TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAHYA ÖZAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11141)
|
|
Karar Tarihi: 22/9/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Kamil KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Yahya ÖZAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Emine
ÇANDARLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kadastro sırasında paftasında yol vasfı ile tespit
dışı bırakılan taşınmaz hakkında kadastro öncesi zilyetliğe dayalı olarak
açılan tescil davasının içtihat yoluyla kabul edilen iki yıllık makul süre
içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/7/2014 tarihinde Karşıyaka 1. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 13/1/2016 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/5/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
30/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2007 yılında yapılan kadastro çalışmalarında yol
vasfı ile tespit dışı bırakılan dava konusu taşınmazı yirmi yıldan fazla
süredir kullanmakta olduğunu, zilyetlikle kazanım koşullarının oluştuğunu ileri
sürerek taşınmazın adına tapuya tescili talebiyle 17/9/2009 tarihinde
(kapatılan) Hafik Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tescil davası açmıştır.
9. Mahkeme 22/9/2010 tarihli ve E.2009/105, K.2010/72 sayılı
kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir.
10. Davalıların temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 8. Hukuk
Dairesinin 2/12/2011 tarihli ve E.2011/1856, K.2011/6524 sayılı ilamı ile “davanın, Yargıtay ve Daire uygulamalarıyla kabul
edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı ve taşınmazın tespit dışı
bırakıldığı 23/5/2007 tarihinden dava tarihine kadar yirmi yıllık sürenin de
geçmediği” gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı
şöyledir:
“Mahkemece, yazılı gerekçeyle davanın kabulüne
karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma
olanağı bulunmamaktadır. Dava konusu taşınmazın bitişiğinde bulunan 152 ada 18
sayılı parsel, 23.5.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında
davacı Yahya Özay adına tespit ve tescil edilmiştir. Davacıya ait parselin
kadastro tespiti 23.5.2007 tarihinde yapıldığına göre, dava konusu taşınmazın
da aynı tarihte paftasında yol olarak bırakıldığının kabulü gerekir. Kural
olarak, paftasında yol olarak ya da tespit dışı bırakılan bir taşınmaz için
kadastrodan önceki zilyetlik kadastro tespitiyle kesintiye uğrayacağından
kadastrodan sonra başlayacak zilyetliğe eklenmez. Kadastro tespitinin yapıldığı
tarihten itibaren taşınmazın yeniden ilgilisi tarafından aralıksız, çekişmesiz
malik sıfatıyla ve 20 yıllık süreyle kullanılması gerekir. Yargıtay ve Daire
uygulaması gereğince kadastro tespitinin yapıldığı tarihten itibaren, iki yıl
ve daha aşağı makul sayılacak bir süre içerisinde paftasında yol ya da tespit
harici bırakılan taşınmaz için dava açılmış ise, kadastrodan önceki zilyetliğin
hesaba katılması kabul edilmektedir. Somut olayda, dava konusu ve paftasında
yol olarak bırakılan taşınmaz 23.05.2007 tarihinde paftasında yol olarak
gösterilmiş, dava ise 17.09.2009 tarihinde açılmıştır. Yani paftasında yol
olarak gösterildiği tarihten itibaren yaklaşık 2 yıl 4 aylık bir süre geçtikten
sonra davanın açıldığı belirlenmiştir. Şu halde,
paftasında yol olarak bırakılan taşınmazın 23.5.2007 tarihinden itibaren davanın
açıldığı 17.09.2009 tarihine kadar 20 yıllık kazanma süresi geçmediğinden ve
Dairece kabul edilen makul sayılabilecek süre de aşılmış bulunduğundan davanın
bu gerekçeyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmiş olması
usul ve kanuna aykırıdır.”
11. Yargıtay bozma ilamına uyan Mahkeme 7/3/2012 tarihli ve
E.2012/20, K.2012/41 sayılı kararı ile bozma ilamındaki gerekçelerle davanın
reddine karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen söz konusu karar,
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 16/1/2013 tarihli ve E.2012/7575, K.2013/274
sayılı ilamı ile onanmıştır.
13. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 25/2/2014
tarihli ve E.2013/20734, K.2014/3249 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
14. Nihai karar başvurucuya 9/6/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 7/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.
maddesi şöyledir:
“30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava
açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak
kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları;
kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay
içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara,
sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on
yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz
olunamaz ve dava açılamaz.
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde
kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu
kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle
tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın,
taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla
zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve
açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.”
17. 3402 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı
içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme
kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal,
çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini
belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına
tespit edilir.”
18. 3402 sayılı Kanun’un 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu
hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan sahipsiz yerlerden:
...
Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise
haritasında gösterilmekle yetinilir.”
19. 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
713. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı
davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki
mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
... Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen
koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.”
20. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 7/9/2015 tarihli ve
E.2015/11595, K.2015/9767 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkemece, paftasında yol olarak tespit
harici bırakılan, fen bilirkişi raporunda 109 ada 1 parsel sayılı taşınmazın
doğu hududunda ve kırmızı renkle gösterilen, dava konusu taşınmaza ilişkin,
davacı tarafından makul süre geçtikten sonra dava açıldığı ve bu nedenle
kadastro tespitinden önceki zilyetlik süresinin hesaba katılamayacağı, kadastro
tespitinden sonra da davacının 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresini
doldurmadığı gerekçesiyle hüküm kurulmuş ise de; verilen karar usul ve yasaya
uygun bulunmamaktadır. Davacı, kadastro sırasında adına tespit edilen 109 ada 1
parsel sayılı taşınmazın doğusunda kalan ve hakkında tutanak düzenlenmeyerek
haritasında gösterilmekle yetinilen yolun adına tescili istemiyle, kadastrodan
önceki nedenlere dayanarak dava açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36.
maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip
olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Yine
Anayasamızın 13. maddesi uyarınca, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir". 3402 sayılı Kadastro
Kanunu'nun 12/3. maddesinde, kadastro sırasında haklarında tutanak düzenlenen
taşınmazlar yönünden, kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak dava açma hakkı
10 yıl ile sınırlanmış ise de, kadastro sırasında
haklarında kadastro tutanağı düzenlenmeyen taşınmazlar yönünden kadastrodan
önceki nedenlere dayanılarak dava açma hakkını sınırlayan herhangi bir yasa
hükmü bulunmamaktadır. Davacı, kadastro sırasında hakkında tutanak
düzenlenmeyen taşınmaz bölümü yönünden dava açtığına göre, mahkemece işin
esasına girilip ... neticesine göre bir karar verilmek gerekirken, yasal
olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.”
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/4/2015 tarihli ve
E.2013/8-2061, K.2015/1256 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16. maddesi
hükmüne göre; yollar, paftasında gösterilmekle yetinilir. Dava konusu taşınmaz
kadastro işlemi sırasında hukuksal niteliği belirlenerek yol olması nedeniyle
tespit dışı bırakılmıştır. Kadastro veya tapulama dışı bırakılma işlemi,
taşınmazın geometrik durumu belirlenmediğinden bir tespit işlemi değil ise de
görevlilerce bir yerin tescile tabi olmadığı saptanarak hukuksal durumunun
belirlenmiş olması nedeniyle öncelikle bir kadastro veya tapulama işlemidir.
Tespit dışı bırakılan bir taşınmaz hakkında
kadastro tutanağı düzenlenmediğinden paftasınındüzenlenmesi
ile işlemin tamamlandığının kabulü gerekir.
Tespit dışı bırakılan yerlerle ilgili mülkiyet
uyuşmazlıklarında mülkiyeti kazanma koşullarının hangi tarih esas alınarak
inceleneceği ve zilyetliğin hangi tarihte başlamış sayılacağı hususlarının
belirlenmesi önemli ve zorunludur.
