TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MAŞALLAH GÜZELSOY BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/14583)
Karar Tarihi: 18/5/2016
R.G. Tarih ve Sayı: 15/6/2016-29743
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Nahit GEZGİN
Başvurucu
Maşallah GÜZELSOY
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun yakının öldürülmesi olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine Silvan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve onaylı suretleri Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden gönderilen başvuruya konu ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu ve eşi 1963 doğumlu Sedat Güzelsoy (S.G.) olay tarihi itibarıyla Diyarbakır ilinde ikamet etmekte olup S.G. bir süredir kendisine ait otomobille bir taksi durağına bağlı olarak ticari taksi şoförlüğü yapmaktadır.
9. S.G. 5/5/1994 tarihinde başvurucu ile müşterek ikamet ettikleri evden saat 9.30 sıralarında çalıştığı taksi durağına gitmek üzere otomobiliyle ayrılmıştır. Başvurucu, eşinden 6/5/1994 günü saat 18.00'e kadar haber alamaması üzerine kolluğa müracaat etmiş ve eşinden haber alamadığını, eşinin hayatından endişe ettiğini beyan etmiştir.
10. Başvurucunun eşi S.G.nin kaybolmasına ilişkin araştırmalar devam ederken 9/5/1994 tarihinde Diyarbakır ili Ergani ilçesi İncehıdır Jandarma Karakoluna, Diyarbakır-Siverek Karayolunun 45. kilometresindeki yolun kenarında bir erkek cesedinin görüldüğünün ihbarı üzerine kolluk görevlileri, ihbara konu yere gitmiş ve hemen durumdan nöbetçi Cumhuriyet savcısını haberdar etmişlerdir.
11. Olay yerine intikal eden kolluk görevlileri, ihbara konu yerde bildirildiği gibi bir erkek cesedinin bulunduğunu ve cesedin üzerindeki kıyafetlerden çıkan sürücü belgesinden ölenin başvurucunun eşi S.G. olduğunu tespit etmiş ve ölenin dayısı Nurettin Güzelsoy'a (N.G.) ulaşarak hemen olay yerine gelmesini istemişlerdir.
12. Bu arada olay yerine gelen Cumhuriyet Savcısı, refakatinde bulunan doktor bilirkişi ve kolluk görevlileriyle birlikte delil incelemesi ve ceset üzerinde ölü muayene işlemi yapmıştır.
13. Olay yerinde yapılan ilk incelemelerde cesedin, karayolunda bulunduğu yerden sürüklenerek yol kenarına getirildiği tespit edilmiş; harici muayenesinde, kafatasının sol paryatel arka kısmında 5 cm çapında künt cisim darbesine bağlı ekimoz ayrıca göğsünde ve sırt bölgesinde birer adet olmak üzere mermi giriş ve çıkış delikleri belirlenmiştir.
14. S.G.nin cesedi üzerinde yapılan ölü muayene işlemi sonucunda pantolonun ceplerinde bir miktar parasının bulunduğu ayrıca kolunda saatinin takılı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca S.G.nin kesin tıbbi ölüm nedeninin ateşli silah yaralanması sonucu gelişen dolaşım ve solunum yetmezliği olduğu belirlenmiştir.
15. Cesetten ve olay yerinden herhangi bir nitelikte silah mermisi çekirdeği veya kovanı elde edilememiştir. Ayrıca olay yerinde ve yakınında ölene ait otomobile de rastlanılmamıştır.
16. Kolluğun haber vermesi üzerine olay yerine gelen maktulün dayısı N.G. teşhis tanığı olarak verdiği beyanında maktulün 5/5/1994 tarihinden beri kayıp olduğunu, çalıştığı duraktaki kişilerden duyduğu kadarıyla aynı gün sabah saat 10.00 sıralarında durağa iki yolcunun geldiğini, durakta beklemekte olan ölenin bu kişileri Diyarbakır ili Seyrantepe mevkine götürmek üzere otomobiliyle duraktan ayrıldığını, ayrılmadan önce aldığı yolcuları istedikleri yere bırakıp hemen döneceğini duraktakilere söylediğini ayrıca maktulle arasında husumet veya anlaşmazlık bulunan bir kişinin de bulunmadığını ifade etmiştir.
