logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Tasfiye Hâlinde Cemtur Seyahat ve Turizm Ltd. Şti. [GK], B. No: 2013/865, 1/6/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

TASFİYE HÂLİNDE CEMTUR SEYAHAT VE TURİZM LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/865)

 

Karar Tarihi: 1/6/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 1/7/2016-29759

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Selami ER

Başvurucu

:

Tasfiye Hâlinde Cemtur Seyahat ve Turizm Ltd. Şti.

Temsilcisi

:

Tasfiye Memuru Ali Nedim TOKSOY

Vekil

:

Av. Kemal EROL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; personel taşıma hizmeti verilen Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık AŞ’den (borçlu Şirket) yargı kararıyla kesinleşen alacağın, bu Şirketin yönetim ve denetimine el koyan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) kanunla kendisine verilen yetkileri keyfî biçimde ve üçüncü kişilerin haklarını ihlal edecek şekilde kullanarak yaptığı müdahaleler nedeniyle tahsil edilememesi ve davaların sonuçsuz kalması, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması, talebe rağmen Danıştayda duruşmalı yargılama yapılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/1/2013 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 18/2/2014 tarihli görüş yazısı 4/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Bakanlık cevabına karşı beyanlarını süresi içinde 13/3/2014 tarihinde ibraz etmiştir.

6. Bakanlığın görüş yazısında başvurucunun iddialarının TMSF’den görüş alındıktan sonra değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bunun üzerine Bölüm Başkanının 13/11/2014 tarihli yazısı ile TMSF’den başvurucunun iddialarıyla ilgili açıklama yapması istenmiş ve TMSF Hukuk İşleri Başkanlığı 28/11/2014 tarihli yazısı ile açıklamalarını ibraz etmiştir.

7. Birinci Bölümün 10/6/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve ekleri ile TMSF tarafından gönderilen belgelerde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, borçlu Şirkete hizmet sözleşmesi gereği personel taşıma hizmetleri vermiş ve aralarında çıkan anlaşmazlık neticesinde 8/11/2002 tarihinde sözleşme feshedilmiştir.

10. Başvurucu, usulünce fatura edilmiş toplam 395.057 TL bedelin borçlu Şirket tarafından ödenmediği gerekçesiyle borçlu Şirket aleyhine İstanbul 7. İcra Müdürlüğü nezdinde 8/1/2003 tarihinde 2003/299, 2003/300 ve 2003/301 sayılı dosyalarla ilamsız icra takibi başlatmıştır.

1. İcra ve İflas Takibi ve Bunlara İlişkin Dava Süreçleri

11. Söz konusu borçlu Şirket tarafından 13/1/2003 tarihinde borca itiraz edilmesi üzerine yasa gereği icra takipleri durmuş ve başvurucu tarafından 24/2/2003 tarihinde borçlu Şirket aleyhine İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır.

12. Dava devam ederken TMSF 3/7/2003 tarihinde İmar Bankasına el koyarak yönetim ve denetimini devralmış, akabinde Banka ortak ve yöneticileri hakkında ceza davaları açılmıştır. Bu kapsamda Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi, İmar Bankası soruşturması kapsamında 26/8/2003 tarihli ve 2003/442 ve 2003/443 Müt. sayılı kararlarıyla Uzan Grubuna ait aralarında borçlu Şirketin de olduğu 179 şirketin zorunlu giderler dışında hak ve alacaklarının dondurulmasını; mal, kıymetli evrak ve nakit varlıkların zaptı ile tevdi makamlarına yatırılmasını içeren ihtiyati tedbir kararı vermiştir.

13. TMSF 13/2/2004 tarihli ve 13 sayılı, 9/3/2004 tarihli ve 51 sayılı Kurul kararlarıyla 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’na dayanarak borçlu Şirketin de aralarında bulunduğu, kamuoyunda “Uzan Grubu” olarak bilinen 228 şirketin yönetim ve denetimine el koymuş; mevcut Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerini azlederek yerine yeni üyeler atamıştır.

14. İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde devam eden yargılamada Mahkeme, 27/2/2003 tarihli ara kararıyla icra dosyasının celbine karar vermiş, davaya konu sözleşmeler ile tarafların defter ve belgelerini toplamış, 7/5/2003 tarihli ara kararıyla bilirkişi tayin etmiş, 25/8/2003 tarihli bilirkişi raporu ile başvurucunun 251.891 YTL alacağı tespit edilmiş, kalan kısım hakkında mevcut belgelerle karar verilemediği belirtilmiş, 3/12/2003 tarihli duruşmada ise başvurucu vekilinin talebiyle ek bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiş, ek bilirkişi raporuyla alacak miktarı 287.790 YTL olarak belirlenmiş, başvurucu 9/3/2004 tarihli duruşmada alacak miktarını kabul ederek fazlaya ilişkin hakkından feragat etmiştir. Mahkeme 13/4/2004 tarihli ve E.2003/261, K.2004/308 sayılı kararıyla alacak konusu servis taşımacılığı hizmetinin verildiği, alacağa ilişkin faturaların ve vade farkı talebinin usulüne uygun olduğu, davalının alacaktan sorumlu bulunduğu gerekçesiyle bilirkişi raporları doğrultusunda belirlenen 287.790 YTL alacağa karşı davalının haksız ve kötü niyetli itirazının iptaline, bilirkişi raporuyla belirlenen alacağa yönelik takiplerin devamına ve alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatının tahsiline karar vermiş; söz konusu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

15. İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi E.2004/1 sayılı dosyada 11/5/2004 tarihli ara kararıyla daha önce Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği tedbir kararını genişleterek borçlu Şirketin de aralarında bulunduğu “Uzan Grubu” şirketlerinin faaliyetlerine devam edebilmesi için yapabilecekleri ödemeler listesini karara bağlamıştır. Bahsedilen kararda personel taşıma ücretleri de ödenebilir kalemler arasında sayılmıştır.

16. Başvurucu, kesinleşen karar sonrasında takibe devam etmiş; 12/5/2004 ve 26/5/2004 tarihli taleplerle İstanbul 7. İcra Müdürlüğünce aynı tarihte borçlu Şirketin menkul ve gayrimenkulleri üzerine başvurucunun alacağı miktarında haciz işlemi uygulanmış ve haciz işlemini ilgili üçüncü kişilere tebliğ etmek üzere müzekkere yazılmıştır.

17. Başvurucunun 12/5/2004 tarihli talebi ile İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün aynı tarihli ve 4/6/2004 tarihli yazıları doğrultusunda Türk Patent Enstitüsünce 17/5/2004 ve 15/6/2004 tarihlerinde borçlu Şirket adına tescilli dört adet marka (Star, Starlife, Star Tek ve Ulusal Medya) ile İstanbul Valiliğince 18/6/2004 ve 21/6/2004 tarihlerinde başta Star gazetesi olmak üzere 118 yayın üzerine haciz kararı işlenmiştir.

18. TMSF, borçlu Şirket hakkında 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a dayanarak 18/5/2004 tarihinde 7.739.663.000 YTL haciz işlemi uygulamıştır.

19. Tebligat çıkarılan üçüncü kişilerden bir kısmı ile Basın İlan Kurumu, (diğer kurumlar) İcra Müdürlüğüne haczin işleme alındığını ancak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) 7.7 milyar YTL’lik haczinin daha önceki bir sırada olduğunu ve bu borç ödendikten sonra kendi dosyalarına ödeme yapabileceklerini beyan ederek itiraz etmişler; diğer firma ve kurumlar ise borçlu Şirketin kendileri nezdinde hak ve alacağı olmadığını beyan etmişlerdir.

20. Başvurucu, ayrıca borçlu Şirket hakkında 10/6/2004 tarihinde iflas yoluyla takip talebinde bulunmuş ve İstanbul 7. İcra Müdürlüğü aynı tarihte borçlu Şirkete ödeme emri göndermiştir. TMSF yönetimindeki borçlu Şirket avukatı 3/8/2004 tarihinde Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin borçlu Şirket hakkında verdiği ihtiyati tedbir kararları ile 4389 sayılı mülga Kanun’un 16. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca İstanbul 7. İcra Müdürlüğünden başvurucunun icra takiplerinin durdurulmasını talep etmiştir.

21. Bu süreçte TMSF tarafından el konan “Uzan Grubu” şirketlerinden alacaklı olan üçüncü kişilerin Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kararı gereği takipleri durduran İcra Müdürlükleri aleyhine takiplerin devamı talebiyle yaptıkları şikâyetler, ilgili Mahkemelerce reddedilmiş ve bu kararlar Yargıtayca onanmıştır.

22. Başvurucunun, TMSF tarafından el konulan ve idare edilen bir başka “Uzan Grubu” şirketi olan Medya Prodüksiyon Ticaret AŞ’den olan alacağı ise haciz ihbarnamesi sonrasında tarafların 23/6/2004 tarihli anlaşması ile 19.000 TL olarak 30/6/2004 tarihinde Çapa Vergi Dairesi Müdürlüğüne ödenmiştir.

23. Başvurucunun yaptığı taleple İstanbul 7. İcra Müdürlüğü 22/10/2004 tarihinde, İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13/4/2004 tarihli kararına dayanarak borçlu Şirket hakkında hükmolunan %40 icra inkâr tazminatının tahsili için tekrar ödeme emirleri gönderilmesine karar vermiştir.

24. Borçlu Şirket 8/11/2004 tarihinde, İstanbul 7. İcra Müdürlüğüne tekrar itirazda bulunmuştur. Yapılan itirazlar ile İstanbul 7. İcra Mahkemesinde 2004/1705-1706-1707 Esas sayılı davalar açılmıştır.

25. Yapılan itiraz sonrasında İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen iflas davasına TMSF vekili, 15/2/2005 tarihli dilekçesiyle müdahil olup 22/2/2005 tarihli duruşmada, Fon Kurulu kararıyla borçlu Şirketin yönetim ve denetiminin Fona geçtiğini ve üzerinde tedbir bulunduğunu beyan etmiştir. TMSF vekili ayrıca Mahkemeye sunduğu dilekçe ile diğer itirazları yanında İstanbul 7. İcra Mahkemesinde devam eden E.2004/1705-1706-1707 sayılı dosyaların bekletici mesele yapılması gerektiği, borçlu Şirket üzerinde TMSF’nin 6183 sayılı Kanun’a göre başlattığı 7.7 milyar YTL tutarlı haciz bulunduğu, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 206. maddesine göre bu alacağın 3. sırada, başvurucunun alacağının ise 4. sırada bulunduğu, 4389 sayılı mülga Kanun’un 16. maddesinin ikinci fıkrası gereği borçlu Şirket aleyhine devam eden tüm icra ve iflas takibatının durması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur. Başvurucu vekili ise aynı tarihli yazılı beyanında, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin önceki tedbir kararını genişleten kararını dile getirerek TMSF vekilinin itirazının iyi niyetli olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur.

26. Mahkeme 20/12/2005 tarihli ve E.2005/745, K.2005/873 sayılı kararıyla 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendi gereği Fon tarafından el konan şirketlerin iki yıl içinde iktisadi bütünlük oluşturulan mahcuzlarının Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklar dâhil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınmasının ve satışının talep edilemeyeceği, iflaslarına karar verilemeyeceği gerekçesiyle iflas talepli davayı reddetmiştir.

27. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 12/4/2007 tarihli ve E.2007/178, K.2007/3706 sayılı kararıyla ve “4389 sayılı Kanunun 15/7-a maddesinin emredici hükmü gözetilerek hakkında iktisadi bütünlük kararı verilen davalı şirket aleyhine açılan iflas davasının reddedilmesinde isabetsizlik bulunmadığı” gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.

28. Tekrar başlayan icra takibine yapılan aynı mahiyetteki itirazları inceleyen İstanbul 7. İcra Mahkemesi 7/6/2005 tarihli ve E.2004/1706, K.2005/539; E.2004/1707, K.2005/538; E.2004/1705, K.2005/540 sayılı kararlarıyla iflas davasının ikinci bir takip yolu sayılamayacağı ve başka bir takip de bulunmadığı gerekçesiyle itirazları reddetmiştir.

29. Temyiz edilen kararları inceleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 28/10/2005 tarihli kararlarıyla aynı alacakla ilgili iflas yoluyla takibin devam ettiği ve iflas yolundan sonra tekrar genel haciz yoluna dönülmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle borçlu Şirketin itirazını kabul etmiş ve İstanbul 7. İcra Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararlarını bozmuştur.

30. İcra safhasında son olarak İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün 28/12/2007 tarihli talebiyle İstanbul 8. İcra Müdürlüğü 3/1/2008 tarihinde başvurucunun alacağına karşılık borçlu Şirketin 8. İcra Müdürlüğünde bulunan dosyadaki alacakları üzerine 27.000 TL haciz işlemi uygulamıştır.

 2. Borçlu Şirket Grubunun Satışı ve Elde Edilen Gelirin Paylaştırılması Süreci

31. TMSF Fon Kurulunun 23/6/2005 tarihli ve 249 sayılı kararıyla borçlu Şirket de dâhil olmak üzere Star Medya grubuna ait beş şirketin mal, hak ve varlıklarının iktisadi ve ticari bütünlük oluşturularak satılmasına karar verilmiş ve satışının 15/9/2005 tarihinde yapılacağı ilan edilmiştir.

32. Başvurucu, basında borçlu Şirketin bünyesinde bulunan Star gazetesi ile Star televizyonunun satılacağına dair haberler sonrasında 28/7/2005 tarihinde İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinden 2004 sayılı Kanun’un 159. maddesine göre iflas muhafaza tedbiri alınmasını, bu tedbir varsa süresinin uzatılmasını talep etmiştir.

33. Mahkemenin 28/7/2005 tarihli ara kararıyla davalı Şirket üzerinde zaten iflas muhafaza tedbiri bulunduğundan karar verilmesine yer olmadığı, suç işleyenler varsa ancak suç duyurusunda bulunmakta başvurucunun serbest olduğu yönünde karar verilmiştir.

34. Borçlu Şirket vekili ise 6/7/2005 ve 7/9/2005 tarihli dilekçeleriyle Mahkemenin bahsettiği muhafaza tedbirinin kendiliğinden kalktığını iddia ederek 4389 sayılı mülga Kanun gereği TMSF’nin yönetim ve denetimi altında olan şirketler aleyhine iflas kararı verilemeyeceği ve müvekkilinin kamu yararı gereği TMSF tarafından üçüncü kişilere satılacağı dikkate alınarak tedbirin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme 4/10/2005 tarihli ara kararıyla, TMSF Fon Kurulunun kararı ve 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendi ile 6183 sayılı Kanun’a dayanarak muhafaza tedbirini kaldırmıştır.

35. Eylül 2005 ile Mart 2006 arası dönemde “Uzan Grubu” şirketlerinin ticari ve iktisadi bütünlük oluşturan varlıkları TMSF tarafından 4389 sayılı mülga Kanun’a göre yapılan ihaleler ile satılmıştır. Bu kapsamda borçlu Şirket, Medya Park Yayıncılık, Çağdaş Reklamcılık, Ulusal Medya Haber Ajansı ve Lotus Reklamcılık AŞ’nin mal, hak ve varlıklarından oluşan Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğü 25/1/2006 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile 8.000.000 ABD doları bedel ile Ali Özmen Safa’ya satılmış ve faiziyle beraber 8.779.463,17 ABD doları bahsedilen şahıstan tahsil edilmiştir.

36. Bahsedilen ihale bedelinin ilgili mevzuat gereği paylaştırılmasına ilişkin olarak hazırlanan ve 27/1/2010 tarihli ve 27745 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan sıra cetvelinin 25/2/2011 tarihli ve 27816 sayılı Resmî Gazete’de revize edilmiş hâlde elde edilen gelirin Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğünü oluşturan şirketlerin borçları karşılığı 4.032.324,39 ABD doları Gelir İdaresi Başkanlığına, 1.435.482,93 ABD doları Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına ve bakiyesi TMSF’ye ayrılmıştır. Bahsedilen sıra cetvelinde yer alan TMSF alacağı, İmar Bankası mudilerine yapılan ödemeler ve bankanın diğer zararları karşılığı 9/5/2012 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlanan sıra cetvelinde 21 milyar TL olarak gösterilmiştir.

37. Fon Kurulu 16/11/2006 tarihli ve 571 sayılı kararıyla satışlar sonrasında değer ifade eden varlığı kalmayan borçlu Şirketin tüzel kişiliğini devam ettirmesinin fon alacaklarının tahsili açısından yarar sağlamayacağı, firmanın borca batık olduğu ve amacını gerçekleştirme imkânının ortadan kalktığı gerekçesiyle 2/9/2006 tarihli ve 26277 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca firmanın tasfiyesine ve sicilden terkinine karar vermiş; TMSF Tasfiye Komisyonunun 22/10/2007 tarihli ve 2007-195/2 sayılı talebi ve İstanbul Ticaret Sicil Memurluğunun 1/11/2007 tarihli ve 157018/92985 sayılı yazısı ile bahsedilen Şirket sicilden terkin edilmiştir.

38. Borçlu Şirketin tasfiyeye esas bilançosunda başvurucunun alacağı 4. sırada 59.517,06 TL olarak kaydedilmiştir.

 3. İdari Yargı Dava Süreci

39. Borçlu Şirketten alacağını tahsil edemeyen başvurucu, Bodrum 1. Noterliği aracılığıyla TMSF yönetimine keşide ettiği 20/7/2006 tarihli ihtarnamede 21/11/2006 tarihli ve 26353 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik’in 25. maddesinde yer alan “Satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Kurul yetkilidir.” hükmü uyarınca TMSF yönetiminin kendi alacaklarının ödenmesinde takdir yetkisine sahip olduğunu ve bu doğrultuda kendisi ile aynı statü ve hukuki durumda bulunan diğer bazı gerçek ve tüzel kişilere de ödeme yapıldığını, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi ve Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin borçlu Şirket hakkındaki kararlarının ilama bağlı ödemeleri kapsamadığını, aksine İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin tedbir kararında taşıma hizmetlerinin faaliyetlerin sürdürülebilmesi için gerekli olduğunun kabul edildiğini belirterek borçlu Şirketten alacaklarının ödenmesini talep etmiş; aksi takdirde dava açacağını ihbar etmiştir.

