TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET SEDAT ABAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/12912)
Karar Tarihi: 12/1/2017
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Raportör
Hüseyin MECEK
Başvurucu
Mehmet Sedat ABAN
Vekili
Av. Murat MECİT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltında işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği, gözaltında müdafi yardımından yararlanma, masumiyet karinesi, hakkaniyete uygun yargılanma ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. 1954 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığında müsteşar yardımcısı olduğunu belirtmiştir.
8. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının2001/477 sayılı soruşturması kapsamında 22/8/2001 tarihinde başvurucunun ifadesiyle kamuoyunda “Vurgun Operasyonu” adıyla bilinen operasyon yapılmış, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı bünyesinde görev yapanların da bulunduğu birçok kişi gözaltına alınmıştır.
9. Başvurucu da aynı operasyon kapsamında 26/8/2001 tarihinde gözaltına alınmış, 1/9/2001 tarihinde tutuklanmıştır.
10. Ankara DGM Cumhuriyet BaşsavcılığınınE.2001/233 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında ihaleye fesat karıştırmak, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, görevi kötüye kullanmak, 19/4/1990 tarihli ve 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’na muhalefet suçlarından Ankara 1 No.lu DGM'de kamu davası açılmıştır.
11. Ankara 1 No.lu DGM'nin görevsizlik kararı ile dosya, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş ve Mahkemenin 2002/71 sayılı esasına kaydedilmiştir.
12. Başvurucu, Ankara 1 No.lu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 10/7/2002 tarihinde tahliye edilmiştir.
13. Mahkemenin 27/2/2008 tarihli ve E.2002/71, K.2008/39 sayılı kararı ile başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 235. maddesi uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
14. Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 28/6/2010 tarihli ve E.2010/792 K.2010/5712 sayılı kararı ile Maliye Bakanlığına davanın ihbar edilmemesi ve zabıt katibinin tutanaklardaki imza eksiklikleri nedeniyle karar bozulmuştur.
15. Bozmadan sonra Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/3/2012 tarihli ve E.2010/374, K.2012/79 sayılı kararı ile tüm sanıklar hakkında açılan davaların zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
16. Katılan Hazine Vekili tarafından yapılan temyiz sonucunda hüküm, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 28/5/2014 tarihli ve E.2013/5337, K.2014/5836 sayılı ilamıyla onanmıştır. Kararın ilgili bölümleri şöyledir:
“…
Ana ve ek iddianamelerin içeriğine ve dosya kapsamına göre özetle Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 2000 ve 2001 yılları içerisinde2886 Sayılı Kanunun 35/a ve 44. maddelerinde yer alankapalı teklif ve davetiye usulüyle yapılan bir çok ihalede usulsüzlük yapıldığı, bakanlık içerisinde Müsteşar Yardımcısı, Müşavir, Yapı İşleri Genel Müdür Yardımcısı, Yeterlilik Komisyonu başkanı, Yeterlilik Komisyonu üyesi ve ihale bürosunda çalışan sanıklar ile firma sahibi veya yetkilisi diğer sanıkların aralarında anlaşarak ihalelerin önceden belirlenen firmalara verildiği, yasal olmayan yöntemlerle ihale verilen firma sahibi veya yetkililerinin aralarındakiaçık anlaşmalara veya yaygın uygulamaya bağlı olarakkamu görevlisi sanıklara ve usulsüz ihale alımını kolaylaştıran diğer katılımcıfirmalara çıkar sağladıklarınınve bu şekildediğer suçlar yanında 765 sayılı TCK'nın 205. maddesinde düzenlenen kamu kurum ve kuruluşlarının ihalesine fesat karıştırma suçunu işlediklerinin ileri sürüldüğü, mahkemece yapılan yargılama sonunda Devlet'in herhangi bir zararının oluşmaması ve sanıkların menfaat sağladıkları konusunda somut bilgi ve belgeye rastlanmaması nedenlerine dayanılarak eylemlerinin aynı Yasa'nın 366. maddesine uyan suçu oluşturacağı sonucuna varılarak, dava zamanaşımı nedeniyle anılan suçtan açılan kamu davalarının düşürülmesine karar verildiği, bir kısım kamu görevlisi sanıkların hazırlık aşamasında alınan savunmalarında ihalelerin önceden belirlenen firmalara verilmesi sırasında çıkar sağladıklarına ilişkin ikrarlarının bulunması nedeniyle 5237 sayılı TCK'nın 235/4. maddesi uyarınca rüşvet alma suçu yönünden ayrıca değerlendirme yapılması gerekmekle birlikte, iş bu dava ile irtibatlı Anayasa Mahkemesinin 05/10/2007 gün ve2004/4 Esas (Yüce Divan), 2007/2 Karar sayılı kararında bu beyan ve ikrarların bir bölümünün değerlendirilerek çelişkiliolduklarına, yasal olmadıklarına ve mahkumiyete esas alınamayacaklarına hükmedildiği de gözetilerek yapılan incelemede;
Bozmaya uyularak gereği yerine getirilmek, delilleri takdir ve gerekçeleri gösterilmek suretiyle kurulan hükümler usul ve kanuna uygun olduğundan [hükmün onanmasına karar verilmiştir.]”