17. Başvurucu 21/7/1994 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe ile başvurarak maktul eşine ait olan ve olaydan sonra bulunamayan otomobilin üzerindeki jant ve tekerleklerin, otomobilin önceki sahibi F.K. tarafından 20/7/1994 tarihinde Diyarbakır il merkezinde başka bir otomobilin üzerinde görüldüğünü ileri sürmüştür. Başvurucu, aynı gün Cumhuriyet Savcısınca alınan ifadesinde de bu iddiasını tekrarlamıştır.
18. Bu ifade üzerine Cumhuriyet Savcılığınca kolluğa F.K.nin ifadesinin alınması için talimat verilmiş; adı geçenin kollukta aynı tarihte alınan ifadesinde maktulün olay tarihinde kullandığı otomobilin önceki sahibi olup bu otomobili olaydan bir süre önce haricen maktule sattığını, bu otomobilin üzerindeki jant ve tekerleklerin diğerlerinden ayırt edici nitelikte bazı özellikleri bulunduğunu, bu nedenle söz konusu jant ve tekerlekleri 20/7/1994 tarihinde Diyarbakır il merkezinde başka bir otomobil üzerinde gördüğünde bunların maktule sattığı otomobil üzerindeki jant ve tekerlekler olduğunun hemen farkına vardığını söylemiş, gördüğünü ileri sürdüğü otomobilin plaka sayısını da yetkililere vermiştir.
19. Tanık F.K.nin ifadesinde geçen otomobilin sahibi Diyarbakır Trafik Tescil Müdürlüğü kayıtlarından tespit edilebilmiş, bu kişinin alınan ifadesinde otomobili bir süre önce haricen üçüncü bir kişiye sattığını söylediği görülmüştür.
20. Bu beyandan ve otomobili haricen satın alan üçüncü kişinin anlatımlarından, otomobilin Diyarbakır İl Jandarma Asayiş Komutanlığında uzman çavuş olarak görev yapan İsmail T. isimli kişi tarafından da bir dönem haricen satın alınıp kullandığı tespit edilmiştir.
21. İsmail T.nin 5/8/1994 tarihinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde (Emniyet Müdürlüğü) tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde söz konusu otomobili 2/7/1994 tarihinde Diyarbakır'da görev yapan bir polis memurundan haricen satın aldığında üzerindeki jant ve tekerleklerinin eski olması nedeniyle bir süre sonra aynı Komutanlıkta uzman çavuş olarak görev yapan arkadaşı A.S.nin kendisine, sorulan jant ve tekerlekleri kullanması için verdiğini söylemiştir.
22. A.S.nin 5/8/1994 tarihinde Emniyet Müdürlüğünde tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...F.K. isimli şahıs tarafından Sedat Güzelsoy'a ait otomobile ait olduğu söylenen çelik jantları ve lastikleri, birlikte görev yaptığımız İsmail T. adlı arkadaşıma benim verdiğim doğrudur. Söz konusu lastik ve jantları, İsmail T. arkadaşım kendisine bir otomobil satın almadan üç gün kadar önce Diyarbakır ilinde sanayi sitesine jant ve lastik almak için gittiğimde saat 14.30 sıralarında tesadüfen Sanayi Sitesinde H.İbrahim Kartoğlu Karakoluna dönmeden ana yolun kenarında minibüslerin çalıştığı tali caddenin köşesinde beklemekte olan kendisini önceden görmediğim ve tanımadığım ancak şimdi görsem tanıyabileceğim, şu an ismini hatırlayamamakla birlikte konuşmamız esnasında Lice'li olduğunu söyleyen 30-35 yaşlarında, 1.75 boylarında, kısa tıraşlı, siyah saçlı, saçlarının alın kısmı hafif açılmış, bıyıksız, 4-5 günlük tıraşlı, esmer hatta koyu esmer tenli, zayıf, üzerinde kirli ve siyah renkli şalvar, üst kısmında mavi renkli yelek bulunan, yerli şiveli bir şahıstan pazarlık yapmak suretiyle 2 milyon liraya satın aldım...
