TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAKBULE GÜNEY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1278)
|
|
Karar Tarihi: 16/6/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt
DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Makbule
GÜNEY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun babasının trafik kontrolü sonrasında
yapılan takip sırasında polis memuru tarafından silahla vurularak öldürülmesi
olayında sanığa hak ettiği cezanın verilmediğinden bahisle etkili soruşturma ve
kovuşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.Başvuru 22/1/2014 tarihinde Balıkesir
1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 21/4/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4.Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasınakarar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6.Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 12/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 14/9/2015
tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7.Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. 27/8/2006 tarihinde Balıkesir şehir merkezinde trafik
denetimi yapan polis memuru, sağ sol yaparak geldiğini görmesi üzerine 10 UF ... plakalı aracı alkollü araç
kullanıldığı şüphesiyle durdurmuştur. Araç sürücüsü olan başvurucunun babası
Halil Bulut'a aitehliyet ve araç ruhsatı incelenmiş, alkolmetre ile sürücünün alkollü olup olmadığı kontrol
edilmiş, sürücünün 159 promil alkollü olduğunun
anlaşılması üzerine ceza tutanağı düzenlenmiştir.
9. Bu sırada araçta bulunan arkadaşına
bir şey söylemesi gerektiğini ifade eden sürücü, aracına binerek olay yerinden
Bigadiç istikametine doğru hızla uzaklaşmaya başlamış; görevli iki trafik
polisi, ekip aracı ile kaçan şahsı takip etmeye başlamış; sürekli dur ikazı
yaptıkları hâlde dur ikazına aldırış etmeyen ve hızla kaçmakta olanHalil Bulut’un aracına doğru on üç el ateş etmişlerdir.
Olay
sonrasında yapılan teknik incelemelerde atılan mermilerden on birinin aracın
arka alt tampon kısmına isabet ettiği, bir merminin sağ kapı dirseğine isabet
ettiği, bir merminin ise arka cam sağ çerçevesi ortasına girip sürücüye isabet
ettiği anlaşılmıştır.
10. Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2006
tarihli ve 2006/180 sayılı iddianamesi ile polisin silahla ateş etmesi sonucu
yaralanan sürücünün olay yerinde öldüğü, olayda 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı
Polis Vazife ve Salȃhiyet Kanunu'nun 16.
maddesinde sayılan silah kullanılmasını gerektirir bir durumun mevcut olmadığı,
sanığın önünde seyreden araca ateş etmesi durumunda isabet alıp ölebileceğini
öngörmesine rağmen ateş etmeye devam ederek sürücü Halil Bulut’un ölümüne yol
açtığı, bu şekilde olası kasıtla hareket ettiğinden 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 81/1 ve 21/2 maddeleri gereğince cezalandırılması
talep edilmiştir.
11. Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesinin 18/4/2008
tarihli ve E.2006/414, K.2008/136 sayılı kararıyla değişen suç vasfı nedeniyle
kastın aşılması sonucu bir kişinin ölümüne sebebiyet vermek suçundan sanık polis
memuru 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve verilen ceza ertelenmiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"DELİLLERİN TAKDİRİ VE GEREKÇE
...
Bursa Adli Tıp Kurumu
Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesinin 19.09.2006 tarihli otopsi raporuna
göre; maktülün kanında ileri derecede ancak ölümü
tevdii etmeyen 193 mg/dl miktarında etanol tespit edildiği, başkaca toksit bir madde ile uyutucu/uyuşturucuya rastlanmadığı,
otopsi bulgularına göre kişinin vücuduna sırtta sağ skapuladan
göğüs boşluğuna girerekher iki akciğer ve kalp
yaralaması yapan ve sol meme iç yan alt kısmından çıkarak vücudu terk eden
ateşli silah mermi çekirdeği yaralamasının müstakilen
öldürücü nitelikte olduğu, kişinin ölümünün bu ateşli silah yaralama sonucu
akciğer ve kalp harabiyeti neticesinde gelişen iç
kanama ve hipovolemik şok sonucu meydana geldiğinin,
sırttan giren mermi çekirdeğinin giriş deliği elbiseli bölgeye denk geldiği içinkesin atış mesafesinin tayin edilemeyeceğinin, cesette
mermi çekirdeği elde edilemediğinin, silahla yaralama dışında başkaca travmatik bulguya rastlanmadığı, ölüm üzerinde harici etki
bulunmadığı tespit edilmiştir.
