logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hamza Bozan [2.B.], B. No: 2013/8917, 24/2/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAMZA BOZAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8917)

 

Karar Tarihi: 24/2/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Cüneyt DURMAZ

Başvurucu

:

Hamza BOZAN

Vekili

:

Av. Rehşan BATARAY SAMAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, askerlik hizmeti yaptığı sırada yaşamını yitiren kişinin yaşamının korunması açısından idarenin gerekli tedbirleri almaması ve olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/12/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

5. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 30/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma dosyası içeriği ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Başvurucunun Oğlunun Askerlik Süreci

7. Başvurucunun oğlu Yusuf Bozan (Y.B./müteveffa), Van ili Çaldıran ilçesinde bulunan Uzunyol Hudut Karakol Komutanlığına (Birlik) katıldığında kendisi ile görüşme gerçekleştirilmiş, anketler uygulanmış, hakkında gerekli formlar tanzim edilmiştir.Söz konusu anket ve formlarda müteveffanın herhangi bir psikolojik sorunundan bahsedilmemiştir.

8. Bir süre sonra Y.B., takım komutanına kız arkadaşıyla ilgili sorunlarından bahsetmiş ve bu sorunları çözmek üzere izin istemiştir. İzne giden Y.B. izin dönüşünde problemlerini hallettiğini beyan etmiştir.

9. Y.B. mekanik nişancılık ve atış eğitimi almıştır.

10. Y.B., 23/4/2013 tarihinde nöbet sırasında kendisine tahsis edilen piyade tüfeği ile göğüs bölgesinden vurulmuş olarak bulunmuştur. Çaldıran Devlet Hastanesine kaldırılan Y.B. burada hayatını kaybetmiştir.

2. Ceza Soruşturması Süreci

11. Olayın bildirilmesi üzerine Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından resen soruşturma başlatılmıştır.

12. Çaldıran İlçe Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi ile birlikte olay yeri incelemesi gerçekleştirilmiş, detaylı bir rapor tanzim edilmiştir.

13. Müteveffanın bulunduğu Çaldıran Devlet Hastanesinde askerî savcı eşliğinde ölüharicî muayenesi yapılmış, daha sonra müteveffa klasik otopsi yapılmak üzere Van Asker Hastanesine sevk edilmiştir.

14. Otopsi neticesinde müteveffanın kesin ölüm sebebinin, ateşli silah mermi çekirdeği giriş ve çıkışı sonucu meydana gelen göğüs içi organ yaralanması ve göğüs içi kanama olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca atış mesafesinin tespiti maksadıyla müteveffanın üzerinden çıkan kıyafetler üzerinde kriminal inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir.

15. Olay yerinde bulunan silah, boş kovan, müteveffanın kıyafetleri ile müteveffadan alınan el svapları üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirilmiştir. İncelemeler neticesinde düzenlenen uzmanlık raporlarında, müteveffanın ölümü sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının müteveffaya teslim edilen piyade tüfeğiyle gerçekleştiği, anılan tüfek üzerinde herhangi bir parmak veya avuç izine rastlanmadığı, müteveffaya ait hücum yeleğindeki atış artıklarının dağılımı ve yoğunluğu itibarıyla atışın bitişik atış olduğu, el svaplarında atış artığı tespit edildiği belirtilmiştir.

16. Soruşturma kapsamında, olaya ilk müdahalede bulunan askerlerin, müteveffanın arkadaşlarının ve komutanlarının tanık olarak ifadeleri alınmıştır.

17. Topçu Er M.C., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle olay günü saat 01.30-03.30 saatlerinde bir numaralı kulede nöbetçi olduğunu, nöbetin bitimine yakın Y.B.nin kuleye doğru geldiğini gördüğünü, kendisi yukarıda iken yanına geldiğini, kendisine diğer nöbetçinin nerede olduğunu sorduğunu, tuvalete gittiğini ve geleceğini söylediğini, bunun akabinde de gelen diğer nöbetçiyi görünce Y.B.yi yukarıda bırakarak aşağı indiğini, aşağı indiğinde yukarıdan bir el silah sesi geldiğini, hemen yukarı koştuğunu; Y.B.yi oturur vaziyette ve silahı önünde yerde, başının ise yanda bulunduğunu gördüğünü, seslendiğini ancak cevap alamadığını, komutanlarının olay yerine gelerek müdahale ettiğini ve Y.B.yi hastaneye götürdüklerini, olay yerine ilk gidenin kendisi olduğunu, olay yerinde kendilerinden başka herhangi bir kimsenin bulunmadığını, müteveffanın nişanlım dediği bir kız arkadaşının bulunduğunu, kendisiyle tartıştıklarını hatta ayrıldıklarını bildiğini, bu nedenle moralinin bozuk olduğunu, yine kız arkadaşıyla sorunları nedeniyle on günlük izne gittiğini, bu izninden sonra sorunlarını hâllettiğini söylediğini, ancak daha sonra yine kız arkadaşından ayrıldığından bahsettiğini beyan etmiştir.