Sanayi sitesinde bir müddet gezdikten sonra dükkanlardaki jant ve lastiklerin fiyatlarının yüksek olduğunu gördüm. Sanayi sitesinde çıkma jant ve lastik aradım. Yine sanayi sitesinde bu amaçla dolaşmakta olduğum sırada yukarıda eşkâlini verdiğim şahsı yol kenarında oturur ve söz konusu jant ve lastiklerin yanında olduğunu gördüm...
Haricen satın aldığım otomobilim, ruhsat sahibi tarafından geri alınınca sanayi sitesinden satın aldığım bu jant ve lastikler elimde kaldı. Arkadaşım İsmail T.'de kendisine ait otomobildeki jant ve lastiklerin eski olduğunu söyleyip bu jant ve lastikleri benden isteyince ben de kabul edip kendisine verdim. İsmail T.de benden aldığı bu jant ve lastikleri kendisine ait otomobile taktı...
Ben söz konusu jant ve lastiklerin ölen Sedat Güzelsoy'a ait olduğunu bilmiyordum.Zaten bilseydim satın almazdım ve hatta bilseydim bana bunları satan şahsı yakalardım..."
23. Bu tanığın ifadesinin alınmasından sonra Ergani Cumhuriyet Savcılığı (Cumhuriyet Savcılığı) tarafından olayın fail ya da faillerin devamlı surette aranılması, bu konuda yapılan çalışmaların akıbeti konusunda her üç ayda bir bilgi verilmesi ve fail ya da faillerin tespit edildiklerinde Cumhuriyet Başsavcılıklarında hazır edilmesi için İlçe Jandarma Komutanlığına (Jandarma) ve olayın başlangıç yerinin Diyarbakır olduğu gerekçe gösterilerek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına yazılar yazılmıştır.
24. Söz konusu yazılara belirtilen makamlarca belli aralıklarla cevap verilmiş, bu cevap yazılarında olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediği ve tespit edilmesine ilişkin çalışmaların devam ettiğinin bildirildiği görülmüştür.
25. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/9/2000 tarihinde meçhul olan faillerin dava zamanaşımı olarak belirlediği 9/5/2009 tarihine kadar daimi olarak aranılmaları için "daimî arama" kararı vermiş ve bu kararın bir suretini Jandarmaya göndererek başkaca bir yazışmaya gerek olmaksızın arama çalışmaları konusunda her iki ayda bir bilgi verilmesini istemiştir.
26. Bu karardan sonra Cumhuriyet Savcılığının dava zamanaşımı olarak belirlediği 9/5/2009 tarihine kadar Savcılıkla Jandarma arasında kararın yerine getirilip getirilmediğine ilişkin yazışmalar yapılmıştır.
27. Cumhuriyet Savcılığınca soruşturmada 15/5/2009 tarihinde olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediği ve dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.
28. Başvurucunun itirazı üzerine bu karar Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 27/8/2009 tarihli ve 2009/610 Değişik İş sayılı kararıyla dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olarak belirlenmesi gerekirken on beş yıl olarak belirlendiği gerekçesiyle kaldırılmıştır.
29. Cumhuriyet Savcılığı tarafından 28/9/2009 tarihinde soruşturma evrakı başka bir numara üzerinden kayda alınıp soruşturmada aynı tarihte dava zamanaşımı süresi olarak belirlenen 9/5/2014 tarihine kadar yeniden "daimî arama" kararı verilmiş ve bu karar Jandarmaya gönderilmiştir.
30. Belirtilen tarihten sonra da Cumhuriyet Savcılığı ile Jandarma arasında soruşturmada verilen daimi arama kararı gereğince belli sürelere bağlı olarak yazışmalar yapılmış olup bu yazışmalarda da Jandarmanın, Cumhuriyet Savcılığına meçhul fail ya da faillerin aranılması çalışmalarının devam ettiğini, olay hakkında bilgi ve görgüsü olan bir kişinin tespit edilemediğini, kendilerine olaya ilişkin herhangi bir ihbarın yapılmadığını bildirdiği görülmüştür.
