TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAŞALLAH GÜZELSOY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/14583)
|
|
Karar Tarihi: 18/5/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 15/6/2016-29743
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
Maşallah
GÜZELSOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun yakının öldürülmesi olayına ilişkin
etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine Silvan Asliye
Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/1/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
4/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 10/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve onaylı
suretleri Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden gönderilen
başvuruya konu ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu ve eşi 1963 doğumlu Sedat Güzelsoy (S.G.) olay
tarihi itibarıyla Diyarbakır ilinde ikamet etmekte olup S.G. bir süredir
kendisine ait otomobille bir taksi durağına bağlı olarak ticari taksi şoförlüğü
yapmaktadır.
9. S.G. 5/5/1994 tarihinde başvurucu ile müşterek ikamet
ettikleri evden saat 9.30 sıralarında çalıştığı taksi durağına gitmek üzere
otomobiliyle ayrılmıştır. Başvurucu, eşinden 6/5/1994 günü saat 18.00'e kadar
haber alamaması üzerine kolluğa müracaat etmiş ve eşinden haber alamadığını,
eşinin hayatından endişe ettiğini beyan etmiştir.
10. Başvurucunun eşi S.G.nin
kaybolmasına ilişkin araştırmalar devam ederken 9/5/1994 tarihinde Diyarbakır
ili Ergani ilçesi İncehıdır Jandarma Karakoluna,
Diyarbakır-Siverek Karayolunun 45. kilometresindeki yolun kenarında bir erkek
cesedinin görüldüğünün ihbarı üzerine kolluk görevlileri, ihbara konu yere
gitmiş ve hemen durumdan nöbetçi Cumhuriyet savcısını haberdar etmişlerdir.
11. Olay yerine intikal eden kolluk görevlileri, ihbara konu
yerde bildirildiği gibi bir erkek cesedinin bulunduğunu ve cesedin üzerindeki
kıyafetlerden çıkan sürücü belgesinden ölenin başvurucunun eşi S.G. olduğunu
tespit etmiş ve ölenin dayısı Nurettin Güzelsoy'a (N.G.) ulaşarak hemen olay
yerine gelmesini istemişlerdir.
12. Bu arada olay yerine gelen Cumhuriyet Savcısı, refakatinde
bulunan doktor bilirkişi ve kolluk görevlileriyle birlikte delil incelemesi ve
ceset üzerinde ölü muayene işlemi yapmıştır.
13. Olay yerinde yapılan ilk incelemelerde cesedin, karayolunda
bulunduğu yerden sürüklenerek yol kenarına getirildiği tespit edilmiş; harici
muayenesinde, kafatasının sol paryatel arka kısmında
5 cm çapında künt cisim darbesine bağlı ekimoz ayrıca göğsünde ve sırt bölgesinde birer adet olmak
üzere mermi giriş ve çıkış delikleri belirlenmiştir.
14. S.G.nin cesedi üzerinde yapılan
ölü muayene işlemi sonucunda pantolonun ceplerinde bir miktar parasının
bulunduğu ayrıca kolunda saatinin takılı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca S.G.nin kesin tıbbi ölüm nedeninin ateşli silah yaralanması
sonucu gelişen dolaşım ve solunum yetmezliği olduğu belirlenmiştir.
15. Cesetten ve olay yerinden herhangi bir nitelikte silah
mermisi çekirdeği veya kovanı elde edilememiştir. Ayrıca olay yerinde ve
yakınında ölene ait otomobile de rastlanılmamıştır.
16. Kolluğun haber vermesi üzerine olay yerine gelen maktulün
dayısı N.G. teşhis tanığı olarak verdiği beyanında maktulün 5/5/1994 tarihinden
beri kayıp olduğunu, çalıştığı duraktaki kişilerden duyduğu kadarıyla aynı gün
sabah saat 10.00 sıralarında durağa iki yolcunun geldiğini, durakta beklemekte
olan ölenin bu kişileri Diyarbakır ili Seyrantepe mevkine
götürmek üzere otomobiliyle duraktan ayrıldığını, ayrılmadan önce aldığı
yolcuları istedikleri yere bırakıp hemen döneceğini duraktakilere söylediğini
ayrıca maktulle arasında husumet veya anlaşmazlık bulunan bir kişinin de
bulunmadığını ifade etmiştir.