Maktülün 27.08.2006 tarih saat: 00.49’da alkolmetre
ile yapılan ölçüm sonucu; 159 promil alkollü olduğu
tespit edilmiştir.
Maktül hakkında alkollü araç kullanmak suçundan ceza tutanağı düzenlenmiştir.
Mahkememizce mahallinde keşif yapılmış ve
teknik bilirkişinin görüşüne başvurulmuştur. Keşif sırasında maktülün kullandığı araçta incelenmiştir.
Bilirkişinin
düzenlemiş olduğu 03.11.2006 tarihli rapor ve ekli krokiye göre; maktülün trafik kontrolü yapıldığı ve kaçmaya başladığı yer
ile vurulmak suretiyle durdurulduğu yer arasındaki mesafenin 18,5 km olduğu,
takip sırasında 2 kez durması için uyarı atışı yapıldığı, megafonla ve araç
farıyla durması yönünde ses ve ışıkla uyarıldığı, maktülün
tehlikeli şekilde araç kullandığı, kırmızı ışıkta geçtiği, olay mahalline 40
metre kala sanık tarafından durdurulmak için aracın arka tekerine doğru ateş
edildiği, ateşe başlandığı sırada aralarında 11,3 metre mesafe olduğu, araçta
13 adet mermi giriş deliğinin saptandığı, 10 nolu
merminin sağ arka kapı kelebek camının kaporta ile kesiştiği noktadan girip
çapraz yol izleyerek şoför koltuğu sağ arka üst kısmını delerek maktüle saplanıp çıkan mermi olduğu, 11 nolu
merminin sağ yolcu kapısının açık camından içeriye girip tavan dirseğini
sıyırarak ön camı patlatıp dışarıya çıktığı, diğer mermilerin aracın arka
tamponuna ve tekerine isabet ettikleri, 10 nolu
merminin ölüme sebebiyet verdiğini, olay sırasında her iki aracın seyir
halinde, atış yapanın ve maktülün de hareketli olması
sebebiyle sabit bir noktaya nişan alınmasının mümkün olmadığı, ateş edilen
mermilerin farklı bir noktaya da isabet edebileceğini beyan etmiştir.
Olayın meydana geliş şekli, bu mesafeden ateş
edilmesi durumunda her iki aracın ve içindeki kişilerinde hareketli olması
dikkate alınarak, mermilerde sekme olup olmayacağı hususunda İstanbul Adli Tıp
Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden görüş sorulmuş ise de,ilgili İhtisas Dairesi 06 Haziran 2007 tarih ve 03
Ağustos 2007 tarihli raporlarında olayın mahallinde yapılacak keşif ve
delilleri bizzat incelemek suretiyle görüş bildirilmesinin uygun olacağı
belirtilmiş ve bu konuda rapor düzenlenmemiştir.
Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Balistik
Şubesinin 04 Ekim 2006 tarihli raporuna göre ise; olay yerinden temin edilen 6
adet 9 mm çapındaki merminin sanığa ait olan tabancadan atılmış olduğu tespit
edilmiştir.