17. Dosyada Yargıtay ilamının başvurucuya tebliğ edildiğine dair herhangi bir tebligat evrakına rastlanmamıştır. Başvurucunun onama kararını öğrendiğini belirttiği 10/7/2014 tarihine göre 8/8/2014’te yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır.
B. İlgili Hukuk
18. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 205., 240., 313., 366., 367. ve 368. maddeleri şöyledir:
“Madde 205 - (Değişik madde: 09/07/1953 - 6123/1 md.)
Bir kimse Türkiye Devleti hesabına olarak almaya veya satmaya yahut yapmaya memur olduğu her nevi eşyanın alım veya satımında veya pahasında veya miktarında veya yapmasında fesat karıştırarak her ne suretle olursa olsun irtikap eylerse on seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasıyla cezalandırılır ve zarar kendisine ödettirilir.
Madde 240 - (Değişik madde: 12/06/1979 - 2248/19 md.)
Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde iki bin liradan on bin liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.
Madde 313 - (Değişik madde: 06/06/1991 - 3756/4 md.)
Her ne suretle olursa olsun cürüm işlemek için teşekkül oluşturanlara veya bu teşekküllere katılanlara bir yıldan iki yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
…
Teşekkülün yöneticileri hakkında yukarıdaki fıkralar uyarınca hükmedilecek ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.
Madde 366 - Her kim Hükümet hesabına olarak icra kılınan müzayede ve münakasada şiddet veya tehdit ile veya hediye vait ve itasiyle veya sair menfaatler teminiyle veya gizli ittifak yahut sair hileli vasıtalar ile rekabeti meni veya ihlal yahut müzayede ve münakasada pey sürenleri çekilmeğe sevk ederse üç aydan bir seneye kadar hapse ve otuz liradan iki yüz liraya kadar ağır cezayi nakdiye mahkûm olur.
Eğer fail kanunen veya Hükümet tarafından müzayede veya münakasaya memur olan kimse ise bir seneden üç seneye kadar hapis ve elli liradan dört yüz liraya kadar ağır cezayi nakti hükmolunur.
Madde 367 - Gerek resmi daireler marifetiyle ve gerek beynennas bilmüzayede alınıp satılacak yahut kiraya verilip alınacak mal ve mülklerin müzayedesinde yukarki maddede gösterilen suretlerden biriyle rekabeti meni veya ihlal yahut müzayedeye pey sürenleri çekilmeğe mecbur edenler bir aydan üç aya kadar hapse ve otuz liradan yüz liraya kadar ağır cezayi naktiye mahkum olur.
Madde 368 - Bir kimse kendisine veya başkasına vadolunmuş para veya sair menfaat mukabilinde müzayedeye veya münakasaya devamdan istinkaf suretiyle resmi müzayedeye fesat karıştırırsa altı aya kadar hapse ve otuz liradan elli liraya kadar ağır cezayi naktiye mahkum olur."
19. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 151. maddesi şöyledir:
“Suçların İhbarı
Madde 151 - Suçlara dair ihbarlar, şifahi veya yazılı olarak Cumhuriyet Müddeiumumiliğine, zabıta makam ve memurlarına ve sulh hakimlerine yapılabilir.
Bu ihbarlar kanuni mercilere tevdi edilmek üzere vali, kaymakam ve nahiye müdürlerine de yapılabilir.
Şifahi ihbarlar üzerine zabıt varakası tutulur.
(Değişik fıkra: 21/05/1985 - 3206/32 md.) Takibi şikayete bağlı olan suçlarda bu şikayet yazı ile veya tutanağa geçirilecek beyan ile mahkemeye, Cumhuriyet savcılığına ve yukarıda gösterilen makamlara da yapılabilir.”
20. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 158. maddesi şöyledir:
“İhbar ve Şikâyet
Madde 158 - (1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.
(2) Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 12/1/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu;
i. Bayındırlık ve İskan Bakanlığında müsteşar yardımcısı olarak görev yaptığını, 26/8/2001 ile 1/9/2001 tarihleri arasında hâkim karşısına çıkarılmadan gözaltında tutulduğunu,
ii. Gözaltında bulunduğu süre boyunca kendisini ve siyasileri suçlayıcı beyanda bulunmayı reddetmesi nedeniyle sistematik olarak baskı, yorma, cebre tabi tutulduğunu, nezarethanede uyumadan ayakta bekletildiğini, elleri arkadan bağlı ve belden yukarısı çıplak olarak sorgulandığını, sorgu sırasında darbedildiğini, hayalarının sıkıldığını, uygulanan bu insanlık dışı muamele sonucunda gözaltında kaldığı beşinci günün sonunda yorgun ve bitkin düştüğünü, kendisini ve bazı siyasileri suçlar nitelikteki ifadeyi imzalamak zorunda kaldığını, Savcılık ve Sorgu Hâkimliğinde bu ifadesinden dönebileceğinden kuşkulanan kolluk görevlilerinin buna karşı bir önlem olarak bu ifadenin 2001 yılına ilişkin olduğunu, Sorgu Hâkimliğinden sonra yeniden Emniyete götürülerek 2000 yılıyla ilgili yeniden ifadesinin alınacağını, savcı ve hâkim önünde verdiği ifadesini değiştirirse ailesinin de Emniyete getirileceğini söylediklerini; 1/9/2001 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan sorgusunda kolluk kuvvetlerinin duruşma salonunun kapı aralığından kendisini izlediklerini görünce hâkime “Emniyet ve savcılık ifademe göre siz sorgu zaptını hazırlayın, ben imzalayayım.” dediğini, bu şekilde icra edilen sorgu sonunda tutuklandığını,
iii. Gözaltında bulunduğu sürede müdafi yardımından faydalanmasının önlendiğini,
iv. Basın yayın organlarında soruşturmanın “Vurgun Operasyonu” olarak adlandırıldığını, daha soruşturmanın başında bu şekilde bir adlandırmayla masumiyet karinesinin ihlal edildiğini, hüküm verecek yargı organlarının baskı altına alınarak tarafsızlığının engellendiğini,
v. İşkence ve kötü muamele sonucunda alınan ifadelerin hukuka aykırı delil olmasına rağmen dosyada muhafaza edildiğini, Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla verdiği 5/10/2007 tarihli ve E.2004/45/10/2007 tarihli ve E.2004/4, K.2007/2 sayılı kararının 105. sayfasında “M. Sedat ABAN’ın poliste 1.9.2001 tarihinde saat 8:30’da başlayan ifade alma işleminin ise hiç ara vermeksizin saat 14:45’e kadar toplam altı saat on beş dakika sürdüğü anlaşılmıştır. Bu durumda, iddiaya dayanak yapılan M. Sedat ABAN ve S.D.nin hazırlık soruşturması aşamasında sanık olarak verdikleri, ancak sonradan baskıya dayalı olarak ve yasak yöntemlerle alındığını ileri sürerek kabul etmedikleri ve aksi de kanıtlanamayan, birbirleriyle çelişkili olan ve suç isnadından öteye geçmeyen ifadelerinin hükme esas alınamayacağı”nın değerlendirildiğini, hakkında beraat kararı verilebilecek olmasına rağmen zamanaşımından düşme kararı verildiğini, bunun da kamuoyunda “ceza almaktan kurtulduğu” şeklinde algılandığını, basında bu şekilde haberler çıktığını, bu nedenle delillerin takdirinde açık ve bariz bir keyfîlik sergilenerek aklanma olanağının ortadan kaldırıldığını,