40. Söz konusu ihtara süresinde cevap verilmemesi ve ödeme de yapılmaması üzerine başvurucu, TMSF yönetiminin zımni ret kararı aleyhine İstanbul 8. İdare Mahkemesi nezdinde 17/11/2006 tarihinde iptal ve alacağın yasal faiziyle birlikte tazmini istemli dava açmış, dilekçesinde kesinleşmiş yargı kararının Anayasa’nın 138. maddesi uyarınca davalı idare ve mahkemeyi bağlayacağını ve 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 134. maddesinde satışa konu şirketin mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarının ihale bedelinden ödenmesi konusunda TMSF’ye yetki verdiğini, ayrıca takibin durdurulmasına gerekçe gösterilen Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi tedbir kararının İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/4/2004 tarihli ve E.2004/1 sayılı kararıyla kalktığını ve bu kararda özellikle yöneticilerin şirketleri basiretli bir tacir gibi objektif ihtimamla yönetmeleri gerektiğine işaret edildiği hâlde TMSF tarafından borçlu Şirkete atanan yöneticilerin gerekli ihtimamı göstermeden üstelik benzer durumdaki alacaklılara farklı muamelede bulunmasının hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir.

41. Başvurucunun iddialarına karşı TMSF vekili farklı tarihli dilekçelerle TMSF ve borçlu Şirketin ayrı tüzel kişiler olduğunu, alacağın borçlu Şirketten istenmesi gerektiğini, TMSF’nin taraf sıfatı bulunmadığını, TMSF’nin borçlu Şirket grubundan kamu adına 7.7 milyar YTL alacağı bulunduğunu, el konan şirketlerin borçlarının TMSF tarafından ödenmesi hâlinde el koymanın amacının ortadan kalkacağını, özel şahısların alacağının kamu alacağının önüne geçeceğini ve kamu alacağının tahsilinin ikinci plana atılacağını, başvurucunun kalktığını iddia ettiği tedbir kararının konusunun ileriye dönük zorunlu ödemeler olduğunu, geçmişi kapsamadığını, daha önce kendilerine ödeme yapıldığı iddiasının mesnetsiz olduğunu, başvurucunun Medya Prodüksiyon firması ile yaptığı anlaşmaya muvafakat vermediklerini, Fonun borçlu Şirketi satmadığını dolayısıyla satış geliri elde etmediğini beyan ederek davanın reddini talep etmiştir.

42. Başvurucu vekili ise borçlu Şirketin davalı idare tarafından tüm varlıkları satıldıktan sonra davalı idarenin işlemiyle tasfiye edildiğini, alacağını ondan isteme imkânının kalmadığını, TMSF’nin yönetimi ve denetimi altında olan Medya Prodüksiyon firması ile yaptığı anlaşmanın TMSF’nin hesaplama yöntemlerine göre ve onayı ile yapıldığını ifade ederek itiraz etmiştir.

43. İdare Mahkemesinin 20/2/2008 tarihli ve E.2006/2646, K.2008/272 sayılı kararında dava devam ederken 18/10/2007 tarihinde 517 sayılı Fon kararıyla borçlu Şirketin tasfiyesine karar verildiği, ticaret sicilinden terkin edildiği belirtilmiş ve “… kanunlardan kaynaklanan yetki uyarınca Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.’nin de denetimine ve yönetimine Fon tarafından atamaların yapıldığı ve bu şekilde kamu alacağının yasa uyarınca tahsilinin amaçlandığı anlaşıldığından Borçlu Şirketin borçlarının Fon tarafından ödenmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir yasal yükümlülük de bulunmadığından dava konusu zımni ret işleminde hukuka aykırılık bulunmamıştır.” denilerek dava reddedilmiştir.

44. Başvurucu, Mahkemenin ret kararı üzerine temyiz yoluna başvurmuş; temyiz talebini inceleyen Danıştay Onüçüncü Dairesi 18/5/2012 tarihli ve E.2008/8144, K.2012/1159 sayılı kararında davacının duruşma isteminin yerinde görülmediğini, dosyanın tekemmül etmiş olması sebebiyle yürütmenin durdurulması hakkında ayrıca bir karar verilmesinin gerekli olmadığını ve İlk Derece Mahkemesinin gerekçesinin, bahsedilen Şirket borçlarının TMSF tarafından ödenmesi gerektiğine dair yasal bir yükümlülük bulunmadığına dayandığını belirterek 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirinin bulunmadığı gerekçesiyle kararı onamıştır.

45. Danıştayın ret kararı üzerine başvurucu, karar düzeltme yoluna başvurmuş; Danıştay Onüçüncü Dairesinin 8/11/2012 tarihli ve E.2012/2946, K.2012/2835 sayılı kararıyla karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir.

46. Kesinleşen karar başvurucuya 25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

47. 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin 7. fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

a) (Değişik bent: 12/12/2003 - 5020 S.K./20. md.) Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi halinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın; hisseleri kısmen veya tamamen kendisine intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin, bu bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran tüzel kişi ortaklarının, gerçek ve tüzel kişi ortaklarının yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulundurdukları şirketlerin ortaklarının, bu şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç, ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir.

(Değişik paragraf: 16/06/2004 - 5189 S.K./11. md.;Değişik paragraf: 25/05/2005 - 5354 S.K/1.mad) Fonun yönetim ve denetimine sahip olduğu şirketlerin …Bu şirket ve iştiraklerin % 49'undan fazlası ile bunlara ait her türlü mal, hak ve varlıklar, gayrimenkullerle ilgili özel kanunlarındaki kısıtlamalar saklı kalmak kaydıyla yabancı gerçek ve tüzel kişilere satılabilir. Fon alacaklarının tahsilini teminen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadi değeri olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla alacaklının haczi olması halinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme tarihini ve ihalenin sair usul ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, satışa konu ticari ve iktisadi bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Fon Kurulu yetkilidir. Fon Kurulu, satış kararıyla birlikte, bu satışı gerçekleştirmek üzere en az üç kişiden oluşan bir Satış Komisyonu oluşturur ve başkanını belirler. Satış Komisyonu, toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile toplanır ve toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile karar alır. Ticarî ve iktisadî bütünlüğün muhammen bedeli, Satış Komisyonu tarafından, uzman gerçek veya tüzel kişilerin kıymet takdiri raporu dikkate alınarak, daha önce bütünlüğü oluşturan varlıkların ayrı ayrı kıymet takdirlerinin yapılmış olması ile bağlı olmaksızın düzenlenecek rapor çerçevesinde Fon Kurulu tarafından belirlenir. … Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturduğuna karar verilen mahcuzların satışı, kapalı zarf veya açık artırma usullerinden biri veya ikisi birlikte uygulanmak suretiyle yapılır. Bundan sonra, Fon Kurulunun gerekli görmesi halinde ihalelere, pazarlık usulü ile devam edilebilir. Bu usullerden hangisinin uygulanacağına, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mal, hak ve varlıkların nitelikleri dikkate alınarak Fon Kurulu tarafından karar verilir. İhale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli Satış Komisyonu tarafından düzenlenir. İhalenin sonuçlanması, Fon Kurulunun onayına bağlıdır. Bu hüküm uyarınca yapılan satışlarla ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzların, Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklılar dahil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınması ve satışı talep edilemez, mahcuzların maliklerinin iflasına karar verilemez, ilgili takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez. … Bu hüküm uyarınca yapılacak satışlara ilişkin diğer esas ve usuller Fon tarafından çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir. Fon tarafından atanan yöneticilerin, şirketlerin sermayesini kaybetmesinden ve/veya borca batık olmasından dolayı mahkemeye bildirimde bulunma yükümlülükleri yoktur. Bildirimde bulunmamaktan dolayı bu şahıslar hakkında İcra ve İflas Kanununun 179, 277 ve devamı maddeleri ile 345/a maddesi hükümleri uygulanmaz ve Türk Ticaret Kanununun 341 inci maddesi uyarınca şahsî sorumluluk davası açılamaz. Yönetim ve denetimi Fon tarafından devir alınmamış şirketlere Fon tarafından atanan yönetim ve denetim kurulu üyeleri ile müdürler, ortaklar genel kurulunca görevden alınamayacağı gibi ibra edilmeyerek haklarında görev yaptıkları dönem veya dönemler dışında şahsi sorumluluk davası da açılamaz. Bu bentte yer alan hükümler çerçevesinde, varlıkları ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında satılan şirketlerin kamu kurum, kuruluşları ve üst kurullara olan ve satış tarihine kadar tahakkuk etmiş borçları satış bedelinden garameten tahsil edilir. Garame ile dağıtım sonrasında bakiye borç kalması, lisans, ruhsat, imtiyaz sözleşmesi, geçici frekans ve kanal kullanımı ve benzeri hakların devri ve yeni alıcısı tarafından işletilmesi için gereken ve kamu kurum, kuruluşları ve üst kurullarca yapılması gereken devrin tescil ve nakli işlemine engel teşkil etmez.

b) Hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının veya yöneticilerinin, yönetim kurulu, kredi komiteleri, şubeler, diğer yetkili ve görevliler aracılığıyla veya sair suretlerle banka kaynaklarını ve varlıklarını doğrudan veya üçüncü kişilere rehnetmek, teminat göstermek, ekonomik gücü olmayan kişilere kredi vermek, karşılığında kredi temin etmek amacıyla kredi kullandırmak, yurt içi veya yurt dışı banka ve mali kuruluşlar nezdinde depo veya sair adlarla hesap açtırmak veya bu hesapları teminat göstermek ve sair şekillerde kullanmak suretiyle veya başkaca dolanlı işlemlerle edindikleri veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, mal, her türlü hak ve alacakların temininde kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan alacak Fon alacağı sayılır. Bu alacaklar hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Fon, bu para, mal, her türlü hak ve alacaklara ihtiyati haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve bunlardan değeri Fon tarafından belirlenemeyenleri 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 72 nci maddesine göre kurulan takdir komisyonlarının Fon tarafından belirlenecek kurum ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları da dikkate alarak tespit edeceği değeri üzerinden, alacağına ve/veya bu bankaların Fon tarafından devralınan zararlarına mahsuben devralmaya yetkilidir. Bu alacaklara zararın ve/veya alacağın doğmasına sebebiyet veren haksız işlemin yapıldığı tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesinde belirtilen oranda gecikme zammı uygulanır.

(a) ve (b) bentlerindeki yetki, banka hisselerinin kısmen veya tamamen üçüncü kişilere satış, devir veya intikalinden sonra da kullanılabilir.

Fon tarafından bu madde hükümlerine istinaden yapılacak işlemlerde 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanmaz. Bu işlemler her türlü vergi, resim ve harçtan istisna tutulur. Bu fıkra ile Fona tanınan yetkiler Fon tarafından başkaca bir işleme gerek olmaksızın Fonun karar alması ile tekemmül eder. Yapılan işlemlerden tescile tabi olanlar Fonun talebi üzerine tescil ve gerektiğinde ilan olunur.

(Ek paragraf: 12/12/2003 - 5020 S.K./20. md.) Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona geçen ve/veya bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılan bankalar ile tasfiyeye tabi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan bankaların kaynağını kullanmış olmasından dolayı Fona borçlu olması kaydıyla Fona intikal eden bir bankadan ilk kredinin ve/veya banka kaynağının kullanılmasından sonra, bu bendin birinci cümlesinde belirtilen gerçek ve tüzel kişilerin, edindikleri ve/veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklarının banka kaynağı kullanılmak suretiyle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilir ve bu gerçek kişiler ile tüzel kişiler tarafından edinilen para, her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında bu fıkra hükümlerini uygulamaya Fon yetkilidir. Bu suretle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilen para, her türlü mal, hak ve alacaklar üzerinde ilk kredinin ve/veya banka kaynağının kullanıldığı tarihten sonra üçüncü kişilere yapılan satış, devir ve temlik, sınırlı ayni hak tesisi gibi işlemler ile üçüncü kişiler lehine tesis edilen ayni ve şahsi tüm haklar Fona karşı hüküm ifade etmez. Bu hukuki işlemlere taraf olan tüm şahısların külli ve cüzi halefleri dahil, yukarıda belirtilen işlemlerin gerçekleşmesinden sonra edindikleri ve/veya edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır. Yukarıda belirtilen işlemlere taraf olan üçüncü kişiler bankanın Fona devrinden sonraki işlemler nedeniyle, bu fıkranın birinci paragrafında sayılan kişiler ise bankanın Fona devrinden önceki ve/veya sonraki işlemler nedeniyle (İptal ibare: Anayasa Mah. 2009/53, 2011/19 K. ve 20/01/2011 tarihli iptal kararı ile) . Bankanın Fona devrinden önce satış, kira, devir ve temlik gibi işlemler ile ayni ve şahsi hak tesisine ilişkin işlemlere taraf olan üçüncü kişiler iyiniyetli olduklarını kanıtlamak zorundadırlar.

…”

48. 4389 sayılı mülga Kanun’a 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Kanun'la eklenen 15/a maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılan bankalar ile tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarının kendi lehine kullandıkları her türlü banka kaynakları ve her ne ad altında olursa olsun kendilerine ait yurt içi ve yurt dışı şirket, finans kuruluşu, off-shore bankalara aktardıkları banka kaynakları ile eşleri, çocukları ve evlatlıkları ve bunların diğer kan ve kayın hısımları adına açılmış krediler ile bunlara aktarılan her türlü kaynak aktarımları veya bankaların hakim ortaklarının kendilerine veya şirketleri ile iştiraklerine rayiç bedelin altında ve muvazaalı yapılmış tüm devir ve temlikler, üçüncü kişilere yapılmış her türlü taşınır ve taşınmaz rehni ve ipotek gibi sınırlı ayni haklar ve bunlardan elde edilen nemalar, iştiraklerine ve bağlı şirketlerine ayni bankanın el değiştiren ortaklarının birbirlerine verdiği krediler ile aynı şekildeki bankaların karşılıklı birbirlerine verdikleri krediler, bankaya ve grup şirketlerine yüksek bedelle satılmış tüm mal, hisse ve hizmetlerden veya bunlardan ve benzerlerinden elde edilen nemalar, uzun süreli kiralama veya finansal kiralama yolu ile kendisine aktarılan kaynak ve hizmetler, bankanın yönetim ve denetim döneminde yeterli ticari faaliyeti olmaksızın kaynak aktarımı amacıyla kurulmuş şirketlere verilen krediler ile bunlara aktarılan kira ve hizmet bedellerindeki nemalar, yurt dışı banka ve finans kuruluşları ile yapılan inançlı işlemler yolu ile aktarılan her türlü kaynaklar, bankalarının off-shore bankalarındaki yargı kararları nedeniyle ödedikleri mevduatları ve off-shore bankaların bankaya izinli veya izinsiz aktardığı off-shore mevduatlar, bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları, müdürlerinin kendileri, eşleri ve çocukları, evlatlıkları ile bunların diğer kan ve kayın hısımlarına aktarılan her türlü kaynakların tümü başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş sayılır. Fon Kurulunun talebi üzerine görevlendirilen Hazine avukatlarınca da takip edilebilir.”

49. 4389 sayılı mülga Kanun’un 16. maddesinin 1. ve 2. fıkraları şöyledir:

“1. Bir bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması halinde, yönetim ve denetimi Fona intikal eder.

2. İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul Kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren banka hakkındaki ihtiyati tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur.”

50. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Fon alacaklarının tahsilini teminen, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadî değeri olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla alacaklının haczi olması hâlinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme tarihini ve ihalenin sair usûl ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, satışa konu ticarî ve iktisadî bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Fon Kurulu yetkilidir. Fon Kurulu, satış kararıyla birlikte, bu satışı gerçekleştirmek üzere en az üç kişiden oluşan bir satış komisyonu oluşturur ve başkanını belirler. Satış komisyonu, toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile toplanır ve toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile karar alır. Ticarî ve iktisadî bütünlüğün muhammen bedeli, satış komisyonu tarafından, … düzenlenecek rapor çerçevesinde Fon Kurulu tarafından belirlenir. … Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturduğuna karar verilen mahcuzların satışı, kapalı zarf veya açık artırma usûllerinden biri veya ikisi birlikte uygulanmak suretiyle yapılır. Bundan sonra, Fon Kurulunun gerekli görmesi hâlinde, ihalelere pazarlık usûlü ile devam edilebilir. Bu usûllerden hangisinin uygulanacağına, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mal, hak ve varlıkların nitelikleri dikkate alınarak Fon Kurulu tarafından karar verilir. İhale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli satış komisyonu tarafından düzenlenir. İhalenin sonuçlanması, Fon Kurulunun onayına bağlıdır. Bu hüküm uyarınca yapılan satışlarla ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzların, Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklılar dâhil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınması ve satışı talep edilemez, mahcuzların malîklerinin iflasına karar verilemez, ilgili takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez.

Bu hüküm uyarınca yapılacak satışlara ilişkin diğer esas ve usûller Fon tarafından çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir.

(Değişik fıkra: 08/03/2006-5472 S.K./1.mad) Gerçek ve tüzel kişilerin sahip olduğu varlıkların, bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında veya bu Kanunda yer alan hükümler çerçevesinde ayrı ayrı cebri icra yoluyla satışlarından elde edilen bedelden; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Fon Kurulu tarafından karar verilmesi halinde şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir. ...”