Toplanan deliller ve
tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde; Balıkesir Emniyet Müdürlüğü Trafik Şube
Müdürlüğünde görevli olan polis memuru sanığın yanındaki arkadaşı Ömer Demir
ile birlikte Balıkesir şehir merkezi Doğumevi kavşağında mutad
trafik kontrollerini yaparken 10 UF 588 plakalı aracın kontrolsüz olarak
seyretmesi nedeniyle sürücüsünün alkollü olduğu şüphesi üzerine durdurulduğu,
sürücüye alkolmetre ile kontrol yapıldığı, cihazın
tespitine göre 159 promil alkollü olduğunun
anlaşıldığı, ayrıca Bursa Adli Tıp Grup Başkanlığının otopsi raporuna göre de
193 mg/dl kanda etanol bulunduğu, sürücü hakkında ceza tutanağı düzenlendiği,
aracın trafik muayenesinin geçmiş olduğu, sigorta poliçesinin de bulunmaması
nedeniyle de görevli polis memurları tarafından aracın bağlanmak istendiği, bu
durumu anlayan sürücünün trafik memurlarının dalgınlığından istifade ederek
araca binerek olay yerinden kaçmaya başladığı, tanık Hasan Bincan’ın
da aynı araçta yolcu olarak bulunduğu, tanık Hasan’ın uyarısına rağmen araç
sürücüsü Halil Bulut’un trafik kurallarına uymaksızın hızlı şekilde kırmızı
ışık uyarılarına da dikkat etmeden, zaman zaman tehlikeli şekilde şerit
değiştirerek seyredip kendisini takip eden polis memurlarından kaçmaya
çalıştığı, megafon ve far sinyali ile durması hususunda uyarı yapıldığı, ayrıca
2 kez de silahla havaya uyarı atışı yapıldığı, aracın durmayacağını düşünen
sanığın, maktülün kullandığı araca 11,30 metre
yaklaştığında durmasını sağlamak için arka tekerleğine doğru 13 kez ateş
ettiği, bu mermilerden 11 adedinin teker, tampon gibi aracın alt kısımlarına
isabet etmesine rağmen 2 adet merminin bu noktalara değil daha üst kısımlara
isabet ettiği, bilirkişinin 10 nolu mermi olarak
belirlediği merminin sürücünün oturduğu koltuktan girmek suretiyle sırtına
isabet edip kalp ve akciğer yaralanmasına yol açarak ölümüne sebebiyet verdiği
anlaşılmaktadır.
Bu kabul doğrultusunda, suçun
vasıflandırılması, eylemi gerçekleştirdiği konusunda tartışma olmayan sanığın
hareketinde hukuka uygunluk nedeninin bulunup bulunmadığının belirlenmesi
gerekmektedir.
Sanık hakkında olası kast altında adam
öldürmek suçundan cezalandırılması istemi ile dava açılmıştır. Olası kast TCK.nun 21/2.maddede “kişinin
suçun kanuni tanımındaki unsurlarının gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen
fiili işlemesi halinde olası kast vardır” şeklinde tanımlanmış olup, uygulama
ve öğretide yapılan kabule göre, sonucun öngörülmesine rağmen “olursa olsun”
anlayışı içinde hareket etmektir. Olası kastın varlığından bahsedilmek için
sonucunun da kabullenilmesi gerekmektedir. Bu açıdan değerlendirme
yapıldığında, sanığın ve bulunduğu aracın hareket halinde olması, maktülün aynı şekilde hareketli bir araç içinde bulunması
göz önünde bulundurulduğunda, yapılan atış sonucu merminin sekebileceği ve
istenilen yerden başka bir hedefe de isabet edebileceği öngörülebileceği
düşünülebilir. Ancak sanığın meydana gelen sonucu kabul ettiği ve bu amaçla
ateş ettiğini ispat etmek mümkün değildir.