18. Topçu Er H.Ç., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle, nöbetini Y.B. ile birlikte tuttuğunu, ikinci nöbetini yine kendisi ile birlikte tutacak olduğunu, Y.B.nin doldur boşalta katılmadan kuleye gitmesi nedeniyle kendisinin de kuleye gittiğini, bu sırada önceki nöbetçiler ile kapıda karşılaştığını, tam bu sırada bir el silah sesi geldiğini, bundan önce yukarıdan Y.B.nin salavat getirdiğini duyduğunu, kendisinin şoka girdiğini, bu nedenle yukarı gidemediğini, komutanlarının olay yerine gelerek müdahale ettiklerini; nöbetleri esnasında müteveffanın, ailevi problemleri olduğunu, annesinin daha önce vefat ettiğini, babasının yeni bir kadınla evlendiğini, bu nedenle eve hiç gitmediğini, İstanbul'da bir akrabasının yanına yerleştiğini, Küçükçekmece’de bir lokantada çalıştığını anlattığını, bir kız arkadaşı olduğunu, ailevi nedenlerle ailesinin kızı istemediğini, kendisinin ise kızı sevdiğini anlattığını, yaşadığı bu problemler nedeniyle izne gittiğini, iyi bir insan olduğunu, olay sırasında kulede müteveffadan başka kimsenin bulunmadığını beyan etmiştir.

19. Topçu Er H.A., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle bildiği kadarıyla kendisinin kız arkadaşıyla ve ailesiyle sorunları olduğunu, kız arkadaşıyla ayrıldığından bahsettiğini,olaydan önceki gün kız arkadaşının doğum günü olduğunu bildiğini, bu nedenle Y.B.nin sıkıntılı olduğunu, kız arkadaşının kendisini arayarak barışmak istediğini söylediğini ancak "bu işin dönüşü yok" şeklinde sözler söylediğini ifade etmiştir.

20. Piyade Asteğmen M.S.Y., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle, olay günü saat 3.30 civarında bir el silah sesi duyduğunu, sesin kuleden geldiğinin söylenmesi üzerine hemen kuleye koştuğunu, bir askerin şok hâlinde “kendini vurdu!” tarzında bir şeyler söylediğini, kuleden içeri girdiğinde kuleden ağlama ve bağırma sesi duyduğunu, yukarı çıktığında M.(C.) ismindeki askerin Y.B.nin başında ağlayıp dövündüğünü gördüğünü, Y.B.nin yanına giderek kendisini ve silahını düzeltmeye çalıştığını, silahı alarak başka bir kaza olmaması için yana koyduğunu, yarasını aradığını ama bulamadığını, aşağı koşarak yardım istediğini, olay mahalline gelen karakol komutanının Y.B.nin yarasına tampon yaptığını, kendisinin de ona yardım ettiğini, Y.B.yi aşağı indirerek araca taşıdıklarını, bu şekilde yola çıktıklarını, yolda Y.B.yi karşıdan gelen ambulansa naklettiklerini, daha sonra Y.B.nin vefat ettiğini öğrendiklerini beyan etmiştir.

21. Diğer tanıklar da ifadelerinde genel olarak aynı yönde beyanlarda bulunmuşlar, müteveffanın çalışkan biri olduğunu, Karakolda herhangi bir kötü muamelede bulunulmadığını beyan etmişlerdir.

22. Görgü tanıklarının beyanlarından hareketle ölüm şekli olay yerinde farazi canlandırmalarla fotoğraflandırılmak suretiyle tespit edilmiştir.