31. Soruşturmada dava zamanaşımı olarak belirlenen 9/5/2014 tarihine kadar yapılan çalışmalarda da olayın fail ya da faillerine ulaşılamamış, ölene ait otomobil de bulunamamıştır.
32. Cumhuriyet Savcılığı 16/5/2014 tarihinde ikinci kez kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...Maktulün olay günü Diyarbakır-Ergani karayolunun 45. km'sinde öldürülmüş olarak bulunduğu, olayın faillerinin bugüne kadar bulunamadığı, olaya ilişkin zamanaşımı süresinin 765 sayılı yasanın 450/7-8-9 ve 102/1 maddeleri uyarınca 20 yıl olduğu, zamanaşımı süresinin 9/5/2014 tarihinde dolmuş olduğu, zamanaşımını kesen veya durduran bir işlemin yapılmadığı mevcut delillerden anlaşılmıştır.
..."
33. Başvurucunun bu karara itirazı, Batman 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/7/2014tarihli ve 2014/847 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...Ergani C. Başsavcılığının soruşturma dosyası, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve itiraz dilekçesi birlikte değerlendirildiğinde; takipsizlik kararında atılı eylemin somut olay karşısında hukuki değerlendirilmesinin yerinde olacak şekilde yapıldığı bu nedenle kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla müşteki Maşallah Güzelsoy'un itirazının reddine karar vermek gerekmiş ..."
34. Nihai karar başvurucuya 12/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
35. 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 102. ve 104. maddelerinin ilgili bölümleri şöyledir:
“Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
… geçmesiyle ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur.”
Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”
36. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”
37. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına ilişkin genelgesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,
...
g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu; eşinin 1994 yılında öldürüldüğünü, bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmada birtakım delillerden bazı kolluk görevlilerine ulaşıldığını ancak yaşadıkları bölgede güvenlik güçlerinin pek çok faili meçhul olaya karıştıklarının soruşturma makamlarınca bilindiği hâlde soruşturmanın bu kişilere yönelik olarak derinleştirilmediğini, bu kişilerin beyanlarının doğruluğunun araştırılmaması suretiyle haklarında kamu davası açılmadığını akabinde soruşturmada, anılan makamlarının gösterdikleri kast veya ihmal sonucunda olayın fail ya da faillerinin tespit edilemeyip kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek Anayasa'nın 15, 17, 36, 141 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6, 13 ve 14. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, eşinin öldürülmesi olayının etkili soruşturulmadığına ilişkindir. Bu nedenle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin eşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
42. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
43. Başvurucu, soruşturmanın etkili yürütülmediğinin yanında soruşturma makamları tarafından eşinin öldürüldüğü tarihlerde yaşadıkları bölgede bazı kolluk görevlilerinin yasa dışı faaliyet gösterdiklerinin ve pek çok faili meçhul olaya karıştıklarının bilindiği hâlde soruşturmanın, elde edilen birtakım delillerle irtibatı bulunduğu anlaşılan kolluk görevlilerine yönelik olarak da derinleştirilmediğini dolayısıyla eşinin bazı kolluk görevleri tarafından öldürülmüş olma ihtimali bulunmasına rağmen bu görevlilerin yakalanmalarının soruşturma makamlarınca istenmemiş olabileceğini de ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvuru ve soruşturma evrakının genelinde bu iddiayı destekleyecek somut bir bilgi ve belge bulunmadığı gibi başvurucunun da başvuru formunda olayın bu yönde gelişmiş olabileceğine dair tutarlı bir açıklamaya yer vermediği görülmektedir.
