TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
A.T. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/8482)
Karar Tarihi: 7/7/2015
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
Engin FIRAT
Başvurucu
A.T.
Vekili
Av. Tülin UYAR BALCIOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mahalli bir gazetede yer alan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yer verilmesi nedeniyle başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/11/2013 tarihinde Antalya 4. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla bir üniversitede tıp fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
6. Mahalli bir gazetenin 21/4/2011 tarihli nüshasında başvurucu ile ilgili bir haber yayınlanmıştır. Söz konusu haberde, başvurucunun görev yaptığı üniversitede tedavi gören hastası ile yemek yediği bir restoranda hastasının eşi ve diğer bazı yakınlarının saldırısına uğradığı iddia edilmiştir. Söz konusu haber şöyledir:
“…’te yer alan habere göre, … Üniversitesi Tıp Fakültesi … Bilim Dalı Öğretim Üyesi A.T, yaklaşık 6 aydır tedavisini sürdürdüğü … hastası Ö.Y.’nin daveti üzerine, kendisiyle buluşup …’deki bir restoranda yemeğe gitti. Ö.Y.’nin eşi D.Y., kayınpederi M.Y. ve kayınvalidesi A.Y. de ikiliyi takip ederek restorana geldi. İddiaya göre D.Y. eşiyle aşk yaşadığını ileri sürdüğü [A.T.’ye] … tepki gösterince aralarında tartışma çıktı. Restoran dışında kavgaya dönüşen olaya polis müdahale etti ve taraflar birbirlerinden şikâyetçi oldu. İki çocuk annesi D.Y., … A.T.’yi suçlayarak şunları söyledi:
‘Yuvamı Yıkacak’
‘6 yıllık eşim, … olduğunu öğrenince tedavi için ... A.T. ‘ye gitti. Bir süre sonra doktorun eşime gösterdiği özel ilgiden şüphelendim. Yaklaşık 1 ay önce eşim ‘boşanmamız lazım’ diyerek evi terk etti. Nedenini sorduğumda anlatmak istemedi. Olay günü eşim, bir telefon gelince evden ayrıldı. Kayınvalidem kayınpederim ile birlikte eşimi takip ettik. Amacımız doktordan eşimin yakasını bırakmasını istemekti. Restoranda konuşurken eşim ve o kadın bize saldırdı. Kayınvalidem, ‘Ne olur oğlumu bize ve çocuklarına bağışla, peşini bırak’ diye yalvardı. Fakat o yaşlı kayınvalideme bile tekme tokat vurdu.’
‘Yerde Sürüklediler’
Suçlamanın asılsız olduğunu ileri süren … A.T., ifadesinde şunları söyledi: ‘Hastam Ö.Y. olay günü telefonla arayıp, eşiyle kavga ettiğini ve psikolojisinin bozuk olduğunu söyledi. Bir alışveriş merkezindeydim, Ö.’ü …’da aracıma aldım. Sakin bir yerde konuşmak amacıyla yakında bulunan bir restorana gittik. Yemek söyledik. Bu sırada Ö., ‘Eyvah eşim ve ailem geldi dedi.’ dedi. Onları da kısmen tanıyordum. Beni konuşmak için dışarı çağırdılar. Sonra beni hastamla ilişki yaşamakla suçlayıp saldırdılar. Saçlarımdan tutup yerlerde sürüklediler. Ö. beni kurtarmak isterken ona da saldırdılar. Polisler gelip bizi kurtardı. Hastamla aramda doktor-hasta ilişkisi dışında bir ilişki yoktur.’ Kadın … ifadelerini doğrulayan Ö.Y. de, ‘Ben istediğim için buluştuk. Eşimin suçlamaları asılsızdır.’ diye ifade verdi.
‘Eşim boşanmak istemiyordu’
D.Y., eşinin evden ayrıldıktan sonra aracılar göndererek eve dönmek istediğini, boşanmak istemediğini, ama doktorunun kendisini ‘Tedavini yarım bırakırım, ölürsün’ diye tehdit ettiğini öne sürdü.”