23. Askerî Savcılık 12/7/2013 tarihli ve K.2013/163 sayılı kararında "...müteveffanın ailevi ve kız arkadaşı ile ilgili sıkıntıları nedeniyle bunalım içinde olduğu, bu bunalımın etkisiyle kendisinden önce nöbet tutan arkadaşlarını kandırarak nöbet kulübesinde yalnız kaldığı, bu sırada bir adet fişeği tüfeğine sürerek tüfeğini kuledeki trabzanın üzerine koyup göğsüne dayadığı ve tetiği çektiği, müteveffaya isabet eden merminin müteveffanın vücudunda oluşturduğu yaralar ve iç kanama nedeniyle de müteveffanın 23.04.2013 günü vefat ettiği, müteveffanın vefatında kendi eylemleri dışında herhangi bir asker şahsın eyleminin bulunduğuna ilişkin bir delil bulunmadığı, vefat sonucunu doğuran eylemin bizzat müteveffanın kendisi tarafından gerçekleştirildiği sonucuna ulaşıldığı…" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

24. Başvurucunun Askerî Savcılığın kararına yapmış olduğu itiraz, Şırnak Askerî Mahkemesinin 24/10/2013 tarihli ve 2013/12 Müteferrik sayılı kararıyla "anılan kararda kanuna aykırı bir yön bulunmadığı, müteveffanın kanuni yakınının vekili tarafından ileri sürüldüğü üzere noksan soruşturma teşkil edecek herhangi bir işlem olmadığı kanaatine" varıldığı gerekçesiyle reddedilmiş ve anılan karar bu tarihte kesinleşmiştir.

25. Anılan karar, 13/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından 11/12/2013 tarihli dilekçe ile yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

26. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesi şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.

Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 24/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu; oğlunun askerlik hizmeti yaptığı sırada yaşamını yitirdiği olay ile ilgili olarak Askerî Savcılığın sadece intihar ettiği iddiası üzerinden soruşturma işlemleri yürüttüğünü, kendisi ile arasında bir sorun olmaması ve olay günü moralinin iyi olduğunu beyan eden tanık beyanlarının bulunması nedeniyle intihar ettiği iddiasını kabul etmediğini, farklı bir ihtimalin araştırılmadığını, soruşturmanın tanık beyanlarına dayalı olarak yürütüldüğünü, tanıkların asker kişiler olduğu nazara alındığında beyanlarının tarafsız ve özgür iradelerine dayalı olduğunun söylenemeyeceğini, ölüm şeklinin gerekli ayrıntı ve tutarlılıkta ortaya konulamadığını, silah üzerinde müteveffanın parmak izlerine rastlanılmadığı tespiti yapıldığını, intihar ettiğinin kabul edilmesi hâlinde ise sorumluların intiharı engellemek için üzerine düşen görevleri yerine getirmediklerini, Kürt kökenli oldukları için oğlunun askerde fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını, bu nedenle sivil hayatta değil, askerde iken “intihar” etmesinin bunun ispatı olduğunu belirterek Anayasa'nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan yaşam, işkence ve eziyet yasağı, etkili başvuru hakkı, ayrımcılık yasağı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile tazminat talebinde bulunmuştur.

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, özetle olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğinden bahisle ileri sürdüğü iddialarının yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği, işkence ve eziyet yasağı ile ayrımcılık yasağına ilişkin iddiaların da yine yaşanan ölüm olayı ile ilgili olduğu; anılan haklar kapsamında ayrıca inceleme yapılmasını gerektirecek, makul ve somut olaylara dayalı bir şekilde gerekçelendirilmiş olmadıkları değerlendirilmiştir.

B. Değerlendirme

30. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından yapılan değerlendirmede Askerî Savcılık tarafından başvurucunun yakınının ölümüne ilişkin adli soruşturma yapıldığı ve soruşturma sonucunda müteveffanın kesin ölüm nedeni ve ölümünü çevreleyen koşulların ortaya konulduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tazminat talebiyle tam yargı davası açılıp açılmadığına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığı, başvurucunun mağdur sıfatının değerlendirilmesi bakımından AYİM’den başvurucunun tam yargı davası açıp açmadığı hususunun araştırılmasının uygun olacağı ifade edilmiştir.

31. Bakanlığın kabul edilebilirlik konusundaki anılan görüşüne karşı başvurucu; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göndermelerde bulunarak şüpheli bir biçimde gerçekleşen ölümlerde etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesinin yaşam hakkının ihlaline yol açabileceğini, asıl talebinin yürütülen ceza soruşturmasının etkisiz olduğunun tespiti olduğunu,bu olaya ilişkin olarak tazminat almak gibi bir amacı bulunmadığı için AYİM nezdinde tam yargı davası açmadığını belirtmiştir.

32. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirliği hususunda karar verebilmek için somut olayda devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir.

1. Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin İddialar

33. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

34. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların veya diğer bireylerin gerekse kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

35. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

36. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin, kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askerî mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmelerinin gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi gözönüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014,§ 74).

37. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Devlet, askerlik görevini zorunlu kıldığı için özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi,askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, §§ 75, 76).

38. Yaşam hakkının korunması, silah altındaki bir askerin askerî makamların kontrolü altında iken “şüpheli” bir biçimde ölmesi halinde, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmî bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın; öncelikle olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit edilmesini, gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapıldığı sabit görülen saldırıları cezasız bırakmamalıdır (Sadık Koçak ve diğerleri, § 77).

39. Anayasa Mahkemesi açısından, başvurucuların yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına varılan durumlarda -askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla- yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya çelişkili olduğu ileri sürülemez (Sadık Koçak ve diğerleri, § 95).

40. Bu kapsamda, bir kısmına Bakanlık görüşünde yer verildiği görülenbaşvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemler incelendiğinde ölüm olayının gerçekleştiği gün resen soruşturmanın başlatıldığı, askerî savcı eşliğinde olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin uygulandığı; ilgili askerlerin, müteveffanın yakın arkadaşlarının ve komutanlarının beyanlarının alındığı, olay yerinde bulunan silah, boş kovan, müteveffanın kıyafetleri ile müteveffadan alınan el svapları üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirildiği, incelemeler neticesinde müteveffanın ölümü sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının müteveffaya teslim edilen piyade tüfeğiyle gerçekleştiğinin, müteveffaya ait hücum yeleğindeki atış artıklarının dağılımı ve yoğunluğu itibarıyla atışın bitişik atış olduğunun, el svaplarında atış artığı bulunduğunun tespit edildiği, ölümünün meydana gelmesinde herhangi bir şahsın suç teşkil edecek “kastı, kusuru ya da ihmali” bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara karşı başvurucular tarafından Askerî Mahkemeye yapılan itirazın da reddedildiği anlaşılmaktadır.

41. Başvurucunun; ceza soruşturması sürecine ilişkin olarak Askerî Savcılığın kararında oğlunun bireysel ve ailevi sorunları nedeniyle intihar ettiğinin kabul edildiğini, hâlbuki oğlunun kendisi ile bir sorununun bulunmadığını, tanık beyanlarında da oğlunun son günlerde moralinin yerinde olduğunun beyan edildiğini,bu nedenle intihar ettiğinin kabul edilmesinin mümkün olmadığını, ancak soruşturmanın intihar kabulü ile yürütüldüğünü ileri sürdüğü görülmektedir.

42. Olayın oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümün “şüpheli” olduğuna dair iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın gerçekleşme şeklini incelemesi gerekmektedir.

43. Başvurucunun yukarıdaki iddialarına rağmen tanık beyanlarının birbiri ile örtüşür şekilde Y.B.nin kız arkadaşıyla sorunları olduğunu ortaya koyduğu, son dönemde moralinin bu ilişkiye bağlı olarak zaman zaman bozulup düzeldiğini, ancak vefatı öncesinde yeniden bozulduğunu ifade eden tanıkların bulunduğu, başvurucunun uzun süredir kendisiyle yakın irtibatının bulunmadığına ilişkin Y.B.nin beyanlarını aktaran tanıkların iddialarına karşılık olarak başvurucunun herhangi bir açıklamada bulunmadığı; olay yeri, Y.B.nin silahı ve giysileri üzerinde yapılan teknik incelemeler sonrasında elde edilen delillerin bir bütün olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararında kabul edilenin aksine ölümün başka bir şekilde veya üçüncü bir kişinin eylemine bağlı olarak gerçekleştiğini kabul etmeye imkân tanımadığı görülmektedir.