17. Başvurucu 21/7/1994 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına
bir dilekçe ile başvurarak maktul eşine ait olan ve olaydan sonra bulunamayan
otomobilin üzerindeki jant ve tekerleklerin, otomobilin önceki sahibi F.K.
tarafından 20/7/1994 tarihinde Diyarbakır il merkezinde başka bir otomobilin
üzerinde görüldüğünü ileri sürmüştür. Başvurucu, aynı gün Cumhuriyet Savcısınca
alınan ifadesinde de bu iddiasını tekrarlamıştır.
18. Bu ifade üzerine Cumhuriyet Savcılığınca kolluğa F.K.nin ifadesinin alınması için talimat verilmiş; adı
geçenin kollukta aynı tarihte alınan ifadesinde maktulün olay tarihinde
kullandığı otomobilin önceki sahibi olup bu otomobili olaydan bir süre önce
haricen maktule sattığını, bu otomobilin üzerindeki jant ve tekerleklerin
diğerlerinden ayırt edici nitelikte bazı özellikleri bulunduğunu, bu nedenle
söz konusu jant ve tekerlekleri 20/7/1994 tarihinde Diyarbakır il merkezinde
başka bir otomobil üzerinde gördüğünde bunların maktule sattığı otomobil
üzerindeki jant ve tekerlekler olduğunun hemen farkına vardığını söylemiş,
gördüğünü ileri sürdüğü otomobilin plaka sayısını da yetkililere vermiştir.
19. Tanık F.K.nin ifadesinde geçen
otomobilin sahibi Diyarbakır Trafik Tescil Müdürlüğü kayıtlarından tespit
edilebilmiş, bu kişinin alınan ifadesinde otomobili bir süre önce haricen
üçüncü bir kişiye sattığını söylediği görülmüştür.
20. Bu beyandan ve otomobili haricen satın alan üçüncü kişinin
anlatımlarından, otomobilin Diyarbakır İl Jandarma Asayiş Komutanlığında uzman
çavuş olarak görev yapan İsmail T. isimli kişi tarafından da bir dönem haricen
satın alınıp kullandığı tespit edilmiştir.
21. İsmail T.nin 5/8/1994 tarihinde Diyarbakır Emniyet
Müdürlüğünde (Emniyet Müdürlüğü) tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde söz konusu
otomobili 2/7/1994 tarihinde Diyarbakır'da görev yapan bir polis memurundan
haricen satın aldığında üzerindeki jant ve tekerleklerinin eski olması
nedeniyle bir süre sonra aynı Komutanlıkta uzman çavuş olarak görev yapan
arkadaşı A.S.nin kendisine, sorulan jant ve
tekerlekleri kullanması için verdiğini söylemiştir.
22. A.S.nin 5/8/1994 tarihinde Emniyet
Müdürlüğünde tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...F.K. isimli şahıs tarafından Sedat
Güzelsoy'a ait otomobile ait olduğu söylenen çelik jantları ve lastikleri,
birlikte görev yaptığımız İsmail T. adlı arkadaşıma benim verdiğim doğrudur.