44. Olay hakkında yürütülen soruşturmanın etkililiği ile de bağlantılı olmak üzere somut olayda Anayasa Mahkemesi açısından başvurucunun yakınının kamu görevlileri tarafından ya da kamu görevlilerinin suç ortaklığı yapması sonucu öldürüldüğü yönünde bir inceleme yapılmasını gerektirecek (makul şüphenin ötesinde) bir tespitte bulunulması mümkün görünmemektedir. Ayrıca başvurucunun şikâyetlerinin genelinin de olay hakkında yürütülen soruşturmadaki eksikliklere ilişkin olduğu dikkate alındığında somut olay açısından incelemenin, doğrudan olay hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olup olmadığı hususunda yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
45. Nitekim Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
46. Bu yükümlülük sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir. Devletin -doğal olmayan her ölüm olayında kendisi, öldürmeme ya da yaşamı koruma yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapmamış olması, soruşturma yükümlülüğünün ihlalini doğurabilir. Zira bu tür olaylarda etkili bir soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını korumak için ihdas edilen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasının güvencesini oluşturmaktadır (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §§ 25, 26).
2. Esas Yönünden
a. Bakanlığın Görüşü ve Başvurucunun Esasa İlişkin İddiaları
47. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvurucuların iddialarının Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme'nin 2. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul (etkili soruşturma yürütülmesi) boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, olayları soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin bu olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları; soruşturmanın, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için kendilerine yeterli ölçüde açık olması, makul bir sürat içinde yürütülmesi ve sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.
48. Bakanlık görüşünde, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği, sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin soruşturmanın etkinliğine zarar verebileceği belirtilmiştir.
49. Görüşün devamında somut olayla ilgili olarak başvurucunun yakınının öldürülmüş olarak bulunduğu, soruşturma kapsamında ölü muayene işleminin yapıldığı ve kesin tıbbi ölüm nedeninin belirlendiği, sonrasında başvurucunun ifadesinin alındığı, ölene ait otomobilden sökülen tekerlek ve jantların başka bir otomobilde görüldüğünün bildirilmesi üzerine ifadesi alınan tanığın söz konusu jantları ve tekerlekleri aldığı kişinin eşkâline dair bazı bilgiler verdiği ancak soruşturma dosyası kapsamında bu tanık tarafından eşkâli bildirilen kişiye ilişkin herhangi bir araştırma yapılmadan daimî arama kararı verildiği ve bu kararın verilmesinden sonra başkaca bir işlem yapılmayıp 16/5/2014 tarihinde soruşturmanın zamanaşımına uğraması gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiş, soruşturmada bu şekilde bir araştırma yapılmadan gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin devletin yaşam hakkını koruma bağlamında sahip olduğu usul yükümlülüğüne uyarlığı konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
50. Başvurucu, eşinin faili meçhul şekilde öldürüldüğünü, olaydan sonra kullandığı otomobilin de bulunamadığını ancak bu otomobil üzerinde bulunan jant ve tekerleklerin iki kolluk görevlisinin kullanımında olduğunun belirlendiğini, bu görevlilerin alınan ifadelerine güvenilerek haklarında kamu davasının açılmadığını ve soruşturmanın daimî aramaya alınıp bu kişiler yönünden derinleştirilmediğini; eşini, kaybolmadan önce en son otomobiline iki yolcu alırken gören tanıklara, bu iki kolluk görevlisinin olay günü eşiyle birlikte görülen kişiler olup olmadıklarının gerekirse teşhis işlemi de yaptırılmak suretiyle sorulmadığını ve sonuç olarak soruşturmada hiçbir delil toplanmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı sunduğu cevabında, görüşte yaşam hakkının ihlal edildiği belirtilmekle birlikte görüşte değinilmeyen ancak başvuru formunda belirtilen soruşturmadaki bazı eksikliklerin de soruşturmanın etkililiği bakımından inceleme sırasında gözönünde bulundurulmasını talep etmiştir.
b. Genel İlkeler
52. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
53. Anayasa Mahkemesince belirtildiği üzere yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük yükleyen haklardandır (AYM, E.2007/78, K.2010/120, 30/12/2010).
54. Kabul edilebilirlik değerlendirmesinin yapıldığı kısımda da ifade edildiği gibi Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu, doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerekiyorsa cezalandırılmasına imkân tanıyan etkili bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
55. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
56. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
57. Bu kapsamda yetkililerce tanıklarının ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için soruşturma konusu olayın gerektirdiği mümkün olan tüm tedbirlerin alınması, ölümün gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve soruşturma sonucunda verilen kararın, yaşam hakkına yönelik bir müdahale varsa bu müdahalenin, Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73).
58. Son olarak yürütülecek soruşturmalarda makul bir süratte gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve soruşturmanın devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29).
c. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
59. Başvuru konusu olaya ve yürütülen soruşturma işlemlerine bakıldığında, maktulün 5/5/1994 tarihinde en son çalıştığı taksi durağından otomobiline aldığı iki müşterisiyle birlikte ayrıldığının görüldüğünün tanıklarca ifade edildiğinin ileri sürüldüğü ve akabinde Diyarbakır-Siverek Karayolunun 45. km'sinde ateşli silahla vurulmuş ve cesedi yol kenarına bırakılmış şekilde bulunduğu anlaşılmıştır.
60. Ölü muayene işlemi sırasında kimlik tanığı sıfatıyla dinlenen maktulün dayısı N.G.nin, maktulün en son iki müşterisiyle birlikte taksi durağından ayrılırken görüldüğünü, hatta taksi durağındaki arkadaşlarına kısa süre sonra döneceğini söylediğini durak çalışanlardan duyduğunu beyan etmesine rağmen soruşturmada, bu kişilerin ifadelerinin alınması yoluna gidilmediği görülmüştür.
61. Aynı durum maktulün olaydan sonra bulunamayan otomobilinin, jant ve tekerlikleri konusunda ifadesi alınan tanık A.S.nin anlatımında sözünü ettiği ve eşkâlini verdiği kişi yönünden de söz konusudur.
62. Tanık A.S.nin, maktule ait olduğunun bildirilip aksinin ileri sürülmediği eşyayı satın aldığı tarih ve kişi konusunda ayrıntılı açıklamalarda bulunduğu ayrıca satın aldığı kişinin eşkâlini de yetkililere verdiği anlaşılmasına rağmen bu kişinin açık kimliğinin belirlenebilmesi bakımından da herhangi bir soruşturma işleminin gerçekleştirilmediği görülmüştür.
63. Öncelikle belirtilmelidir ki soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).
64. Öte yandan soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu her bir olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir ( Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).
65. Bu bağlamda soruşturma kapsamında yürütülecek soruşturma işlemlerinin belirleyicisi, yetkili soruşturma makamlarıdır. Bu makamlar, her bir somut olayın koşullarını ayrıca değerlendirerek makul olan bir yöntem belirleyecektir (Yavuz Durmuş ve diğerleri, B. No: 2013/6574, 16/12/2015, § 61). Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44). Görülmekte olan bir davada ya da yürütülmekte olan bir soruşturmada, delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 93).
66. Ancak somut olaydaki gibi ölümün nasıl gerçekleştiğine ve faillerinin kimler olduğuna dair olay yerinden ya da ceset üzerinden elde edilebilen somut bir bilginin bulunmadığı durumlarda daha çok önem arz etmekle birlikte olay hakkında şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da duyması olası kişilerin ifadelerinin hiç alınmaması ya da çok geç alınması, yürütülen soruşturmanın ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkabilmektedir (Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 61 ).
67. Soruşturmalarda -özellikle de olayın gerçekleştiği zamanda ve yerde- ilk anda yürütülecek işlemler çok büyük önem arz etmektedir. Geçen zamanla birlikte kaçınılmaz bir şekilde delillerin kaybolması, tanıkların yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 62) .
68. Anayasa Mahkemesi kural olarak başvurucuların yakınının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı, titiz ve hızlı bir çalışma sonucunda elde edilen deliller ışığında soruşturma ve ilk derece yargılama makamlarının, olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm sebeplerini kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği kanısına varılan durumlarda, yürütülen soruşturmaların ve davaların, derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya çelişkili olduklarının ileri sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 95).