44. Başvurucunun ileri sürdüğü, tanıkların asker kişiler olması nedeniyle özgür iradeleriyle ifade vermedikleri iddiasının, tanıkların ifadesinin olayın gerçekleştiği gün askerî savcı tarafından alınmış olduğu da dikkate alındığında, tek başına olayın başka bir şekilde gerçekleştiğinden şüphelenilmesi için yeterli olduğu söylenemez. Benzer şekilde başvurucu, ölüme yol açtığı tespit edilen silah üzerinde Y.B.nin parmak izinin bulunmadığını ifade etmektedir. Tanık ifadelerine ve olay yeri inceleme raporu kayıtlarına geçtiği şekilde olayın gerçekleşme koşullarına bakıldığında, Y.B.nin vurulması sonrasında kendisini ilk gören askerlerin ve tıbbi yardımda bulunmaya çalışan komutanlarının silaha da müdahalede bulundukları ve bu sırada son hâliyle silahı kulenin köşesine doğru dik bir pozisyonda bıraktıkları, atışın bitişik atış olarak yapıldığının tespit edilmesi; müteveffanın eli ve hücum yeleği ve silahtaki atış artıklarının yine silahın ateşlenmesinin başka türlü gerçekleştiğini ortaya koyacak nitelikte olmadığı anlaşılmıştır. Ne şekilde gerçekleştiği anlaşılamamakla birlikte, olay anında ve sonrasında, Y.B.nin yanı sıra, silahla teması olanların silah üzerinde parmak izlerinin tespit edilemediği görülmektedir. Her ne kadar bu husus, delillerin korunması açısından bir eksiklik olarak kabul edilebilecek olsa da, olayın gerçekleşme şekline ilişkin yapılan diğer tespitler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Askerî Savcılığın nihai olarak ulaştığı kanaatten şüphelenilmesi açısından yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır.

45. Bu bölümde yer verilen değerlendirmeler ışığında da başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasında, Anayasa Mahkemesince resen gözetilecek bir yetersizlik veya çelişkinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

46. Mevcut başvuruda gerçekleşen ölüme ilişkin olarak başvurucunun ortaya koyduğu ve yürütülen ceza soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan, müteveffanın ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunun aksine bir durumdan “şüphelenilmesini” gerektiren bir olgu bulunmamaktadır. Bu durumda yukarıda (bkz. § 38) yer verilen ilkeler karşısında, başvuru konusu olay kapsamında yaşam hakkı açısından ön soruşturmayı aşan ve yargılamayı da içeren bir ceza soruşturması yürütülmesi zorunluluğu bulunduğu sonucuna varılamaz. Bütün bu hususlar dikkate alındığında intihar sonrasında yürütülen ceza soruşturmasında yukarıda yer verilen ilkeler yönünden bir eksikliğin bulunduğu söylenemez.

47. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkı kapsamında güvence altına alınan etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edilmediğinin açık olduğu anlaşıldığından bu yöndeki iddiaların kabul edilemez olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

2. Yaşamı Koruma Yükümlülüğüne İlişkin İddialar

48. Diğer yandan başvurucu, her ne kadar Bakanlığın görüşüne karşı sunduğu beyanlarda, asıl talebinin olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığının tespiti olduğunu ileri sürmüş ise de ihlal iddialarının diğer bölümünün (özellikle de intihar ettiğinin kabul edilmesi hâlinde intiharı engellemek için sorumluların üzerine düşen görevleri yerine getirmedikleri iddiasının) oğlunun yaşamının korunması konusunda gerekli önlemlerin alınmadığı yönünde olduğu anlaşılmaktadır.

49. Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda bir sonuca varabilmek için yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde (bkz. § 36) öncelikli olarak askerî yetkililerin Y.B.nin intihar etme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.

50. Ancak Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri, § 83).

51. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgilinin maruz kaldığı zararların devam edip etmediğine bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede, bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri 84).

52. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce bu konuda verdiği kararlarında (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841; Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2872; Metin Dilmaç ve diğerleri, B. No: 2013/1439) etkili bir ceza soruşturmasını müteakip AYİM’in, yaşanan intihar eyleminden idarenin sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesinin, başvurucuların yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşmıştır.

53. Somut olayda başvurucu, AYİM nezdinde, yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamındaki iddiaları açısından etkili olduğu kabul edilebilecek tam yargı davasını açmadığını ifade etmektedir. Oysa başvurucunun ileri sürdüğü, kamu otoritelerinin müteveffanın intiharını engelleme noktasında gerekli tedbirleri almadıkları iddiası AYİM nezdinde açılacak tam yargı davasında değerlendirilecek ve varsa idarenin kusur veya kusursuz sorumluluğuna hükmedilebilecektir.

54. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

A. 1. Yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

24/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Hamza Bozan [2.B.], B. No: 2013/8917, 24/2/2016, § …)
   
Başvuru Adı HAMZA BOZAN
Başvuru No 2013/8917
Başvuru Tarihi 11/12/2013
Karar Tarihi 24/2/2016

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, askerlik hizmeti yaptığı sırada yaşamını yitiren kişinin yaşamının korunması açısından idarenin gerekli tedbirleri almaması ve olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Güvenlik güçlerinin ölümcül güç kullanması Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kişinin intihar riskine karşı korunması Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 1602 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu 43
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi