonucunda idarenin hizmet kusuru tespit edildiği ve AYİM
tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedildiği, Askeri Savcılık tarafından
Şaban Koçak’ın ölümüne ilişkin adli ve idari olmak üzere kapsamlı iki farklı
soruşturma yapıldığı, soruşturmalar sonucunda kesin ölüm nedeni ve Şaban
Koçak’ın ölümünü çevreleyen koşulların ortaya konulduğu, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararlarında ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve
verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde,
ilgili tarafın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) anlamında bundan
böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğinin kabul edildiği, başvurunun yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirliği
incelenirken, başvurulabilecek idari ve yargısal yolların tüketilip
tüketilmediğinin ve mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi
gerektiği ifade edilmiştir.
63. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı, başvuru yollarının tüketilmesi iddiası ile ilgili
olarak, AYİM kararlarının verildikleri anda kesin olduklarını, karar düzeltme
yoluna başvurulmasının kararların kesinleşmesine etki etmediğini ileri
sürmüşlerdir.
64. 1602 sayılı Kanun’un 63. maddesinde Daireler ve Daireler
Kurulu kararlarının kesin olduğu, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl
edeceği kurala bağlanmıştır. Bu nedenle bu kararlardan sonra bireysel başvuru
yoluna gidilmesi mümkündür (B. No:2013/1177, 26/3/2013, § 18). Bununla
birlikte, başvurucular vekili, 8/1/2013 tarihinde AYİM’in
kararına karşı karar düzeltme başvurusunda bulunmuş ve 15/5/2013 tarihinde AYİM
karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar 29/5/2013 tarihine başvurucuların
vekiline tebliğ edilmiş ve 14/6/2013 tarihinde başvurucular tarafından Anayasa
Mahkemesine bildirilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru
hakkında karar verilmeden önce bu kanun yolu da başvurucular tarafından
tüketilmiş olmaktadır.
65. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin anne, baba
ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
66. Başvurucuların Bakanlık görüşünde ileri sürülen
Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından mağdur sıfatı hususunda
karar verebilmek için devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını
korumak için sahip olduğu “etkili bir
yargısal sistem kurma”
pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer varsa bu
yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir.
i. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
67. Başvurucular, idarenin intihar eden yakınlarının
psikolojik sıkıntılarından haberdar olmasına rağmen yaşamını korumak için
gerekli tedbirleri almayı ihmal ettiğini iddia etmektedirler. Başvuruculara
göre, yakınları Şaban Koçak, psikolojik travma içinde olduğunu ortaya koyan
tavırlar sergilemesine rağmen, kendisine psikolojik tedavi ve destek
sağlanmamış ve kendisiyle ilgilenilmemiştir. Bu sebeple başvurucular, vefat
edenin sağlık ve psikolojik destek hizmet alamaması nedeniyle meydana gelen
ölümden idarenin sorumlu olduğunu ileri sürmüşlerdir.
68. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, AİHM’nin devletin yaşamı
koruma yükümlülüğünü gözaltı, cezaevi veya zorunlu askerlik hizmeti sırasında
bulunan bireyi intihara karşı korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı
belirtildikten sonra konuya ilişkin AİHM kararlarına yer verilmiştir. AİHM’nin
bu konudaki kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu
biliyor olması veya bilmesi gerektiği halde makul tedbirleri almamasının
devletin sorumluluğunu doğurabileceği, yaşamı koruma adına oluşturulan yasal ve
idari çerçevenin, askerlik görevini yerine getirenleri maruz kaldıkları
askerliğe bağlı tehlikelere karşı koruyacak pratik önlemlerin alınmasını ve
eksiklikleri ve çeşitli düzeylerdeki amirler tarafından yapılan hataları tespit
etmeye imkân tanıyacak uygun usullerin yerine getirilmesini sağlayacak şekilde
gerçekleştirilmesi gerektiği, bununla birlikte, intihar olaylarında devletin
yerine getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde,
insan davranışlarının “öngörülemezliği”
ilkesinin de gözden kaçırılmaması gerektiğinin belirtildiği ifade edilmiştir.