Ek fıkra: 08/03/2006-5472 S.K./1.mad) Bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrası ile bu madde kapsamında olan şirketler ile sermayesinin % 50'sinden fazlasını temsil eden hisselere Fonun, Fon Bankasının veya Fon iştiraklerinin sahip olduğu şirketler, yönetim kurulları tarafından alacaklılarına ve borçlularına Fonun belirlediği esaslar çerçevesinde yapılacak ilânı müteakiben düzenlenen bilançoları esas alınarak Fon Kurulu kararı ile İcra ve İflas Kanunu, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın tasfiye olunur. Tasfiyeye ilişkin Fon Kurulu kararı şirketin infisah ettirilmesi anlamında olup, bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur. Tasfiye kararı aleyhine ilgililer tarafından açılacak davalar Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Fon Kurulu tarafından tasfiyesine karar verilen şirketlerin iflas ve ihyası istenemez. Yapılan ilân neticesinde kayıt altına alınan alacaklar Fon tarafından bu Kanun, 6183 sayılı Kanun ve İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesine uygun olarak düzenlenecek sıra cetveli ile tasfiye kararı verilen şirketin alacaklılarına dağıtılır. Bu madde hükümlerine uygun olarak tasfiye olunan şirketlerin hâkim ortakları ve yöneticileri ile üçüncü şahıslar aleyhine açılan şahsi sorumluluk, iflas ve alacak davaları kanunî halef; ceza davaları kanunî müdahil sıfatıyla Fon tarafından devam ettirilir. Bu davalar sonucunda herhangi bir tahsilat yapılması halinde başkaca bir işleme gerek kalmaksızın tahsil edilen meblağ düzenlenmiş sıra cetveline uygun olarak dağıtılır. Dağıtım sonrasında alacağını tamamen alamamış olan alacaklılara talepleri halinde şirketin tasfiye edildiğine ve dağıtılacak tasfiye bakiyesi bulunmadığına dair bir belge verilir. Bu belge İcra ve İflas Kanununun 105 inci maddesi hüküm ve sonuçlarını doğurur. Alacaklılara sıra cetveline uygun olarak yapılacak dağıtım sonrası tasfiye bakiyesi kalması halinde bu bakiye şirket hissedarlarına hisseleri oranında ödenir. Tasfiyenin usûl ve esasları Fon Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”

51. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi şu şekildedir:

“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

52. 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesi şu şekildedir:

“1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve (Değişik ibare: 02/07/2012-6352 S.K./55.md.) yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı (Değişik ibare: 02/07/2012-6352 S.K./55.md.) yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

2. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.

3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.

4. (Değişik bent: 05/04/1990 - 3622/7 md.) 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hâkim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.

5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”

53. 2577 sayılı Kanun’un 27. maddesi şöyledir:

“1. (Değişik bent: 05/04/1990 - 3622/7 md.) Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

2. Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.

3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.

4. (Değişik bent: 05/04/1990 - 3622/7 md.) 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.

5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”

54. 2577 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.

55. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik’in 8. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:

“Şirket veya iştirakin tasfiyesine dair Kurul kararı, şirket veya iştirakin infisah ettirilmesi anlamında olup bu şirket veya iştirak Kurul kararı ile görevlendirilen Tasfiye Komisyonunun yazılı bildirimi ile ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur.”

56. 2004 sayılı Kanun’un 206. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

“…

Üçüncü sıra:

Özel kanunlarında imtiyazlı olduğu belirtilen alacaklar.

Dördüncü sıra:

İmtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar.

…”

57. 2004 sayılı Kanun’un 17/07/2003 tarihli ve 4949 sayılı Kanun’la değişik İcrai Hacizlere İştirak” başlıklı 268. maddesi şöyledir:

“261 inci maddeye göre ihtiyaten haczedilen mallar, ihtiyati haciz kesin hacze dönüşmeden önce diğer bir alacaklı tarafından bu Kanuna veya diğer kanunlara göre haczedilirse, ihtiyati haciz sahibi alacaklı, bu hacze 100 üncü maddedeki şartlar dairesinde kendiliğinden ve muvakkaten iştirak eder. Rehinden önce ihtiyati veya icrai haciz bulunması halinde amme alacağı dahil hiçbir haciz rehinden önceki hacze iştirak edemez.

 İhtiyati haciz masrafları satış tutarından alınır.

 İhtiyati haciz diğer rüçhan hakkını vermez.”

58. 6183 sayılı Kanun’un “Amme alacaklarında rüçhan hakkı” başlıklı 21. maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki gibidir:

“Üçüncü şahıslar tarafından haczedilen mallar paraya çevrilmeden evvel o mal üzerine amme alacağı için de haciz konulursa bu alacak da hacze iştirak eder ve aralarında satış bedeli garameten taksim olunur. (Ek hüküm: 30/3/2006 – 5479/4 md.) Genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faizler için tatbik edilen hacizlerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 268 inci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi hükmü uygulanmaz.

59. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik’in 25. ve 26. maddeleri şöyledir:

“Geçmiş dönem borçları

MADDE 25 – (1) Satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Kurul yetkilidir. Kurulun bu konudaki kararı satış şartnamesinde ve satış ilanında belirtilir.

(2) Geçmiş dönem borçlarının ödenebilmesi veya ihale alıcısına ödetilebilmesi için:

a) Ticari ve iktisadi bütünlük içinde yer alan mal, hak ve/veya varlıklar ile ilgili olması veya ticari ve iktisadi bütünlüğün değerinin korunması için gerekli veya değerini artırır mahiyette olması,

b) Alacaklı ile borçlu şirket borç miktarının tespitinde mutabakata varmış olması gerekmektedir.

Sıra cetveli

MADDE 26 – (1) Ticari ve iktisadi bütünlüğün ihale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli, ihale bedelinin alıcı tarafından ödenmesinden sonra Satış Komisyonu tarafından 5411 sayılı Kanuna uygun olarak düzenlenir. Ancak 5411 sayılı Kanunda öncelikli paya sahip olduğu belirtilen alacaklılara önceden ödeme yapılabilir.

(2) İhale bedelinden satış masrafları çıkarıldıktan sonra; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Kurul tarafından ihale bedelinden ödenmesine karar verilmesi halinde bu Yönetmeliğin 25 inci maddesi kapsamındaki geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir.

(3) 5411 sayılı Kanunun geçici 24 üncü maddesi kapsamındaki satışlarda sıra cetvelinin düzenlenmesinde anılan madde hükmü de dikkate alınır.

(4) Sıra cetvelinin bir sureti Satış Komisyonu tarafından masrafını veren ilgililere tebliğe çıkarılır ve Resmî Gazete’de yayımlanır.

(5) Sıra cetveline itiraz süresi 15 gündür. İtiraz süresi, ilan tarihinden itibaren başlar, tebliğ masrafı veren ilgililer hakkında ise itiraz süresi tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar.

(6) Satış Komisyonu, hak sahiplerine ödeme yapılana kadar nakit ihale bedelini uygun göreceği şekilde nemalandırır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

60. Mahkemenin 1/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

61. Başvurucu; personel taşıma hizmeti verdiği Şirketten yargı kararıyla kesinleşen alacağını borçlu Şirketin yönetim ve denetimine TMSF tarafından el konması sonrasında TMSF’nin 4389 ve 5411 sayılı Kanunlara dayanarak yaptığı müdahaleler nedeniyle tahsil edemediğini, bu durumun Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen mahkeme kararlarına uyma zorunluluğuna aykırılık teşkil ettiğini, 4389 sayılı mülga Kanun’un usulsüz bankacılık işlemleri nedeniyle batan bankaların TMSF tarafından el konulması sonrasında kamu zararının karşılanmasını amaçladığını, el konulan Banka ile hiçbir ilgisi olmadığı ve böyle bir iddia da bulunmadığı hâlde kendisine bahsedilen Banka ile ilişkili gibi muamelede bulunulduğunu, yasa ile kendisine takdir yetkisi verilen TMSF yönetiminin bu yetkisini üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını ihlal edecek biçimde keyfî olarak kullandığını, yargı kararlarının görmezden gelindiğini, oluşan zararın Bankanın batmasına sebep olanlar yerine üçüncü kişilere yüklendiğini, kendisi ile aynı statüde bulunan diğer bazı gerçek ve tüzel kişilere (Motorola, Nokia ve başvurucudan sonra borçlu firmanın servis taşıma işini üstlenen Ateş-Tur gibi) söz konusu borçlu Şirketten olan alacaklarına istinaden ödeme yapıldığı hâlde kendisine ödeme yapılmadığını, borçlu Şirketin kendisi tarafından önceden üzerine ihtiyati haciz konmuş mal varlıklarının ticari ve iktisadi bütünlük oluşturularak satıldığını, bu süreçte kendisine bir ödeme yapılmadığını, borçlu Şirketin TMSF tarafından varlıkları satıldığı ve tasfiye edildiği için alacağını tahsil etme imkânının kalmadığını, en değerli alacağına kavuşamaması nedeniyle iflas ettiğini, kanunla TMSF’nin devletin yargı ve icra organları üzerinde olağanüstü yetkilere tabi bir konuma yükseltildiğini, 5411 sayılı Kanun hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu, ayrıca yargılama süresinin -özellikle Danıştay aşamasında- olağan yargılama sürelerini aştığını, dava dilekçelerinde ileri sürülen itirazların İstanbul 8. İdare Mahkemesi ve Danıştay kararlarında karşılanmadığını ve taleplerinin reddedilmesine ilişkin hiçbir gerekçe gösterilmediğini, kendisine kanunla verilen takdir yetkisinin TMSF tarafından gereklerine uygun kullanılıp kullanılmadığı ve bu süreçte özel hukuk kişilerinin mülkiyet hakkının nasıl dengelendiği konusunda Derece Mahkemesi kararında hiçbir ifadeye yer verilmediğini, duruşma talebinin Danıştay tarafından gerekçe gösterilmeden reddedildiğini ve duruşmanın yüze karşı yapılmadığını belirtmiş ve bu suretle Anayasa’da tanınan adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek ihlalin tespitine ilişkin bir karar verilmesi ve 1.447.198 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ile yargılama giderlerinin ödenmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

62. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun mülkiyet hakkıyla ilişkili olarak Anayasa’nın 10. ve 138. maddelerinin ihlal edildiğini ve 5411 sayılı Kanun hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmıştır.

63. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa’nın 138. maddesi devlete yükümlülük getiren bir Anayasa hükmü olmakla beraber yargı kararlarının icra edilmesi hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının kapsamında yer alan güvencelerden kabul edilmektedir (Mustafa Demirtaş, B. No: 2013/2002, 30/12/2014, § 57). Bununla birlikte somut başvuruya konu icra ve dava sürelerinde başvurucu, lehine verilen kararlara dayanarak başlangıçta özel bir tüzel kişilik olan borçlu Şirketten alacağını tahsil etmek istemiş ancak borçlu Şirkete el konması ile 4389 ve 5411 sayılı Kanunlarla getirilen hükümler ve bunların idarece uygulanması sonucunda icra ve iflas davaları sonuçsuz kalmıştır. Başvurucunun alacağını tahsil edememesi, 4389 ve 5411 sayılı Kanunlarla getirilen ve TMSF alacağını garanti altına almaya çalışan düzenlemeler ve bunların uygulanması ile önceki dönem borçlarının ödenmemesine yönelik idari ve yargısal tedbir kararlarına bağlı bir sonuç olup idarelerin bilerek ve isteyerek kesin hüküm ifade eden yargı kararlarını uygulamaması söz konusu değildir. Bahsedilen hususlar mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirileceğinden ayrıca yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkı başlığı altında inceleme yapılmayacaktır.

64. Eşitlik ilkesiyle ilgili olarak başvurucu kendisine Anayasa’nın 10. maddesinin ilk fıkrasında sayılan hangi nedene dayalı olarak ayrı muamele yapıldığından bahsetmemiştir. Başvurucunun emsal gösterdiği ve kendisine TMSF tarafından ödeme yapıldığını iddia ettiği firmalardan Ateş-Tur firması, başvurucudan farklı olarak borçlu Şirkete TMSF tarafından el konduktan sonra personel taşıma hizmeti vermiş olup 4389 ve 5411 sayılı Kanunlarda geçen geçmiş dönem borcunun alacaklısı değildir. Motorola ve Nokia firmaları borçlu Şirketin alacaklısı olmayıp Telsim firmasının alacaklılarıdır. Motorola’nın alacakları 27/10/2005 tarihli ve 451 sayılı TMSF Fon Kurulu kararıyla, Nokia’nın alacakları ise 1/9/2005 tarihli ve 370 sayılı Fon Kurulu kararıyla ticari ve iktisadi bütünlüğün değerini koruması için bu firmalar ile varılan mutabakatla ödenmiştir.

65. Bu durumda başvurucunun şikâyetlerinin özü itibarıyla borçlu Şirkete TMSF tarafından el konmasından sonra çıkarılan düzenlemeler ve yapılan uygulamalar nedeniyle alacağını tahsil edememesinden kaynaklandığı ve bahsedilen şikâyetin mülkiyet hakkına yönelik olduğu anlaşıldığından bahsedilen şikâyet, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmiş; eşitlik ilkesi yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

66. Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar, duruşmalı yargılama ve makul sürede yargılanma haklarına ilişkin ihlal iddiaları ise ayrı başlıklar altında incelenmiştir.

67. Başvurucu, 5411 sayılı Kanun hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürse de, 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemlerin doğrudan bireysel başvuru konusu yapılamayacağı açıkça düzenlendiğinden bu hükümlerin uygulanmasının başvurucunun haklarını ihlal edip etmediği yönü ile sınırlı inceleme yapılacaktır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

68. Başvurucu; İstanbul 8. İdare Mahkemesi ve Danıştay kararlarında dava dilekçelerinde ileri sürdüğü itirazlarının karşılanmadığını ve taleplerinin reddedilmesine ilişkin gerekçe gösterilmediğini, kanunla verilen takdir yetkisinin TMSF tarafından uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığı ve bu süreçte özel hukuk kişilerinin mülkiyet hakkının nasıl dengelendiği konusunda Derece Mahkemesi kararında hiçbir ifadeye yer verilmediğini, sonuç olarak İdare Mahkemesi ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu iddia etmektedir.

69. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

71. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.

72. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

73. Mahkemelerin hükümleri için gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bu zorunluluk, tarafların tüm iddialarına detaylı yanıt vermek zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerekçe yazma yükümlülüğünün ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her davanın şartları çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda ileri sürülen iddianın kabulü hâlinde davanın sonucuna etkili olması bekleniyor ise mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir (Mustafa Ünlü, B. No: 2013/735, 17/9/2014, § 45).

74. Somut başvuruya konu idari işlemin iptali ve tam yargı davasında, başvurucu vekilinin 17/11/2006 tarihli dava dilekçesinde 20/7/2006 tarihli ihtarnameyi reddeden TMSF zımni kararının iptali ile davalı idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen zararın (başvurucunun ulaşamadığı alacağı) yasal faiziyle birlikte tazmini talep edilmiştir.

75. Başvuruya konu uyuşmazlığı ilk derece mahkemesi sıfatıyla duruşmalı olarak karara bağlayan İdare Mahkemesinin 20/2/2008 tarihli ve E.2006/2646, K.2008/272 sayılı kararının gerekçesinde dava ve savunmanın özetlerine yer verildikten sonra davanın nitelendirmesi yapılmış; ilgili yasal düzenlemeler ile davaya ilişkin idari ve yargısal süreçlere yer verilmiş; dava devam ederken 18/10/2007 tarihinde 517 sayılı Fon kararıyla borçlu Şirketin tasfiyesine karar verildiği, ticaret sicilinden terkin edildiği belirtilmiş ve “… kanunlardan kaynaklanan yetki uyarınca Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.’nin de denetimine ve yönetimine Fon tarafından atamaların yapıldığı ve bu şekilde kamu alacağının yasa uyarınca tahsilinin amaçlandığı anlaşıldığından Borçlu Şirketin borçlarının Fon tarafından ödenmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir yasal yükümlülük de bulunmadığından dava konusu zımni ret işleminde hukuka aykırılık bulunmamıştır.” gerekçesiyle dava reddedilmiştir.

76. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).

77. İstanbul 8. İdare Mahkemesinin kararını temyizen inceleyen Danıştay Onüçüncü Dairesi ise 18/5/2012 tarihli onama kararında, İdare Mahkemesinin gerekçesine atıfta bulunarak İlk Derece Mahkemesinin kararını “…davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nin 20.02.2008 tarih ve E:2006/2646, K:2008/272 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının onanmasına, …” gerekçesiyle usul ve yasaya uygun bulmuş; ayrıca başvurucu vekilinin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Danıştay aynı Dairesi 8/11/2012 tarihli ret kararında onama kararına atıfta bulunarak bu istemi de reddetmiştir.

78. Sonuç olarak İdare Mahkemesi başvurucunun iddialarına, davanın koşullarına ve ilgili yasal düzenlemelere yer verdikten sonra TMSF’yi sorumlu tutacak yasal yükümlülük bulunmadığı gerekçesine dayanarak davayı ve Danıştay Onüçüncü Dairesi bu karara atıf yaparak temyiz talebini reddettiğinden söz konusu kararların gerekçesiz olduğundan söz edilemez. Bununla birlikte Mahkemenin TMSF’nin kendisine kanunla verilen takdir yetkisinin gereklerine uygun kullanımı ve bu süreçte özel hukuk kişilerinin mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında denge kurması gerektiğine yönelik şikâyet, mülkiyet hakkı kapsamında ele alınacağından burada incelenmesine gerek görülmemiştir.

79. Açıklanan nedenlerle somut başvuruya konu İdare Mahkemesi ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olmadığı anlaşıldığından başvurucunun bu yöndeki iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

80. Başvurucu, duruşma talebinin Danıştay tarafından gerekçe gösterilmeden reddedildiğinden ve duruşmanın yüze karşı yapılmadığından şikâyetçi olmuştur.

81. Anayasa'nın 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.”

82. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle ilke, hukuk devletini gerçekleştirmenin en önemli araçlarından biridir. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur. Ancak bu, her türlü yargılamanın duruşmalı yapılmasının zorunlu olduğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).