Söz konusu lastik ve jantları, İsmail T. arkadaşım kendisine bir otomobil satın
almadan üç gün kadar önce Diyarbakır ilinde sanayi sitesine jant ve lastik
almak için gittiğimde saat 14.30 sıralarında tesadüfen Sanayi Sitesinde H.İbrahim Kartoğlu Karakoluna dönmeden ana yolun kenarında
minibüslerin çalıştığı tali caddenin köşesinde beklemekte olan kendisini
önceden görmediğim ve tanımadığım ancak şimdi
görsem tanıyabileceğim, şu an ismini hatırlayamamakla birlikte konuşmamız
esnasında Lice'li olduğunu söyleyen 30-35 yaşlarında,
1.75 boylarında, kısa tıraşlı, siyah saçlı, saçlarının alın kısmı hafif
açılmış, bıyıksız, 4-5 günlük tıraşlı, esmer hatta koyu esmer tenli, zayıf,
üzerinde kirli ve siyah renkli şalvar, üst kısmında mavi renkli yelek bulunan,
yerli şiveli bir şahıstan pazarlık yapmak suretiyle 2 milyon liraya
satın aldım...
Sanayi sitesinde bir müddet gezdikten sonra
dükkanlardaki jant ve lastiklerin fiyatlarının yüksek olduğunu gördüm. Sanayi
sitesinde çıkma jant ve lastik aradım. Yine sanayi sitesinde bu amaçla
dolaşmakta olduğum sırada yukarıda eşkâlini verdiğim şahsı yol kenarında oturur
ve söz konusu jant ve lastiklerin yanında olduğunu gördüm...
Haricen satın aldığım otomobilim, ruhsat sahibi
tarafından geri alınınca sanayi sitesinden satın aldığım bu jant ve lastikler
elimde kaldı. Arkadaşım İsmail T.'de kendisine ait
otomobildeki jant ve lastiklerin eski olduğunu söyleyip bu jant ve lastikleri
benden isteyince ben de kabul edip kendisine verdim. İsmail T.de benden aldığı
bu jant ve lastikleri kendisine ait otomobile taktı...
Ben söz konusu jant ve lastiklerin ölen Sedat
Güzelsoy'a ait olduğunu bilmiyordum.Zaten bilseydim
satın almazdım ve hatta bilseydim bana bunları satan şahsı yakalardım..."
23. Bu tanığın ifadesinin alınmasından sonra Ergani Cumhuriyet
Savcılığı (Cumhuriyet Savcılığı) tarafından olayın fail ya da faillerin devamlı
surette aranılması, bu konuda yapılan çalışmaların akıbeti konusunda her üç
ayda bir bilgi verilmesi ve fail ya da faillerin tespit edildiklerinde
Cumhuriyet Başsavcılıklarında hazır edilmesi için İlçe Jandarma Komutanlığına
(Jandarma) ve olayın başlangıç yerinin Diyarbakır olduğu gerekçe gösterilerek
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına yazılar yazılmıştır.
24. Söz konusu yazılara belirtilen makamlarca belli aralıklarla
cevap verilmiş, bu cevap yazılarında olayın fail
ya da faillerinin tespit edilemediği ve tespit edilmesine ilişkin çalışmaların
devam ettiğinin bildirildiği görülmüştür.
25. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/9/2000 tarihinde meçhul olan
faillerin dava zamanaşımı olarak belirlediği 9/5/2009 tarihine kadar daimi
olarak aranılmaları için "daimî arama"
kararı vermiş ve bu kararın bir suretini Jandarmaya göndererek başkaca bir
yazışmaya gerek olmaksızın arama çalışmaları konusunda her iki ayda bir bilgi
verilmesini istemiştir.
26. Bu karardan sonra Cumhuriyet Savcılığının dava zamanaşımı
olarak belirlediği 9/5/2009 tarihine kadar Savcılıkla Jandarma arasında kararın
yerine getirilip getirilmediğine ilişkin yazışmalar yapılmıştır.
27. Cumhuriyet Savcılığınca soruşturmada 15/5/2009 tarihinde
olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediği ve dava zamanaşımı süresinin
dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.
28. Başvurucunun itirazı üzerine bu karar Siverek Ağır Ceza
Mahkemesinin 27/8/2009 tarihli ve 2009/610 Değişik İş sayılı kararıyla dava
zamanaşımı süresinin yirmi yıl olarak belirlenmesi gerekirken on beş yıl olarak
belirlendiği gerekçesiyle kaldırılmıştır.
29. Cumhuriyet Savcılığı tarafından 28/9/2009 tarihinde
soruşturma evrakı başka bir numara üzerinden kayda alınıp soruşturmada aynı
tarihte dava zamanaşımı süresi olarak belirlenen 9/5/2014 tarihine kadar
yeniden "daimî arama"
kararı verilmiş ve bu karar Jandarmaya gönderilmiştir.
30. Belirtilen tarihten sonra da Cumhuriyet Savcılığı ile
Jandarma arasında soruşturmada verilen daimi arama kararı gereğince belli
sürelere bağlı olarak yazışmalar yapılmış olup bu yazışmalarda da Jandarmanın,
Cumhuriyet Savcılığına meçhul fail ya da faillerin aranılması çalışmalarının
devam ettiğini, olay hakkında bilgi ve görgüsü olan bir kişinin tespit
edilemediğini, kendilerine olaya ilişkin herhangi bir ihbarın yapılmadığını
bildirdiği görülmüştür.
31. Soruşturmada dava zamanaşımı olarak belirlenen 9/5/2014
tarihine kadar yapılan çalışmalarda da olayın fail ya da faillerine
ulaşılamamış, ölene ait otomobil de bulunamamıştır.
32. Cumhuriyet Savcılığı 16/5/2014 tarihinde ikinci kez
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"...Maktulün olay günü Diyarbakır-Ergani
karayolunun 45. km'sinde öldürülmüş olarak bulunduğu, olayın faillerinin bugüne
kadar bulunamadığı, olaya ilişkin zamanaşımı süresinin 765 sayılı yasanın
450/7-8-9 ve 102/1 maddeleri uyarınca 20 yıl olduğu, zamanaşımı süresinin
9/5/2014 tarihinde dolmuş olduğu, zamanaşımını kesen veya durduran bir işlemin
yapılmadığı mevcut delillerden anlaşılmıştır.
..."
33. Başvurucunun bu karara itirazı, Batman 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2/7/2014tarihli ve 2014/847 Değişik İş sayılı kararıyla
reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...Ergani C.
Başsavcılığının soruşturma dosyası, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve
itiraz dilekçesi birlikte değerlendirildiğinde; takipsizlik kararında atılı
eylemin somut olay karşısında hukuki değerlendirilmesinin yerinde olacak
şekilde yapıldığı bu nedenle kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla
müşteki Maşallah Güzelsoy'un itirazının reddine karar vermek gerekmiş ..."
34. Nihai karar başvurucuya 12/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş,
başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
35. 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
102. ve 104. maddelerinin ilgili bölümleri şöyledir:
“Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan
ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi
sene,
… geçmesiyle ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında
yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed
yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim
cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru
zamanı yoktur.”
Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru
zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya
ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun
hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi
tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden
itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan
itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı
ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten
fazla uzatamaz.”
36. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe
giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve
infaz olunur.”
37. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen
(11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na
6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı
fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu
soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve
faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına ilişkin
genelgesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50.
Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,
...
g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet
savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma
evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile
yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da
tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip
edilmesi,
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu; eşinin 1994 yılında öldürüldüğünü, bu olaya
ilişkin yürütülen soruşturmada birtakım delillerden bazı kolluk görevlilerine
ulaşıldığını ancak yaşadıkları bölgede güvenlik güçlerinin pek çok faili meçhul
olaya karıştıklarının soruşturma makamlarınca bilindiği hâlde soruşturmanın bu
kişilere yönelik olarak derinleştirilmediğini, bu kişilerin beyanlarının
doğruluğunun araştırılmaması suretiyle haklarında kamu davası açılmadığını
akabinde soruşturmada, anılan makamlarının gösterdikleri kast veya ihmal sonucunda
olayın fail ya da faillerinin tespit edilemeyip kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verildiğini belirterek Anayasa'nın 15, 17, 36, 141 ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6, 13 ve 14. maddelerinde güvence altına
alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş maddi ve manevi tazminata karar
verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, eşinin
öldürülmesi olayının etkili soruşturulmadığına ilişkindir. Bu nedenle başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda
yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda
başvurucu, ölen kişinin eşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir
eksiklik bulunmamaktadır.
42. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka
bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
43. Başvurucu, soruşturmanın etkili yürütülmediğinin yanında
soruşturma makamları tarafından eşinin öldürüldüğü tarihlerde yaşadıkları
bölgede bazı kolluk görevlilerinin yasa dışı faaliyet gösterdiklerinin ve pek
çok faili meçhul olaya karıştıklarının bilindiği hâlde soruşturmanın, elde
edilen birtakım delillerle irtibatı bulunduğu anlaşılan kolluk görevlilerine
yönelik olarak da derinleştirilmediğini dolayısıyla eşinin bazı kolluk
görevleri tarafından öldürülmüş olma ihtimali bulunmasına rağmen bu
görevlilerin yakalanmalarının soruşturma makamlarınca istenmemiş olabileceğini
de ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvuru ve soruşturma evrakının genelinde bu
iddiayı destekleyecek somut bir bilgi ve belge bulunmadığı gibi başvurucunun da
başvuru formunda olayın bu yönde gelişmiş olabileceğine dair tutarlı bir
açıklamaya yer vermediği görülmektedir.
44. Olay hakkında yürütülen soruşturmanın etkililiği ile de
bağlantılı olmak üzere somut olayda Anayasa Mahkemesi açısından başvurucunun
yakınının kamu görevlileri tarafından ya da kamu görevlilerinin suç ortaklığı
yapması sonucu öldürüldüğü yönünde bir inceleme yapılmasını gerektirecek (makul
şüphenin ötesinde) bir tespitte bulunulması mümkün görünmemektedir. Ayrıca
başvurucunun şikâyetlerinin genelinin de olay hakkında yürütülen soruşturmadaki
eksikliklere ilişkin olduğu dikkate alındığında somut olay açısından
incelemenin, doğrudan olay hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olup
olmadığı hususunda yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
45. Nitekim Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul
boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu
kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan etkili bir soruşturma yürütülmesini
gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
46. Bu yükümlülük sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya
ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir. Devletin
-doğal olmayan her ölüm olayında kendisi, öldürmeme ya da yaşamı koruma
yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa
sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapmamış olması,
soruşturma yükümlülüğünün ihlalini doğurabilir. Zira bu tür olaylarda etkili
bir soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını korumak için ihdas edilen yasal ve
idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasının güvencesini oluşturmaktadır
(Filiz Aka, B. No: 2013/8365,
10/6/2015, §§ 25, 26).
2. Esas Yönünden
a. Bakanlığın Görüşü ve Başvurucunun Esasa
İlişkin İddiaları
47. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvurucuların iddialarının
Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme'nin 2. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkının usul (etkili soruşturma yürütülmesi) boyutu kapsamında
incelenmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının
etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, olayları
soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin bu olaylara
karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları; soruşturmanın, ölenin
ailesinin meşru çıkarlarının korunması için kendilerine yeterli ölçüde açık
olması, makul bir sürat içinde yürütülmesi ve sorumluların belirlenmelerine ve
gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade
edilmiştir.
48. Bakanlık görüşünde, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına
dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil bu sonucu doğuran
araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya
ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri
almaları gerektiği, sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini
engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin soruşturmanın etkinliğine zarar
verebileceği belirtilmiştir.
49. Görüşün devamında somut olayla ilgili olarak başvurucunun
yakınının öldürülmüş olarak bulunduğu, soruşturma kapsamında ölü muayene
işleminin yapıldığı ve kesin tıbbi ölüm nedeninin belirlendiği, sonrasında
başvurucunun ifadesinin alındığı, ölene ait otomobilden sökülen tekerlek ve
jantların başka bir otomobilde görüldüğünün bildirilmesi üzerine ifadesi alınan
tanığın söz konusu jantları ve tekerlekleri aldığı kişinin eşkâline dair bazı
bilgiler verdiği ancak soruşturma dosyası kapsamında bu tanık tarafından eşkâli
bildirilen kişiye ilişkin herhangi bir araştırma yapılmadan daimî arama kararı
verildiği ve bu kararın verilmesinden sonra başkaca bir işlem yapılmayıp
16/5/2014 tarihinde soruşturmanın zamanaşımına uğraması gerekçesiyle
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiş, soruşturmada bu
şekilde bir araştırma yapılmadan gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar verilmesinin devletin yaşam hakkını koruma bağlamında
sahip olduğu usul yükümlülüğüne uyarlığı konusundaki takdirin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
50. Başvurucu, eşinin faili meçhul şekilde öldürüldüğünü,
olaydan sonra kullandığı otomobilin de bulunamadığını ancak bu otomobil
üzerinde bulunan jant ve tekerleklerin iki kolluk görevlisinin kullanımında
olduğunun belirlendiğini, bu görevlilerin alınan ifadelerine güvenilerek
haklarında kamu davasının açılmadığını ve soruşturmanın daimî aramaya alınıp bu
kişiler yönünden derinleştirilmediğini; eşini, kaybolmadan önce en son
otomobiline iki yolcu alırken gören tanıklara, bu iki kolluk görevlisinin olay
günü eşiyle birlikte görülen kişiler olup olmadıklarının gerekirse teşhis
işlemi de yaptırılmak suretiyle sorulmadığını ve sonuç olarak soruşturmada
hiçbir delil toplanmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini
belirterek yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı sunduğu cevabında,
görüşte yaşam hakkının ihlal edildiği belirtilmekle birlikte görüşte
değinilmeyen ancak başvuru formunda belirtilen soruşturmadaki bazı
eksikliklerin de soruşturmanın etkililiği bakımından inceleme sırasında gözönünde bulundurulmasını talep etmiştir.
b. Genel İlkeler
52. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir."
53. Anayasa Mahkemesince belirtildiği üzere yaşam ve vücut
bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük
yükleyen haklardandır (AYM, E.2007/78, K.2010/120, 30/12/2010).
54. Kabul edilebilirlik değerlendirmesinin yapıldığı kısımda da
ifade edildiği gibi Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul
boyutu, doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konmasına,
sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerekiyorsa cezalandırılmasına imkân
tanıyan etkili bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
55. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı yaşam hakkını koruyan
mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm
olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler
hiçbir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli
bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm
yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi
yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
56. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına
soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması
gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin
ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme
kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
57. Bu kapsamda yetkililerce tanıklarının ifadelerinin alınması,
bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor
hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla
ilgili kanıtların elde edilmesi için soruşturma konusu olayın gerektirdiği mümkün
olan tüm tedbirlerin alınması, ölümün gerçekleşme sebebinin objektif analizinin
yapılması, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm
bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve
soruşturma sonucunda verilen kararın, yaşam hakkına yönelik bir müdahale varsa
bu müdahalenin, Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir
müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014,
§ 99; Turan Uytun
ve Kevzer Uytun,
B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73).
58. Son olarak yürütülecek soruşturmalarda makul bir süratte
gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Bazı özel
durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya
da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve soruşturmanın devamında
yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların
daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne
olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya
da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir
öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B.
No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka,
§ 29).
c. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
59. Başvuru konusu olaya ve yürütülen soruşturma işlemlerine
bakıldığında, maktulün 5/5/1994 tarihinde en son çalıştığı taksi durağından
otomobiline aldığı iki müşterisiyle birlikte ayrıldığının görüldüğünün
tanıklarca ifade edildiğinin ileri sürüldüğü ve akabinde Diyarbakır-Siverek
Karayolunun 45. km'sinde ateşli silahla vurulmuş ve cesedi yol kenarına
bırakılmış şekilde bulunduğu anlaşılmıştır.
60. Ölü muayene işlemi sırasında kimlik tanığı sıfatıyla
dinlenen maktulün dayısı N.G.nin, maktulün en son iki
müşterisiyle birlikte taksi durağından ayrılırken görüldüğünü, hatta taksi
durağındaki arkadaşlarına kısa süre sonra döneceğini söylediğini durak
çalışanlardan duyduğunu beyan etmesine rağmen soruşturmada, bu kişilerin ifadelerinin
alınması yoluna gidilmediği görülmüştür.
61. Aynı durum maktulün olaydan sonra bulunamayan otomobilinin,
jant ve tekerlikleri konusunda ifadesi alınan tanık A.S.nin
anlatımında sözünü ettiği ve eşkâlini verdiği kişi yönünden de söz konusudur.
62. Tanık A.S.nin, maktule ait
olduğunun bildirilip aksinin ileri sürülmediği eşyayı satın aldığı tarih ve
kişi konusunda ayrıntılı açıklamalarda bulunduğu ayrıca satın aldığı kişinin
eşkâlini de yetkililere verdiği anlaşılmasına rağmen bu kişinin açık kimliğinin
belirlenebilmesi bakımından da herhangi bir soruşturma işleminin
gerçekleştirilmediği görülmüştür.
63. Öncelikle belirtilmelidir ki soruşturmanın etkililiğini
sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü
koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde
ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle
soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari
soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün
değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri,
B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).
64. Öte yandan soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp
yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu her bir olayın kendi koşullarına,
soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın
karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da
güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir ( Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).
65. Bu bağlamda soruşturma kapsamında yürütülecek soruşturma
işlemlerinin belirleyicisi, yetkili soruşturma makamlarıdır. Bu makamlar, her
bir somut olayın koşullarını ayrıca değerlendirerek makul olan bir yöntem
belirleyecektir (Yavuz Durmuş ve diğerleri,
B. No: 2013/6574, 16/12/2015, § 61). Olayların oluşumuna ilişkin delillerin
değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44). Görülmekte olan bir davada ya da yürütülmekte olan bir soruşturmada,
delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan
Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları
değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, §
93).
66. Ancak somut olaydaki gibi ölümün nasıl gerçekleştiğine ve
faillerinin kimler olduğuna dair olay yerinden ya da ceset üzerinden elde
edilebilen somut bir bilginin bulunmadığı durumlarda daha çok önem arz etmekle
birlikte olay hakkında şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da duyması olası
kişilerin ifadelerinin hiç alınmaması ya da çok geç alınması, yürütülen
soruşturmanın ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkabilmektedir (Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 61 ).
67. Soruşturmalarda -özellikle de olayın gerçekleştiği zamanda
ve yerde- ilk anda yürütülecek işlemler çok büyük önem arz etmektedir. Geçen
zamanla birlikte kaçınılmaz bir şekilde delillerin kaybolması, tanıkların yer
değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil
toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır
(Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 62)
.
68. Anayasa Mahkemesi kural olarak başvurucuların yakınının
öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı, titiz ve hızlı bir çalışma
sonucunda elde edilen deliller ışığında soruşturma ve ilk derece yargılama
makamlarının, olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı,
yürütülen soruşturmaların ölüm sebeplerini kesin olarak saptamaya ve sorumlu
kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği kanısına varılan durumlarda,
yürütülen soruşturmaların ve davaların, derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki
gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla yürütülen
soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya çelişkili olduklarının ileri
sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık
Koçak ve diğerleri, § 95).
69. Ayrıca belirtilmelidir ki etkili soruşturma yükümlülüğü
kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitlerin;
hiçbir şekilde Anayasa Mahkemesince, belli kişilerin masumiyetine veya suçlululuğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde
değerlendirilmemesi gerekir. Genel ilkelerde de ifade edildiği üzere etkili
soruşturma yükümlülüğü bir amaç değil uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi tarafından etkili soruşturma
yükümlülüğü açısından toplanan veya toplanmayan tüm delillere ilişkin bir
değerlendirmede bulunulurken bu delillerin olayın aydınlatılması ve varsa
sorumluların tespiti üzerindeki muhtemel olumlu veya olumsuz sonuçları hakkında
herhangi bir yorum yapılmamakta olup bu yükümlülük kapsamında yapılan
değerlendirmelerde sadece kendine özgü koşulları ve pratik gerçekleri dikkate
alınan başvuruya konu somut soruşturmaların bir bütün olarak olayı tüm
yönleriyle aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek deliller
toplanarak yürütülüp yürütülmediği ve soruşturma makamlarının bu delillerin
toplanması için makul olan tüm tedbirleri alıp almadıkları incelenmektedir.
70. Bu kapsamda incelenen başvuruya konu soruşturmada maktulü,
kaybolduğu gün üçüncü kişilerle birlikte gördüklerini ifade eden tanıkların
bulunduğunun ileri sürülmesine (bkz. § 16) ve maktule ait olduğu ileri sürülen eşyanın
olaydan sonra üçüncü bir kişiden satın alındığının belirtilip bu kişinin eşkâli
konusunda bilgiler verilmesine rağmen (bkz. § 22) bu kişilerin kimliklerinin
tespitiyle ileri sürüldüğü gibi olaya ilişkin bilgilerinin veya olayla bir
bağlantılarının bulunup bulunmadığına yönelik herhangi bir soruşturma işleminin
gerçekleştirilmediği anlaşılmıştır.
71. Soruşturmada Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği
yeterlilik düzeyi üzerinde etki gösterecek nitelikte olduklarında şüphe
bulunmayan bu eksikliklerin bırakılmasının yanında maktulün, kesin tıbbi ölüm
nedeninin belirlenmesine ve başvurucunun talebiyle maktule ait olduğu ileri
sürülen eşya hakkında bir kısım tanık ifadelerinin alınmasına ilişkin olarak
gerçekleştirilen soruşturma işlemleri dışında yetkili makamlar tarafından olayı
aydınlatmaya yönelik başkaca bir işlem yapıldığına dair (soruşturma dosyasında
yer verilen/nihai kararda değerlendirilen) bir bilgi veya belgenin de
bulunmadığı görülmektedir.
72. Dolayısıyla başvuru konusu olay açısından yukarıda yer
verilen tespitler birlikte değerlendirildiğinde soruşturma kapsamında ölüm
olayının nedenini aydınlatabilmek ve sorumluları tespit edebilmek için gerekli
somut adımların atılmadığı, başka bir ifadeyle delillerin toplanması konusunda
makul olan tüm tedbirlerin alınmadığı görülmektedir.
73. Bu nedenle soruşturmanın, sözü edilen delillerin toplanması
için makul olan tüm tedbirlerin zamanında alınmamasının yanında sonrasında bu
eksikliklerin giderilmesine çalışılması yerine çok uzun bir süre sonuca götürecek
hiçbir işlem yürütülmeksizin sürüncemede bırakılıp kişilerin hukukun
üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü
gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi
açısından somut bir adım atılmayarak herhangi bir kesin sonuca ulaşılmasını
ortadan kaldıracak bir şekilde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla
sonlandırıldığı anlaşıldığından Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği
yeterlilik ve süratte bir inceleme içermediği sonucuna ulaşılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkının gerektirdiği usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
75. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
76. Başvurucu 150.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi olmak üzere
toplamda 250.000 TL tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
77. Başvuruda yaşam hakkının gerektirdiği usul yükümlülüğünün
ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bununla birlikte somut olayda gerçekleşen
dava zamanaşımı nedeniyle yeniden soruşturma açılması imkânı olmadığı da
dikkate alınarak yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi
zararı karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
78. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
79. Kararın bir örneğinin bilgilendirme amacıyla Ergani
Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi gerekir.
80. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgilendirme amacıyla Ergani
Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/5/2016 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.