69. Bakanlık görüşünde son olarak somut olayla ilgili şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda, öncelikle iki konunun açıklığa
kavuşturulması gerekmektedir. Bunlar, insan davranışlarının “öngörülemezliği”
ilkesini de göz önünde bulundurarak, yetkililerin intihar riskini öngörüp
öngörmedikleri ya da en azından öngörmeleri gerekip gerekmediği, öngörmüşlerse
ya da öngörmeleri gerekiyorsa gerekli tedbirleri alıp almadıklarının
tespitidir. Mevcut başvuruda, Şaban Koçak’ın 14/12/2009 tarihinde silah altına
alındığı, acemi eğitimini tamamladıktan sonra 1/3/2010 tarihinde yeni birliği
olan Iğdır/Aralık 5. Hudut Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik Karakolunda
görevine başladığı, birliğine katıldıktan kısa bir müddet sonra 2/5/2010
tarihinde kazan dairesinde nöbet silahı ile intihar ettiğinin anlaşıldığı,
Şaban Koçak’ın bizzat kendisine karşı kendi hayatını koruma yükümlülüğü
konusunda askeri otoritelerin Şaban Koçak’ın gerçekten intihar etme riski
taşıdığını bilip bilmediklerini ve bu riskin söz konusu olması durumunda, bunu
önlemek için kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını tespit
etmenin uygun olacağı, bu bakımdan, ceza soruşturma dosyasında toplanan
deliller dikkate alındığında, Bakanlık tarafından AYİM’in
tespit ettiği kusur dışında hiçbir unsurun, başvurucuların oğullarının orduya
katılmadan önce onu intihara sürükleyebilecek ruhsal bozukluklar yaşadığını
göstermediği, birliğe katıldıktan kısa bir müddet sonra intihar olayının
gerçekleştiği, üstlerine ya da arkadaşlarına herhangi bir sorunundan
bahsetmediğini ortaya koyduğu değerlendirilmiştir.
70. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık
görüşüne karşı, AYİM tarafından yapılan tespit dışında hiçbir unsurun
oğullarının orduya katılmadan önce onu intihara sürükleyebilecek ruhsal
bozukluk yaşadığını göstermediği yönündeki beyanların kabul edilemeyeceğini,
oğullarının bu konuda eğitimi, tecrübesi ve bilgisi olmadığı için askerlik
hizmetini yürütüp yürütemeyeceğini kendisinin bilmesinin mümkün olmadığını,
kendisini askerlik hizmetine alan idarenin bu hizmeti tek elden yürüten ve
bütün alanlarda sorumlu ve yükümlü olan tek taraf olduğunu, idarenin
askerlikten kaynaklanan zorlu koşullara uyum sağlama, silah kullanma ve
kalorifer kazanının zimmetini alma gibi konularda gerekli kontrolleri
yapmadığını, bunalımda olduğu çok açık olan bir askerin nöbet saatine 10 saat
varken diğer bir askerden ısrarla silah ve mühimmat istemesi ve bu isteğinin
komutanlarına bildirilmesi karşısında müteveffanın davranışının öngörülebilir
hale geldiğini ve bu şekilde yetkililerin gerekli tedbirleri almadıklarının
ortaya çıktığını, buna rağmen yürütülen ceza soruşturmasında sorumlular
hakkında kamu davası açılmasından imtina edildiğini beyan etmişlerdir.
ii. Yaşamı
Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası
71. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
72. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51)
73. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin
sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre,
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları
kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede
olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik
ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal
tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya
olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).
74. Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Tanrıbilir/Türkiye, § 70, B. No: 21422/93, Ataman/Türkiye, B. No: 46252/99, 54).
Zorunlu askerlik hizmeti için de tartışmasız bir şekilde geçerli olan bu
yükümlülüğün (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Alvarez Ramon/İspanya, B. No: 51192/99,
3/7/2001) ortaya çıkması için askeri
mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda
gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip
gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan
kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve
sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi
yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir.
Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (B. No: 2012/752,
17/9/2013, § 53, Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kılınç ve diğerleri/Türkiye, B.No:
40145/98, 7/7/2005 § 40–42, Ömer
Aydın/Türkiye, B. No: 34813/02, 25/11/2008, § 46-48, Kasım Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05,
21/2/2012, § 49). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit
bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askeri yetkililere
atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Abdullah
Yılmaz/Türkiye, B. No: 21899/02, 17/7/2008, §57, Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No:
12988/05, 17/4/2012, § 59).
75. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve
etkinliklerin doğasında ve buna dâhil insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan
risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin
bulunması gerekmektedir. Bu yükümlülük aynı zamanda devletin, sade vatandaşları
askere alma kararı vermesi nedeniyle söz konusu insan unsurundan da
kaynaklanmaktadır. Zira devlet askerlik görevini zorunlu kılıyorsa, özellikle
silah kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve psikolojik sorunları
olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun tedbirlerin
alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde, askerlik
yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin
etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir
komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve
hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kılınç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 40145/98, 7/7/2005, § 41, Lütfi Demirci ve diğerleri/Türkiye, B.
No: 28809/05, 2/3/2010, § 31).
76. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun
denetimlerden geçirilmesi ve askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve
müdahalelerin duruma uygun koşullarda yapılması büyük önem taşımaktadır (Bkz. Kılınç ve Diğerleri/Türkiye, B.No: 40145/98, 7/7/2005, § 41).
77. Yaşam hakkının korunması, silâhaltındaki bir askerin,
askeri makamların kontrolü altında iken “şüpheli”
bir biçimde ölmesi durumunda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun
resmi bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde
yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması
temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle
olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise
sorumluların tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını
sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma
aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin
gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle, derece mahkemeleri hiçbir durumda
mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıları
cezasız bırakmamalıdır (aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Feyzi Yıldırım/Türkiye, B. No: 40074/98, Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, Abdullah Yılmaz/Türkiye, B. No: 21899/02,
17/7/2008, § 58 ).
78. Mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler
çerçevesinde öncelikli olarak askeri yetkililerin Şaban Koçak’ın intihar etme
riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya
konulması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda askerlik öncesi yapılan sağlık
kontrolünde Şaban Koçak’ın herhangi bir psikolojik sorunu olduğuna dair bir
tespit bulunmadığı, askerlik sırasında yapılan mülakat ve anketlerde kendisinin
bu konuda bir sorunu olduğuna dair bildirimde bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Başvurucular da Şaban Koçak’ın askerlik hizmeti için teslim olduğunda hiçbir
bedensel ve psikolojik sorununun bulunmadığını ifade etmektedirler.
79. Bununla birlikte, Şaban Koçak, Aşağı Çiftlik Karakol
Komutanlığına katıldıktan sonra kalorifer dairesinin zimmeti kendisine
verildiği andan itibaren bu görevi yapamayacağından korktuğu ve yanlış bir şey
yaparsa ailesinin malvarlığına el konulacağı tehdidi altında olduğunu düşündüğü
anlaşılmaktadır. Ceza soruşturması sürecinde yer alan tanık beyanlarında sadece
maddi sıkıntısı bulunduğu ifade edilmekle birlikte, anne babası ile yaptığı
telefon görüşmelerinde bu kaygılarını dile getirdiği görülmektedir. Gerçek
olaylara ya da kafasında oluşturduğu vehimlere dayalı olmasının bir önemi
bulunmaksızın, Şaban Koçak’ın üstlendiği sorumluluklara bağlı olarak yoğun
kaygı yaşadığı anlaşılmaktadır.
80. Her ne kadar bir askerin sadece maddi sorunlarının
bulunması veya kendisine yüklenilen sorumlulukların ağırlığı nedeniyle yoğun
kaygılar yaşamasına bağlı olarak gerçekleşen intihar eylemlerini idarenin
öngörmesi ve gerekli tedbirleri alması gerektiği sonucu çıkarılamayacak olmakla
birlikte, başvuru konusu olaydaki gibi genel olarak bazı sorunları olduğu
bilinen bir askerin ilgisiz bir zamanda silah ve mühimmat istemesi gibi çok
açık bir şekilde intihar eylemine girişilebileceği konusunda işaretlerin olması
ve bu durumun yetkililere bildirilmesi halinde, idarenin bu konuda önleyici
tedbirler alması kendisinden beklenebilecektir.
81. Nitekim AYİM’in başvurucular
tarafından açılan tazminat davası sonucunda verdiği kararda bu konuda şu
değerlendirmelere yer verilmiştir:
“Askeri Savcılık tarafından yürütülen
soruşturma sırasında ifadelerine başvurulan tanıkların beyanlarından
anlaşıldığı üzere, müteveffanın çürük raporu alma konusunda bazı asker
arkadaşlarıyla konuşmalar yaptığı, keza anne ve babasının beyanlarına göre,
onlara telefonda “kendisine senet imzalatıldığı, 25.000,00 TL ceza verileceği,
tarlalarının elinden alınacağı” şeklinde sözler söylediği, ayrıca kazan
dairesinin sorumluluğunun kendisine verilmesi ve zimmetine alması konusunda
çekingen davrandığı, maddi problemleri bulunan müteveffanın, kazan dairesindeki
cihazların arızalanması halinde kendisinden tazminat istenmesinden korktuğu,
özellikle olay günü nöbetine yaklaşık 10 saatlik bir süre olmasına rağmen V.S.