69. Ayrıca belirtilmelidir ki etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitlerin; hiçbir şekilde Anayasa Mahkemesince, belli kişilerin masumiyetine veya suçlululuğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemesi gerekir. Genel ilkelerde de ifade edildiği üzere etkili soruşturma yükümlülüğü bir amaç değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi tarafından etkili soruşturma yükümlülüğü açısından toplanan veya toplanmayan tüm delillere ilişkin bir değerlendirmede bulunulurken bu delillerin olayın aydınlatılması ve varsa sorumluların tespiti üzerindeki muhtemel olumlu veya olumsuz sonuçları hakkında herhangi bir yorum yapılmamakta olup bu yükümlülük kapsamında yapılan değerlendirmelerde sadece kendine özgü koşulları ve pratik gerçekleri dikkate alınan başvuruya konu somut soruşturmaların bir bütün olarak olayı tüm yönleriyle aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek deliller toplanarak yürütülüp yürütülmediği ve soruşturma makamlarının bu delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirleri alıp almadıkları incelenmektedir.
70. Bu kapsamda incelenen başvuruya konu soruşturmada maktulü, kaybolduğu gün üçüncü kişilerle birlikte gördüklerini ifade eden tanıkların bulunduğunun ileri sürülmesine (bkz. § 16) ve maktule ait olduğu ileri sürülen eşyanın olaydan sonra üçüncü bir kişiden satın alındığının belirtilip bu kişinin eşkâli konusunda bilgiler verilmesine rağmen (bkz. § 22) bu kişilerin kimliklerinin tespitiyle ileri sürüldüğü gibi olaya ilişkin bilgilerinin veya olayla bir bağlantılarının bulunup bulunmadığına yönelik herhangi bir soruşturma işleminin gerçekleştirilmediği anlaşılmıştır.
71. Soruşturmada Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği yeterlilik düzeyi üzerinde etki gösterecek nitelikte olduklarında şüphe bulunmayan bu eksikliklerin bırakılmasının yanında maktulün, kesin tıbbi ölüm nedeninin belirlenmesine ve başvurucunun talebiyle maktule ait olduğu ileri sürülen eşya hakkında bir kısım tanık ifadelerinin alınmasına ilişkin olarak gerçekleştirilen soruşturma işlemleri dışında yetkili makamlar tarafından olayı aydınlatmaya yönelik başkaca bir işlem yapıldığına dair (soruşturma dosyasında yer verilen/nihai kararda değerlendirilen) bir bilgi veya belgenin de bulunmadığı görülmektedir.
72. Dolayısıyla başvuru konusu olay açısından yukarıda yer verilen tespitler birlikte değerlendirildiğinde soruşturma kapsamında ölüm olayının nedenini aydınlatabilmek ve sorumluları tespit edebilmek için gerekli somut adımların atılmadığı, başka bir ifadeyle delillerin toplanması konusunda makul olan tüm tedbirlerin alınmadığı görülmektedir.
73. Bu nedenle soruşturmanın, sözü edilen delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirlerin zamanında alınmamasının yanında sonrasında bu eksikliklerin giderilmesine çalışılması yerine çok uzun bir süre sonuca götürecek hiçbir işlem yürütülmeksizin sürüncemede bırakılıp kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından somut bir adım atılmayarak herhangi bir kesin sonuca ulaşılmasını ortadan kaldıracak bir şekilde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonlandırıldığı anlaşıldığından Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği yeterlilik ve süratte bir inceleme içermediği sonucuna ulaşılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının gerektirdiği usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
75. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
76. Başvurucu 150.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi olmak üzere toplamda 250.000 TL tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
77. Başvuruda yaşam hakkının gerektirdiği usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bununla birlikte somut olayda gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle yeniden soruşturma açılması imkânı olmadığı da dikkate alınarak yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
78. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
79. Kararın bir örneğinin bilgilendirme amacıyla Ergani Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi gerekir.
80. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgilendirme amacıyla Ergani Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/5/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.