Tespit dışı bırakılan yer hakkında komisyon
veya mahkeme kararıyla bir belirleme yapılmamış ve kadastro tutanağı
düzenlenmeden pafta düzenlenmesi suretiyle hukuksal durumu belirlenerektespit
dışı bırakılma işlemi tamamlanmış ise paftasının düzenlendiği tarih kazanma
süresinin ve koşullarının hesaplanmasında esas alınmalıdır. Paftasındayol
olarak gösterilen bir yerin, tapuya tesciline karar verilebilmesi için paftanın
düzenlendiği ve terk edildiği tarihten itibaren 20 yıldan fazla süre ile
tasarruf edilmiş olması gerekir.
Somut olayda dava konusu taşınmaz, davacı
adına tespit edilen 101 ada 8 parsel sayılı taşınmaza ait kadastro tutanağına
göre 25.06.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında paftasında yol
niteliği ile tespit dışı bırakılmıştır.
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 7/4. maddesinegöre ”
çalışma alanı sınırı içinde veya bitişiğindeki taşınmaz mallar ile dışında
toplu olarak bulunan taşınmaz mallardan kadastro tutanağı düzenlenmeyen
yerlerin kadastroya tabi olması yolunda iddia vaki olursa, bu Kanun gereğince
tahdit ve tespiti yapılarak tutanak düzenlenir ve iddia sebepleri açıklanarak
kadastro komisyonuna tevdi edilir”.
Bu maddedeki düzenlemeden de anlaşılacağı
üzere, bu çeşit taşınmazlara yönelik olarak açılacak davalarda herhangi bir
süre öngörülmemiştir.
O halde, Özel Daire bozma ilamında davanın
makul sürede açılmadığına ilişkin belirleme isabetli olmadığından, yerel
mahkemenin bu yöne değinen direnme kararı yerindedir.”
22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/9/2015 tarihli ve
E.2014/16-102, K.2015/2026 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkemece, davanın tespit tarihinden sonraki
2 yıllık makul süre içerisinde açılmadığı gibi tespit tarihinden sonra 20
yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı ve davanın süresinde
açılmadığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen, davacılar vekilinin
temyizi üzerineÖzel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle
hüküm bozulmuş; Yerel Mahkemeceönceki gerekçelerle
ilk kararda direnilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen
uyuşmazlık; kadastro işlemleri sırasında tescil harici bırakılan yerler
hakkında kadastrodan önceki hukuki nedenlere dayanarakdava
açılmasını sınırlayan bir sürenin bulunup bulunmadığı noktasındatoplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki; Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 36. maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde
hak arama özgürlüğüne sahip olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava
açma hakkıdır. Yine Anayasanın 13. maddesi uyarınca "Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir."
Öte yandan; ayni haklar yasal kısıtlama yok
ise nitelikleri gereği her zaman ve herkese karşı ileri sürülebilirler. 3402
sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde yalnızca
hakkında tutanak düzenlenen taşınmazlarla ilgili olarak 10 yıllıkhak
düşürücü süre belirlenmiş olup, gerek 3402 sayılı Kanunda, gerekse 4721 sayılı
Türk Medeni Kanununun tescil hükümlerini düzenleyen maddelerinde, hakkında
tutanak düzenlenmeyen ya da tescil harici bırakılan yerler hakkında kadastro
öncesi nedenlere dayanarak dava açılmasını sınırlayan bir süre düzenlenmesi
bulunmamaktadır.
Nitekim,aynı
ilkeler YargıtayHukuk Genel Kurulunun 22.04.2015 gün
ve 2013/8-2061E.-2015/1256 K. sayılı kararında dakabul
edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında,
kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan yerler hakkında tespit öncesi
zilyetlik hukuksal nedenine dayanılarak dava açılması halinde, söz konusu
davanın tespit harici bırakılma tarihinden itibaren makul bir süre içerisinde
açılması gerektiği, makul süreninYargıtayın yerleşik
kararları ile kabul edilip uzun yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde
uygulandığı, aksi takdirde bir süre kısıtlaması olmaksızın aradan uzun yıllar
geçtikten sonra açılan davalarda sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağı, bu
nedenle makul süre uygulamasının yerinde olduğu belirtilerek direnme kararının
onanması gerektiği dile getirilmiş ise de, bu görüşçoğunluk
tarafından benimsenmemiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen
Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul
ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 22/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, kadastro sırasında paftasında yol vasfı ile
tespit dışı bırakılan taşınmaz hakkında kadastro öncesi zilyetliğe dayalı
olarak tescil davası açtığını, bu tür taşınmazlarla ilgili tescil davaları için
mevzuatta herhangi bir süre sınırlaması bulunmadığını, 3402 sayılı Kanun’un 12.
maddesine göre kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak on yıl içinde
dava açılabileceğini, buna rağmen derece mahkemelerince yorum yoluyla kabul
edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı gerekçesiyle davasının
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkı ile 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş; tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
26. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş
ise de başvurucunun şikâyetinin özü, kadastro öncesi zilyetliğe dayalı tescil
davasının, yorum yoluyla kabul edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı
gerekçesiyle süre yönünden reddedilmesi nedeniyle davanın esasının Mahkemece
incelenmediğine ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun iddiasının adil yargılanma
hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkinbaşvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
28. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun şikâyeti mülkiyet
hakkı kapsamında değerlendirilerek Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen
mülkiyet hakkının sadece sahip olunan bir mülke ve varlığa koruma sağladığı,
belli durumlarda bir malı elde etmeye yönelik meşru beklentinin de anılan
maddenin güvencesinden yararlanabileceği, somut davada, tespit dışı bırakılan
yerlerle ilgili açılacak davalar hakkında Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin
yerleşmiş uygulamasıyla kabul edilen iki yıllık süre içinde davanın açılmaması
nedeniyle tespit dışı bırakılma tarihinden önceki zilyetliğin kazanma
bakımından nazara alınmadığı, yerleşmiş içtihat doğrultusunda bir uygulama söz
konusu olduğundan başvurucunun malı elde etmeye yönelik meşru bir beklentisinin
mevcut olmadığının değerlendirildiği ifade edilerek başvurucunun şikâyeti
incelenirken bu hususların dikkate alınması gerektiği yönünde beyanda
bulunulmuştur.
29. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
31. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
32. Sözleşme’nin 6. maddesi mahkemeye başvurma hakkını açıkça
düzenlenmemekle beraber Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından,mahkemeye başvurma
hakkının hukukun temel prensibi olduğu, mahkemeye başvurma hakkı olmaksızın
hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan söz edilemeyeceği ve adil yargılanma
hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hâle geleceği kabul
edilmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70,
21/2/1975, § 35).
33. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
34. AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü”
ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili
erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını
ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili
fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki
belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye
erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar
verilmektedir (Geffre/Fransa, (k.k)
B. No: 51307/99, 23/1/2003).
35. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik
ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik
ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013).
36. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların
hakkın özünü, zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi,
açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir
(Serkan Acar, B. No: 2013/1613,
2/10/2013, § 38).
37. Dava açma hakkı birtakım sınırlamalara tabi tutulabileceği
gibi bu hakkın kullanımı da belli kurallara bağlanabilir. Bununla birlikte bu
sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99,
11/10/2001, § 22).
38. Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal şartlara tabi tutulması
kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil
yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten diğer yandan da yasalar
tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu
doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
39. Usul kurallarının hukuki güvenliğin sağlanması ve
yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine
hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından
görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim
hakkı ihlal edilmiş olacaktır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006, § 24).
40. AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları
birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı
kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek
şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir
uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir (Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51; Tricard/Fransa, B. No: 40472/98, 10/7/2001, §
33).
41. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler, dava açma ya da
kanun yollarına başvurma hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
42. Başvuruya konu olayda başvurucu, 2007 yılında yapılan
kadastro çalışmalarında yol vasfı ile tespit dışı bırakılan taşınmazı yirmi
yıldan fazla süredir kullanmakta olduğunu,zilyetlikle
kazanım koşullarının oluştuğunu ileri sürerek taşınmazın adına tapuya tescili
talebiyle 17/9/2009 tarihinde tescil davası açmıştır. Mahkeme 22/9/2010 tarihli
karar ile davanın kabulüne karar vermiş ise de temyiz üzerine bu karar,
Yargıtay 8. Hukuk Dairesince, “davanın,
Yargıtay ve Daire uygulamalarıyla kabul edilen iki yıllık makul süre içinde
açılmadığı ve taşınmazın tespit dışı bırakıldığı 23/5/2007 tarihinden dava
tarihine kadar yirmi yıllık sürenin de geçmediği” gerekçesiyle
bozulmuştur.
43. Söz konusu Yargıtay bozma ilamında, paftasında yol olarak ya
da tespit dışı bırakılan bir taşınmaz için kadastrodan önceki zilyetliğin
kadastro tespitiyle kesintiye uğrayacağından kadastrodan sonra başlayacak
zilyetliğe eklenemeyeceği, kadastro tespitinin yapıldığı tarihten itibaren
taşınmazın yeniden ilgilisi tarafından aralıksız, çekişmesiz malik sıfatıyla ve
yirmi yıllık süreyle kullanılması gerektiği, Yargıtay ve Daire uygulaması
gereğince kadastro tespitinin yapıldığı tarihten itibaren, iki yıl ve daha
aşağı makul sayılacak bir süre içerisinde paftasında yol ya da tespit harici
bırakılan taşınmaz için dava açılmış ise kadastrodan önceki zilyetliğin hesaba
katılmasının kabul edilebileceği, somut olayda, dava konusu ve paftasında yol
olarak bırakılan taşınmazın 23/5/2007 tarihinde paftasında yol olarak
gösterildiği, davanın ise yaklaşık 2 yıl 4 aylık bir süre geçtikten sonra
17/9/2009 tarihinde açıldığı, dolayısıyla kadastro sonrası yirmi yıllık kazanma
süresinin geçmediği ve Dairece kabul edilen makul sayılabilecek sürenin de
aşılmış bulunduğu belirtilmiştir (bkz. § 10).
44. Bozma ilamına uyan Mahkeme, bozma ilamındaki gerekçelerle
davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından onanan bu
karar, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddedilmesiyle kesinleşmiştir.
45. Yargıtay 8. Hukuk Dairesince bozma ilamında ortaya konan ve
ilk derece mahkemesince de uyma kararı ile benimsenen uygulamaya göre kadastro
sırasında yol vasfı ile tespit dışı bırakılan taşınmazlar hakkında kadastro
öncesi zilyetliğe dayalı olarak açılan tescil davaları için doğrudan bir dava
açma süresi öngörülmemekle birlikte bu taşınmazlarla ilgili açılacak davalarda
kadastro öncesi zilyetliğin dikkate alınması için davanın Yargıtay ve Daire
uygulaması ile kabul edilen iki yıl içinde açılması zorunlu kılındığından bu
yaklaşımla, kadastro öncesi zilyetliğe dayalı olarak açılan tescil davalarının
dinlenebilmesi için dolaylı olarak iki yıllık dava açma süresi getirilmiş
olduğu anlaşılmaktadır.
46. Başvurucu, kadastro sırasında tespit dışı bırakılan
taşınmazlar hakkında açılacak tescil davaları için mevzuatta herhangi bir süre
sınırlaması bulunmadığını, 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesine göre kadastrodan
önceki hukuki sebeplere dayanılarak on yıl içinde dava açılabileceğini, buna
rağmen derece mahkemelerince yorum yoluyla kabul edilen iki yıllık makul süre
içinde açılmadığı gerekçesiyle davasının reddedildiğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
47. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın
yorumlanması ve uygulanması, derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu
yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa
Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden
yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015,
§ 40).
48. 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinde, kadastro çalışmaları
sırasında hakkında kadastro tutanağı düzenlenen taşınmazlarla ilgili
tutanaklarda belirtilen haklara, tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on
yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava
açılamayacağı belirtilmiştir (bkz. § 16). Aynı Kanun'un 16. maddesinin üçüncü
fıkrasında yol, meydan, köprü gibi orta mallarının haritasında gösterilmekle
yetinileceği belirtildiğinden bu nitelikteki kamu malları hakkında kadastro
tutanağı düzenlenmemektedir. 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinde belirtilen on
yıllık dava açma süresi, hakkında kadastro tutanağı düzenlenen taşınmazlara
ilişkin olduğundan yol, meydan, köprü gibi kamu malları hakkında kadastro
öncesi nedenlere dayalı olarak hangi sürede dava açılabileceği konusunda anılan
Kanun’da açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
49. Başvurucu, bu tür taşınmazlar hakkında açılacak tescil
davaları için 3402 sayılı Kanun’da düzenlenmeyen iki yıllık dava açma süresinin
yorum yoluylu öngörülmesinin adil yargılanma hakkını
ihlal ettiğinden şikâyet etmiştir.
50. Anayasa'nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı açısından
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın diğer
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da
mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence
ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39).
51. Anayasa'nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
52. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa'nın
bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun
genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması
zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer verilen güvence ölçütlerinin,
Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay, § 41).
53. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin
kanunilik şartını sağladığının kabulü için, müdahalenin kanuni bir dayanağının
bulunması zaruridir. Bununla birlikte, temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir.
Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu
noktada yasanın niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü,
sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte;
böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku
bilmesine de yardımcı olmakta; bu yönüyle hukuk güvenliği güvencesi
sağlamaktadır (Bülent Polat [GK],
B. No: 2013/7666, 10/12/2015, §§ 73-96).
54. Kanunun bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi
için yeterince ulaşılabilir olması yani vatandaşların belirli bir olaya
uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye
sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe
karşı uygun bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin
genişliğini ve icra edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması
gerekmektedir (Gülmez/Türkiye,
16330/02, 20/5/2008, § 49; Silver ve
diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, § 86-88; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79,
2/8/1984, § 66-68; Rotaru/Romanya,
[BD], B. No: 28341/95, 4/5/2000, § 55).
55. Bununla birlikte her ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal
mevzuatın gereken koruma seviyesi, büyük ölçüde ilgili metnin düzenlediği alan
ve içeriğiyle birlikte muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından
bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde
soyutluk içermesi ve bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hâle
gelmesi tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Bu
kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli ölçülerdeki takdir
alanını elbette uygulayıcıya sunabilir. Fakat bu takdir alanının sınırlarının
da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik içermesi
zaruridir (Halime Sare
Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 65).
56. Somut başvuru açısından kadastro çalışmalarında yol vasfı
ile tespit dışı bırakılan taşınmaz hakkında başvurucu tarafından açılan tescil
davasının, uygulamayla kabul edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı
gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına bir müdahale
oluşturduğu açıktır.
57. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin benzer davalar için benimsediği
ve somut davada da uyguladığı yaklaşıma göre kural olarak bir taşınmaz için
kadastrodan önceki zilyetlik kadastro tespitiyle kesintiye uğrayacağından
kadastrodan sonra başlayacak zilyetliğe eklenmez. Bunun sonucu olarak da
kadastro tespitinin yapıldığı tarihten itibaren taşınmazın yeniden ilgilisi
tarafından aralıksız, çekişmesiz, malik sıfatıyla ve yirmi yıllık süreyle
kullanılması gerekir.
58. Kural bu olmakla birlikte Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin
uygulaması gereğince kadastro tespitinin yapıldığı tarihten itibaren iki yıl ve
daha aşağı makul sayılacak bir süre içerisinde paftasında yol ya da tespit
harici bırakılan taşınmaz için dava açılmış ise kadastrodan önceki zilyetliğin
hesaba katılması kabul edilmektedir. Bir başka ifadeyle yol, meydan, köprü gibi
kamu malları hakkında açılacak tescil davalarında kadastro öncesindeki
zilyetliğin dikkate alınması için kadastro öncesi zilyetliğe dayalı davanın,
taşınmazın kadastro sırasında tespit dışı bırakıldığı tarihten itibaren iki
yıllık makul süre içinde açılması gerekmektedir.
59. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin anılan yaklaşımına karşılık bu
tür taşınmazlarla ilgili kadastro öncesi zilyetlik iddiasına dayalı olarak
açılacak davaların son dönemde temyiz incelemesini yapan Yargıtay 16. Hukuk
Dairesi, hakkında tutanak düzenlenmeyen ya da tespit harici bırakılan yerler
hakkında kadastro öncesi nedenlere dayanılarak dava açılmasını engelleyen ya da
hak düşürücü süre belirleyenyasal düzenleme mevcut
olmadığından bu tür davalar için süre sınırı bulunmadığını kabul etmektedir
(bkz. § 20; Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 7/3/2016 tarihli ve E.2015/2527,
K.2016/2239 sayılı; 2/7/2015 tarihli ve E.2014/17506, K.2015/9510 sayılı;
14/5/2014 tarihli ve E.2014/4311, K.2014/6035 sayılı; 6/5/2013 tarihli ve
E.203/2914, K.2013/4922 sayılıilamları).
60. Öte yandan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca da aynı konunun
yakın zamanda incelendiği ve Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin yaklaşımı
doğrultusunda bir uygulama benimsendiği görülmektedir (bkz. §§ 21, 22).
61. Yukarıda yer verilen tespitlere göre 3402 sayılı Kanun'un
12. maddesinde, kadastro çalışmaları sırasında haklarında kadastro tutanağı
düzenlenen taşınmazlarla ilgili kadastro öncesi nedenlere dayalı olarak
açılacak davalar için on yıllık hak düşürücü süre sınırı düzenlendiği ancak
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 16. Hukuk Dairesinin yukarıda bahsi geçen
kararlarında vurgulandığı gibi haklarında tutanak düzenlenmeyip haritasında
gösterilmekle yetinilen yol, meydan, köprü gibi orta malları için kadastro
öncesi nedenlere dayalı olarak açılacak davalarla ilgili 3402 sayılı Kanun veya
ilgili mevzuatta süre sınırı öngören herhangi bir düzenleme bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Bu itibarla dava konusu taşınmaz hakkındaki zilyetliğe dayalı
tescil davasının iki yıl içinde açılmasını zorunlu kılan Yargıtay 8. Hukuk
Dairesinin bu uygulamasının Anayasa'nın 36. maddesi anlamında müdahalenin
meşruiyet unsurlarından biri olan kanunilik şartını sağladığı söylenemez.
62. Başvuruya konu müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı
anlaşıldığından söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet
edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
63. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu'nun 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
65. Başvurucu tazminat talebinde bulunmuştur.
66. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı
kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
67. Adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunduğundan ihlale konu kararı veren Hafik Asliye Hukuk
Mahkemesinin bulunduğu adliyenin Sivas adliyesiyle birleştirilmiş olması
nedeniyle kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Sivas Nöbetçi
Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı
kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamında
mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere ihlale konu kararı veren Hafik Asliye Hukuk
Mahkemesinin bulunduğu adliyenin Sivas Adliyesiyle birleştirilmiş olması
nedeniyle Sivas Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
22/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.