isimli asker arkadaşından silah ve mühimmat talep ettiği, ancak nöbetine henüz
uzun bir süre olduğundan V.S.’nin bu talebi yerine
getirmediği ve müteveffaya silah ve mermi vermediği, ancak müteveffa ısrarcı
olunca V.S.’nin bu konuda karakol komutanını
bilgilendirdiği, komutanın izin vermemesi üzerine silah ve mühimmat alamadığı
hususları hep birlikte düşünüldüğünde, dava konusu vahim olayın meydana
gelmemesi için davalı idare ajanlarınca gerekli ve yeterli her türlü tedbirin
alındığının söylenemeyeceği, müteveffanın olaydan önce intiharı kafasına koyup
tasarlamasına ve hiçbir sebep yokken üst ve amirlerinden silah ve mermi istemek
suretiyle bu konudaki niyetini de belli etmesine (en azından şüpheli
davranmasına) rağmen bunun fark edilemediği, dolayısıyla meydana gelen ölüm
olayı ile idarenin kusurlu davranışları arasında uygun illiyet bağının mevcut
olduğu ve oluşan zararın idarece karşılanması gerektiği, ancak ölüm olayının
müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle müteveffanın da müterafık kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.”
82. Yukarıda yer verilen kararda da açıkça tespiti yapıldığı
üzere, başvuru konusu olayın özel koşulları göz önünde bulundurulduğunda,
müteveffanın intihar edebileceği konusunda uyarıcı nitelikteki belirtiler
ortaya çıkmasına ve kendisine bildirilmesine rağmen idarenin gerekli önlemleri
aldığı söylenemeyecektir. AYİM’in bu tespiti ile
yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün ihlal
edildiği ortaya konulmaktadır.
83. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar
ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın
alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin
uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu
ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine
getirildiği takdirde, bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği
dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 17. maddesine
ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan
ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir
başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (B. No: 2012/752,
17/9/2013, § 61 ve 74, benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Scordino/İtalya, 36813/97,
29/3/2006, § 178 ve devamı, Eckle/Almanya, 8130/78, 15/7/1982, § 64-70, Jensen/Danimarka, 48470/99, 20/9/2001; Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013,
§ 45-46).
84. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal
edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi
ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam
ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.
Freimanis ve Lidums/Letonya,
B. No: 73443/01 ve 74860/01, § 68, 9/2/2006). Başvuruculara sunulan telafi
imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak
ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının
tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir
başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için
aynı zamanda, idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar
verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, § 116, Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013, § 48-49).
85. Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak, AYİM’in kararında açık bir şekilde ihlal tespitinin
yapıldığı ve buna dayalı olarak başvuruculara uğradıkları maddi ve manevi
zararın karşılığı olarak yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan
yararlanılarak toplam 12.100 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği
görülmektedir.
86. AYİM’in gerekçeli kararından anlaşıldığı
üzere, davacı anne ve babanın maddi zararlarının tespiti amacıyla alınan
bilirkişi raporuna karşı davacılar, özetle, müteveffanın kendisinden küçük beş
kardeşine bakmayacağını düşünmenin hak ve nesafet
kurallarıyla bağdaşmayacağından ek rapor alınmasını talep etmişler ancak AYİM
İkinci Dairesi, 4721 sayılı Kanun’un 364. maddesine dayanarak müteveffanın
ekonomik refah içinde bulunduğuna dair bir kanıt bulunmadığından bahisle, bu
talebin reddine karar vermiştir. Anılan kararda, bilirkişi tarafından verilen
raporun AYİM’in kıstaslarına, ilmi verilere ve
yerleşik içtihatlara uygun bulunduğu, bilirkişi raporu doğrultusunda işlem
yapıldığı ve müteveffanın müterafık kusuru da dikkate
alındığı belirtilerek, davacı anne babaya bir miktar maddi tazminat verilmesi,
davacı anne, baba ve kardeşlere yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları
acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla olayın meydana geliş
şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları,
paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz ve müteveffanın müterafik
kusuru dikkate alınarak uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul
edilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucunda, AYİM başvuruculardan anne Fatma KOÇAK’a 4.500 TL maddi, 1.450 TL manevi, baba Sadık KOÇAK’a 2.600 TL maddi ve 1.450 TL manevi, kardeşlere
ilişkin maddi tazminat taleplerinin reddi ile birlikte her birine 300 TL manevi
tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
87. Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve
başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı
görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz
bir takdir hatası veya keyfilik tespit edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin
tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda AYİM’in
takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz (B. No:2012/791, 7/11/2013, § 45).
88. Anayasa Mahkemesinin daha önce bu konuda aldığı kararda,
açılan tam yargı davasında hükmedilen vekâlet ücreti mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmiştir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 47–67). Aynı yöntemle, başvuru konusu olayda, hükmedilen
tazminatın başvurucuların yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan
kaldırıp kaldırmadığı konusunda karar verilirken davanın tüm koşullarının göz
önünde bulundurulması gerekmekle birlikte, başvurucular aleyhine hükmedilen
vekâlet ücreti mahkemeye erişim hakkı kapsamında ayrıca incelenecek ve
başvurucularının mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı değerlendirmesinde
dikkate alınmayacaktır.
89. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi açısından, AYİM’in idarenin yaşanan intihar eyleminden sorumlu
olduğunu tespit etmesi ve kendi takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata
hükmetmesi başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir. Ancak bu
sonuca ulaşabilmek için bu konuda etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin
belirlenmesi gerekmektedir (§ 83).
iii.
Yaşam Hakkı Kapsamında Yürütülen Ceza Soruşturmasına İlişkin Şikâyetlerin
İncelenmesi
90. Başvuruda ayrıca Askeri Savcılık tarafından yürütülen
soruşturmanın etkili, caydırıcı ve sorumluları cezalandırıcı nitelikte olmadığı
ileri sürülmektedir.
91. Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, öncelikli olarak,
AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza
soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi,
soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış
olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının
korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık
içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse
cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olmaları gerektiği ifade
edilmiştir.
92. Bakanlık görüşünde yine AİHM kararlarına dayanılarak,
somut olayda varılan sonuçla ilgili değil bu sonucu doğuran araçlarla ilgili
bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin
toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları
gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini
engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar
verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif
yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında
mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava
yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği, yetkili mercilerin,
olaylara ilişkin delillerin özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin,
güvenlik güçlerinin elde ettiği bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğinde
maktulün vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir
otopsi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemlerin nesnel bir değerlendirmesinin
toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan tedbirleri almaları
gerektiği belirtilmiştir.
93. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak,
Şaban Koçak’ın öldüğü gün adli soruşturmaya başlandığı, bizzat askeri savcı
tarafından derhal olay yerine gidildiği, ölü muayene ve otopsi raporlarının
alındığı, ölenin üzerindeki elbiseler ve kullandığı silahın ve kurşunun
balistik incelemesinin yapıldığı, tanıkların dinlendiği, ölenin şahsi dolabının
incelendiği, soruşturmanın başvuruculara açık olarak yürütüldüğü, kısa sürede
sonuçlandırıldığı ve bunun yanında idari soruşturmanın da yapıldığı, her iki
soruşturma sonucunda kesin ölüm nedeninin belirlendiği ve Şaban Koçak’ın
intiharını çevreleyen koşulların ortaya konduğu, açılan tazminat davası
neticesinde, kişilere isnat edilemeyen ve bu nedenle suç teşkil etmemekle
birlikte, idarenin hizmet kusuru sorumluluğunu doğurabilecek bir husus tespit
edildiği ve bu nedenle de idarenin sorumluluğuna hükmedildiği ifade edilmiştir.
94. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya
konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan tanıyan bağımsız bir
soruşturmanın da yürütülmesini gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Çiçek/Türkiye, B.No: 67124/01, 18/1/2005, Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No:
12988/05, 17/4/2012, § 63). Soruşturmanın
etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete
geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek
bütün delillerin toplanması gerekmektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
57).
95. Bu konuda, Bakanlık görüşünde de yer verildiği üzere,
benzer davalarda AİHM, başvurucuların yakınlarının öldüğü gün resen ceza
soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, mevcut
veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların seyrini aydınlatmak
istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini
kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına vardığı durumlarda, askerlerin
ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve ciddiyeti
üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksiklik bulunmadığına karar vermekte,
bunların yetersiz veya çelişkili olduklarının iddia edilemeyeceğini
belirtmektedir (Bkz. Nuran Kızılkaya
Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012, § 63, Kazım Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05,
21/2/2012, § 50).
96. Bu çerçevede, başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki
işlemlere (§ 24–39) bakıldığında, intihar eyleminin gerçekleştiği gün resen
soruşturmanın başlatıldığı, soruşturma kapsamında detaylı olay yeri incelemesi
yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin uygulandığı, aynı gün silah
sesi üzerine kazan dairesine giden askerlerin, müteveffanın samimi olduğu asker
arkadaşlarının, komutanlarının, şarjörünü aldığı askerin, mağdur sıfatı ile
başvuruculardan Fatma Koçak ile Sadık Koçak’ın ve tanık sıfatı ile Ali Koçak’ın
ifadelerinin alındığı, silahın balistik incelemesinin yapıldığı, tüm bu
hususlar değerlendirilerek Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ve
dışa yansıtmadığı sorunlar nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda
intihar ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu
karara karşı başvurucular tarafından Askeri Mahkemeye yapılan itirazın
reddedildiği, akabinde AYİM’de açılan tam yargı
davasında idarenin sorumluluğunun tespit edilerek tazminata hükmedildiği
görülmektedir.
97. Bütün bu hususlar dikkate alındığında, yaşanan intihar
sonrasında yürütülen ceza soruşturmasında, yukarıda yer verilen ilkeler (§
94–95) yönünden bir eksikliğin bulunduğu söylenemez. Mevcut başvuruda,
gerçekleşen ölüme ilişkin başvurucuların ortaya koyduğu veya yürütülen idari ve
ceza soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan müteveffanın ölümünün
intihar sonucu gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunun aksine bir durumdan “şüphe”lenilmesini
gerektiren bir olgu da bulunmamaktadır. Bu durumda yukarıdaki paragrafta (§ 77)
yer verilen ilkeler karşısında başvuru konusu olay kapsamında yaşam hakkı
açısından ön soruşturma aşamasını aşan ve yargılamayı da içeren bir ceza
soruşturması yürütülmesi zorunluluğu bulunduğu sonucuna varılamaz.
98. Dolayısıyla, yürütülen ceza soruşturmasında yaşam
hakkının usuli boyutunun ihlaline neden olabilecek
bir yön bulunmamaktadır. Bu durumda, başvuru konusu olayda yaşam hakkına ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza
soruşturmasını müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmeden
etkili bir idari dava yolu bulunmakta olup başvurucuların mağdur sıfatı ortadan
kalkmıştır.
99. Açıklanan nedenlerle, yaşam hakkı yönünden başvurucuların
mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucuların
Anayasa’nın 36. ve 40. Maddeleri Kapsamında Vekâlet Ücretine İlişkin İleri
Sürdüğü İddialar
100. Başvurucuların aleyhlerine hükmedilen vekâlet ücretinin
çok yüksek olduğu ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki
şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, başka bir kabul edilemezlik
nedeni de bulunmamaktadır. Bu şikâyetler yönünden başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Başvurucuların
Anayasa’nın 36. ve 40. Maddeleri Kapsamında İleri Sürdüğü Diğer İddialar
101. Başvurucular, AYİM’in bağımsız
ve tarafsız nitelikte olmadığını, AYİM’de görülen
davada duruşma yapılmadığını, ilgililerin kusurlarının tespiti ve müteveffanın
psikolojik durumunun tespiti için bilirkişi tayin edilmediğini, bilirkişiden
sadece tazminat miktarına ilişkin olarak görüş alındığını, müteveffaya oranı ve
kaynağı belli olmayan bir kusur izafe edildiğini, başvuruculardan bir kısmının
tazminat talebinin cevapsız bırakıldığını belirterek adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini iddia etmektedirler.
102. Bakanlık görüşünde, başvurucuların bu bölümdeki
şikâyetlerinin benzer başvurularda AİHM tarafından, Sözleşme’nin 2. maddesinin
kapsamı altında incelenmekte olduğunu; benzer davalarda başvuranların yakınlarının
öldüğü gün resen ceza soruşturması açıldığı ve bunun idari soruşturma ile
tamamlandığı, mevcut veriler ışığında mahkemelerin olayların seyrini
aydınlatmak istediğinden kuşku duymadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm
nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına vardığı durumlarda,
askerin ölümü konusunda yürütülen davaların ve soruşturmanın derinliği ve ciddi
niteliği üzerinde etki gösterecek nitelikte hiçbir kusur bulunmadığına karar
verdiğini, bunların yetersiz veya çelişkili oldukları iddia edilerek
suçlanamayacaklarının belirtildiği ifade edilmiştir.
103. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel
haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık
olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
i. AYİM’in Bağımsız ve Tarafsız Olmadığı Yönündeki İddialar
104.
Başvurucuların AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmadığı
yönündeki iddialar daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından incelenirken
belirtildiği üzere, AYİM’in oluşumu, statüsü ve
görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı,
kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline
ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı
görülmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29).
105. Bu karardan ayrılmayı gerektirecek herhangi bir yönü
bulunmayan başvurucunun bu bölümdeki iddialarının, açıklanan nedenlerle, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Duruşma
Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
106. Başvurucular AYİM’de görülen
davada duruşma yapılmamak suretiyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmektedirler.
107. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde
düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın
açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak
yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada
keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından
birisini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması
zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul
ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların
duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması
anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No: 2013/664, 17/9/2013).
108. 1602 sayılı Kanun’un “Duruşma”
başlıklı 48. maddesinde, Daireler ve Daireler Kurulunda incelemenin, evrak
üzerinde yapılacağı, iptal davalarında ve miktarı ikiyüzbin
lirayı aşan tam yargı davalarında taraflardan birinin isteği üzerine duruşma
yapılacağı, duruşma talebinin dava dilekçesinde ve cevap layihalarında
yapılabileceği, Daireler ve Daireler Kurulunun yukarıdaki kayıtlara bağlı
olmaksızın duruşma yapılmasına kendiliğinden de karar verebileceği kurala
bağlanmıştır.
109. Somut olayda başvurucular vekili tarafından, 30/6/2011
tarihli dilekçe ile AYİM’de idare aleyhine tazminat
davası açıldığı, davalı idare tarafından cevap dilekçesi sunulduğu, davacı
başvurucular vekili tarafından 31/10/2011 tarihinde cevaba cevap dilekçesi
sunulduğu görülmektedir. Bireysel başvuru dilekçesinde 1602 sayılı Kanun’un 48.
maddesi gereğince duruşma talep edildiğine dair bir bilgi yer almamaktadır.
Başvuru dilekçesinde yer alan AYİM’e sunulan karar
düzeltme dilekçesinde de duruşma talep edilmesine rağmen AYİM 2. Dairesinin bu
talebi karşılamadığına ilişkin bir iddia da ileri sürülmediği görülmektedir.
110. Başvurucuların AYİM’de
gerçekleşen yargılama sürecinde, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesinde
iddialarını ileri sürebildiği, müteveffanın çalışma koşulları ve aldığı ücrete
ilişkin mahkemenin istediği bilgi ve belgeleri sunabildiği, bilirkişi raporuna
itiraz edebildiği anlaşılmaktadır. AYİM, Askeri Savcılık tarafından yürütülen
soruşturma kapsamında elde edilen diğer delillerin yanı sıra aralarında
başvuruculardan müteveffanın anne ve babasının da bulunduğu tanık beyanlarına
istinaden intiharı salt şahsi sebeplere bağlamanın ve askerlik hizmetinden
soyutlamanın mümkün olmadığını ifade ederek idarenin sorumluluğuna
hükmetmiştir. Bu bilgiler ışığında, yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı
kurala bağlanan ve duruşma yapılması talebe veya Mahkemenin takdirine bağlı
kılınan idari yargılama sürecinde, tarafların iddia veya savunmaları yazılı
olarak alındıktan ve önceki ceza soruşturması sürecinde elde edilen deliller
dikkate alındıktan sonra bir karara bağlanan yargılamanın salt dosya üzerinden
yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.
111. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iii. Hükmedilen
Tazminata İlişkin İddialar
112.
Yaşam hakkına bağlı olarak devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki usul yükümlülüğü çerçevesinde, başvurucuların mağdur sıfatının
ortadan kalkıp kalkmadığı hususlarında inceleme yapılırken başvurucuların bu
bölümde hükmedilen tazminata ilişkin ileri sürdüğü iddiaları da içine alacak
şekilde değerlendirmeler yapılmış ve başvurucuların mağdur sıfatının kalktığı
sonucuna ulaşılmış olması nedeniyle, başvurucuların "hak arama hürriyeti" ile "temel hak ve hürriyetlerin korunmasını isteme hakkı”
kapsamında değerlendirip ileri sürdüğü aynı
doğrultudaki iddialarının Anayasa’nın 36. ve 40. maddesi bağlamında yeniden
incelenmesine gerek görülmemiştir.
2. Esas
Bakımından İnceleme
113. Başvurucuların ilgili usul kanununun yanlış uygulanması
sonucu kendilerine hükmedilen tazminattan daha yüksek miktarda avukatlık
ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
114. Bakanlık görüşünde, Sözleşme açısından mahkemeye erişim
hakkının mutlak olmadığı ancak sınırlamalara tabi olduğu, niteliği gereği
devletin bu konuda düzenleme yapması gerektiği için bu sınırlamalara üstü
kapalı olarak müsaade ettiği, öte yandan, AİHM’nin, uygulanan sınırlamaların
bireye tanınan mahkemeye erişim hakkının esasına zarar verecek ölçüde
sınırlamaması ya da azaltmaması gerektiğine karar verdiği belirtilmiştir.