83. Duruşmalı yargılama hakkı özellikle ceza davaları için önemli bir güvence olmakla beraber medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davalar bakımından da tarafların kişisel özellikleri, yaşama biçimleri ve kişisel davranışlarının mahkemelerin kararlarının oluşmasına etkisi olabileceği bazı durumlarda tarafların duruşmada hazır bulunması gerekebilir. Ancak ilk derece mahkemesinde yargılama duruşmalı yapıldıktan sonra sadece hukuki denetim yapılan temyiz yargılamasının da duruşmalı yapılması adil yargılanma hakkı kapsamında bir zorunluluk olmayıp temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez.

84. 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesine göre temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesinin kararına bağlıdır. Temyiz ve itiraz incelemelerinin duruşmalı olarak yapılıp yapılmaması konusunda incelemeyi yapacak merciin takdir yetkisi bulunmaktadır. İncelemeyi yapacak merci, böyle bir talebin dile getirilmesi hâlinde duruşmalı inceleme yapabileceği gibi talep olmasa bile kendiliğinden de duruşmalı inceleme yapabilecektir.

85. Somut başvuruya konu idari davada başvurucu vekili 25/6/2008 tarihli temyiz dilekçesinde yürütmeyi durdurma ile birlikte temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını talep etmiş; Danıştay Onüçüncü Dairesi 18/5/2012 tarihli onama kararında, “Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca davacının duruşma istemi yerinde görülmeyerek, dosyanın tekemmül etmiş olması nedeniyle davacının yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği düşünüldü.” şeklindeki gerekçesine yer vermek suretiyle takdir yetkisini kullanarak temyiz incelemesini duruşmasız olarak yapmıştır.

86. Sonuç olarak idari yargıda ilk derece ve temyiz yargılaması, esas olarak dosya üzerinden çözüme bağlanmakta ve 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesine göre temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması mahkemelerin takdir yetkisi içinde bulunmaktadır. Başvurucu vekilinin temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması talebi ise Dairece 2577 sayılı Kanun’la verilen takdir yetkisine dayanılarak reddedilmiştir.

87. Somut başvuruya konu davada ilk derece yargılaması duruşmalı yapılmış ve bu kapsamda başvurucu vekiline uyuşmazlığa ilişkin iddialarını, talep ve itirazlarını sözlü biçimde İdare Mahkemesi önünde dile getirme ve delillerin tartışılmasını sağlama imkânı verilmiştir. Bu durumda temyiz incelemesinin duruşmasız yapılmasının başvurucunun hukuki dinlenilme hakkı açısından bir dezavantaj oluşturmadığı zira başvurucunun da duruşma yapılsaydı hangi ek iddialarda bulunabileceğini veya duruşma icra edilmemesi nedeniyle iddia ve savunmalarının değerlendirilmesi açısından nasıl bir eksiklik yaşadığını net olarak ortaya koyamadığı anlaşıldığından somut başvuruya konu idari davanın temyiz incelemesinin duruşmasız yapılmış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği açıktır.

88. Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Mülkiyet ve Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

89. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).

90. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 29).

91. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun kesinleşmiş Mahkeme ilamı ile sabit olan alacağını tüzel kişiliği sona ermeden borçlu Şirketten, tüzel kişiliği sona erdikten sonra ise Tasfiye Komisyonundan talep etmesi gerektiği, başvurucunun Tasfiye Komisyonuna başvurduğuna dair bilgi ve belge sunmadığı, bu hususun öncelikle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin incelenmesi sırasında değerlendirilmek üzere dikkate sunulduğu belirtilmiştir.

92. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında alacağını TMSF yönetimi ve Tasfiye Komisyonundan defalarca talep ettiğini, TMSF yönetimi ile yaptığı görüşmelerde alacağının belli bir oranından vazgeçmesi hâlinde ödeme yapılacağı sözü verildiğini ancak hiçbir ödeme yapılmadığını, borçlu Şirketin tasfiyesine karar verilirken alacağının Şirket kayıtlarında var olduğunu, başvuruya ek dosyalardan da anlaşılacağı üzere idari ve yargısal tüm yolların tüketildiğini ifade etmiştir.

93. TMSF Hukuk İşleri Başkanlığının 28/11/2014 tarihli yazısında ise başvurucu ile borçlu Şirketin cari hesap ilişkisinin 13/8/2001 tarihli fatura ile başladığı, en son 10/12/2002 tarihinde 72.356,61 TL ödeme yapıldığı ve kalan alacak bakiyesinin borçlu Şirketin kayıtlarına göre 59.517,06 TL olduğu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca alacağını bildirmeyen alacaklılar hakkında ilgili Şirket kayıtları esas alınarak bakiye alacağın alacak sıra cetvelinde 4. sıraya kaydedildiği, 3. sırada TMSF’nin 7.552.995.710,63 TL amme alacağı bulunduğu ve Fon döneminde başvurucuya ödeme yapılmadığı ifade edilmiştir.

94. Başvuruya konu edilen icra ve iflaslı takiplerinin sonuçsuz kalması ile ardından ticari ve iktisadi bütünlük oluşturularak borçlu Şirketin değer ifade eden varlıklarının satılması sonrasında başvurucu alacağını TMSF’den istemiş ve başvurusunun zımnen reddedilmesi üzerine TMSF’yi alacağına ulaşmasını engellemeden sorumlu tutarak alacağını tahsil etmek amacıyla idari dava sürecini başlatmış ancak bu dava aleyhine sonuçlanmıştır. Tasfiye hâlinde olan ve tüm varlıkları satılmış borçlu Şirketin sıra cetvelinde 3. sırada TMSF’ye olan 21 milyar TL borcunu ödemesinin dolayısıyla başvurucunun 4. sırada bulunan alacağını tahsil etmesinin de mevcut koşullarda mümkün olmadığı görülmektedir. Bu durumda mevcut koşullarda 4. sıradaki alacakların tahsili anlamında uygulamada tasfiye masasına başvurunun makul bir başarı şansı sunmadığı açıktır. Kaldı ki tasfiye masasının başvurucunun alacağını da borçlu Şirketin kayıtlarına göre 4. sıraya kaydettiği ve Tasfiye Komisyonuna başvurunun da zorunlu tutulmadığı gözönünde bulundurulduğunda bu yolun tüketilmesinin gerekli olmadığı anlaşılmıştır.

95. Sonuç olarak başvurucunun idari ve yargısal başvuru yollarının tüketilmesi konusunda gerekli özeni göstermediğine dair bir bulgu saptanamadığı ve alacağının TMSF Tasfiye Komisyonu tarafından sıra cetveline işlendiği anlaşıldığından başvuru yollarının tüketildiğini kabul etmek gerekmektedir.

96. Bu durumda başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu bölümlerine ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

97. Başvurucu; personel taşıma hizmeti verdiği borçlu Şirketten icra takibine itiraz davasıyla kesinleşen alacağını, TMSF tarafından borçlu Şirketin yönetim ve denetimine el konması sonrasında TMSF’nin yaptığı müdahaleler nedeniyle tahsil edemediğini, 4389 ve 5411 sayılı Kanunların, usulsüz bankacılık işlemleri nedeniyle batan bankaların TMSF tarafından el konması sonrasında kamu zararının karşılanmasını amaçladığını, el konulan Banka ile hiçbir ilgisi olmadığı ve böyle bir iddia da bulunmadığı hâlde kendisine bahsedilen Banka ile ilişkili kişi gibi muamelede bulunulduğunu, kanun ile takdir yetkisi verilen TMSF yönetiminin bu yetkisini üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını ihlal edecek biçimde keyfî olarak kullandığını, oluşan zararı Bankanın batmasına sebep olanlar yerine üçüncü kişilere yüklediğini, kendisi ile aynı statüde bulunan diğer bazı gerçek ve tüzel kişilerin (Motorola, Nokia ve başvurucudan sonra borçlu firmanın servis taşıma işini üstlenen Ateş-Tur gibi) söz konusu borçlu Şirketten olan alacaklarına istinaden ödeme yapıldığı hâlde kendisine ödeme yapılmadığını, borçlu Şirketin kendisi tarafından önceden üzerine ihtiyati haciz konmuş mal varlıklarının ticari ve iktisadi bütünlük oluşturularak satıldığı ve tasfiye edildiği için alacağını tahsil etme imkânının kalmadığını, alacağına kavuşamaması nedeniyle iflas ettiğini, kanunla TMSF'nin devletin yargı ve icra organları üzerinde olağanüstü yetkilere tabi bir konuma yükseltildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

i. Mülkiyetin Varlığı

98. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

99. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

100. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

101. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacak" iddiasını elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti", Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).

102. Alacak hakkı, mülkiyet hakkı kapsamında kişilerin temel haklarındandır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011). Asıl alacağa bağlı ferî bir hak olan faiz alacağı da hak sahibine maddi bir menfaat sağlaması sebebiyle ekonomik bir değer olarak Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında olup asıl alacağa bağlı faiz talebi de bu hakkın sağladığı güvenceden yararlanabilir (Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015, § 36).

103. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında olan mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır.

104. Başvuruya konu somut davada başvurucu, borçlu Şirketten sözleşmeye dayalı hizmet karşılığı olan alacağının kendisine ödenmemesi üzerine 8/1/2003 tarihinde icra takibi başlatmış; borçlu Firmanın itirazı üzerine İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen itirazın iptali davasında 287.790 YTL alacağı tespit edilmiş; davalının haksız ve kötü niyetli itirazının iptaline karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir. Devam eden icra ve iflaslı takip süreçleri ile bu süreçlere ilişkin davalarda başvurucunun borçlu Şirketten alacağı olmadığına dair bir karara rastlanmamış gerek Bakanlık gerekse TMSF Başkanlığı bu yönde bir beyanda bulunmamıştır.

105. Başvurucunun İstanbul 8. İdare Mahkemesi nezdinde 17/11/2006 tarihinde açtığı zımni reddin iptali ve alacağın yasal faiziyle birlikte tazmini istemli davada da alacağının olmadığı yönünde bir karar verilmemiş, alacaktan TMSF’nin sorumlu olup olmadığı tartışılmıştır. Son olarak TMSF yönetiminde borçlu Şirketin tasfiye cetveli çıkarılırken başvurucunun talep ettiği miktardan farklı olmakla beraber 59.517,06 TL alacak tasfiye cetvelinin 4. sırasına işlenmiş olup hâlen ödenmediği TMSF’nin cevap yazısından anlaşılmaktadır.

106. Bu durumda başvurucunun borçlu Şirketten alacaklı olduğu, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı

107. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini düşünen, medeni haklara sahip gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru açısından dava ehliyeti tanınmıştır. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği düzenlenmiştir.

108. Somut başvuruya konu davada başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında yer alan alacağının borçlusu başlangıçta bir özel hukuk tüzel kişisidir. Bu durumda başvurunun esastan incelenebilmesi için başvurucunun söz konusu özel hukuk tüzel kişisinden olan alacağına ulaşmasını engelleyen bir kamu müdahalesinin olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.

109. Somut başvuruya konu olaylar incelendiğinde başvurucunun borçlu Şirketten olan alacağını tahsil etmek amacıyla 8/1/2003 tarihinde icra takibine başladığı, takibe itiraz edilmesi üzerine başvurucunun borçlu Şirket aleyhine İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde itirazın iptali davası açtığı ve Mahkemenin 13/4/2004 tarihli kararıyla davalı borçlu Şirketin haksız ve kötü niyetli itirazının iptaline, bilirkişi raporuyla belirlenen alacağa yönelik takiplerin devamına ve borçlu Şirketin alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatı ile sorumlu tutulmasına karar verildiği; bu kararın kesinleşmesiyle icra takibine devam edilerek çeşitli tarihlerde ödeme emirleri gönderildiği; borçlu Şirketin menkul ve gayrimenkulleri haczedildikten sonra 17/5/2004 tarihinde dört adet marka ile 118 yayın üzerine hacizler konduğu anlaşılmaktadır.

110. Başvurucunun başlattığı icra takipleri devam ederken TMSF, 13/2/2004 tarihli Fon Kurulu kararıyla 4389 sayılı mülga Kanun’a dayanarak daha önce el koyduğu Banka hâkim ortaklarına ait borçlu Şirketin de yönetim ve denetimine el koymuş ve mevcut Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerini azlederek yerlerine yeni üyeler atamıştır. Borçlu Şirket hukuken özel hukuk tüzel kişisi de olsa 13/2/2004 tarihinden sonra TMSF’nin yönetim ve denetimi altında faaliyet göstermeye devam etmiştir.

111. Başvurucu icra takibini sürdürürken TMSF, 6183 ve 4389 sayılı Kanunlara dayanarak 18/5/2004 tarihinde, el konmuş bankanın TMSF tarafından üstlenilen zararları karşılığı Borçlu Şirket hakkında 7.739.663.000 YTL’lik haciz işlemi uygulamıştır. Bir kamu alacağı olan TMSF alacağı, 2004 sayılı Kanun’un 206. maddesine ve 6183 sayılı Kanun’a göre daha önce haciz işlemi uygulayan başvurucunun alacağı, daha önce tahsil edilmesi gereken alacak konumunda olmakla birlikte başvurucu daha önce haciz işlemi uyguladığından 2004 sayılı Kanun’un 21. maddesine göre haczin paraya çevrilmesi hâlinde garameten paylaşım gerekmektedir. 4389 ve 5411 sayılı Kanunlar ise TMSF alacağına 6183 sayılı Kanun’da ifade edilen diğer alacaklara göre üstünlük tanımanın yanında tahsil işlemleri için de farklı yöntemler ve yetkiler vermektedir.

112. Başvurucu, borçlu Şirketten olan alacağını tahsil etmek amacıyla ayrıca iflas yolu ile takip süreci de başlatmış ancak TMSF’nin yönetimindeki borçlu Şirketin 8/11/2004 tarihli itirazı üzerine İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen iflas davasına TMSF vekili 15/2/2005 tarihli dilekçesiyle müdahil olarak katılarak 22/2/2005 tarihli duruşmada borçlu Şirketin Fon Kurulu kararıyla yönetim ve denetiminin Fona geçtiğini ve üzerinde tedbir bulunduğunu beyan etmiştir. TMSF vekili ayrıca diğer itirazları yanında borçlu Şirket üzerinde TMSF’nin 6183 sayılı Kanun’a göre başlattığı 7.7 milyar YTL tutarlı haciz bulunduğunu, 2004 sayılı Kanun’un 206. maddesine göre bu alacağın 3. sırada, başvurucunun alacağının 4. sırada bulunduğunu; 4389 sayılı mülga Kanun’un 16. maddesi gereği borçlu Şirket aleyhine devam eden tüm icra ve iflas takibatının durması gerektiğini beyan etmiştir. TMSF’nin borçlu Şirkete uyguladığı haciz, borçlu Şirketin hakim ortaklarının el konan ve tasfiye edilen Bankanın TMSF tarafından karşılanan zararları ve mudilerine yapılan ödemelerden kaynaklanmaktadır. Mahkeme 20/12/2005 tarihli kararıyla 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendi gereği el konan şirketlerin iki yıl içinde iktisadi bütünlük oluşturulan mahcuzlarının Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklar dâhil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınmasının ve satışının talep edilemeyeceği ve iflaslarına karar verilemeyeceği gerekçesiyle iflas talepli davayı reddetmiştir. Bu dava, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 12/4/2007 tarihli kararı ile onanmıştır.

113. Başvurucu; borçlu Şirketin bünyesinde bulunan Star gazetesi ile Star televizyonunun satılacağına dair haberler sonrasında 28/7/2005 tarihinde İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinden muhafaza tedbiri alınmasını, bu tedbir varsa süresinin uzatılmasını talep etmiş ancak borçlu Şirket vekili 6/7/2005 ile 7/9/2005 tarihli dilekçeleriyle 4389 sayılı mülga Kanun gereği TMSF’nin yönetim ve denetimi altında olan şirketler aleyhine iflas kararı verilemeyeceği ve müvekkilinin kamu yararı gereği TMSF tarafından üçüncü kişilere satılacağı dikkate alınarak tedbirin kaldırılmasını talep etmiş ve Mahkeme 4/10/2005 tarihli ara kararıyla TMSF Fon Kurulunun kararı ve 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendi ile 6183 sayılı Kanun’a dayanarak muhafaza tedbirini kaldırmıştır. Akabinde TMSF tarafından içinde borçlu Şirketin kıymet ifade eden tüm varlıklarının da yer aldığı Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğü, 5411 sayılı Kanun’a göre TMSF tarafından atanan ve başka kanunlardaki sınırlamalara tabi olmaksızın işlem yapan Satış Komisyonu tarafından 25/1/2006 tarihinde gerçekleştirilen ihale sonucu 8.000.000,00 ABD doları bedelle satılmış ve faiziyle beraber 8.779.463,17 ABD doları tahsil edilmiştir. TMSF Satış Komisyonu Başkanlığı tarafından elde edilen gelirin 4.032.324,39 ABD doları şirketlerin Gelir İdaresi Başkanlığına borçları (vergi borçları) karşılığı, 1.435.482,93 ABD doları Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına borçları karşılığı olarak bakiyesi ise borçlu Şirket hakim ortaklarının batan bankasının TMSF’ce üstlenilen zararları karşılığı TMSF’ye ayrılmıştır. Başvurucu alacağını başka türlü tahsil etme imkânının kalmadığı gerekçesiyle TMSF’ye başvurmuş ve 17/11/2006 tarihinde idari dava sürecini başlatmıştır. Değer ifade eden mal varlığı kalmayan borçlu Şirket, 18/10/2007 tarihli TMSF Fon Kurulu kararıyla tasfiye edilmiştir.