vi. 1/9/2001 ile 10/7/2002tarihleri arasında on aydan fazla bir süre tutuklu kaldığını, beraat etmiş olsaydı 5271 sayılı Kanun'un 141 vd. maddelerine göre tazminat talep edebileceğini ancak düşme kararı verildiği için tazminat talebinde bulunamadığını,
vii. Yargılamanın on iki yıldan uzun sürdüğünü belirterek Anayasa’nın 17., 19. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkının alt ilkelerinden olan gözaltında müdafi yardımından yararlanma, masumiyet karinesi, hakkaniyete uygun yargılanma ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Bakımından
a. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
23. Başvurucu; gözaltındayken isnat olunan eylemleri ikrar etmesi amacıyla nezarethanede ayakta bekletildiğini, darbedildiğini, hayalarının sıkıldığını ileri sürmüştür.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
25. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
26. Başvuru yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, başvuru yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
27. Temel hak ve özgürlüklere saygı devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
28. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin yetkili idari ve yargısal mercilerce düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
29. Başvurucu, başvuru formunda gözaltında kaldığı altı gün boyunca işkence ve kötü muamele gördüğünü iddia etmiştir. Başvurucu; kolluk, Cumhuriyet Savcılığı ve Sulh Ceza Mahkemesindeki ifadelerini, gözaltı giriş ve çıkışı sırasında alınan adli muayene raporlarını bireysel başvuru dosyasına ibraz etmemekle birlikte Savcılıkta ve Sulh Ceza Mahkemesindeki ifadelerinde de kötü muameleye dair bir beyanı bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun gözaltı giriş ve çıkışı sırasındaki adli muayene raporlarını ibraz etmemesinin yanı sıra bu raporlarda darp ve cebir izi bulunduğuna dair bir iddiası da bulunmamaktadır. Başvurucu, Ankara 1 No.lu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından savunmasının alınıp tahliye edildiği 10/7/2002 tarihine kadar on aydan fazla bir süre boyunca da işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak herhangi bir mercie şikâyette bulunmamıştır.
30. Soruşturma ve kovuşturmada kendisini 1412 sayılı mülga Kanun’un 151. maddesi uyarınca suç ihbarının ne şekilde, hangi mercilere yapılabileceğini bilen bir vekille temsil ettiren başvurucu; işkence niteliğinde olduğunu iddia ettiği eylemlerin gerçekleştiği tarihten itibaren yaklaşık on ay boyunca sessiz kalmayı tercih ederek savunması sırasında kendisine isnat olunan suçları işlemediğini kanıtlamak için işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını bir savunma argümanı olarak kullanmıştır. Bu nedenle başvurucunun kovuşturmadaki beyanının işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak tüketilmesi gereken/tüketilmiş bir başvuru yolu olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir.