7. Başvurucu, söz konusu haber nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 27/4/2011 tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
8. Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesi, şikayet konusu haberin Anayasa'nın 28. maddesinde ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nda güvence altına alınan basın özgürlüğünün sınırlarını aşmadığı gerekçesiyle 25/10/2011 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
Basın özgürlüğü Anayasanın 28.maddesi ile 5187 Sayılı Yasanın 1 ve 3.maddelerinde düzenlenmiştir ve bu düzenlemelerle basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı anlaşılmaktadır. Basına sağlanan güvencenin amacı toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesinin gerçekleştirmesidir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile T.M.K’nun 24 ve 25.maddesinde yer alan kişilik haklarına basın yoluyla saldırıda bulunulmaması da yasal bir zorunluluktur. Bu durumda basının yayın yaparken yaptığı yayının görünür gerçeğe uygun olması, kamu yararı bulunması, toplumsal ilginin varlığı, konunun güncel olması ve haberi verirken özle biçim arasındaki dengenin korunması gerektiği ve objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapması gerektiği, o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da sorumlu tutulmaması gerektiği ilkeleri, yerleşmiş Yargıtay kararlarında bildirilmiştir. Bu ilkeler ışığında somut dava konusu yayına bakıldığında, davacının … Üniversitesi’nde görevli … bilim dalı öğretim üyesi olduğu ve yaklaşık 6 aydır tedavisini sürdürdüğü hastasının daveti üzerine restorana yemeğe gittiğini ve hastanın eşi ile hastanın anne ve babasının restorana geldiklerini ve hastanın eşinin davacı ile hasta arasında aşk yaşadığını ileri sürerek tepki gösterince aralarında tartışma çıktığını ve restoran dışında olayın kavgaya dönüşüp polisin olaya müdahale ettiği, tarafların birbirlerinden şikayetçi oldukları şeklindeki haberin gazete haberi olarak verildiği, haberin kalan kesimlerin ise tırnak içinde davacı ile hastanın eşinin sözlerinin aktarılmak suretiyle verildiği, haberin veriliş şeklinde özle biçim arasında dengenin korunduğu, haberde davacının iddialarına da yer verildiği, bu açıdan objektif olarak davranıldığı, davacının hastası ile birlikte yemeğe çıktığı haberi verilirken denge dışı ve görünür gerçeğe aykırı sözlerin kullanılmadığı, davacının dava konusu ettiği ve kişilik haklarına saldırı olarak gördüğü sözlerin hastasının eşi tarafından kullanılan sözlerin aktarımı olduğu, nitekim bu sözlere karşı davacının yanıtlarının da aynı şekilde verildiği, bu açıdan dava konusu yayında hukuka aykırı bir unsurun bulunmadığı, bu sebeple davanın reddine karar verilmesi gerektiği anlaşılmış…”
9. Temyiz üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 18/3/2013 tarihli ilamıyla hükmün usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle onanmasına karar vermiştir.
10. Karar düzeltme istemi ise, aynı Dairenin 24/9/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve anılan karar başvurucu vekiline 5/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu, 21/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
12. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/11/2013 tarihli ve 2013/8482 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
14. Başvurucu,
i. Anılan gazetenin altıncı sayfasında yer alan “Kadın … kocamı ayarttı” başlıklı haberde gerçek dışı iddialar nedeniyle mesleki kimlik ve onuruna tecavüz edildiğini, darp olayının gerçekleştiğini, ancak bunun kişilik haklarını zedeleyecek tarzda bir haber haline getirilerek hakaret ve iftiraya maruz bırakıldığını, basın yoluyla vuku bulan haksız fiil nedeniyle öğrencilerinin, hastalarının ve tüm toplumun önünde şeref ve haysiyetinin zedelendiğini belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini,
ii. Kişilik haklarına yapılan söz konusu saldırıların açılan tazminat davasının reddedilmesi sonucunda müeyyidesiz kaldığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini,
ileri sürmüştür. Başvurucu ihlalin tespiti ile 20.000 TL manevi tazminata ve toplam 10.000 TL yargılama masrafı ile vekâlet ücretine hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
15. Başvurucu, hakkında yapılan haberde yer alan ifadelerin asılsız olduğunu, anılan sözler nedeniyle hakaret ve iftiraya uğradığını, kişilik haklarına saldırı gerçekleştiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğinde olduğu yönündeki şikâyetlerinin özü İlk Derece Mahkemesince şeref ve itibarının korunmadığı hakkındadır. Bu sebeple başvurucunun şikâyetlerinin bir bütün olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
16. Anayasa Mahkemesinin benzer şikâyetlerdeki görevi, yargı mercilerinin şeref ve itibar hakkı ile basın özgürlüğü arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurup kurmadıklarını ve mahkemelerin başvuranı kabul edilemez bir eleştiriden korumakta yetersiz kalıp kalmadıklarını denetlemektir. Bu yapılırken derece mahkemelerinin gerekçeleri göz önüne alınacaktır.
17. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak İlhan Cihaner kararında (İlhan Cihaner, B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konulmuştur. Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (bkz. Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 35-66; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikayetlerde sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).
18. Başvuruya konu sözler ve iddialar (§ 6) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile yerel günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
19. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devletin, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek şeklinde negatif yükümlülüğü ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç [GK], § 36; İlhan Cihaner, § 42).
20. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının, kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek boyuta ulaşmış olup olmadığını, somut olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç [GK], § 39; İlhan Cihaner, § 45, 56).
21. Öte yandan ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve anılan hakkın sınırlandırılmasına ilişkin gerekçelerin ikna edici olması gerekir (bkz. Abdullah Öcalan [GK], B.No: 2013/409, 25/6/2014, § 95; Kadir Sağdıç [GK], § 48; İlhan Cihaner, § 55; başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
22. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip olarak, başvurunun ihtilaflı sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir.
23. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: yazının genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi), haber veya makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ile haber veya makalenin yayımlanma şartları (bkz. İlhan Cihaner, § 66-73; Kadir Sağdıç [GK], §§ 58-66; Nihat Özdemir [GK], §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).
24. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin başvurucuyu aşırı bir eleştiriden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük ölçüde, dava konusu yazının maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 57; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 64; bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte yargılamaya konu bir yazının bir bütün olarak ele alındığında kamu yararını ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya konulmasında aranan kesinlik derecesinin, kamu yararı ile ilgili bir konuda, gazetecilerin değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da aranmasını beklemek basın özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (aynı yönde bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98, 13/2/2004, §§ 39-43).
25. Başvurucu, haber içeriğinde yer alan ifadelerin kendisine yönelik iftira ve hakaret oluşturduğunu, yapılan haberle saygın bir bilim insanı olması göz ardı edilip hukuka aykırı şekilde şeref ve haysiyetine tecavüz edildiğini, meslektaşları, öğrencileri, hastaları ve toplum karşısında küçük düşürüldüğünü iddia etmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesine göre eylem, basın özgürlüğü kapsamında olup haberin içeriği başvurucunun hastasının eşi tarafından söylenen sözlerin aktarımı şeklindedir. Mahkeme, haberde başvurucunun iddialarına da yer verildiğini ve görünür gerçeğe aykırı sözlerin kullanılmadığını hatırlatmaktadır. İlk Derece Mahkemesi başvurucunun talebini, haberin veriliş şeklinde öz ile biçim arasında dengenin korunduğu ve haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu gerekçesi ile reddetmiştir.
26. İlk olarak, anılan yerel gazetenin başvuruya konu haberinde dile getirdiği ifadelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine, yazının bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, § 74). Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
27. Şikâyet konusu haberin yayınlandığı dönem, başvurucunun da karıştığı darp eylemleri nedeniyle ceza soruşturmasının yürütüldüğü bir dönemdir ve başvurucu öğretim üyesi unvanına sahip bir kamu görevlisidir. Bir bütün olarak, şikâyet konusu haber yazısında başvurucunun adının karıştığı bir adli vakadan söz edilerek soruşturma işlemleri kaynak olarak gösterilmiştir. Daha sonra ceza davası da açıldığı görülen olayla ilgili olarak soruşturma sürecindeki ifadeler habere aktarılmış, başvurucunun evli olan hastası ile aşk yaşadığı iddiaları ve hasta yakınları ile arasında yaşanan darp olaylarına haberde yer verilmiştir. Anılan haberde sarf edilen sözlerin bir ölçüde, bilgilendirme değerinin bulunduğu ve genel yarar nitelikli tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir. Ayrıca başvurucunun mesleği ile habere konu olan darp olayları arasında illiyet bağının bulunmadığı da söylenemeyecektir. Bir başka deyişle, yaşanan olayların, başvurucunun salt özel hayatına ilişkin olarak değil, hasta-doktor arasındaki hizmet ilişkisi bağlamında haber yapıldığı görülmektedir. Bu hususla ilgili olarak, basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır. Ayrıca, basında yer alan bilgilerin tüm yönleriyle doğruluğunun ortaya konulması beklenmemelidir.
28. Son olarak, anılan haberin başlığında geçen sözlerin seçiminde abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Kadir Sağdıç [GK], § 76; Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).
29. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına ancak bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (bkz. Ali Suat Ertosun, § 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57).
30. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, değer yargılarına dayanan söz konusu haberdeki ifadelerin genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. Mahkeme, davaya konu yazıda geçen olayların gerçekliği üzerinde durmuş, olayın gerçekleştiği tarihte başvurucunun tıp fakültesi öğretim üyesi olduğunu, başvurucu ile tedavisini sürdürdüğü hastasının yakınları arasında darp olaylarının yaşandığını, tarafların birbirlerinden şikâyetçi olmaları üzerine ceza soruşturması başlatıldığını, her iki tarafın da beyanlarının tırnak içinde aktarılmak suretiyle basın ve yayın organlarında yer aldığını belirterek, dava konusu haberin yeterli bir olgusal temele sahip olduğunu ortaya koymuş ve yayının yapıldığı tarihte meydana gelen olayla yayının içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığı, başvuruya konu haberde geçen olayın “gerçekliğe uygun” olduğu yönünde değerlendirme yapmıştır. Nitekim başvurucu vekilinin de gerçekleşen darp olayının varlığını açıkça kabul ettiği görülmektedir (§ 14).
31. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
A. Başvurucunun,
1. Başvurucunun; kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE, bu belgelerde kimliğinin GİZLİ TUTULMASINA,
2. Şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurusunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/7/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.