114. Özetle başvurucunun alacağını tahsil etmek üzere başlattığı icra takiplerinde borçlu Şirket adına tescilli 4 adet marka ile 118 yayın üzerine haciz konmasını sağladığı ve alacağın tahsil edilme kabiliyetinin bulunduğu ancak haczedilen değerlerin paraya çevrilmesi aşamasında TMSF’nin borçlu Şirket hakim ortaklarının önce Bankasına ardından borçlu Şirkete de el koyarak Banka borçlarına istinaden borçlu Şirkete 7.7 milyar TL haciz uyguladığı, TMSF yönetimine geçen borçlu Şirket ile davaya müdahil olan TMSF’nin 4389 sayılı mülga Kanun’a dayanarak yaptıkları itirazlar neticesinde borçlu Şirket hakkında başvurucunun başlattığı icra ve iflas takiplerinin durduğu, borçlu Şirketin parasal kıymet ifade eden tüm varlıklarının TMSF tarafından 5411 sayılı Kanun’a dayanılarak satıldığı, elde edilen gelirin borçlu Şirketin diğer kamu borçları ile batan banka zararı karşılığı TMSF’ye olan borçlarına mahsup edildiği ve borçlu Şirketin tasfiye edildiği anlaşılmaktadır.

115. Bahsedilen süreçler 2004 ve 6183 sayılı Kanunlarda öngörülen takip süreçleri olmayıp TMSF tarafından kendisine verilen geniş takdir yetkisi ile yürütülen işlemler sonucunda gerçekleştirilmiştir. Bu durumda başvurucunun icra ve iflas takiplerinin 4389 ve 5411 sayılı Kanunların verdiği olağanüstü yetkilere dayanılarak TMSF ve TMSF yönetimindeki borçlu Şirketin müdahaleleri ile engellendiği, borçlu Şirketin mal varlıklarının TMSF tarafından satılarak elde edilen gelirin kamu alacaklarına ayrıldığı ve borçlu Şirketin tasfiye edildiği, başvurucunun alacağını tahsil etmesinin kamu kurumunun müdahalesi ile mevcut koşullarda imkânsız hâle geldiği anlaşıldığından başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalenin bulunduğu açıktır.

iii. Müdahalenin Niteliği

116. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan Öte yandan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).

117. Anayasa’nın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 46).

118. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol’ün birinci maddesinin ikinci fıkrası devletlere mülkiyeti kamu yararına düzenleme ile vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin genel yarara uygun olarak “mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine sahip olduklarını kabul etmektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 47).

119. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ikinci ve üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 37).

120. Başvuru konusu olayda başvurucunun bir özel hukuk tüzel kişisinden olan alacağının kamu gücü kullanılarak yapılan müdahaleler sonucu mevcut koşullarda tahsil edilme imkânı kalmamıştır. Bu müdahalelerden ilki borçlu Şirketin hakim ortaklarına ait Bankaya el konması sonrasında borçlu Şirkete de el konması ve başvurucunun el konan Şirketle ilgili devam eden icra ve iflas takiplerinin durdurulması ile icra aracılığıyla hacizli malların satışının engellenmesi şeklinde gerçekleşmiştir. İkinci müdahale ise borçlu Şirketle beraber beş şirketin değer ifade eden varlıklarının iktisadi ve ticari bütünlük oluşturularak satılması ve elde edilen gelirin mal varlıkları satılan beş şirketin önce vergi ve sosyal güvenlik borçlarına, daha sonra ise Banka nedeni ile borçlu Şirket hakim ortaklarına TMSF’ye olan borçlarına karşılık olarak ayrılması ve başvurucuya herhangi bir ödeme yapılmaması şeklinde gerçekleştirilmiştir.

121. Vergi ve sosyal güvenlik prim ödemelerine ilişkin müdahaleler mülkiyet hakkının üçüncü kuralı olarak ifade edilen mülkiyet hakkının düzenlenmesi veya kullanımının kontrolü başlığı altında incelenmektedir. Başvuruya konu olayda başvurucunun kendisine ait olmayan vergi ve sosyal güvenlik ödemeleri söz konusudur. Bahsedilen kamu alacakları yanında esas olarak TMSF’nin banka kaynaklı alacaklarının ödenmesine öncelik, ayrıcalık ve üstünlük tanınması sebebiyle başvurucunun icra takipleri sonuçsuz kalmıştır. 4389 ve 5411 sayılı Kanunlarla TMSF’ye verilen geniş yetkiler kullanılarak gerçekleştirilen satışlar ile elde edilen gelir de TMSF tarafından diğer alacaklılar dâhil edilmeden tamamı kamu alacakları için paylaştırılmıştır. Yapılan müdahaleler doğrudan başvurucunun mülküne yönelik olmayıp kamu alacağını garanti altına almaya yönelik müdahalelerdir.

122. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale, mülkiyet hakkını (somut olayda alacak hakkını) kesin olarak sonlandıran ve kamuya devreden kamulaştırma gibi bir müdahale olarak kabul edilemez. Bakanlığın ve TMSF’nin yazılarında ifade edildiği gibi başvurucunun tasfiye edilen borçlu Şirketten alacağı en azından kâğıt üzerinde devam etmektedir.

123. TMSF’nin banka kaynaklı alacaklarına öncelik, üstünlük ve ayrıcalık tanıyan düzenlemelere dayanılarak gerçekleştirilen işlemler sonucu başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edilmiş; yapılan müdahaleler sonucu başvurucu, alacağını tahsil edememiş ve başvurucunun mülkiyet hakkı kullanılamaz hâle gelmiştir. Bu durumda yapılan müdahaleleri, devletin mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi kapsamında mülkiyet hakkının üçüncü kuralı çerçevesinde incelemek gerekmektedir.

124. Bu aşamada başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuniliği, meşru amacı ve ölçülülüğünün incelenmesi gerekmektedir.

Kanunilik

125. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu, mülkiyet hakkının sınırsız bir hak olmadığı belirtilmektedir. Anayasa’nın 35. ve 13. maddeleri ise mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 31).

126. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 56).

127. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni, bireylerin -gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanunun muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

128. Somut olay bakımından başvurucunun mülkiyet hakkına ilk aşamada icra ve iflas takiplerinin durdurulması şeklinde yapılan müdahale, 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin yedinci fıkrasının açık hükümlerine dayanılarak gerçekleştirilmiştir. İkinci aşamada ise borçlu Şirketin varlıkları, 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesinin 6., 8, ve 9. fıkraları ile bu Kanun’a dayanılarak çıkarılan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik hükümlerine dayanılarak satılmış ve ardından elde edilen gelir kamu alacakları arasında paylaştırılmış, TMSF Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümlerine dayanılarak borçlu Şirketin tasfiyesi gerçekleştirilmiştir.

129. Anılan Kanun ve Yönetmelik maddeleri, kamu idaresine söz konusu işlemleri yapma konusunda açık yetki vermekte ve tahsil edilen gelirin paylaştırılması hususunda da geniş takdir yetkisi tanımaktadır. Bu nedenle ilgili düzenlemelerin açık olduğu anlaşılmaktadır. Bahsedilen açık düzenlemeler, Resmî Gazete’de ve ilgili kurumların internet sitelerinde yayımlanmış olup yayımlandıkları tarihte ulaşılabilir niteliktedir.

130. Bununla birlikte 6183 sayılı Kanun’un “Amme alacaklarında rüçhan hakkı” başlıklı 21. maddesinin birinci fıkrası hükmü gereği bir şahsın mal varlığına kamu alacakları için haciz konmadan önce özel alacaklar için haciz konur ve hacizli mallar satılıncaya kadar kamu alacakları için haciz konursa satış bedelinin özel-kamu alacaklılar arasında garameten paylaştırılması gerekmektedir. Bu düzenlemede, kamu alacakları için takip başlatıldığında daha önce harekete geçen özel alacaklıların menfaatlerinin nasıl korunacağına ilişkin belirlilik sağlanmıştır. TMSF’ye alacaklarının tahsili için olağanüstü yetkiler tanıyan 4389 sayılı mülga Kanun ve yerine geçen 5411 sayılı Kanun’la getirilen düzenlemeler ise somut başvuruya konu olayda olduğu gibi geçmişte meydana gelmiş borç ve alacak ilişkileri nedeniyle yine geçmişte başlamış; devam eden takip ve tahsil süreçlerine etkili olacak şekilde uygulanmıştır.

131. Ayrıca 6183 ve 2004 sayılı Kanunların olağan uygulamasında kamu alacakları için ilgili kamu kurumu taraf olarak icra veya iflas işlemlerine katılırken ve bu işlemler icra dairelerince yürütülürken 4389 sayılı mülga Kanun ve yerine geçen 5411 sayılı Kanun’la verilen yetkilere istinaden TMSF, kendisine verilen takdir yetkisi çerçevesinde satışı yapılacak varlıklara ilişkin koşulları belirleyebilmekte; satışa karar verebilmekte ve satış hasılatını alacaklılara paylaştırabilmektedir. Başvuru konusu olayda el koyduğu şirketlerin geçmiş dönemden kalan borçlarında olduğu gibi ödeme, ihale alıcısına ödetme veya duruma göre ödememe yetkisini de uhdesinde toplamaktadır. Üçüncü kişi alacaklılar ise takip konusu mal varlığı ile ilgili satış talep edememekte, takip edilen şirketlerin iflasını isteyememekte, TMSF’nin yapacağı satış işlemlerine karşı muhafaza tedbiri uygulayamamakta ve Fon tarafından konulan takyidat bakımından zamanaşımı süreleri ile hak düşürücü süreler de işlememektedir.

132. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesine göre başvurucunun alacağı gibi satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla borçların ödenmesine ilişkin sıralama;

 i. Şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları,

 ii. Kişilerin devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları,

 iii. Diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçları şeklinde yapılmıştır.

133. Bu sıralamanın dikkate alınması hâlinde satış hasılatı olan 8.000.000 ABD doları ile başvurucunun ilk sırada alacağına kavuşabilmesi muhtemel olmakla birlikte aynı fıkra hükmü içinde bu sıraya göre dağıtım yapılması “Fon Kurulu tarafından karar verilmesi” şartına bağlanmıştır. Bu durumda bir yandan satış bedelini dağıtmakla yetkili olan ancak diğer yandan kendisi de alacaklı olan Fon, sıralama konusunda inisiyatif kullanarak başvurucu ve aynı durumdaki alacaklıların önceliğini ortadan kaldırabilme yetkisine sahip olup somut başvuruya konu işlemlerde bu yetkisini kendi menfaatine uygun ve başvurucu vb. alacaklıların menfaatine aykırı olarak kullanarak başvurucunun alacağının doğduğu ve takip sürecini başlattığı tarihte öngöremeyeceği bir şekilde başvurucunun alacaklarının tahsilini engellemiştir.

134. 5411, 6183 ve 2004 sayılı Kanunların ilgili hükümleri incelendiğinde alacakların dağıtımı bakımından ayrı ayrı sıralama yapmaya imkân verdikleri, sıralamada önceliğin belirlenmesi inisiyatifinin tamamen TMSF’de olduğu ve bu belirlemeyi yapan TMSF’nin aynı zamanda alacaklı da olması sebebiyle kendi lehine fakat başvurucu aleyhine olacak şekilde sıra cetvelini düzenleyebileceği (ve somut olayda düzenlediği) anlaşılmaktadır.

135. TMSF’ye oldukça geniş yetkiler veren düzenlemeler somut başvuruya konu davada daha önce meydana gelmiş olayları etkilemekle beraber ancak ilgili düzenlemelerin yürürlüğe girdiği ve uygulandığı tarihte öngörülebilmesi mümkün olmuştur. Bu nedenle bahse konu düzenlemelerin devam eden takip ve tahsil süreçlerine uygulanması hukuki öngörülebilirliği zorlaştırmakla beraber ölçülülük ilkesi yönünden yapılan incelemede bu husus birlikte değerlendirilmek üzere bu aşamada üzerinde daha fazla durulmamış ve bir sonuca varılmasına gerek görülmemiştir.

136. Bu durumda müdahalenin kamu yararı meşru amacının bulunup bulunmadığının incelemesine geçilecektir.

Meşru Amaç

137. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirme hedefine yönelmek durumundadır. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları, toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin -bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden yoksun veya keyfi olduğu anlaşılmadıkça- yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, §§ 34, 35, 36).

138. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesinin gerekçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından hazırlanan 972 sayılı Esas Komisyon Raporu’nda aşağıdaki şekilde açıklanmıştır:

“Fona, Fon gelirlerinin tahsilinde, banka kaynaklarının istismarı sebebiyle faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankaların hâkim ortakları ve yöneticileri hakkında yapacağı takiplerde ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu ile bu Kanun uyarınca banka tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tâbi mevduat ve katılım fonu tutarı ile Fon tarafından tespit edilen mevduat ve katılım fonu tutarı arasında bir fark bulunması halinde bu farkın tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsili yetkisi verilmiş, bu yetki çerçevesinde Fonun idari yetkilerle donatılması suretiyle alacaklarının tahsil kabiliyetinin artırılması amaçlanmıştır.

Fon alacaklarının hak kaybına sebebiyet vermeden tahsilinin hızlandırılmasını teminen, iflas bürosunun ve iflas idaresinin oluşumunda yeni düzenleme getirilmiştir. Mülga metindeki icra tetkik merciine tanınan takdir hakkı kaldırılarak Fonun talebine uygun işlem tesis edilmesi öngörülmüştür.

…”

139. Bahsedilen el konan şirketlerle ilgili icra ve iflas takiplerinin durdurulmasını sağlayan 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinde yer alan düzenlemelerin amacının el konan şirketlerin el koymaya neden olan Banka ve hakim ortakları ile olan muvazaalı ilişkileri nedeniyle oluşabilecek değer kaybının engellenmesi ve bu şirketlerden elde edilecek ve Banka borcuna mahsup edilecek kamu alacağının garanti altına alınması olduğu anlaşılmaktadır. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesiyle verilen iktisadi ve ticari bütünlük oluşturarak satış yapma yetkisi ise icra kanalıyla ve 6183 sayılı Kanun’a dayanarak tek tek mal varlığı satmak yerine ekonomik değer ihtiva eden tüm varlık ve hakların birlikte satılarak daha yüksek gelir elde edilmesini ve kamu alacağının tahsil kabiliyetinin artırılmasını hedeflemektedir.

140. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesi, icra müdürlüğü ve icra tetkik mercii yerine TMSF’ye tasfiye komisyonları kurma, satış, tahsilat ve elde edilen gelirin paylaştırılması konusunda yetki vermektedir. Aynı maddeyle iktisadi ve ticari bütünlük oluşturarak yapılan satışlardan elde edilen gelirin alacaklılar arasında paylaştırılması hususunda da TMSF’ye takdir yetkisi verilmektedir. TMSF’nin daha rahat hareket ederek el konan şirketlere ait gerekli gördüğü borçların ödenmesi ve böylelikle tasfiye işlemlerinde gerekli kolaylığın sağlanmasının ve yüksek oranlı kamu alacağı tahsilatının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim TMSF cevap yazısında, Star Gazetesi İktisadi ve Ticari Bütünlüğünün geçmiş dönem borçlarının hiçbirinin ödenmediği zira tahsilatın Banka kaynaklı kamu borcunu karşılamaya yetmediği ifade edilmiştir.

141. Bahsedilen Kanun ve Yönetmelik maddelerinin amacının batan ve el konulan bankalar nedeniyle oluşan kamu zararının bu bankaların hakim ortaklarına ait şirketler dâhil tüm varlıkların hızla paraya çevrilerek tahsil edilmesi ve ayrıca bu Banka hakim ortaklarının diğer şirketlerle girdikleri muvazaalı işlemler nedeniyle meydana gelebilecek varlık kayıplarının engellenmesi olduğu anlaşılmaktadır. İlgili düzenlemelerle bu amaca ulaşmak için TMSF’ye alacak takibine ilişkin mevcut mevzuat hükümlerinden çok daha geniş yetkiler ve öncelikler tanınmış, iktisadi ve ticari bütünlük oluşturarak varlık satışı gibi yeni tahsilat yöntemleri ihdas edilmiş ve daha hızlı ve etkin hareket edilebilmesini teminen işlemlerin tamamının tek yetkili olarak TMSF tarafından yürütülmesi için geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır.

142. Kanun koyucu, oluşan kamu zararını sebep olanlardan tahsil etmek için ilgili kamu idarelerine gerekli yetkileri verebilir ve kamu kurumları kamu zararını karşılamak için gerekli işlemleri yaparlar. Verilen bu görev ve yetkiler ile bunların uygulaması açıkça temelden yoksun veya keyfî olmadıkça Anayasa Mahkemesince bu yetkilerin kamu yararı amacı taşıyıp taşımadığı esas yönünden incelenmez. Sonuç olarak ilgili mevzuatta kamu yararının amaçlandığı, ilgili kurumların kamu zararını karşılamak amacıyla hareket ettiği, bunun aksini gösteren somut bir bilgi ve belgenin bulunmadığı anlaşıldığından kamu yararı amacının bulunduğunu kabul etmek gerekmektedir.

143. Bu aşamada kamu yararı amacına yönelik olduğu anlaşılan müdahalelerin ölçülülüğünün kanunilik ilkesi gözönünde bulundurularak incelenmesi gerekmektedir.

Ölçülülük

144. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

145. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları ancak kanunun öngördüğü usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.

146. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, 19/12/2013, § 38).

147. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamakta; bu çerçevede bireylerin mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel ödenmeden mülklerinden mahrum edilmesi hâlinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir. Bununla beraber Sözleşme ile korunan mülkiyet hakkı her durumda tam bedelin ödenmesini güvence altına almamaktadır. Ekonomik reform ya da sosyal adaleti gerçekleştirmek gibi geniş çaplı tedbirleri uygulamaya yönelik istisnai durumlarda meşru kamu yararı amacıyla yoksun bırakılan mülkiyetin piyasa değerinin altında ödeme yapılması ölçülülük ilkesine aykırı bulunmayabilmektedir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75 ve 72/52/75, 23/9/1982, § 69; James ve diğerleri/İngiltere, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve diğerleri/İngiltere, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81; 9266/81; 9313/81; 9405/81, 8/7/1986 § 120, 121).