Sanık, trafikte görevli polis memurudur. TCK.nun 24/1 maddesi gereğince
“kanun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilemez.” Bu düzenleme hukuka
uygunluk nedeni olarak Ceza Kanununda yer almıştır. Polis vazife ve selayet yasasının 16.maddesinde hangi koşullarda silah
kullanılabileceği açıklanmıştır. Suç tarihinde yürürlükte bulunan yasanın
16.maddesi gereğince ağır hapis gerektiren bir suçtan sanık veya mahkum olup da zabıta tarafından aranmakta olan şahsın
yakalanması sırasında kaçması veya dur emrine kulak asmaması halinde başka
türlü ele geçirilmesi kabul olmasa, yine Ağır Cezalık suçtan dolayı suçüstü
halinde yakalanmak istendiği sırada kaçar veya başka bir şekilde ele geçirilme
imkanı olmasa silah kullanma yetkisi doğmaktadır. Bu maddede 02.06.2007 tarih
5681 sayılı kanunun 4.maddesi gereğince yapılan değişiklik sonunda ise,
hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri
verilmiş olan kişilerin yada suçüstü halinde
şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla veya sağlayacak ölçüde silah
kullanmaya yetki verilmektedir. Yasada değişiklik öncesi ve sonrası yapılan
düzenlemeden anlaşılacağı üzere, şüphelinin hakkında yakalama kararının
bulunması veya suçüstü halinde görülmesi, yakalanmak istenmesine rağmen
kaçması, dur ihtarına uymaması, ayrıca silahla uyarı atışı yapılması, buna
rağmen ele geçirilmesinin mümkün olmamasının yanında başka şekilde de
yakalanmasının mümkün olamaması durumunda silah kullanmak gerekebilecektir.
Olayımızda, başlangıçta suç teşkil edebilecek
bir hareket bulunmamaktadır. Şüphelinin alkollü araç kullanması kabahat nevinden görülmüş ve ceza tutanağı düzenlenmiştir. Kaldı ki
alkollü araç kullanmak suretiyle trafik düzeninin bozulduğu ve TCK.nun 179 maddedeki suçun
oluştuğu kabul edilse bile ruhsatı ve plaka numarası alınan, ceza tutanağı
düzenlenen şüphelinin silahla ateş etmeden de yakalanması mümkündür. Şüphelinin
bir süre daha takip edilip şehirlerarası karayolu güzergahında
bulunan diğer güvenlik görevlilerine haber verilip barikat kurulmak suretiyle
de engellenmesi olağan iken sanığın silah kullanma yetkisi doğduğu düşüncesiyle
ateş ettiği, ancak hukuka uygunluk nedeninin gerçekleşmediği, sanığın bu durumu
bilebilecek tecrübeye sahip olduğu, dolayısıyla ceza sorumluluğunun tamamen
kaldırılmasının söz konusu olmadığından sanık hakkında 30/3 maddesi
yollamasıyla 25/1 maddesi uygulanamayacaktır. TCK.nun 27/1 maddesinde ceza sorumluluğunu kaldıran
nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde fiilin taksirle işlenmesi
durumunda cezalandırılabiliyorsa taksirli suç sebebiyle cezalandırılabileceği
hükme bağlanmıştır.
Sanık, maktülü uzun süre takip etmiş, yolda seyir sırasında trafik
düzenini bozucu şekilde de seyir edilmesine rağmen yapılan uyarıları da dikkate
almaksızın seyreden sürücünün aracını durdurmak için arka tekerleklerine ateş
ettiği, kast olmaksızın mermilerden birisinin sekmesi sonucu ölüme sebebiyet
verdiği, bu nedenle olayda olası kastın gerçekleşmediği, yukarıda açıklandığı
şekilde hukuka uygunluk nedenlerinden olan kanunun emrini yerine getirme
hususunda kast olmaksızın sınır aşıldığı için sanığın taksirle suçtan
cezalandırılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Olayın meydana geliş şekline göre, dikkat ve
özen yükümlülüğüne aykırılık sonucu sanığın bir kişinin ölümüne sebebiyet
vermek suçundan cezalandırılması gerektiğinden, sanığın kusur durumu, olayın
gerçekleşme şekli göz önünde bulundurularak ceza alt sınırdan belirlenmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan nedenlerle,
Sanığın olası kast ile bir kişiyi öldürmek
suçundan cezalandırılmasına yer olmayıp, sabit olan eylemi ceza sorumluluğunu
kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması sonucu bir kişinin
öldürülmesine sebebiyet vermek eyleminden dolayı taksirle adam öldürmek
suçundan cezalandırılması gerektiği için TCK.nun
27/1 maddesi yollamasıyla TCK.nun 85/1 maddesi
gereğince suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği
zaman ve yer, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya
tehlikenin ağırlığı, failin taksire dayalı kusurun ağırlığı, failin güttüğü
amaç ve saiki göz önünde bulundurularak 3 YIL HAPİS
CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
TCK.nun 27/1 maddesi
gereğince sanığın cezasından 1/3 oranında indirim yapılarak 2 YIL HAPİS CEZASI
İLE CEZALANDIRILMASINA,
Sanığın suç sonrası ve yargılama sürecindeki
davranışları ile suçtan pişmanlık duyduğu anlaşıldığından TCK.nun 62/1 maddesi gereğince cezasından 1/6
oranında indirim yapılarak 1 YIL 8 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
Sanığın sosyal ekonomik durumuna göre hapis
cezasının adli para cezasına dönüştürülmesine YER OLMADIĞINA,
Zarar miktarı karşılanmadığından ve koşulları
oluşmadığından CMK.nun 231/5
maddesinin uygulanmasına YER OLMADIĞINA,
5237 sayılı TCK.nun 51/1 maddesi gereğince sanığın yargılama
sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda
Mahkememizde olumlu bir kanaat oluştuğundan kısa süreli hürriyeti bağlayıcı
cezasının ERTELENMESİNE, ... (karar verilmiştir). "
12.Başvurucu ve diğer katılanların temyizi üzerine anılan
Mahkeme kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/2/2013
tarihli ve E.2009/8911, K.2013/906 sayılı ilamıyla onanmış ve karar aynı
tarihte kesinleşmiştir. Onama ilamının gerekçesi şöyledir:
"1-Oluşa, dosya içeriğine ve gösterilen gerekçeye göre: mahkemenin
sanığın eylemini, "TCK.nun
27/1 maddesi yollamasıyla taksirle öldürme" suçu olarak nitelendirmesinde
bir isabetsizlik görülmediğinden, sanığın bilinçli taksirle öldürme suçundan
cezalandırılması gerektiğine yönelen tebliğnamedeki
bozma düşüncesi benimsenmemiştir.
2-Toplanan deliller karar yerinde incelenip,
sanık Kadir'in suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun
şekilde suç niteliği tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin niteliği
takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen
dosyaya göre verilen hükümde isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin TCK.nun
24/1 ve CMK.nun 231. maddelerinin uygulanması
gerektiğine, katılanlar Halime ve Makbule vekilinin eksik incelemeye, suç
niteliğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün tebliğnamedeki düşünce aykırı olarak (ONANMASINA),
12/02/2013 gününde oybirliğiile karar verildi."
13. Başvurucu, bu kararın kendisine tebliğ edilmediğini, 23/12/2013 tarihinde Mahkemeye başvurmasıyla bu tarihte
kararı öğrendiğini beyan etmiş ve başvuru ekinde 23/12/2013 tarihli belge
örneği alma tutanağınısunmuştur. Başvurucu22/1/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Mahkemenin E.2006/414 sayılı dosyasının UYAP üzerinden
incelenmesi neticesinde Cumhuriyet Başsavcılığının 16/4/2013
tarihinde ilgili polis memuru hakkında ceza fişi düzenlediği, anılan ceza
fişinde kesinleşme tarihi olarak 12/2/2013 tarihine yer verildiği görülmüştür.
15. Yine 16/4/2013 tarihinde Mahkeme
tarafından Yargıtay ilamına ilişkin bilgilere yer verilerek kesinleşme şerhi
düzenlenmiştir.
B. İlgili Hukuk
16. 5237 sayılı Kanun'un 21. maddesinin (2)numaralı fıkrası, 22., 81., 85. maddeleri ve 87. maddesinin (4) numaralı
fıkrası.
IV.İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 16/6/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, Balıkesir Ağır Ceza
Mahkemesinin hukuk kurallarını ve delilleri eksik ve hatalı değerlendirmesi
sonucu babasının polis memuru tarafından vurularak öldürülmesine rağmen sanığa
hak ettiği cezanın verilmeyerek etkili soruşturma ve kovuşturma yapılmaması
nedeniyle Anayasa'nın 17. ve 36. maddelerinde tanımlanan yaşam hakkı ile adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu nedenle
başvurucu tarafından Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma ve etkili başvuru hakları ile bağlantı kurularak ileri sürülen
iddiaların Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı
kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
B. Değerlendirme
20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi
içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte
başvurabilirler…"
21. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) "Başvuru süresi ve mazeret"
kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
22. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre
kuralıdır. Sürenin, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).
23. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla
başvuruculara, bireysel başvuruda bulunmak için imkân yanında hukuki belirlilik
de sağlanmaktadır. Dolayısıyla dava açma ya da kanun yollarına başvuru için
belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde
kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim
hakkına aykırı değildir (Remzi Durmaz,
B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
24. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin
(1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru
yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekmektedir. Anılan düzenlemelerde başvuru yolu öngörülen
durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak "başvuru
yollarının tüketildiği" tarihten söz edilmekte ise de haberdar olunmayan
bir hususta başvuru yapılamayacağı dikkate alınarak bu ibarenin "nihai
kararın gerekçesinin öğrenildiği" tarih olarak anlaşılması gerekir. Bu
öğrenme somut olayın özelliklerine göre farklı şekillerde gerçekleşebilir (A.C. ve diğerleri, [GK], B. No: 2013/1827,
25/2/2016, § 25)
25. Bireysel başvuru süresi bakımından "nihai kararın
gerekçesinin tebliği", öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği
ile sınırlı olarak gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu
olabilir. Bu kapsamda nihai kararın gerekçesinin "dosyadan suret
alınması" gibi hâllerde de öğrenilmesi mümkündür. Başvurucunun, nihai
kararın gerekçesini"öğrendiğini beyan ettiği
tarih" de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (İlyas Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21, 22).
26. Diğer yandan nihai kararın gerekçesi öğrenilmemiş olmakla
birlikte sonucunun öğrenildiği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir
durumda sonucu öğrenilen nihai kararın gerekçesine derece mahkemesinden kesin
olarak erişilebilmesi mümkün ise bireysel başvuru süresinin sonucun öğrenildiği
tarihten itibaren başlatılması gerekir. Bu kapsamda bir ceza mahkûmiyetine
ilişkin nihai kararın sonucunun infaz aşamasında "yakalama", "müddetname veya çağrı kağıdının ya da ödeme emrinin
tebliği" suretiyle öğrenildiği durumlarda başvurucu, nihai kararın
sonucundan haberdar olmakta ve nihai karar gerekçesini kesin olarak öğrenme
olanağına sahip bulunmaktadır (Aydın Selçuk,
B. No: 2014/3194, 20/11/2014, § 24; Özgür Çapkın, B. No: 2014/2546,
30/12/2014, § 24; Halil Aslan, B.
No: 2014/3038, 10/12/2014, § 38).
27. Nihai kararın gerekçesinin bir şekilde öğrenilemediği veya
nihai kararın sonucunun öğrenilip gerekçesinin kesin olarak öğrenilme imkânının
elde edilemediği hâllerde başvuru süresinin hangi tarihten itibaren başlayacağının
da belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde sınırsız bir başvuru süresi söz konusu
olabilecektir. Bu kapsamda bireysel başvuru süresinin başlangıç tarihinin
tespitinde başvurucuların özen yükümlükleri ile mahkemeye erişim haklarının
aşırı sınırlanmaması hususları birlikte dikkate alınmalıdır (A.C. ve diğerleri, § 28).
28. Başvurucuların bireysel başvuruda bulunmak üzere dava ve
başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülükleri vardır. Bu
yükümlülük kapsamında ilk derece mahkemesine ulaşan nihai kararın gerekçesini
öğrenme konusunda gerekli özeni gösterme sorumluluğu başvuruculara aittir.
Diğer bir ifadeyle başvurucular veya vekillerinin ilk derece mahkemesine ulaşan
kararın bir örneğini almak için özenli davrandıklarını kanıtlamaları gerekir (A.C. ve diğerleri, § 29; benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Ölmez/Türkiye
(k.k.), B. No: 39464/98, 1/2/2005;
Refik Alpaya ve
İbrahim Dağılma/Türkiye (k.k.), B. No:
34384/08, 12/3/2013, § 16).
29. Mevzuatta Yargıtay ceza dairelerinin kararlarının taraflara
tebliğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ceza yargılamasında nihai
kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece mahkemesine ulaşmasından ve
böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra özen yükümlülüğü kapsamında
makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmak isteyen ilgililerden karara
erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri beklenir. Bu kapsamda erişilebilir
olan nihai kararın en geç üç ay içinde ilgilileri tarafından bilindiği ve
gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir. Aksi tespit edilmediği sürece
bireysel başvuru için Kanun'da öngörülen otuz günlük başvuru süresi
başlayacaktır (A.C. ve diğerleri,
§ 30).
30. Somut olayda Yargıtay 1. Ceza Dairesi 12/2/2013
tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararının onanmasına karar vermiştir.
31. Başvurucu, bireysel başvuru dilekçesinde başvuruya konu
nihai kararın kendisine tebliğ edilmediğini ve bu kararı öğrenme tarihinin Derece
Mahkemesine başvurduğu 23/12/2013 tarihi olduğunu
ifade etmiştir.
32. Başvuru evrakında ve dava dosyasındaki belgelerde, başvuru
konusu nihai kararın (Yargıtayın ilamının), ilk
derece mahkemesi olan Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesine ne zaman ulaştığına
dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Nihai karara konu Balıkesir 1.Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2006/414 sayılı dosyasının UYAP üzerinden incelenmesi
neticesinde -Yargıtay ilamının söz konusu Mahkemedeki kayıt tarihi kesin olarak
belirlenememiş ise de- Mahkemenin 16/4/2013 tarihinde
söz konusu karara ilişkin kesinleşme şerhi ve ceza fişi düzenlediği
görüldüğünden Yargıtay ilamının en geç bu tarihte Mahkemeye ulaştığının kabul
edilmesi gerekmektedir.
33. Başvurucu açısından 16/4/2013
tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinin dosyasına girmiş olan nihai kararın
başvurucunun özen yükümlülüğü kapsamında bu tarihten itibaren en geç üç ay
içinde karara erişilmesi ve karar gerekçesinin öğrenilmesinin gerçekleştiğinin
kabul edilmesi gerekmektedir. Başvuru tarihinin 22/1/2014
olduğu dikkate alındığında başvurunun süresi içinde yapılmış olduğunun kabul
edilmesi mümkün değildir.
34. Açıklanan nedenlerle başvurunun süre aşımı nedeniyle reddi gerekir.
Alparslan ALTAN ve Muammer TOPAL bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
16/6/2016 tarihinde, Alparslan ALTAN ve
Muammer TOPAL'ın karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuru, başvurucunun babasının
27.8.2006 tarihinde Balıkesir şehir merkezinde trafik kontrolü sonrasında
yapılan takip sırasında polis memuru tarafından silahla vurularak öldürülmesi
olayı ile ilgili soruşturmanın etkili olarak yürütülmemesi ve sanık polis
memuru hakkında taksirle adam öldürme suçundan ceza verildikten sonra cezanın
da ertelenmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Çoğunluk görüşüyle, Yargıtay ilamının
16.4.2013 tarihinde mahkemesine ulaştığı kabul edilerek başvurucunun özen
yükümlülüğü kapsamında bu tarihten itibaren en geç üç ay içinde karara erişmesi
gerektiği ve bu tarih itibariyla karar gerekçesini
öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiğinden bahisle başvurunun süresinde olmadığı
ve bu nedenle süre aşımından dolayı başvurunun reddine karar verilmiştir.
3. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz
ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
4. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında
devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin
boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu
kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan etkili bir soruşturma yürütülmesini
gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94). Bu yükümlülük
sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm
olayları açısından geçerli değildir. Devletin -doğal olmayan her ölüm olayında
kendisi, öldürmeme ya da yaşamı koruma yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da-
gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik
etkili bir soruşturma yapmamış olması, soruşturma yükümlülüğünün ihlalini
doğurabilir. Zira bu tür olaylarda etkili bir soruşturma yürütülmesi, yaşam
hakkını korumak için ihdas edilen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde
uygulanmasının güvencesini oluşturmaktadır (Filiz
Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §§ 25,
26).
5. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı yaşam hakkını koruyan
mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm
olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen
değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin, başvuruculara
üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı
verdiği; tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56,
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kolevi/Bulgaristan, B. No: 1108/02, 5/11/2009,
§ 192).
6. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına
soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek,
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir.
Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski
taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 57). Bu kapsamda yetkililerce tanıklarının ifadelerinin alınması, bilirkişi
incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân
verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde
edilmesi için soruşturma konusu olayın gerektirdiği mümkün olan tüm tedbirlerin
alınması; ölümün gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması,
soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların
kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve soruşturma
sonucunda verilen kararın, yaşam hakkına yönelik bir müdahale varsa bu
müdahalenin, Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir
müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No:
2013/9461, 15/12/2015, § 73).
7. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki
inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir.
Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik
gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın
etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma
işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No:
2013/4668, 16/9/2015, § 68).
8. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme
ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı özel
durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya
da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan
kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha
sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan
bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da
kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir
öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B.
No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29).
9. Başvuru konusu olayda Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığının
25.9.2006 tarihli ve 2006/180 sayılı iddianamesi ile polis memuru sanık
hakkında olası kastla adam öldürme suçundan dolayı 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun 81/1 ve 21/2. maddeleri ile cezalandırılması talebiyle kamu davası
açılmış, Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesinin 18/4/2008
tarihli ve E.2006/414, K.2008/136 sayılı kararıyla değişen suç vasfı nedeniyle
kastın aşılması sonucu bir kişinin ölümüne sebebiyet vermek suçundan sanık
polis memuru 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve verilen ceza
ertelenmiştir. Başvurucu ve diğer katılanların temyizi üzerine anılan Mahkeme
kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/2/2013 tarihli
ve E.2009/8911, K.2013/906 sayılı ilamıyla onanmış ve karar aynı tarihte
kesinleşmiştir. Başvurucu, bu kararın kendisine tebliğ edilmediğini, 23/12/2013 tarihinde Mahkemeye başvurmasıyla bu tarihte
kararı öğrendiğini beyan etmiş ve başvuru ekinde 23/12/2013 tarihli belge
örneği alma tutanağını sunarak 22/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
10. Belirtilen durum karşısında
kendisine tebligat yapılmayan başvurucunun ilk derece mahkemesi tarafından
18.4.2008 tarihinde karara bağlanmasına rağmen Yargıtay tarafından bundan makul
bir süre olarak görülemeyecek bir sürede yaklaşık 5 yıl sonra ancak
sonuçlandırılan davada onama kararını öğrendiğini beyan ettiği tarih esas
alındığında, süresinde yapıldığı açık olan ve yaşam hakkını ilgilendiren
başvuruda davaya katılan durumunda bulunan başvurucuya üç ay içerisinde karara erişmesi
ve karar gerekçesini öğrenmesi şeklinde kanunlarda olmayan bir özen
yükümlülüğünün yüklenmesi, somut olayın özelliklerini gözardı
eden ve başvuru hakkını aşırı biçimde kısıtlayan dar bir yorum niteliğindedir. Devletin pozitif yükümlülüklerinin
bulunduğu yaşam hakkına ilişkin bir alanda başvurucuyu Yargıtayda
geçen 5 yıl boyunca üçer aylık sürelerle mahkemeye giderek dosyanın dönüp
dönmediğini araştırma yükümlülüğü altında bırakmak yaşam hakkının ve bireysel
başvuru hakkının niteliğiyle bağdaşmaz.
11. Bu nedenle başvurunun süresi içerisinde yapıldığı ve kabul
edilebilir bulunması gerektiği düşüncesinde olduğumdan çoğunluğun başvurunun
süre aşımı nedeniyle reddine yönelik kararına katılmadım.
Üye
Alparslan ALTAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|