115. Bakanlık görüşünde ayrıca, bu konuda haklı bir amaç
gütmeyen ve başvurulan yollar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
orantılılık ilişkisi bulunmayan bir sınırlamanın, adil yargılanma hakkı ile
uyumlu olmayacağı, AİHM’nin bir kimsenin mahkemeye erişim hakkından yararlanıp
yararlanmadığını belirlemek için yargılama giderlerinin makullüğünün,
başvuranın bu meblağı ödeme gücü, davanın özel koşulları ve bu sorumluluğun
yüklendiği dava safhası ışığında değerlendirilmesi gerektiğine ve Sözleşme’ye taraf devletçe kişilerin mahkemeye erişim
hakları kısıtlanırken, kamu yararının gerekleri ile bireylerin temel hakları
arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan, başvuranlara çok yüksek bir
külfet yükleyen düzenlemelerin sözleşmeye aykırı olacağına karar verdiğini
ifade etmiştir.
116. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şöyledir:
“Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamaz.”
117. AİHS’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen
herkesin, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin
ifasıyla görevli kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir
merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan
AİHS’nin 13. maddesinin asıl karşılığı olan Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)Devlet,
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu
olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
118. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
119. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının
azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin
uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli
yükümlülükler öngörülebilir. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara
vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim
hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Bu yükümlülüklerin kapsamını
belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).
120. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan
vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu,
belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da
mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede,
davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı,
mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (B. No: 2012/791,
7/11/2013, § 54).
121. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı
31/5/2011 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul
hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın
sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesine veya dava sonucunda haksız çıkan
davacının, her halükarda davalı idare lehine,
reddedilen miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödemesini öngören bir
düzenleme bulunmamaktadır.
122. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi
ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu
belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması
da 1602 sayılı Kanun gereği 2/11/2011 tarihi öncesinde mümkün olmadığından, hak
kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin
miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır.
123. Başvuru konusu olayda, başvurucular AYİM’e
açtıkları davada uğradıkları zarar için toplam 250.000 TL maddi ve 100.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. AYİM tarafından başvurucular lehine
toplam 12.100 TL maddi ve manevi tazminata hükmedilirken reddedilen tazminat
miktarı esas alınarak başvurucular aleyhine 19.264 TL vekâlet ücretine
hükmedilmiştir. Görüldüğü üzere başvurucular, hak kazandıkları 12.100 TL
tazminatın çok üzerinde bir vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü altına
girmişlerdir. Bu nedenle AYİM’in tazminata ilişkin bu
kararının fiilen bir sonuç doğurmadığı, başvurucunun tazminat alacağının
tamamından mahrum kaldığı ve bu durumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir müdahale oluşturduğunda kuşku yoktur.
124. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir
amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu
yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş
olması gereklidir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 61-62).
125. Somut olayın koşulları bir bütün halinde değerlendirildiğinde,
başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına
uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu, hak kazandığı tazminatın çok
üzerinde bir tutarı vekâlet ücreti adı altında davalı idareye geri ödemek
zorunda bırakıldığı ve açılan tazminat davasının bu şekilde başvurucu açısından
anlamsız hale geldiği dikkate alındığında yapılan müdahalenin ölçülü olduğu
söylenemez
126. Belirtilen nedenlerle, yapılan müdahale ölçüsüz
olduğundan başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
V. 6216 SAYILI
KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
127.
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
128.
Başvuruda, ölenin annesi için 110.000 TL, babası için 90.000 TL reşit
olmayan kardeşlerin her biri için 10.000 TL olmak üzere toplam 250.000 TL
maddi, ölenin annesi için 35.000 TL, babası için 30.000 TL kardeşlerin her biri
için 5.000 TL olmak üzere toplam 100.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunulmuştur.
129.
Hak arama
özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlali nedeniyle, başvuruculardan ölen Şaban Koçak’ın anne babası ve
kardeşleri için takdiren toplam 25.000 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
130.
Başvurucular, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin karşı tarafa
tahmilini talep etmişlerdir. Başvurucular tarafından yapılan yargılama
giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle:
1. Başvurunun;
A. Olayda yaşamını yitiren şahsın yakınları tarafından ileri
sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetler yönünden “mağdur sıfatının kalkması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adil yargılanma hakkı kapsamında vekâlet ücretine ilişkin
iddialar yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. AYİM’in bağımsız ve tarafsız
olmadığı yönündeki iddialar ile duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialar yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
D. Başvurucuların AYİM tarafından hükmedilen tazminata ilişkin
Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlali yönündeki şikâyetlerinin ayrıca
İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. Anayasa’nın 36. maddesi ve 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası gereğince, başvuruculara müştereken ve takdiren
toplam 25.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
4. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
5. Başvurucuların fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin REDDİNE,
6. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.618,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
23/1/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.