148. Anayasa’da ve Sözleşme’de yer alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete mülkiyetin kullanımı veya mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması şartı kural olarak aranmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 83, 84). Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır. Bunun yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü, davanın koşullarına göre düzenleme yetkisinin kullanıldığı durumlarda gerekmeyebilmektedir (Depalle/Fransa, § 91).

149. Somut başvuruya konu olaylar incelendiğinde başvurucunun borçlu Şirketten olan alacağını tahsil etmek amacıyla 8/1/2003 tarihinde icra takibine başladığı, takibe itiraz edilmesi üzerine İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde görülen itirazın iptali davasında Mahkemenin 13/4/2004 tarihli kararıyla davalı borçlu Şirketin haksız ve kötü niyetli itirazının iptaline, bilirkişi raporuyla belirlenen alacağa yönelik takiplerin devamına ve borçlu Şirketin alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatı ile sorumlu tutulmasına karar verildiği, bu kararın kesinleşmesiyle icra takibine devam edilerek borçlu Şirket adına tescilli dört adet marka ile 118 yayın üzerine 17/5/2004 tarihinde hacizler konduğu, başvurucu ile borçlu Şirket arasında icra takibi ve dava süreci devam ederken TMSF’nin 3/7/2003 tarihinde İmar Bankasına ve ardından 13/2/2004 tarihli Fon Kurulu kararıyla 4389 sayılı mülga Kanun’a dayanarak Banka ortaklarına ait aralarında borçlu Şirketin de bulunduğu çok sayıda şirketin yönetim ve denetimine de el koyduğu ve mevcut Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerini azlederek yerlerine yeni üyeler atadığı ve TMSF tarafından üstlenen banka zararları karşılığı borçlu Şirkete 18/5/2004 tarihinde 7.739.663.000 YTL haciz işlemi uygulandığı anlaşılmaktadır. Devam eden süreçte başvurucunun icra ve iflas takipleri TMSF yönetimindeki borçlu Şirket ile TMSF’nin 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. ve 16. maddelerine dayanarak yaptıkları itirazlar üzerine durmuştur. İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen iflas davasına TMSF vekili müdahil olarak katılmış ve borçlu Şirketin Fon Kurulu kararıyla yönetim ve denetiminin Fona geçtiğini ve üzerinde tedbir bulunduğunu, borçlu Şirket üzerinde TMSF’nin 6183 sayılı Kanun’a göre başlattığı 7,7 milyar YTL tutarlı haciz bulunduğunu, 2004 sayılı Kanunu’nun 206. maddesine göre bu alacağın 3. sırada ve başvurucunun alacağının 4. sırada bulunduğunu, 4389 sayılı mülga Kanun gereği devam eden tüm icra ve iflas takibatının durması gerektiğini beyan etmiştir. Mahkeme de yapılan itirazları değerlendirerek 20/12/2005 tarihli kararıyla 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendi gereği el konan şirketlerin iki yıl içinde iktisadi bütünlük oluşturulan mahcuzlarının Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklar dâhil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınmasının ve satışının talep edilemeyeceği, iflaslarına karar verilemeyeceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bu karar Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 12/4/2007 tarihli kararı ile onanmıştır. Sonuç olarak başvurucunun icra ve iflas yoluyla yaptığı takipler TMSF ve TMSF yönetimindeki borçlu Şirketin 4389 sayılı mülga Kanun’a dayanarak yaptığı müdahaleler ile sonuçsuz kalmıştır (bkz. §§ 20, 21, 25, 26).

150. TMSF tarafından 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesi ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümlerine dayanılarak içinde borçlu Şirketin de yer aldığı el konan Bankanın hakim ortaklarına ait beş şirkete ait kıymet ifade eden tüm varlıklar Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğü hâline getirilerek 25/1/2006 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile 8.000.000 ABD doları bedelle satılmış ve faiziyle beraber 8.779.463,17 ABD doları tahsil edilmiştir. TMSF Satış Komisyonu Başkanlığı tarafından elde edilen gelirden 4.032.324,39 ABD doları şirketlerin Gelir İdaresi Başkanlığına borçları (vergi borçları) karşılığı, 1.435.482,93 ABD doları Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına borçları karşılığı olarak ve bakiyesi 3.311.655,85 ABD doları borçlu Şirket hakim ortaklarının batan Bankasının TMSF’ce üstlenilen zararları karşılığı TMSF’ye ayrılmıştır. Başvurucu alacağını başka türlü tahsil etme imkânının kalmadığı gerekçesiyle TMSF’ye başvurmuş ve 17/11/2006 tarihinde idari dava sürecini başlatmıştır. Değer ifade eden mal varlığı kalmayan borçlu Şirket, 18/10/2007 tarihli TMSF Fon Kurulu kararıyla tasfiye edilmiştir. Bu süreçlerin hiçbirine başvurucu dâhil edilmemiştir.

151. İktisadi ve ticari bütünlük oluşturularak el konan şirketlerin varlıklarını satma ve elde edilen geliri paylaştırma işlemleri, 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesi ile bu Kanun’a dayanılarak çıkarılan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümlerine göre gerçekleştirilmiştir. Bahsedilen düzenlemeler, borçlu Şirketlerin icra müdürlükleri kanalıyla 2004 sayılı Kanun’da öngörülen yöntemlerle icra ve iflas takipleri ile haczin paraya çevrilmesi yöntemlerinden farklı olarak TMSF’ye daha geniş yetkiler, öncelik ve ayrıcalıklar sağlamaktadır. TMSF, bu işlemleri yaparken 2004 ve 6183 sayılı Kanunlarda öngörülen süreçlerle bağlı olmayıp 4389 ve 5411 sayılı Kanunlar gereği işlemleri tek yetkili olarak gerçekleştirmektedir. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesinin verdiği yetki ile TMSF el koyduğu şirketlerin mal varlıklarını veya kendilerini tek tek satmak zorunda olmayıp bu şirketlerin değer ifade eden tüm varlıklarını (taşınır ve taşınmaz mallar, lisanslar, markalar, frekans hakları, izinler, gayri maddi haklar vs.) birleştirerek bir ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak satabilmektedir. Somut başvuruya konu olayda da borçlu Şirketle beraber beş şirketin varlıkları Star gazetesi ticari ve iktisadi bütünlüğü oluşturularak satılmıştır. Elde edilen gelir de aynı Kanun’a göre TMSF tarafından oluşturulan komisyon vasıtasıyla kamu alacaklarına dağıtılmıştır. Bu dağıtım sonrasında varlıkları ticari ve iktisadi bütünlük oluşturulan şirketlerden geriye sadece isimlerinin ve borçlarının kaldığı söylenebilir.

152. Borçlu Şirketten alacağını tahsil edemeyen ve yapılan satış sonrası tahsilat imkânı da kalmayan başvurucu, 20/7/2006 tarihli ihtarname ile TMSF yönetiminin 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesinde ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik’in 25. maddesinde yer alan hükümler uyarınca TMSF’nin kendi alacaklarının ödenmesinde takdir yetkisine sahip olduğunu, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi ve Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin borçlu Şirket hakkındaki kararlarının ilama bağlı ödemeleri kapsamadığını belirterek borçlu Şirketten alacaklarının kendisine ödenmesini talep etmiş ve zımni ret kararı üzerine İstanbul 8. İdare Mahkemesi nezdinde 17/11/2006 tarihinde iptal ve alacağın yasal faiziyle birlikte tazmini istemli dava açmıştır. Başvurucunun iddialarına karşı TMSF vekili, TMSF ve borçlu Şirketin ayrı tüzel kişiler olduğunu; alacağın borçlu Şirketten istenmesi gerektiğini, TMSF’nin taraf sıfatı bulunmadığını, TMSF’nin borçlu Şirket Grubundan kamu adına 7.7 milyar YTL alacağı bulunduğunu, el konan şirketlerin borçlarının TMSF tarafından ödenmesi hâlinde el koymanın amacının ortadan kalkacağını, özel şahısların alacağının kamu alacağının önüne geçeceğini ve kamu alacağının tahsilinin ikinci plana atılacağını, başvurucunun kaldırıldığını iddia ettiği tedbir kararının konusunun ileriye dönük zorunlu ödemeler olduğunu, geçmişi kapsamadığını, Fonun borçlu Şirketi satmadığını dolayısıyla satış geliri elde etmediğini beyan ederek davanın reddini talep etmiştir. Başvurucu vekili ise borçlu Şirketin davalı idare tarafından tüm varlıkları satıldıktan sonra davalı idarenin işlemiyle tasfiye edildiğini, alacağını ondan isteme imkânının kalmadığını ifade ederek bu görüşlere itiraz etmiştir.

153. İdare Mahkemesinin 20/2/2008 tarihli kararında, dava devam ederken 18/10/2007 tarihinde 517 sayılı Fon kararıyla borçlu Şirketin tasfiyesine karar verilerek ticaret sicilinden terkin edildiği belirtilmiş ve “… kanunlardan kaynaklanan yetki uyarınca Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.’nin de denetimine ve yönetimine Fon tarafından atamaların yapıldığı ve bu şekilde kamu alacağının yasa uyarınca tahsilinin amaçlandığı anlaşıldığından Borçlu Şirketin borçlarının Fon tarafından ödenmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir yasal yükümlülük de bulunmadığından dava konusu zımni ret işleminde hukuka aykırılık bulunmamıştır.” denilerek dava reddedilmiştir. Temyiz edilen kararı inceleyen Danıştay Onüçüncü Dairesi ise 18/5/2012 tarihli kararıyla ve benzer bir gerekçe ile kararı onamıştır.

154. Öncelikle başvurucunun borçlu Şirket ile olan ilişkisi personel servisi yapmak üzere hizmet sözleşmesine dayanan ticari bir ilişki olup bankacılık faaliyetleriyle ya da Banka kaynaklarının kullanılması veya Bankanın zarara uğratılması ile ilgili değildir. Bahsedilen personel servisi işi, günlük iş hayatının akışı için gerekli olan borçlu Şirket personelinin evleri ve iş yerleri arasında taşınmasını amaçlamaktadır. Nitekim bu konuya açıklık getirilmesini isteyen sorulara TMSF Hukuk İşleri Daire Başkanlığının 28/11/2014 tarihli yazısıyla verilen cevapta, başvurucu Şirketin el konan Banka kaynaklarını kullandığı veya Bankanın zararına sebebiyet verdiğine ilişkin bir tespit veya rapor bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu durumda başvurucunun el konan Bankanın kamu tarafından üstlenilen zararları karşısındaki durumu iyi niyetli üçüncü kişi olarak değerlendirilebilir.

155. İkinci olarak başvurucunun alacaklarını icra takibi yoluyla borçlu Şirketten tahsil etmek istediği ve itiraz üzerine açılan davanın lehine sonuçlanarak sonrasında davayı, 4 marka ve 118 yayın üzerine haciz kararı işlenmesini sağladığı bir aşamaya getirdiği, bu aşamada TMSF’nin müdahaleleri ile takip sürecinin durduğu görülmektedir. Yapılan müdahaleler olmasa başvurucunun 2004 sayılı Kanun’a göre yaptığı takipler sonucunda alacağını borçlu Şirketten tahsil etme imkânının bulunduğu ve yapılan hacizler sonrasında alacağın tahsil kabiliyetinin bulunduğu görülmektedir. Zira bir tacir olarak borçlu Şirketin 287.790 YTL borcunu ödememek için bahsedilen yayın haklarından ve markalardan vazgeçmesi beklenemez. Bu durumda 2004 yılında başvurucunun alacağını tahsil edememesinin esas nedeninin idarece yapılan bahse konu müdahaleler olduğu anlaşılmaktadır.

156. Üçüncüsü, bahsedilen icra ve iflas takiplerini durduran müdahalelerin dayanağı 4389 sayılı mülga Kanun’da değişiklik yapan 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı, 16/06/2004 tarihli ve 5189 sayılı, 25/5/2005 tarihli ve 5354 sayılı Kanunlardır. Başvurucunun, tahsilatı engelleyen bu müdahaleleri daha İmar Bankasına el konmadan önce icra takibine başladığı 8/1/2003 tarihinde (ve sözleşmeyi feshettiği 8/11/2002 tarihinde) tahmin etmesi mümkün değildir. Başvurucudan, bankanın mali durumunun riskli olduğunu dolayısıyla bankaya ve banka hakim ortaklarına ait diğer şirketlere gelecekte çıkarılacak bir kanuna dayanılarak el konabileceğini, icra ve iflas takiplerinin de aynı kanuna dayanılarak durdurulabileceğini, borçlu Şirketin 4389 sayılı mülga Kanun’da değişiklik yapan 5020, 5189, 5354 sayılı Kanunlara dayanılarak sonradan ihdas edilen bir yöntemle yetkilerini kullanarak değer ifade edilen tüm varlıklarının satılacağını ve ödenmesi mümkün olmayan ve daha sonra ortaya çıkan Banka kaynaklı TMSF alacağının kendi alacağının önüne geçeceğini, satış gelirinin de bahsedilen Kanun hükümlerine göre dağıtılarak kendisine ödeme yapılmayacağını öngörmesi de beklenemez. Başvurucu için borçlu Şirketle sözleşme yaptığı ve hizmet verdiği tarihte öngörülebilir olan, alacağı için haciz yaptıktan sonra kamu alacağına dayalı bir haciz işlemi yapılırsa 2004 ve 6183 sayılı Kanunlara istinaden en kötü ihtimalle satış gelirlerinin garameten taksim edilmesidir.

157. Gerek Bakanlık gerekse TMSF Hukuk İşleri Daire Başkanlığı, başvurucunun tasfiye hâlindeki borçlu Şirketten alacağını talep etmesi gerektiği ve borçların muhatabının borçlu Şirket olduğu, başvurucunun alacağına kavuşamamasının devletin kusurundan değil borçlu Şirketin mal varlığının kalmaması sonucu gerçekleştiği yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucu ise borçlu Şirketin varlıklarının satışı ve tasfiye masasında üçüncü sırada yer alan 7.7 milyar TL TMSF alacağı karşısında tasfiye hâlindeki borçlu Şirkete başvurarak alacağına kavuşma imkânının bulunmadığını, ayrıca tasfiye masasına başvuru zorunluluğunun da bulunmadığını ifade etmiştir.

158. TMSF Hukuk İşleri Daire Başkanlığının 28/11/2014 tarihli cevap yazısında tasfiye hâlindeki borçlu Şirketin 9/5/2012 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlanan sıra cetvelinde TMSF’ye başvurucunun alacağından önce gelen 3. sırada 21 milyar TL’yi aşkın anapara ve faiz borcu bulunduğu ifade edilmiştir. TMSF tarafından 16/11/2006 tarihinde borçlu Şirketin tasfiyesine karar verilirken satışlar sonrasında değer ifade eden varlığı kalmadığı, tüzel kişiliğini devam ettirmesinin fon alacaklarının tahsili açısından yarar sağlamayacağı, firmanın borca batık olduğu ve amacını gerçekleştirme imkânının ortadan kalktığı gerekçesine dayanılmış ve TMSF Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca tasfiyesine ve sicilden terkinine karar verilmiştir. Bu durumda başvurucunun alacağını tahsil kabiliyetinin mevcut koşullarda mümkün olmadığı açıktır. Diğer yandan yukarıda anlatıldığı gibi borçlu Şirketin üçüncü kişilere olan borçlarını ödemesi, bahsedilen müdahaleler ile engellenmiş; kıymet ifade eden tüm varlıkları ise TMSF tarafından ticari ve iktisadi bütünlük oluşturularak satılmış ve yine TMSF tarafından borçlu Şirketin borca batık olduğu ve amacını gerçekleştirme imkânının ortadan kalktığı gerekçesiyle tasfiyesi gerçekleştirilmiştir (bkz. § 37). Borçlu Şirketin diğer alacaklarının ödenmesinin engellenmesi, mal varlıklarının satılması ve elde edilen gelirin paylaştırılması 4389 ve 5411 sayılı Kanunlar ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümlerinin verdiği yetki ile normal icra ve iflas takipleri ve haczin paraya çevrilmesi prosedürlerinden farklı biçimde TMSF’ye kanunla verilen yetkiler kapsamında tamamıyla TMSF tarafından gerçekleştirilmiştir. Borçlu Şirketin tasfiye sürecine de başvurucu dâhil hiçbir alacaklı dâhil edilmemiş, tüm işlemler TMSF tarafından yürütülmüştür. Bütün bu koşullar altında başvurucunun muhatabının tasfiye hâlinde tüm mal varlıkları tasfiye edilmiş, borca batık ve TMSF kontrolündeki şirket olduğunu; TMSF’nin hiçbir sorumluluğunun bulunmadığını ve başvurucunun alacağına ulaşamaması sürecinin normal bir icra ve iflas takibi süreci sonunda meydana geldiğini kabul etmek mümkün değildir.

159. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesinin 6. fıkrasına göre TMSF, el konulan şirketlerin tüm hak ve varlıklarını bir araya getirerek ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla alacaklının haczi olması hâlinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme tarihini ve ihalenin sair usul ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye yetkilidir. Aynı fıkraya göre elde edilen bedelden -satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla- sırasıyla Fon Kurulu tarafından karar verilmesi hâlinde şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları, kişilerin devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısmın, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları diğer borçlardan öncelikli kabul edilmiş ancak kamu alacakları ile birlikte ödenmesi konusunda TMSF’ye takdir yetkisi verilmiştir.