31. Buna göre Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına giren eylemlere maruz kaldığını ileri süren başvurucu tarafından etkili bir başvuru yolu olan adli makamları hareket geçirmek için bir başvurusunun da bulunmadığı dikkate alındığında başvuruya konu olayın -bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği- Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
33. Başvurucu 1/9/2001 ile 10/7/2002 tarihleri arasında on aydan fazla bir süre boyunca haksız olarak tutuklu kaldığını, yargılama sonunda düşme kararı verilmesi nedeniyle tutuklu kaldığı bu süre için tazminat davasıaçma imkânının bulunmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. 6216 sayılı Kanun’ungeçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
35. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
36. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olması da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştiği tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (Korcan Polatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
37. Somut olayda isnat edilen suçlar nedeniyle 1/9/2001 tarihinde tutuklanan başvurucu, 10/7/2002 tarihinde tahliye edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası kapsamında, tutuklu kaldığı dönem Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce sona ermiştir.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamında Kalan Gözaltında Müdafi Yardımından Yararlanma, Masumiyet Karinesi ve Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
39. Başvurucu, gözaltında bulunduğu sürede müdafi yardımından faydalandırılmadığını, basın yayın organlarında soruşturmanın “Vurgun Operasyonu” olarak adlandırıldığını, daha soruşturmanın başında bu şekilde bir adlandırmayla masumiyet karinesinin ihlal edildiğini, işkence ve kötü muamele sonucunda alınan ifadelerin hukuka aykırı delil olmasına rağmen dosyada muhafaza edildiğini, hakkında beraat kararı verilebilecek olmasına rağmen zamanaşımından düşme kararı verildiğini, bunun da kamuoyunda “ceza almaktan kurtulduğu” şeklinde algılandığını ileri sürmüştür.
40. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir ...”
41. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
42. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
43. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar; başvurucunun kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı “güncel bir hakkının ihlal edildiği iddiasında”bulunması, iddia edilen ihlalden kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun “mağdur” olduğunu iddia etmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
44. Bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/6/2014, § 24).
45. Bu kapsamda bir şüpheli hakkında yürütülen ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanması veya açılmış olan davanın ertelenmesi, düşürülmesi ya da sanığın beraatine hükmedilmesi hâlinde makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iddialara halel gelmemek şartıyla bu kişilerin adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle mağdur olduklarının kabulü mümkün değildir. Ancak bu durum, soruşturma veya kovuşturmaların yukarıda belirtilen sonuçlarının adil yargılanma hakkı dışındaki haklara etkisinin incelenmesine engel teşkil etmez (Bahaettin Gülgör ve diğerleri, B. No: 2013/3209, 21/4/2016, § 43).
46. Somut olayda başvurucu hakkında her ne kadar kamu davası açılmış ise de öngörülen zamanaşımı sürelerinin dolması nedeniyle herhangi bir mahkûmiyet hükmü kurulmamış ve davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun bahse konu iddiaları bakımından mağdur sıfatı bulunmamaktadır.
47. Bu nedenle mağdurluk statüsünün bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun bu kısımdaki şikâyetlerinin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49. Başvurucu, atılı suçlar nedeniyle yargılamanın on iki yıl sonra nihai olarak karara bağlandığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
51. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
52. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 26/8/2001’dir. Sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir. Mevcut olayda bu tarih, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen düşmekararının Yargıtayca onandığı 28/5/2014’tür. (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Başvurucu hakkındaki yargılama on iki yıldan fazla bir süre geçtikten sonra neticelenerek kesinleşmiştir.
53. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usulüne tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40). Somut başvuruda bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir neden bulunmamaktadır.
54. Başvuruya konu davada toplam 568 sanık bulunduğu, İlk Derece Mahkemesinin 27/2/2008 tarihinde başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesince 28/6/2010 tarihinde bozulduğu, bozmadan sonra Mahkemenin 16/3/2012 tarihli kararı ile tüm sanıklar hakkında açılan davaların zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği, yapılan temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 28/5/2014 tarihli ilamıyla hükmün onandığı, davada taraf sayısı çok olmakla birlikte on iki yıldan fazla süren soruşturma ve kovuşturmada makul olmayan bir gecikmenin bulunduğu sonucuna varılmıştır.Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
55. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
56. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
58. Başvurucu, ihlalin tespitiyle sembolik olarak 5 TL maddi, 10 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
59. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Söz konusu ihlal kararı kapsamında başvurucu hangi nedenle maddi zarara uğradığı konusunda bir açıklamada bulunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
60. Başvurucunun başvuru formunda talep ettiği miktar dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle ihlal kararının yeterli tatmin sağladığı anlaşılmakla manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Adil yargılanma hakkı kapsamında kalan gözaltında müdafi yardımından yararlanma, masumiyet karinesi ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun maddi ve manevi tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. 206,10 TL başvuru harcı ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.