160. Fon Kurulu, ticari ve iktisadi bütünlük oluşturmak ve bunları kendi belirleyeceği usulle satmak, elde edilen geliri geçmiş dönem borçlularına ödetmek konusunda diğer kanunlarla bağlı olmaksızın çok geniş bir takdir yetkisi ile donatılmıştır. Bu yetki çerçevesinde ticari ve iktisadi bütünlük oluşturmak ve satarak gelir elde etme süreçlerini tamamen Fon Kurulu belirlemekte; geçmiş dönem alacaklıları, ellerindeki alacak hakkı, miktarı ve dayanağı ne olursa olsun sürece dâhil edilmemektedir. Somut başvuruya konu davada da başvurucu, Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün satışı ve elde edilen gelirin paylaştırılması süreçlerinin hiçbirine dâhil edilmemiştir. 5411 sayılı Kanun ticari ve iktisadi bütünlük oluşturularak şirketlerin satılmasında, gelirin paylaştırılmasında ve şirketlerin tasfiyesinde iyi niyetli üçüncü kişi olan geçmiş dönem alacaklılarına haklarını koruyucu şekilde sürece dâhil olma veya itiraz etme şeklinde etkin bir koruyucu önlem veya TMSF tarafından sürdürülen işlemleri denetleyecek ve geçmiş dönem alacaklılarının başvurabilecekleri etkin bir mekanizma da öngörmemektedir. Bu konuda yapılan itirazları mahkemeler 4389 ve 5411 sayılı Kanunlarla verilen geniş takdir yetkisine işaret ederek reddetmektedir.

161. TMSF’ye verilen yetki çerçevesinde borçlu Şirketle birlikte beş şirketin varlıklarından oluşan Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün 25/1/2006 tarihli satışından faiziyle beraber 8.779.463,17 ABD doları tahsilat gerçekleştirilmiş, bu tahsilatın 4.032.324,39 ABD doları beş şirketin vergi borçları, 1.435.482,93 ABD doları Sosyal Güvenlik Kurumuna borçları karşılığı ayrılmış; kalan kısmı olan 3.311.655,85 ABD doları TMSF’ye ayrılmıştır. Ayrılan vergi ve sosyal güvenlik prim karşılıklarının beş şirketin toplam borçları olduğu anlaşılmaktadır. Bu tahsilat ve ayırma işlemlerinden satış gelirinin ne kadarının borçlu Şirketin varlıklarından kaynaklandığı ve ayrılan borç kalemlerinin ne kadarının borçlu Şirkete ait olduğu anlaşılamamaktadır. Aynı zamanda vergi ve prim borçlarının el konduğu tarihte faal olan bu şirketlerin hangi dönem borçları olduğu, tahsili konusunda el koyma öncesi hangi işlemlerin yapıldığı ve el koymadan önce takip ve tahsilat işlemleri yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.

162. Borçlu Şirkete TMSF tarafından yapılan 7.7 milyar YTL miktarlı haciz işleminin sebebi olan borcun mahiyetine baktığımızda bu borcun el konan bankanın devir tarihindeki devir zararı olduğu anlaşılmaktadır. TMSF raporlarına göre bu zararın esas nedeni, bankanın kayıtlı mevduatı ile gerçek mevduatı arasındaki fark olup mevduatın tamamı TMSF tarafından mudilere ödenmiştir (TMSF 2005 Faaliyet Raporu). Bunun dışında yurt dışına transfer edilen offshore hesaplarıyla devlet iç borçlanma senetleri kaynaklı alacaklar da bulunmakta olup ilerleyen dönemlerde bunların da ödemesi yapılmış; devralınan ve ödenen borçlar karşılığı 9/5/2012 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlanan sıra cetvelinde TMSF’nin alacağı faiziyle beraber 21 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bu meblağ borçlu Şirketin tasfiyesine ilişkin sıra cetveli ile “Uzan Grubu”na ait diğer şirketler (228 şirket) ile İmar Bankasının sıra cetvellerine aynı miktar olarak işlenmiştir. Dolayısıyla bahsedilen TMSF alacağı, borçlu Şirketin doğrudan sebebi olduğu bir yekûn olmayıp borçlu Şirketin ortaklarının hâkim ortağı oldukları Bankanın zararları karşılığı Banka hakim ortaklarının tüm şirketlerine işlenen bir alacak mahiyetindedir.

163. TMSF alacağının oluşmasının nedeni İmar Bankasının kayıt altına alınmayan, mevduat sigortasına tabi tutulmayan dolayısıyla bankanın pasifinde gösterilmeyen ve karşılığı Bankanın aktiflerinde bulunmayan mevduatın TMSF tarafından kamu kaynakları kullanılarak mevduat garantisi kapsamında mudilere geri ödenmesidir. TMSF, bu alacağı el koyduğu Bankadan ve genellikle bu bankaların mali durumları iflas aşamasına geldiğinden Bankanın iştirakleri ile Banka hakim ortaklarının varlıklarına ve sahibi oldukları diğer şirketlere el koyarak tahsil etmeye çalışmıştır.

164. Bununla birlikte Anayasa'nın 167. maddesinin ilk fıkrasında "Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler." denilmektedir. 4389 sayılı mülga Kanun ve 5411 sayılı Kanun’da bahsedilen Anayasa hükmü ile devlete verilen finansal piyasaların güven içinde çalışması ve tasarruf sahiplerinin haklarının korunması amacıyla çıkarılmışlardır. Nitekim 5411 sayılı Kanun'un 1. maddesinde bu amaç "Bu Kanunun amacı, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasına, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir." şeklinde ifade edilmiştir. Bahsedilen Kanunlar ile birçok kanun bu amacı gerçekleştirmek için kamu kurumları (BDDK, TMSF ve SPK gibi) ihdas ederek finans piyasalarının güven ve istikrarını sağlama ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruma görevini bu kurumlar vasıtasıyla devlete yüklemiş ve bu amaçla mevduat sigortası gibi sistemleri kabul etmiştir (Turgay Şen, B. No: 2013/6941, 6/1/2016, § 41). Nitekim İmar Bankasına el konduğu dönemde tasarruf mevduatının tamamı mevduat güvencesi kapsamında kabul edildiğinden tüm mudilere mevduatları ödenmiştir.

165. Devletin üstlendiği tasarruf sahiplerinin haklarının korunması görevi gereği batan bankaların mudilerine yapılan ödemeler var olan sistemde Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu ile bunun yetmemesi hâlinde Hazine kaynaklarından karşılanmakta ve üstlenilen zarara karşılık banka hakim ortaklarına rücu edilmektedir. Ancak bu rücu işlemleri gereği banka hakim ortaklarına ait şirketlerin malvarlıkları satılarak tasfiye edilirken banka zararının oluşmasında payı olmayan bahsedilen şirketlerle normal ticari ilişkileri gereği alacaklı olan iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının korunması gerekmektedir. Aksi hâlde mevduat sahiplerinin haklarının korunması amacıyla gerçekleşen kamu zararının bir kısmı dolaylı olarak el konan banka ile bu bankanın zararları ile hiçbir ilişkisi olmayan iyi niyetli üçüncü kişilere yüklenmektedir.

166. Bunun yanında 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesinin 6. fıkrasına göre ticari ve iktisadi bütünlük satışından elde edilen gelirle el konan ve varlıkları satılan şirketlerin Fon Kurulu tarafından karar verilmesi hâlinde şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını öncelikle ödeme yetkisi bulunmakla beraber somut başvuruya konu olayda bu yetki, Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün satışı sonrasında kullanılmamış ve başvurucuya herhangi bir ödeme yapılmamıştır.

167. 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesi iyi niyetli üçüncü kişilerin el konan ve varlıkları satılan şirketlerden olan el koyma öncesi alacaklarını koruyucu bir mekanizma öngörmüş ve bu mekanizmanın kullanılması yetkisini TMSF’ye vermiştir. Nitekim TMSF Hukuk İşleri Daire Başkanlığının 28/11/2014 tarihli cevap yazısında Telsim Varlıkları Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün satışından elde edilen 4.550 milyon ABD doları gelirin bir kısmının 27/10/2005 tarihli ve 451 sayılı, 1/9/2005 tarihli ve 370 sayılı Fon Kurulu kararlarıyla Motorola, Nokia ve ABN Ambro Bankın Telsim firmasından olan el koyma öncesi alacakları Telsimin geçmiş dönem borcu olarak kabul edilerek bu firmalar ile yapılan anlaşma sonucu ödendiği ifade edilmiştir. Aynı yazıda TMSF, Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik’in 25. maddesine göre geçmiş dönem borçlarının ödetilebilmesi için a) ticari ve iktisadi bütünlük içinde yer alan mal, hak ve/veya alacakla ilgili olması veya ticari ve iktisadi bütünlüğün değerinin korunması için gerekli veya değerini artırır mahiyette olması b) borç miktarının tespitinde mutabakata varmış olması gerekmektedir. Aynı maddede ödetme yetkisinin Fon Kuruluna ait olduğu belirtilmiştir.

168. Fon Kuruluna 5411 sayılı Kanun’un 134. maddesi ve ilgili Yönetmelik’in 25. maddesiyle verilen geçmiş dönem borçlarını ödetme yetkisi, geniş bir takdir yetkisiyle genel bir çerçeve çizmekte olup özellikle iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarına güvenceler getiren detaylı kriterler kabul edilmemiştir. Dolayısıyla Fon Kurulunun geçmiş dönem borçlarının ödenmesi yönünde karar verme yetkisinin sınırlandırıcı bir kriteri ve ölçüsü bulunmamakta, geçmiş dönem borçlarının ödenmesi tamamen Kurulun takdir yetkisine bırakılmaktadır. Somut başvuruya konu olaylar ile ilgili yazısında Telsim Varlıkları Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün satış gelirinin dağıtımına ilişkin bilgiler karşılaştırıldığında, Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğü satışından elde edilen gelirlerin bir kısmının Telsim Varlıkları Ticari ve İktisadi Bütünlüğü gibi geçmiş dönem borçlarına ayrılmadığı, TMSF’nin bu yetkisini kamu gelirinin değerini artırmak yönünde kullandığı, iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarını koruyucu bir uygulamayı benimsemediği anlaşılmaktadır.

169. Konunun bir başka boyutu ise TMSF tarafından el konan şirketlerin aynı nitelikte devam eden hizmet alımlarına istinaden hizmet verenlere ödeme yapılırken aynı hizmeti el koyma tarihinden önce bu şirketlere sağlamış olan ve el konan Bankayı zarara uğrattığı veya kaynaklarını kullandığına dair hiçbir tespit bulunmayan iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının tamamen görmezden gelinmesi ve bu kişilere olan borçların ödenmemesidir. TMSF tarafından yönetim ve denetimine el konan şirketlerin varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürmeleri için mal ve hizmet alımlarına devam edilmesi ve bunun karşılığında ödeme yapılması elbette olağan kabul edilmelidir. Ancak aynı nitelikli mal ve hizmet alımı karşılığı ödenmemiş geçmiş dönem borçlarının ödeme işlemlerinin durdurulması hatta icra ve iflas takibine konu olan ve hakkında mahkeme kararı bulunanlar dâhil tamamının görmezden gelinmesi ölçülülük ilkesi ve hukuk devleti ile izah edilemez.

170. Sonuç olarak başvurucunun borçlu Şirketten olan, bankacılık faaliyetleriyle ilgisi bulunmayan ve tahsil etme aşamasına getirdiği alacağını tahsil etmesinin borçlu Şirkete TMSF tarafından el konması sonrasında ilgili mevzuata dayanılarak ve geçmişte doğmuş borç-alacak ilişkilerinin yine geçmişte başlamış takip ve tahsil işlemlerine etkili şekilde bu mevzuat hükümleri uygulanarak yapılan müdahaleler ile engellenmesi, borçlu Şirketin tüm varlıklarının TMSF tarafından başvurucunun sürece dâhil edilmeden satılarak elde edilen gelirin geçmiş dönem borçlarını ödetme yetkisi olduğu hâlde bunların ödenmeksizin tamamının diğer kamu alacakları ile TMSF’nin el konulan Banka kaynaklı alacaklarına karşılık olarak ayrılması, bu süreçte iyi niyetli üçüncü kişi olduğu anlaşılan başvurucunun haklarının gözetilmeyerek alacağını tahsil etme imkânının ortadan kaldırılması ve devletin denetim ve gözetiminden sorumlu olduğu batan Banka nedeniyle oluşan banka zararının dolaylı olarak başvurucuya yüklenmesi nedenleriyle başvurucu aleyhine meydana getirilen hukuki belirsizlik gözönünde bulundurulduğunda, batan bankanın “kamu tarafından üstlenilen zararlarının karşılanması” şeklindeki kamu yararı amacıyla karşılaştırıldığında başvurucunun üzerine aşırı bir yüke sebep olunduğu ve başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu kanaatine ulaşılmıştır.

171. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

172. Başvurucu, borçlu Şirketten alacağını tahsil edememesi üzerine 2003 yılında başlattığı icra ve iflas takiplerinin sonuçsuz kaldığını, akabinde 2006 yılında açtığı idari davanın ise 2012 yılında sonuçlandırıldığını ve yargılama sürecinin yaklaşık on yıl kadar devam ettiğini, özellikle idari yargıdaki sürecin makul süreyi aştığını iddia etmiştir.

173. Başvurucunun makul süre şikâyetine konu yaptığı icra ve iflas takiplerine bağlı itiraz davalarının Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruların kabul edilmeye başlandığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşılmakla beraber başvurucunun borçlu Şirketten alacağını tahsil etmek için başlattığı icra ve iflas takipleri ile bunlara ilişkin davalarının TMSF ve kontrolündeki borçlu Şirketin ilgili kanunlara dayanarak yaptıkları müdahaleler ile sonuçsuz kalması üzerine idari yargıda dava açtığı, idari yargıdaki davanın sebebinin önceki itiraz davalarının sonuçsuz kalması olduğu, hukuki süreçlerin birbiri ile doğrudan ilgili olduğu, başvurucunun sonuçsuz kalan takipler sonrasında ara vermeden ve davaları takip sorumluluğunu aksatmadan idari yargıya başvurduğu anlaşıldığından makul süre değerlendirmesinde idari yargı süreciyle birlikte icra ve iflas takibi süreçlerinin de dikkate alınması gerekmektedir.

174. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

175. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

176. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Başvurucu, alacaklısı olduğu ve idarece el konulan Şirketten alacağını idari işlemler nedeniyle tahsil edememesi üzerine idareyi sorumlu tutarak alacağını talep etmiştir. Talebin zımnen reddedilmesi üzerine idari işlemin iptali ve alacağın kendisine ödenmesi talebini konu alan somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğu anlaşılmıştır.

177. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin niteliği dikkate alınarak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Selahattin Akyıl, § 45). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zamanın başlangıcı, başvurucu tarafından borçlu Şirket aleyhine İstanbul 7. İcra Müdürlüğü nezdinde takip sürecinin başlatıldığı 8/1/2003’tür.

178. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay Onüçüncü Dairesinin E.2012/2946, K.2012/2835 sayılı kararının tarihi olan 8/11/2012 olduğu anlaşılmaktadır.

179. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde idarenin kontrolündeki borçlu Şirketten alacağın tahsili talebini konu alan ve 17/11/2006 tarihinde idari yargıda açılan dava, İlk Derece Mahkemesi tarafından 20/2/2008 tarihinde karara bağlanmış; başvurucunun temyiz talebi 8/5/2012 tarihinde, karar düzeltme talebi ise 18/11/2012 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Yargılama sürecinde özellikle temyiz incelemesinin dört yılın üzerinde bir sürede karara bağlandığı görülmektedir.

180. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden başvuruya konu yargılama süreçlerinin icra mahkemeleri ile idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görüldüğünden 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu ve 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi yargılama faaliyetlerinin söz konusu olduğu ve bu yargılama alanlarına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usul hükümleri içeren Kanunların muhtelif maddelerinin uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 53).

181. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, § 54-60).

182. Başvuruya konu davalarda yer alan kişi sayısı ve davaların mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılama süreçlerinin karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davalara bütün olarak bakıldığında 1086 mülga, 2004 ve 2577 sayılı Kanunlarda yer alan usul hükümlerine tabi yargılama sürelerine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on yıla yaklaşan yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

183. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

184. Başvurucu, tahsil etme aşamasına geldiği alacağına kavuşmasının engellenmesi ve borçlu Şirketin tasfiyesi aşamasında kendi alacağına karşılık ödeme yapılmaması sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ve yargılamanın makul süreyi aştığını iddia ederek ihlallerin ortadan kaldırılmasını; 1.444.198 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmektedir.

185. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

186. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, başvurucunun alacağını tahsil etmesini engelleyen ve sonrasında borçlu Şirketin 5411 sayılı Kanun’da düzenlenen diğer kanunlarda öngörülenlerden farklı bir yöntemle TMSF’nin yetkili olduğu bir süreçte satışı ve tasfiyesi, elde edilen gelirin tamamının geçmiş dönem borçlarını ödetme yetkisi olduğu hâlde iyi niyetli üçüncü kişi olan başvurucunun mülkiyet hakkı gözetilmeksizin kamu alacaklarına ayrılması ile bu konuda başvurucunun açtığı davanın TMSF’nin sorumluluğu olmadığı gerekçesine dayanılarak reddedilmesinden kaynaklandığından, başvurucunun alacak miktarı ile diğer alacak miktarlarının kesinleştirilerek başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu alacakları ve diğer alacaklar arasında bir denge gözetilerek meydana gelen mağduriyetini hakkaniyete uygun telafi edecek şekilde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için dosyanın İstanbul 8. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.

187. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin on yıla yakın yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

188. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Duruşmalı yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Mülkiyet hakkına ilişkin şikâyetin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

4. Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin şikâyetin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

2. Anayasa’nın 36 maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkıyla ilgili ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE Serruh KALELİ’nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE Serruh KALELİ’nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE 1/6/2016 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Mahkememiz, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine, ihlali gerçekleştirenin başvuran alacaklı şirkete karşı kanunla kendisine verilen yetkiye ilişkin takdir hakkının kullanımında keyfilik yapan ve başvurucu için öngörülmez bir durum yaratan TMSF olduğu ve ancak 6216 sayılı yasanın 50. maddesi yönünden, başvurucu alacaklının mağduriyetinin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.

Mahkememizce oybirliği ile alınan ihlal kararına karşı 50. madde uygulanmasında dosyanın mahkemesine iadesi kararına katılınmamıştır.

Yönetim ve denetimine el konulan borçlu şirketten olan ve yargı kararı ile kesinleşmiş alacağını, TMSF’nun 4319 ve 5411 sayılı yasalara dayanarak yaptığı müdahaleler ile tahsil edemeyen başvurucu, başvurusunda;

4319 sayılı mülga yasa, usulsüz bankacılık işlemleri nedeniyle batan bankalara TMSF tarafından el konulmak suretiyle kamu zararının karşılanmasını amaçlamış ise de, el konulan banka ile ilişkisiz olan şirket alacağının, kesinleşmiş alacak yönünden mahkeme kararlarına Anayasal uyma zorunluluğuna rağmen ve hatta benzer şekilde borçlu şirketten alacaklı Motorola, Nokia ve kendisi gibi borçlu şirketin taşıma işini üstlenmiş Ateş Tur gibi şirketlere ödeme yapılmış olmasına rağmen, kendisine ödeme yapılmadığını belirtmiş, bunu temin etmek için önce, TMSF’na , TMSF tarafından iktisadi bütünlük oluşturan mahcuzların satışına ilişkin yönetmeliğin 25. maddesinde yer alan “geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödeme yetkisi” nedeniyle, borçlu ödemesi konusunda işlem tesis etmesi amacı ile ihtar çekmiş, ancak zımni ret hali nedeniyle de İstanbul 8. İdare Mahkemesine mahkeme kararı ile kesinleşmiş alacağının ödetilmesini teminen idari işlemin İPTALİ davası açtığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

İstanbul 8.İdare Mahkemesince, fon kurulu kararı ile borçlu şirketin tasfiye edilip ticaret sicilinden terkin edildiği, borçlu şirketin borçlarının fon tarafından ödenmesine ilişkin bir yasal yükümlülükte bulunmadığı nedeni ile zımni ret işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı kararının verildiği, sonrasında temyiz edilen hükme karşı Danıştay 13. Dairesince temyiz istemini yerinde görülmediğinden mahkeme kararının onanmasına karar verildiği görülmektedir.

Başvurunun incelenmesi neticesinde Mahkememizce yapılan değerlendirmede başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali yanında ayrıca somut başvuru yönünden alacağın tahsil edilmesi için 10 yılı aşkın yargılama süresinin de makul olmayıp Adil yargılanma hakkında ihlal edildiğine de karar verilmiştir.

6216 sayılı yasanın 50. maddesinin 1.fıkrası, ihlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmetme yetkisi vermektedir.

Başvurucu yönünden takibe konu edilen alacak miktarı ve ferileri yönünden kesinleşmemiş, belirsiz bir alan bulunmamaktadır.

Mahkememizin tespit ettiği mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararı sonrası dosyanın iade edileceği mahkeme İstanbul 8. İdare Mahkemesidir.

İlgili mahkeme yeniden yapacağı değerlendirmede bu kez, kararımız gereği tesis edilen zımni ret işleminde hukuğa uyarlılık bulunmadığı yönünde vereceği yeni karar, tesis edilen soyut idari işlemi, doğrudan ödeme yapılmasını tesis edecek icra edilebilir bir ilam haline getirmeyecek, ancak bu karara dayalı olarak TMSF’nin ödeme yapmasına yönelik idari bir tasarrufta bulunması talep edilebilecek ve sonucu beklenecektir.

Tespit edilmiş ihlalin doğrudan İdare Mahkemesi kararından kaynaklandığını söylemek olanaklı değildir.

 TMSF, süreçte kendisine 5411 sayılı yasanın verdiği “… mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye fon kurulu yetkilidir.” şeklindeki yetkisine rağmen kesinleşmiş başvurucu alacağının ödenmesini temini yönünde kullanmamak şeklindeki takdirinde, öncelikle kamu gücünü kullanan olarak sorumlu ve sebep olandır. Her yönü ile kesinleşmiş bir alacağın var olan ihlalin giderilmesini teminen, başvurucuya ödetmesini sağlama yetkisi 50. maddenin 1.fıkrası gereği öncelikle Anayasa Mahkemesi’nindir. İhlale sebep olan öncelikli ve ihlali doğrudan giderecek kamu gücü niteliğindeki kurum TMSF tüzel kişiliği olduğuna göre, bulunan ihlalin giderilmesi için dosyanın mahkemesine iadesine gerek yoktur.

Somut başvuruda ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine de karar verildiği gözetildiğinde hak ihlalinin ve sonuçlarını ortadan kaldırılmasını temin için kesinleşmiş alacağın TMSF tarafından ödenmesi şeklinde doğrudan karar verilmesi yerine açık ihlal halini almış makul sürede yargılanma hakkının ihlaline devam etme niteliğindeki mahkememiz çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.

 

 

 

 

 

Üye

Serruh KALELİ

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Genel Kurul
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Tasfiye Hâlinde Cemtur Seyahat ve Turizm Ltd. Şti. [GK], B. No: 2013/865, 1/6/2016, § …)
   
Başvuru Adı TASFİYE HÂLİNDE CEMTUR SEYAHAT VE TURİZM LTD. ŞTİ.
Başvuru No 2013/865
Başvuru Tarihi 24/1/2013
Karar Tarihi 1/6/2016
Resmi Gazete Tarihi 1/7/2016 - 29759
Basın Duyurusu Var

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, personel taşıma hizmeti verilen Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık AŞ’den (borçlu Şirket) yargı kararıyla kesinleşen alacağın, bu Şirketin yönetim ve denetimine el koyan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) kanunla kendisine verilen yetkileri keyfî biçimde ve üçüncü kişilerin haklarını ihlal edecek şekilde kullanarak yaptığı müdahaleler nedeniyle tahsil edilememesi ve davaların sonuçsuz kalması, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması, talebe rağmen Danıştayda duruşmalı yargılama yapılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) İhlal Manevi tazminat
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) İhlal Yeniden yargılama
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Aleni yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Gerekçeli karar hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 4389 Bankalar Kanunu 15
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 14
2004 İcra ve İflas Kanunu 268
206
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 60
49
20
1
4389 Bankalar Kanunu 15/a
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 27
17
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 30
5411 Bankacılık Kanunu 134
4389 Bankalar Kanunu 11
5020 Bankalar Kanunuile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 21
4949 İcra İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 64
Yönetmelik 2/9/2006 Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik 8

1.7.2016

BB 34/16

Mülkiyet ve Makul Sürede Yargılanma Haklarına İlişkin Tasfiye Halinde Cemtur Seyahat ve Turizm Ltd. Şti. Kararı Basın Duyurusu

 

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 1/6/2016 tarihinde Tasfiye Halinde Cemtur Seyahat ve Turizm Ltd. Şti. tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2013/865), Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 

Olaylar

Başvurucu, hizmet sözleşmesi kapsamında personel taşıma hizmetleri verdiği borçlu Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık AŞ’den (Şirket) tahsil edemediği alacakları için 8/1/2003 tarihinde İstanbul 7. İcra Müdürlüğü nezdinde İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde ilamsız icra takibi başlatmış, Şirket tarafından 13/1/2003 tarihinde borca itiraz edilmesi üzerine 24/2/2003 tarihinde itirazın iptali davası açmıştır. Dava devam ederken Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) 3/7/2003 tarihinde İmar Bankasına el koymuş, Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi ise, 26/8/2003 tarihinde İmar Bankası soruşturması kapsamında aralarında borçlu Şirketin de olduğu 179 şirketin zorunlu giderler dışında hak ve alacaklarının dondurulması kararı vermiştir. Başvurucu 9/3/2004 tarihli duruşmada, belirlenen 287.790 YTL alacak miktarını kabul etmiş, Mahkeme, davalının itirazının iptaline, icra inkâr tazminatının tahsiline karar vermiştir.

İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 11/5/2004 tarihli ara kararıyla daha önce Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği tedbir kararını genişleterek, Borçlu Şirketin de aralarında bulunduğu Uzan Grubu şirketlerinin faaliyetlerine devam edebilmeleri için yapabilecekleri ödemeler listesini karara bağlamıştır. Bahsedilen kararda personel taşıma ücretleri de ödenebilir kalemler arasında sayılmıştır.

Başvurucu, kesinleşen karar sonrasında takibe davam etmiş, 12/5/2004 ve 26/5/2004 tarihli taleplerle Borçlu Şirketin menkul ve gayrimenkulleri üzerine haciz işlemi uygulanmış, ayrıca 12/5/2004 tarihli taleple Türk Patent Enstitüsünce 17/5/2004 ve 15/6/2004 tarihlerinde Borçlu Şirket adına tescilli 4 adet marka (star, starlife, star tek ve ulusal medya) ile İstanbul Valiliğince 18/6/2004 ve 21/6/2004 tarihlerinde başta Star Gazetesi olmak üzere 118 adet yayın üzerine haciz kararı işlenmiştir. TMSF ise Borçlu Şirket hakkında 6183 sayılı Kanuna dayanarak 18/5/2004 tarihinde 7.739 milyon YTL haciz işlemi uygulamıştır.

Başvurucu, ayrıca borçlu Şirket hakkında 10/6/2004 tarihinde iflas yoluyla takip talebinde bulunmuş, TMSF yönetimindeki borçlu Şirket vekili 3/8/2004 tarihinde başvurucunun icra takiplerinin durdurulmasını talep etmiştir.

Yapılan itiraz sonrasında İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen iflas davasına TMSF vekili 15/2/2005 tarihli dilekçesiyle müdahil olup 22/2/2005 tarihli duruşmada, Fon Kurulu kararıyla Borçlu Şirketin yönetim ve denetiminin Fona geçtiği ve üzerinde tedbir bulunduğu, Borçlu Şirket üzerinde TMSF’nin 6183 sayılı Kanuna göre başlattığı 7.7 milyar YTL tutarlı haciz bulunduğu, İcra İflas Kanunu’nun 206. maddesine göre bu alacağın 3. sırada, başvurucunun alacağının ise 4. sırada bulunduğu, 4389 sayılı mülga Kanunun 16. maddesinin ikinci fıkrası gereği Borçlu Şirket aleyhine devam eden tüm icra ve iflas takibatının durması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur. Başvurucu vekili ise aynı tarihli yazılı beyanında, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin önceki tedbir kararını genişleten kararını dile getirerek TMSF vekilinin itirazının iyi niyetli olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur.

TMSF Fon Kurulunun 23/6/2005 tarihli ve 249 sayılı kararıyla, Borçlu Şirket de dâhil olmak üzere Star Medya grubuna ait beş şirketin mal, hak ve varlıklarının iktisadi ve ticari bütünlük oluşturularak satılmasına karar verilmiş ve satışının 15/9/2005 tarihinde yapılacağı ilan edilmiştir.

İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 20/12/2005 tarihli kararıyla TMSF tarafından el konan şirketlerin iki yıl içinde iktisadi bütünlük oluşturan mahcuzlarının üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınmasının ve satışının talep edilemeyeceği, iflaslarına karar verilemeyeceği gerekçesiyle iflas talepli davayı reddetmiştir. Yargıtay bu kararı onamıştır.

Eylül 2005 ile Mart 2006 arası dönemde Grubu şirketlerinin ticari ve iktisadi bütünlük oluşturan varlıkları TMSF tarafından 4389 sayılı mülga Kanuna göre yapılan ihaleler ile satılmıştır. Bu kapsamda Borçlu Şirketle birlikte 5 şirketin mal, hak ve varlıklarından oluşan Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğü, 25/1/2006 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile 8.000.000 USD bedel ile satılmış ve faiziyle beraber 8.779.463,17 USD tahsil edilmiştir. Tahsil edilen bedelden vergi ve sosyal güvenlik alacakları tahsil edildikten sonra kalan miktar TMSF’ye aktarılmıştır.

Fon Kurulu 16/11/2006 tarihinde satışlar sonrasında değer ifade eden varlığı kalmayan borçlu Şirketin tasfiyesine karar vermiştir. Borçlu Şirketin tasfiyeye esas bilançosunda başvurucunun alacağı 4. sırada 59.517,06 TL olarak kaydedilmiştir. TMSF alacağı ise 9/5/2012 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde yayımlanan sıra cetvelinde 21 milyar TL olarak gösterilmiştir.

Borçlu Şirketten alacağını tahsil edemeyen başvurucu, alacağının ödenmesini talep eden 20/7/2006 tarihli ihtarnamesine TMSF yönetiminden yanıt alamayınca, bu zımni ret kararı aleyhine İstanbul 8. İdare Mahkemesi nezdinde 17/11/2006 tarihinde iptal ve alacağın yasal faiziyle birlikte tazmini talebiyle dava açmış, Mahkeme 20/2/2008 tarihli kararıyla ve “Borçlu Şirketin borçlarının Fon tarafından ödenmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir yasal yükümlülük de bulunmadığı” gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Danıştay tarafından, başvurucunun temyiz ve sonrasında karar düzeltme taleplerinin reddine karar verilmiştir.

Başvurucunun İddiaları

Başvurucu; Borçlu Şirketin satılan mal ve varlıkları üzerinde haciz işlemi yaptırmış olduğu ve alacağı tahsil edilebilir bir aşamaya getirdiği halde yapılan kamu müdahaleleri sonucunda kendisine bir ödeme yapılmaması, TMSF yönetiminin yetkisini üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını ihlal edecek biçimde keyfî olarak kullanması, oluşan zararın Bankanın batmasına sebep olanlar yerine üçüncü kişilere yüklenmesi, diğer bazı alacaklılara ödeme yapıldığı hâlde kendisine yapılmaması, Borçlu Şirket tasfiye edildiği için alacağını tahsil etme imkânının kalmaması, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması, yargılama sürelerinin uzun olması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi bu başvuru kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden

Gerek Bakanlık gerekse TMSF Hukuk İşleri Daire Başkanlığı, başvurucunun alacağına kavuşamamasının kamu idaresinin kusurundan değil borçlu Şirketin mal varlığının kalmaması sonucu gerçekleştiği yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucunun tahsil edilebilir aşamaya getirdiği alacağı TMSF’nin yaptığı müdahaleler ile engellenmiştir. Başvurucuya ödeme kabiliyeti kalmayan borçlu Şirketin tasfiye sürecine, başvurucu dâhil edilmemiş, tüm işlemler TMSF tarafından yürütülmüştür. Bütün bu koşullar altında başvurucunun muhatabının sadece tüm mal varlıkları tasfiye edilmiş, borca batık ve TMSF kontrolündeki şirket olduğunu, TMSF’nin hiçbir sorumluluğunun bulunmadığını ve başvurucunun alacağına ulaşamaması sürecinin normal bir icra ve iflas takibi süreci sonunda meydana geldiğini kabul etmek mümkün değildir.

TMSF’nin banka kaynaklı alacaklarına öncelik, üstünlük ve ayrıcalık tanıyan düzenlemelere dayanılarak gerçekleştirilen işlemler sonucu başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiğinden müdahaleler, devletin mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi kapsamında incelenmiştir.

Başvurucunun Borçlu Şirket ile olan ilişkisi personel servisi yapmak üzere hizmet sözleşmesine dayanan ticari bir ilişki olup bankacılık faaliyetleriyle, banka kaynaklarının kullanılması veya bankanın zarara uğratılması ile ilgili değildir. Bu durumda başvurucunun el konan bankanın kamu tarafından üstlenilen zararları karşısındaki durumu iyi niyetli üçüncü kişi olarak değerlendirilebilir.

Başvurucunun borçlu Şirketten olan ve yaptığı hacizler ile tahsil etme aşamasına getirdiği alacağını tahsil etmesi, borçlu Şirkete TMSF tarafından el konması sonrasında yapılan kamu müdahaleleriyle engellenmiştir. Başvurucu için borçlu Şirketle sözleşme yaptığı ve hizmet verdiği tarihte daha sonra çıkarılan Kanunlarla bahsedilen müdahalelerin yapılacağının öngörülmesi mümkün değildir. Başvurucu için öngörülebilir olan, alacağı için haciz yaptıktan sonra kamu alacağına dayalı bir haciz işlemi yapıldığında 2004 ve 6183 sayılı Kanunlara istinaden en kötü ihtimalle satış gelirlerinin garameten taksim edilmesidir.

Borçlu Şirketin tüm varlıkları TMSF tarafından 2004 ve 6183 sayılı Kanunlarda öngörülen süreçlerin dışında 4389 ve 5411 sayılı Kanunlarla TMSF’nin hem alacaklı hem de icra ve iflas dairesi yetkilerine sahip olduğu ve tüm koşulları belirlediği süreçte başvurucu sürece dâhil edilmeden satılmıştır. Satıştan elde edilen gelirin tamamı 5411 sayılı Kanunun verdiği geçmiş dönem mal ve hizmet alacaklarının ödettirilmesi yetkisine rağmen bu yetki kullanılmaksızın diğer kamu alacakları ile TMSF’nin el konulan Banka kaynaklı alacaklarına karşılık olarak ayrılmıştır.

Bu süreçte iyi niyetli üçüncü kişi olduğu anlaşılan başvurucunun hakları gözetilmeyerek alacağını tahsil etme imkânı ortadan kaldırılmış ve devletin denetim ve gözetiminden sorumlu olduğu batan Banka nedeniyle oluşan banka zararı dolaylı olarak ve kısmen başvurucuya yüklenmiştir.

Belirtilen nedenlerle birlikte başvurucu aleyhine meydana getirilen hukuki belirsizlik gözönünde bulundurulduğunda, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu kanaatine ulaşılmıştır.

Sonuç olarak Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

Başvuruya konu davalarda yer alan taraf sayısı ve davaların mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılama süreçlerinin karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, bir bütün olarak bakıldığında davalarda 1086, 2004 ve 2577 sayılı Kanunlara tabi yargılamalar açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve on yıla yaklaşan yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu kanaatine varılmıştır.

Sonuç olarak Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.

  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi